RESÛL ZEKİ EFENDİ
Velîlerin önde gelenlerinden. İsmi Resûl Zeki’dir. Arvâsîlerdendir ve soyu Peygamber efendimize ulaşır. Zamânında ilim ve irfân beldesi olan Van’ın Müküs kasabasının Arvas köyünde yaşadı. Doğum târihi bilinmemektedir. On dokuzuncu yüzyılın başında vefât etti. Arvas’ta medfûndur.
Resûl ZekiEfendi, velî bir zât olan babasının terbiye ve himâyesinde yetişti. Babası SeyyidLütfi Efendi, Seyyid Abdurrahmân Kutb hazretlerinin oğluydu. Molla MuhammedKutb hazretlerinden gelen ilim ve irfân dersleri Resûl Zeki Efendinin babası SeyyidLütfi Efendiye kadar devâm etmiş, çok kimse hak yolun bilgilerini öğrenmiştir. Resûl Zeki Efendi babasının önde gelen talebeleri arasındayken, babası Seyyid Lütfi Efendi vefât etti. Âilede başka âlim ve müderris kalmamıştı. O sırada Resûl Zeki Efendi de çocuk yaşlardaydı.
Babasının talebeleri, hocasız kalmalarına çok üzülmüşlerdi. Bir müddet bekledikten sonra hocalarının evine gelip hanımannelerine; “Efendim! Burada bize ders verecek kimse olmadığından izniniz olursa kendimize hoca aramak için başka yerlere gitmek istiyoruz.” dediler. Bunu duyan Resûl Zeki Efendi, Arvas’ın medresesi dağılacak diye üzüntüsünden hastalanıp yatağa düştü. Bu durum karşısında annesi çok üzüldü ve talebelere haber gönderip; “Sizin ayrılıp gitmek istemenize Resûl Zeki dayanamadı, hasta oldu. Biraz daha bekleyin. İyi olsun o zaman gidersiniz.” dedi. Talebeler bu arzu üzerine bir müddet daha medresede kaldılar. Bir zaman sonra tekrar izin istediler. Resûl Zeki yine hastalandı. Talebelere yine istedikleri izin verilmedi.
Bir gün Resûl Zeki annesinden babasının cübbesini ve sarığını isteyip giydi. Sonra da babasının kitaplarını istedi. Sıra ile kitapların sayfalarını çevirmeye başladı. Sonra da babasının son ders verdiği kitabı koltuğuna alıp medresesine gitti. Talebeleri çağırıp medreseye topladı ve; “Allahü teâlânın izniyle size ders vermeye geldim.” dedi. Talebeler; “Herhalde Resûl Zeki hastalık sebebiyle aklını yitirdi. Ama gönlünü kırmayalım, dediğini yapalım.” dediler. En iyi durumda olan talebe, kitabını alıp Resûl Zeki’nin önünde oturdu. Resûl Zeki babasından daha mükemmel ders vermeye başladı. Talebeler bu hâli görünce hayretle etrâfında toplandılar. Allahü teâlâ tarafından bütün ilimlerin ona öğretildiğini anladılar ve çok sevinip zâhirî ilimler yanında, mânevî ilimler de tahsîl etmekle şereflendiler.
MollaResûl Zeki Arvâsî hazretleriyle Arvas Medresesi ilme devâm etti. Onun sebebiyle çok âlim yetişti.Talebelerinden daha sonra evliyânın büyüklerinden Seyyid Fehim hazretlerine hocalık yapacak olan Molla Resûl Sıbkî, Molla Yahyâ Muzîrî, MollaHalil Si’ridî, MollaFakîh Tayran gibi büyük zâtlar yetişti. Bunları insanları irşâd için çeşitli yerlere gönderdi.
Talebelerinden Fakih Tayran hayvanların dilinden anlardı. Bir gün Arvas’ta bal arılarını seyrederken bir arı beyinin arılara sıkı talimat vererek; “Çabuk gidin, çabuk gidin, durmayın!Sâhibimizin misâfiri vardır.” dediğini duydu. Hocasına; “Bu kovanı bana verir misiniz, köyüme götüreyim.” dedi. O da; “Götürün.” buyurdu. Alıp götürdü. Bir müddet sonra yine arı beyini dinledi. Bu sefer; “Yavaş gidin, yavaş gelin, acele etmeyin!” dediğini duydu. Kovanı aldı Arvas’a getirdi ve durumu hocasına anlattı.
Molla Resûl Zeki Arvâsî’nin güzel hal ve kerâmet sâhibi talebesi Fakih Tayran bir gün Müks Suyu üzerindeki Kırmızı Köprüde durup suya hitâben; “Ey su, ey su! Sen böyle akıp nereye gidersin. Gece gündüz durmadan inler devâm edersin?” deyince, su akmayıp ona şu karşılığı verdi:
“Ey insan! Bunca nebî, bunca velîler geldi. Hiçbiri sebebini öğrenmek istemedi.” Fakih şöyle dedi:
“Onlar büyüklerdi. Bilip de sormadılar. Bense bilmiyorum. Aramızda çok fark var.” Su cevâben;
“Bak ben de senin gibi birisine tutkunum. Bunun için gece gündüz, onu arar dururum.” dedi.
Resûl Zeki Arvâsî hazretleri ömrünü ecdâdı gibi hak yola hizmetle geçirdi. Vefât ettikten sonra oğlu Ziyâeddîn Efendi, babasının yolunu bırakıp dünyâ ile meşgûl oldu. Yaylada çadır kurup günlerini avlanmakla geçirmeye başladı. Babasının fazîlet sâhibi talebeleri bu durumu görünce çok üzüldüler. Muş’taki Molla Resûl Sıbkî, Siirt’teki MollaHalil’e gidip; “Hocamızın tâziyesine, başsağlığına gidemedik. Hem de oğlu ile ilgilenir nasîhat ederiz” dedi. Molla Halil de; “İsterseniz önce bir mektup yazalım. Sonra netîceye göre hareket ederiz.” diye cevap verdi. MollaHalil Efendi, Seyyid Ziyâeddîn’e bir mektup yazıp; “Mübârek hocamız Molla Resûl Zeki hazretlerinin oğlunun ava, eğlenceye başladığını öğrendik. Hocamızın yeni vefât ettiği anlaşıldı. İnnâ lillâh…” dedi. Mektup SeyyidZiyâeddîn’e ulaşınca durumu anlayıp yaylayı, eğlenceyi, avı bırakıp Arvas’a indi. Annesiyle görüştü. İzin alıp Molla Halil hazretlerine talebe olmak için Siirt’e mektup yazdı. Mektup Molla Halil’e ulaştığında, o; “Oğlum ben fakirim. Sana bakacak gücüm yok. Her gün bir altın verirseniz size ders verebilirim.” cevâbını yazdı. Bunun üzerine Ziyâeddîn bir çanta altınla Siirt’e geldi ve Molla Halil’e talebe oldu. Her gün hocasına bir altın verip ders aldı. Nihâyet bir gün altınlar bitti.
Bunun üzerine Seyyid Ziyâeddîn Arvas’a haber gönderdi. Bu arada rahatsızlık bahânesi ile derse gitmedi.Birkaç gün geçti.Hocası onun bu durumunu anlayınca, daha önce verdiği bütün altınları getirip kendisine iâde etti ve; “Biz sana para için ders vermedik. Arzu ve niyetimiz iyi öğrenmenizdi.” buyurdu. Onu güzel bir şekilde yetiştirdi.
Molla Resûl Zeki hazretlerinin küçük birâderi olan Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretleri de yüksek ilim ve mârifet sâhibi bir zât olup, çok evliyânın yetişmesine sebeb olmuştur.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
BİZİ ZİYÂRETE GELDİ
Molla Zeki Arvâsî’nin, babasının yerine geçip ders verdiği günlerden bir gün mescide kimsenin tanımadığı bir zât geldi. Mescidde birkaç kişi daha vardı. Gelen zât doğruca Resûl Zeki Arvâsî’nin yanına gidip selâm verdi ve uzun uzun konuştular. Sonra da vedâ edip gitti. Mesciddekiler Molla Zeki’nin yanına gelen zâtın kim olduğunu sordular. Molla Zeki tebessüm edip; “Hızır aleyhisselâmdı.” buyurdu. “Bize niçin söylemedin?” dediklerinde, o; “Sizi değil, bizi ziyârete gelmişti.” buyurdu.
KAYNAKLAR
1) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c.3, s.1722