Hindistan’daki müslüman Gurlu Devleti’nin komutanlarından Kutbeddîn Aybeg tarafından Delhi’de kurulan Türk devleti. Bu devlete; Mu’izzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyidler olmak üzere dört Türk sülâlesi birbiri arkasından hükümrân oldular.
İslâmiyet, Aşağı İndüs vadisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti. Sonraları Hindistan içlerine müslüman askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdarları idi. Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistan’daki dâimî merkezleri yaptılar. İktidarlarının sonuna doğru ise Lahor merkez olmuştu. Gazneliler’in yerini alan Gurlular için Pencab, Hindistan’ın fethi için önemli bir merkez idi. Gurlu hanedanından 1173 (H. 569) senesinden sonra Gazne’de hükümdar olan Şehâbüddîn (Mu’izzüddîn) Muhammed, Ganj ovasında hâkimiyetini genişletti.
Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işaretle, Ecmir’i fethetti. Emrindeki Türk asıllı kumandanlarından Kutbeddîn Aybeg’i bütün Hindistan’ın fethi ile vazifelendirdi. Hindistan’da islâmiyet’in yayılmasında önemli rol oynayan Mu’izzüddîn, 1206 (H. 602) senesinde ölünce, Lahor’a giden Kutbeddîn Aybeg, sultanlık teklifini kabul etti. Kuzey Hindistan’a hâkim olup, Delhi Türk Devleti’nin temelini attı.
Ölen Mu’izzüddîn Muhammed’in kardeşi ve batı Gurluların sultânı Gıyâseddîn Mahmûd, bu durumu kabul edip Kutbeddîn’e, Melik ünvanını verdi. Bu sırada, Sultan Mu’izzüddîn’in komutanlarından Tâceddîn Yıldız, Gazne’de hüküm sürmekteydi. Aybeg, onu yenerek Gazne’ye girdiyse de, ancak kırk gün kalabildi. Daha sonra Tâceddîn Yıldız’ın baskısı üzerine Hindistan’a çekildi. Orada İslâmiyet’in yayılması için çalıştı. Fethettiği yerleri cami ve medreselerle süsleyip, mümtaz ilim sahipleri ile şenlendirdi. Alimlere, fakir ve muhtaçlara maaşlar bağlattı. Sulh ve sükûnu sağlayıp, memleketinde her türlü zulme mâni oldu. Hak ve adaleti hâkim kıldı.
Kutbeddîn Aybeg, 1210 (H. 607) senesinde harb tâlimi için, çevgan oynarken, geçirdiği bir kaza sonunda ölünce, Delhi Türk Sultanlığı dörde bölündü. Delhi’de Aybeg’in oğlu Aram Şah, Badaun’da damadı İltutmuş, Yukarı Sint’te öbür damadı Kabaca, Bengal’de de Halac emirlerinden Ali, bağımsızlıklarını îlân ettiler. Bir çok bölge de hindûların eline geçti. Bâzı devlet büyüklerinin teşviki ile İltutmuş, Aram Şâh’ı mağlûb ederek Delhi’yi ele geçirdi ve tahta geçti. Diğer bölgelerde bağımsızlıklarını îlân eden komutanları da hâkimiyeti altına aldı ve Hindistan’da Türk-İslâm hâkimiyetini yeniden kurarak, sağlamlaştırdı.
Bu arada Moğollara mağlûb olan Celâleddîn Harezmşâh, iltutmuş’a sığındı. Onu tâkib eden Moğollar, Hindistan’a girdiler ve bir çok yeri yağmaladılar. Birara Mültan’ı kuşatmalarına rağmen netîce elde edemeyip geri çekildiler. İltutmuş’un bacanağı ve kumandanlarından olan Kabaca, onlara başarı ile karşı koydu. Bu müdâfaa esnasında Mültan’da bulunan Kutbüddîn Bahtiyar Kâkî (rahmetullahi aleyh), Kabaca ve ordusuna manevî destek oldu. Duası bereketiyle Moğollar kuşatmayı kaldırdılar. Celâleddîn Harezmşâh, 1224 senesine kadar Hindistan’da kaldı. Çeşitli iç olaylara karıştı. Daha sonra Mükran yoluyla İran’a geçti. Moğolların kuzeydeki Türk ülkelerine baskı yapmaları neticesi, Hindistan’a Türk göçleri başladı. Bunları ülkesine memnuniyetle kabul edip yerleştiren İltutmuş, bu sayede ordusunu da güçlendirdi.
İltutmuş, başarılı seferler düzenleyerek, hâkimiyet bölgesini genişletti. Vindhya dağlarının kuzeyinde kalan bütün Hindistan’ı ele geçirdi. Abbasî halîfesi Muntansır-billah tarafından tanınan Hindistan’ın ilk müslüman-Türk sultânı oldu. Nasır ve Emîr-ül-Mü’minîn lakabını aldı. Bir ara İsmâilîler, öldürmeyi ve devleti ete geçirmeyi plânladılarsa da, muvaffak olamadılar. Delhi sultanlarının en büyüklerinden olan İltutmuş, büyük İslâm âlimi Kutbüddîn-i Bahtiyar Kâkî’nin talebelerinden idi. İslâmiyet’in Hindistan’da yayılması için çok gayret gösterdi. Ülkede birlik ve düzeni sağladı.
1236 senesinde Karakarlara karşı çıktığı seferde hastalanan İltutmuş, Mayıs ayında vefat etti. Ölmeden önce kızı Râziye Sultan’ı veliahd tâyin etmişti. Beyler, oğulları olduğu hâlde kızını veliahd tâyin etmesine çok şaşırdılar. Sebebini sorduklarında; “Oğullarım gençlik eğlencelerine dalmışlardır. Hiç birisinde ülkeyi idare edecek kabiliyet yoktur, ölümümden sonra oğullarımdan hiç birinin veliahdlığa kızım kadar lâyık olmadıkları Görülecektir” cevâbını verdi.
İltutmuş vefat edince, devletin ileri gelenleri, vasiyetine rağmen, oğullarından Rükneddîn Fîrûz’u tahta geçirdiler. İltutmuş’un önceden dedikleri çok geçmeden ortaya çıktı. Tahta geçen Fîrûz, eğlenceye daldı. Devlet idaresi, annesi Şah Terken Hâtun’un eline geçti. Şah Terken’in zalimane idaresi ve hanedan ailesinden bir çok kişiyi ortadan kaldırmak istemesi, hattâ İltutmuş’un oğlu Kutbeddîn Muhammed’i öldürtmesi, valilerin ayaklanmalarına sebeb oldu. Altı ay hüküm süren Fîrûz, çıkan isyan sonucu yakalanıp, öldürüldü. Sonunda Râziye Sultan, Delhi halkı ve ordu kumandanlarının bir bölümü tarafından sultan îlân edildi.
İslâm dünyâsında hükümdarlık yapan ender kadınlardan biri olan Râziye Sultan, bir çok güçlüklerle karşılaştı. Bu devirde İltutmuş’un komutanlarından kırk tanesi devlet idaresine hâkim duruma gelmişti. Bunlar, Habeş asıllı Cemâleddîn Yakut’un, yüksek görevlere getirilmesine karşı çıkarak isyan ettiler. Râziye Sultan, ayaklananların üzerine yürüdüğü sırada, Cemâleddîn Yakut, isyan eden beyler tarafından öldürüldü.
Râziye Sultan da yakalanıp Taberhind valisi İhtiyârüddîn Altuniye’ye teslim edildi. Bu durumu öğrenen Delhi’deki beyler, 1240 senesinde iltutmuş’un oğullarından Mu’izzüddîn Behram Şâh’ı tahta çıkardılar. Râziye Sultan, İhtiyârüddîn ile evlenerek tahtı yeniden ele geçirmeğe çalıştı ise de öldürüldü. Mu’izzüddîn Behram Şah ve ondan sonra tahta geçen Alâüddîn Mes’ûd Şah devleti idare edecek güç ve kudrete sahip olmadıkları için, kısa sürede azledildiler.
Mes’ûd Şâh’dan sonra, iltutmuş’un en küçük oğlu Nâsıreddîn Mahmûd tahta çıkarıldı. Dindar ve müşfik bir hükümdar olan Mahmûd Şah, devleti idare edecek kabiliyete sahip değildi. Bu sırada iltutmuş’un Memlûklerinden (köle) biri olan ve soyca Kıpçak Türklerine dayanan Balaban, büyük bir nüfuz kazanmıştı. Devletin idaresinde başarısız olan sultanlar yüzünden Delhi Sultanlığı’nın varlığı tehlikeye düştü.
Moğollar; Sind, Mültan ve Batı Pencap’a girdiler. 1241 senesinde Lahor’u yağmaladılar. Kırklar diye bilinen komutanlar arasında kıskançlık yüzünden parçalanmalar baş gösterdi. Guvvalyar ve Rantambor bölgeleri devletin elinden çıktı. Do’ab’daki Hindli yol kesiciler yüzünden, Bengal ile haberleşme tamamen kesildi.
Balaban, sür’atle harekete geçerek, muhtelif bölgelerde isyanları bastırdı. Hind kabilelerini, racaları ve bâzı emirleri cezalandırdı. 1247 senesinde Kâlinca ile Kama arasındaki bölgeyi ele geçirdi. Bir sene sonra Rantambor’a yapılan seferde başarı elde edilemedi. 1251 senesinde ise Guvvalyar ve Narvar hükümdarı Çaharadeva’ya karşı başarılı bir sefer düzenledi. Balaban’ın başarıları, ordu ve halk arasında kuvvet ve kudretinin artması ve yetkileri sebebiyle kıskanmalara yol açtı.
Bunların başında Hindli dönme İmâdeddîn Reyhan bulunuyordu, İmâdeddîn Reyhan, Balaban’ı çekemeyen komutanlardan bir kısmı ile iş birliği yaparak, Sultan Mahmûd’un gözünden düşürmeye muvaffak oldu. Neticede nüfuzunu kullanamayan Balaban vazifeden ahndı. Vazifeden ayrılması, idarenin aksayıp bozulmasına sebeb oldu. Delhi sokaklarında asayiş sağlanamaz hâle geldi. Devletin kötü akıbete sürüklendiğini gören Kırklar diye bilinen komutanlar ile vilâyetlerin başındaki melikler, Balaban ile birleşerek Delhi’ye yürüdüler. İmâdeddîn Reyhan’ı vazifeden uzaklaştırarak görevi tekrar Balaban’a verdiler.
Düzen ve intizâmı yeniden sağlayan Balaban, bağımsızlıklarını îlân için hazırlanan büyük valilere karşı seferler düzenledi. Önce 1255 senesinde Sultan’ın annesi ile evli olan Oudh hâkimi Kutluğ Hân’ın isyanını bastırdı. 1257 senesinde tekrar Hindistan’a giren Moğollara karşı büyük bir ordu hazırladı. Moğolların geri çekilmelerini fırsat bilerek birlikleri ile orduya katılmayan bâzı vali ve beylerin üzerine yürüdü. Bunları sindirdi ve bir çoğunu affetti. 1260 senesinde Moğol akınları sırasında Delhi ordusunun birçok devesini çalmış ve orduyu felce uğratmış olan ve dağlık Sivalik mevkîinde bulunan hindûların üzerine yürüdü. Sultan Nâsıreddîn Mahmûd Şâh’ın 1266 yılında ölümü üzerine, iktidarın gerçek hâkimi olan Balaban, Gıyâseddîn lakabı ile tahta çıktı.
Tahta çıkar çıkmaz, merkez ordusunu yeniden düzenledi. Asayişi bozan hindûları ve Delhi civarındaki haydutları şiddetle cezalandırdı. Me’mûrlar arasında disiplini sağladı ve iktâlar konusunu ele aldı. O, iktâ olarak dağıtılan toprakların mülkiyet hakkının devlete ait olduğunu kabul ediyordu. Fakat askerî sınıfın şikâyeti ve ricaları üzerine bu konudaki karârını uygulamaya koymadı.
Balaban, idaresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen, sultanlığın kaybettiği toprakları geri almak için fazla bir gayret göstermedi. Tek düşüncesi, hudutları tehdit eden Moğollara karşı hazırlıklı olmaktı. Bu gayeyle Sind ve Batı Pencab’ın idaresini yeniden düzenledi. Bölgeye önce Şir Hân’ı, ölümünden sonra oğlu Muhammed Hân’ı vali tâyin etti. Diğer oğlu Mahmûd Buğra Hân ise, bir ordu ile kuzeyde bulunuyordu. 1279 senesinde Moğollar, Pencab’a saldırdılar. Delhi Sultanlığı topraklarında epeyce ilerleyerek Sütlüce ırmağını aştılar fakat bozguna uğratıldılar. Moğollar, Balaban’ın sağlığında bir daha Delhi Sultanlığı topraklarına saldırmaya cesaret edemediler.
Moğol saldırısını fırsat bilen Bengal valisi Tuğrul Hân ayaklanarak, bağımsızlığını îlân etti. Balaban, Moğolları yendikten sonra bu vali üzerine iki ordu gönderdi. Her iki ordunun da yenilmesi üzerine kuzeyde bulunan oğlu Buğra Hân’ın ordusunu da yanına alarak Bengal üzerine yürüdü. Tuğrul Hân, hazînesini ve fillerini alarak Orissa ormanlarına sığındı ise de ele geçirilerek öldürüldü.
Bengal valiliğine oğlu Mahmûd Buğra Hân’ı tâyin etti. Ona Tuğrul’un sonunu hatırlatarak, isyan etmemesi için nasîhatlerde bulundu. Balaban, bir müddet sonra oğlu Muhammed’in 1285 senesinde Moğollarla yaptığı muharebede öldüğünü öğrendi. Bu duruma çok üzülen Balaban’ın sağlık durumu bozuldu. Oğlu Buğra Hân’ı yanına çağırarak, devlet idaresini ona bırakmak istedi. Ancak Buğra Hân böyle bir mes’ûliyeti yüklenecek güçte değildi. Babasından izinsiz Bengal’e döndü. Bunun üzerine Balaban, Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i veliahd tâyin etti ve bir süre sonra 1287 senesinde öldü. (Bkz. Balaban)
Emîrler, Balaban’ın vasiyetine rağmen, Buğra Hân’ın oğlu Mu’izzüddîn Keykubâd’ı tahta geçirdiler. Keykubâd, dedesinin kontrolünden kurtulmanın verdiği rahatlık ile eğlenceye dalarak devlet işlerini unuttu. Babası Buğra Hân’ın nasihatlerini dinlemedi ve Delhi’ye döner dönmez eski yaşayışına devam etti. Bir süre sonra hastalanınca tahttan indirilerek yerine küçük yaştaki oğlu Keyümers geçirildi.
Ancak butsultan, devlet adamlarının elinde oyuncak oldu. Kısa süre sonra sultan ve baba Keykubâd öldürüldü. Keyümers’in naibi olan Halaçların reisi Fîrûz Şah, rakîblerini yenerek, Celâleddîn lakabı ile Delhi Sultanlığı’nın başına geçti. Celâleddîn Fîrûz Şâh’ın 1290 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına geçmesinden sonra, idare Halacîler sülâlesinin eline geçti.
Delhi Sultanlığı’na hâkim olan Halaç ailesi, eski bir Türk kabilesi olan ve kesin olarak tesbit edilemeyen bir târihte Türkistan’dan göç edip doğu Afganistan ile Hindistan’ın kuzey hududlarına yerleşen Halaç Türklerine mensubdurlar.
Fîrûz Şâh’ın saltanatı ele geçirmesi, öteki Türk memlukler ve Delhi halkı tarafından ilk önce iyi karşılanmamıştı. Bu yüzden bir süre Kiluphari’de ikâmet etti. Halk, duruma alıştıktan sonra Delhi’ye yerleşti. Fîrûz Şah, tahta geçtiği zaman yetmiş yaşında, iyi kalbli, dînine bağlı bir zât idi. Aşırı merhametinden dolayı gerektiği yerlerde dahî sert tedbirler almaktan çekindi.
Bu huyu, beylerin hoşuna gitmiyordu. Balaban’ın yeğeni ve Kara valisi Melik Canan, 1291 senesinde ayaklandı. Fakat Fîrûz Şâh’ın oğlu Erkli Hân bu isyanı bastırmaya muvaffak oldu. Âsîlerin çoğunluğu affedildi. Fîrûz Sah, Kara valiliğine yeğeni ve damadı Alâüddîn’i tâyin etti. Bir süre sonra Delhi’de nüfuz sahibi bir kimse olan Sidi Mevlâ ve bâzı devlet adamları, Firûz Şâh’a suikast teşebbüsünde bulundular. Bu suikast zamanında önlenerek, Sidi Mevlâ, Erkli Hân’ın verdiği emir ile öldürüldü.
Fîrûz Şâh’ın Hindli Prenslere karşı seferleri müsbet netîceler vermedi. Onun asıl isteği Moğollardan uzak kalmaktı. 1291-92 senesinde Moğol ordusunun büyük bir istilâ teşebbüsü başarıyla önlendi ve Moğolların çoğu esir edildi. Bu esirlerin büyük bir kısmı müslüman olarak Delhi Türk Sultanlığı’nın hizmetine girdiler.
Aynı sene içinde Mandor ve Ucceyn’e sefer düzenlendi. Bu arada Kara valisi Alâüddîn, hükümdardan izin almadan Devagir üzerine sefere çıktı. 1294 senesinde sekiz bin kişilik bir süvari birliği ile yola çıkan Alâüddîn, Vindhyâlar dağlarını geçerek zor şartlar altında iki ay süren bir yolculuktan sonra, Devagir’e vardı ve şehri kısa sürede ele geçirdi. Alâüddîn, aldığı büyük ganimetlerle ülkesine döndü. Fîrûz Şah, bu galibiyete çok sevindi. Yeğenini tebrik ve teftiş için Karâ’ya gitti. 1296 yılında, çıktığı bu yolculuğu esnasında vefat etti. Yeğeni ve damadı Alâüddîn, Kara da sultanlığını ilân etti.
Delhi’de, o sırada Mültan’da bulunan veliahd Erkli Hân’ın, yerine, Fîrûz Şâh’ın küçük oğlu Rükneddîn İbrahim tahta çıktı. Bu durum, Alâüddîn Muhammed’in işine yaradı. Bir süre sonra da Fîrûz Şâh’ın hanımı Melike-i Cihan, oğlu Rükneddîn ile birlikte Mültan’da bulunan Erkli Hân’ın yanına gitmek mecburiyetinde kaldı. Alâüddîn Muhammed, amcasının ölümünden beş ay sonra 3 Ekim 1296’da Delhi’de tahta çıktı.
Alâüddîn Muhammed, uzun seneler Moğol saldırılarına karşı koymakla uğraştı. 1299 senesinde Kutluğ Hoca’nın kumandasında iki yüz bin kişilik bir Moğol ordusu Delhi önlerine kadar geldi. Alâüddîn, Moğollara karşı, ordusunun az olmasına rağmen kahramanca savaştı ve Moğolları bozguna uğrattı.
1301 senesinde Rantambor yakınlarında, kardeşinin oğlu Akat Hân, Alâüddîn Muhammet’i yaralayıp öldürdüm zannederek tahta çıkmak istediyse de yakalanarak öldürüldü. Bir süre sonra Badaun ve Eved’de, Alâüddîn’in kız kardeşinin oğulları Ömer ve Mengû hânlar, Delhi’de ise Hacı Mevlâ adında bir beyle anne tarafından iltutmuş soyundan olan Ulvi ayaklandılar.
Bu ayaklanmalar kısa sürede bastırıldı ve âsîler öldürüldü, iç işlerini düzelten Alâüdîn Muhammed, 1302 senesinde fetihler yapmak için sefere çıktı. Racistan’da ünlü Çitor kalesini kuşatarak aldı. Fakat ordu bu seferden yorgun ve çok kayıp vermiş olarak döndü. Aynı zamanda Telingan Devleti azerine gönderdiği ordu da başarı elde edemeden ve yorgun olarak döndü.
Alâüddîn Muhammed’i, Çitor’da sanan Targı’nın kumandasındaki Moğol ordusu, 1303 senesinde Hindistan’a girerek Delhi önlerine kadar geldi. Sultan Delhi’de olmasına rağmen, askeri az ve yorgundu. Dağınık olan bey ve askerlerini beklemek zorunda kalan sultan, şehirde kıtlık baş göstermesi üzerine devlet ambarlarından ucuz yiyecek sattırarak halkını korudu. Beklenmedik bir anda çekilen Moğollar, iki ay kadar Delhi çevresini ve kenar mahallelerini yağmaladılar.
Sultân, bu sırada eksiklerini görüp gerekli tedbirleri aldı. Balaban tarafından yapılan istihkamlar onarıldı ve yeni kaleler yapıldı. Nihayet 1305 senesinde Amroha ve 1306 yılında Ravi yakınlarında, Moğollar bozguna uğratıldı. Bu mücâdeleler sırasında Dipâlpur eyâleti hudutları Melik Gazi Tuğluk’un idaresine verildi. Melik Gâzi’nin her sene düzenlediği seferlerden dolayı da Moğol tehlikesi kalktı.
Kuzey Hindistan’ın hemen hemen tamâmına hâkim olan Alâüddîn, 1308 senesinde Melik Kâfur’u güney seferine gönderdi. Melik Kâfur, önce Varangel’i, 1310 senesinde de Madura ve Duârasamudra’yı ele geçirdi. Böylece sultanlığın güney sınırları deniz sahiline kadar dayandı.
Sultan Alâüddîn, hiç tahsil görmediği hâlde, şahsî kabiliyet ve tecrübeleri ile devlet topraklarını genişletti. Bir çok idarî yenilik yaptı. Müslümanların refah ve huzur içinde yaşamasını sağlamaya çalıştı, fakat sonraları zulme başladı. Alimlerin devlet işlerindeki yardımlarını tamamen red ederek, yönetimde katı merkeziyetçi bir yol tuttu.
Bir çok araziyi ve vakıfları devlet kontrolü altına aldı. Haber alma teşkilâtını geliştirdi ve etkili hâle getirdi. Me’mûrların teşkîlâtlanmalarını önlemek gayesiyle sultanlığın müsâdesi olmadan evlenmelerini özel mâhiyetteki içki ve eğlence meclislerini yasaklattı. Zirâî mahsûlden alınan vergiyi bir çok beldede %20’den %50’ye yükseltti. Gıda maddelerinin fiyatlarının yükselmesinden, düşük ücretlilerin zarar görmesini önlemek için iktisadî ve idarî tedbirler aldı. Tüccarın vurgunculuk yapmasını yasakladı.
Sultan Alâüddîn 1316 senesinde ölünce, Melik Kâfur veliahd Hızır Hân’ın yerine henüz 5-6 yaşındaki Şihâbüddîn Ömer’i tahta çıkardı. Daha sonra Alâüddîn’in üçüncü oğlu Mübarek Hân’ı kör etmeğe çalıştı ise de, gönderdiği adamları kandıran Mübarek Hân, Melik Kâfue’u öldürttü. Mübarek Hân, önceleri nâib olarak hüküm sürdü.
1316 senesi Nisan ayının birinde, küçük kardeşini hapse attırarak Kutbeddîn lakabı ile tahta çıktı. Mübarek Hân, babasının bâzı kânunlarını yürürlükten kaldırdı. Gucerât ve 1318 senesinde Dexagiri’deki isyanları bastırdı. Son seferinden döndüğünde kardeşlerini öldürmek istedi. Nizâmeddîn Evliya gibi mübarek bir Allah dostuna hürmetsizlik edip, uygun olmayan tavırlar takındı. Bu hareketleri, zevk ve eğlenceye düşkünlüğü, halkın ona karşı olan sevgisini nefrete dönüştürdü. Bir hindû dönmesi ve kölesi olan Hüsrev Hân tarafından 1320 senesi Nisan ayında öldürüldü. Hüsrev Hân tahta geçti.
Hüsrev Hân, tahta geçtiği zaman, Pencab’da hudud bölgeleri kumandanı olan Gazi Melik Tuğluk isyan etti. Oğlu Fahreddîn Cavna’nın da teşviki ile Delhi üzerine yürüdü. Delhi önlerinde yapılan savaşı Gazi Melik Tuğluk kazandı. Hüsrev Hân yakalanarak îdâm edildi. Gazi Melik de 1320 senesi Eylül ayının altısında Delhi Sultanlığı tahtına çıktı. Bu târihten itibaren Delhi sultanlığında Tuğluklar devri başladı.
Babası Türk, annesi Hindli olan Gazi Melik, Gıyâseddîn lakabı ile tahta geçti. Melik Tuğluk, tahta geçtikten bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında sü-kûneti sağladı. Tuğluk-âbâd adı ile yeni bir şehir kurdu ve burasını hükümet merkezi yaptı. Dekken’deki Varangel racası isyan edince, Uluğ Hân ünvanı alan oğlu Cavna Hân’ı o bölgeye gönderdi.
Bu sefer, başarısızlıkla neticelendi. Cavna Hân, babasının öldüğü şayiası üzerine Delhi’ye döndü ise de, 1323 senesinde tekrar Dekken üzerine gönderildi. O da Bidâr’ı fethettikten sonra Varangel’e doğru ilerliyerek burayı da ele geçirdi. Bu târihten itibaren Varangel, Sultanpür olarak adlandırıldı. Cavna Hân, bölgede son olarak Telingâna’yı fethetti. Burası ilk defa doğrudan doğruya müslümanların idaresine girdi.
Bu sırada, Bengal bölgesi Balaban’ın torunlarından Fîrûz Şâh’ın idaresinde idi. Fîrûz Şâh’ın ölümü, oğulları arasında saltanat kavgalarına yol açtı. Bunlardan Nâsıreddîn, Melik Tuğluk’a müracaat ederek yardım istedi. Tuğluk için bulunmaz bir fırsat çıkmıştı. Hemen harekete geçerek Nâsıreddîn ile birleşti. Muhalifleri bertaraf edilen Nâsıreddîn, Bengal hâkimi olarak tahta çıkarıldı ve bölge Delhi sultanlığına bağlı bir eyâlet hâline getirildi. 1325 senesinde Delhi’ye dönen Tuğluk, oğlunun düzenlediği karşılama töreni sırasında geçici olarak yapılmış olan köşkün çökmesi sonucu öldü.
Babasının ölümü üzerine Cavna Hân, Muhammed Şah lakabı ile tahta geçti. Muhammed bin Tuğluk, bâzı idarî ve askerî tedbirler aldı. Güneydeki setihler sebebiyle, bölgede yeni bir saltanat merkezi yapılmasına ihtiyaç duyarak 1327 senesinde Devagir’i yeniden inşâ ettirdi. Devletâbâd adını verdiği bu şehri hükümet merkezi yaptı. Hükümet me’mûrları, âlimler ve halktan pek çok kişi buraya yerleşti. Muhammed Hân, gönüllü göçün az olması yüzünden, halkı Devletâbâd’a göç etmeğe zorladı. Bu duruma kızan naiK, arazilerini terk ederek hırsızlığa başladı. Sultanın, bunlar üzerine bir birlik göndermesi, arazide zirâat yapılmasını zorlaştırdı ve Delhi’de kıtlık baş gösterdi.
Muhammed Hân, 1330 ile 1332 seneleri arasında bakır ve bronz paralar tedavüle çıkararak, bunları gümüş ve altın paralarla eş değer sayınca, piyasaya binlerce sahte para sürüldü. Bu paralar, devlet hazînesindeki gümüş paralarla değiştirildi ve devletin mâlî durumu sarsıldı. Fakat sultan, yeni aldığı tedbirlerle mâlî krizi biraz olsun atlattı. Bu defa da çıkan isyanlarla uğraştı. 1335 senesinde Ma’ber valisi Seyyid Celâleddîn Madura, bağımsızlığını îlân etti.
Sultan bu valinin üzerine yürüdü ise de, Varangel bölgesine vardığı zaman, orduda kolera salgını baş gösterdi. Muhammed Hân’ın kendisi de hastalığa yakalanınca, seferden vazgeçilerek ordu geri döndü. Böylece Ma’ber, Delhi Sultanlığı’nın idaresinden çıktı. Sultan, boşalan hazîneyi doldurmak için bâzı sert tedbirler alınca, halkın büyük bir kısmı isyan etti. Buna Delhi çevresindeki kıtlık da eklenince, Sultan’ı bâzı yeni tedbirler almaya zorladı. Delhi halkının büyük kısmını verimli topraklara sahib olan Avadh eyâletine nakletti. Bu bölgedeki Ganj nehrinin sol kıyısında Svargadvâra adlı bir şehir kurdu. Böylece, halkın isyanının ileri derecelere ulaşmasını engelledi.
Muhammed Hân, bu işlerini yoluna koyduktan sonra, dağlık Kangra bölgesini ele geçirmek için hazırladığı yüz bin kişilik bir orduyu o bölgeye gönderdi. Kangra alınarak bölgede zaferler elde edildi. Fakat dönüşte iklim şartları ve yerli halkın düşmanlığı, ordunun tamâmının yok olmasına sebeb oldu.
Bengal valisi Behram Hân, 1338 senesinde ölünce, sultanlığa bağlı Doğu Bengal eyâleti istiklâlini îlân etti. Aradan bir sene geçmeden Ali Şah Kar adında bir kumandan isyan etti, fakat isyan ânında bastırıldı. Arkasından Avadh valisi Ayn el-Mülk ayaklandı. Sultan bütün güçlüklere rağmen bu isyanı da bastırdı. Ayn el-Mülk yakalanarak habs edildi ise de, bir süre sonra af edilerek tekrar Avadh valiliğine getirildi. 1340 senesinde de Multan valisi Melik Şadü Ludi ayaklandı. Lâkin sultandan korkarak Afganistan’a kaçtı. Sultan Muhammed, müslümanlar arasında kaybettiği saygı ve sevgiyi yeniden kazanmak için, 1341 senesinde Mısır’daki Abbasî halîfesine elçi gönderdi, onun adına hutbe okuttu ve para bastırdı. Bütün bunlara rağmen isyanlar bir türlü durmuyordu.
1343 senesinde Pencap eyaletindeki Sunam, Samana, Kaythal ve Guhrâm’da isyanlar çıktı. Muhammed Tuğluk, Emiran-ı şada denilen ve kırlık arazilerde düzeni sağlayan kumandanların hoşnutsuzluğa sebebiyet verdiklerini düşünerek, Aziz Hammar adında bir me’mûru bu bölgeye gönderdi. Bu me’mûrun Emiran-ı sada’dan doksana yakınını öldürmesi üzerine, Gücerât ve Dekken’de isyanlar başladı. Aziz Hammar ayaklananlar tarafından öldürüldü.
Bunun üzerine bölgeye Devletâbâd’daki Emiran-ı sada’lar gönderildi. Bunlar da isyan ederek bölgeyi ele geçirdiler. İsyancılar, İsmail Müh adında bir komutanı Nâsıreddîn Şah lakabı ile Dekken sultânı îlân ettiler. Muhammed Tuğluk, Devletâbâd üzerine yürüdü ve şehri ele geçirerek, isyancıları iç kalede kuşattı. Bu sırada Tagi adlı bir Türk’ün Gücerât’da ayaklanması, muhasaranın kaldırılmasına yol açtı. Tagi, Sultan’ın üzerine geldiğini öğrenince, Sind bölgesindeki Thatthâ’ya kaçtı. Oradaki kabile reisleri de isyana katıldılar. Muhammed Tuğluk, ordusunu toplayıp Sind üzerine yürüdü. Fakat Tahatthâ yakınlarında hastalanarak 1351 senesi Mart’ında öldü. Muhammed Tuğluk’un ölümü sırasında Hindistan’da üçü ayaklanmalardan ortaya çıkma beş tane bağımsız Müslüman-Türk devleti vardı.
Muhammed Tuğluk’un ölümünden sonra, başsız ve güç durumda kalan ordunun ileri gelen kumandanları ve devlet adamlarının ısrârıyle, ölen sultânın yeğeni Fîrûz Şah, sultanlığı istememesine rağmen, tahta çıkarıldı. Sultan Sind seferine çıkarken, Delhi’de işleri idare etmek için bırakılan Hâce Cihan, Muhammed Tuğluk’un gayr-i meşru oğlu olduğu iddia edilen küçük yaşta bir çocuğu tahta çıkardı. Fakat Hâce Cihan’la birlik olan bâzı kumandanlar, Fîrûz Şah ile birleşince, Hâce Cihân’da ona itaat etmek mecburiyetinde kaldı, önce affedildi ise de, devlet adamlarının ısrarı üzerine Delhi’den çıkarıldı. Şehirden ayrıldıktan sonra yolda öldürüldü.
Fîrûz Şah, tahta geçtikten sonra devleti kuvvetlendirmek için seferlere çıktı. Bengal bölgesinin hâkimi İlyas, 1345 senesinde Batı Bengal’de bağımsızlığını îlân etmiş, 1352 senesinde ise Doğu Bengal’i ele geçirmişti. Fîrûz Şah, önce ilyas’ın üzerine yürüdü ve onu Ikdala kalesine çekilmeye mecbur bıraktı. Bu sefer, bir netîce elde edemeden bitti. Fîrûz Şah, beş sene sonra ordusunu kuvvetlendirerek tekrar Bengal’e sefer düzenledi. Bengal topraklarının tamâmını ele geçirdi. Bölge hâkimi İskender Şah, babası gibi Ikdala’ya çekilmişti. İskender, senelik 40 fil verip sultana tâbi olmayı kabul ederek barış andlaşması yaptı. Fîrûz Şah, bu seferden sonra Orissa üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi. Orissa racası barış yapmak istedi. Senelik yirmi fil vergi vermek üzere barış yapıldı. Dönüşte yolunu kaybeden ordu, büyük güçlüklerle Delhi’ye ulaştı.
Fîrûz Şah, 1367 senesinde doksan bin süvari, 480 fil ve çok sayıda piyadeden meydana gelen ordusu ile Thattha üzerine sefer düzenlendi. Durumu haber alan Sind Camları’nın hükümdarı Cam Mâli bu tehlike karşısında büyük bir ordu topladı. Fîrûz Şâh’ın ordusu açlık ve salgın hastalık yüzünden kuvvetini kaybetmesine rağmen, Hind kuvvetlerini müstahkem mevkîlere çekilmek zorunda bıraktı. Fîrûz Şah, ordusuna yeniden çeki düzen vermek için Gucerât’a çekildi. Bu çekilme sırasında hindli kılavuzlar yüzünden ordu çok büyük kayıplar verdi. 1363 senesinin yağmur mevsiminde ordusunu hazırlayan Fîrûz Şah, aniden Thattha üzerine yürüdü. Bu durum karşısında Cam Mâli, teslim olarak senede 400.000 hind parası vermek şartıyla anlaştılar.
Bütün devlet işlerini yürüten sâdık Vezir Hân Cihan Makbul, 1373 senesinde öldü. Yerine geçen oğlu da babasının Hân Cihan lakabını aldı. Fîrûz Şah, bir sene sonra büyük oğlu Feth Hân’ı kaybetti. Oğlunun ölümü, Sultan’ı çok sarstı. İhtiyarlığı yüzünden devlet idaresini kontrol edemiyordu. Bu yüzden bütün devlet idaresi, Vezir Hân Cihân’ın elinde idi. Vezirin ölçüsüz hareketleri, kendisine karşı bir muhalefetin meydana gelmesine sebeb oldu. Hân Cihan, Şehzade Muhammed’in muhaliflerinin, kendisine bir suikast hazırladıklarına Fîrûz Şâh’ı inandırdı ise de, Şehzade Muhammed, babasını böyle bir şey olmadığına ikna ederek bir komployu önledi. Hân Cihan, gayesine ulaşamadığı için Delhi’yi terk etmek zorunda kaldı.
Fîrûz Şah, 1388 senesi Eylül ayında seksen üç yaşında iken öldü. Her işinde âlimlere danışan Fîrûz Şah, ülke topraklarını genişletmek için büyük seferlere çıkmaktan ziyâde iç işleri ile uğraşmayı tercih etti. İşlerinde en büyük desteği, hocası Celâleddîn Hindî’den (rahmetullahi aleyh) görmekteydi. Vergileri koyup kaldırmakta dînin hükümlerine çok dikkat ederdi. Dîne uymayan her türlü vergiyi kaldırdı. Devlet geliri azalacağı yerde daha da arttı. Devlet idaresinde yaptığı düzenlemeler, mâlî ve iktisadî alanlarda büyük bir gelişmeye sebeb oldu. Müslüman ve gayr-i müslim bütün halkın refah ve saadetine hizmet etti.
Fîrûz Şâh’dan sonra şehzadeler arasındaki mücâdeleler, onun yaptığı bütün iyi işlerin tahrib olmasına ve sultanlığın kötü duruma düşmesine sebeb oldu. Bu mücâdelelerden sonra torunu Gıyâseddîn Tuğluk tahta geçti. Bu târihten Tîmûr Hân’ın 1398 senesindeki, Hindistan seferine kadar taht, altı el değiştirdi. Tîmûr Hân, 1398 senesi Eylül ayında Indus nehrini geçerek Hindistan’a girdi. Delhi sultânı Mahmûd Şah, elindeki yetersiz kuvvetlerle karşı koymaya çalıştı ise de Delhi önündeki muharebede kesin bir yenilgiye uğradı. Delhi Tîmûr Hân’ın eline geçti. Tîmûr Hân, 1399 senesinde Türkistan’a geri dönünce, Mahmûd Şah yeniden hükümdar ünvanını aldı. Fakat önce Mallû, sonra da Devlet Hân Ludi’nin elinde bir kukla hükümdar olarak kaldı. Mahmûd Şâh’ın 1413 senesinde ölmesi ile Tuğluk hanedanı sona erdi.
1414 yılında Mültan valisi Hızır Hân, Delhi’yi ele geçirdi ve ölünceye kadar bölgeyi Tîmûr ve Şah ruh adına idare etti. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mübarek, bağımsızlığını îlân etti. Böylece Delhi Sultanlığı’nın idaresi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin neslinden olduklarını iddia etmeleri yüzünden Seyyidler adını alan Hızır Hân nesline geçti. Mübarek Şâh’ın saltanatı, ayaklanmalarla geçti. Mübarek Şah, 1434 senesinde nüfuzunu kırmak istediği vezîri Serverül-Mülk tarafından öldürüldü. Yerine kardeşinin oğlu Muhammed, ondan sonra da 1444’de onun oğlu Âlem Şah çıktı. Hepsinin saltanatı, kargaşalık, ayaklanma, iç ve dış harblerle geçti. Bu yüzden devlet gittikçe zayıfladı.
Son yıllarda devlet işleri Pencab’ın büyük bir kısmına hâkim olan Behlül Hân Ludi adında bir Afgan beyinin eline geçti. 1451 senesinde Behlül’ün baskısına dayanamayan Alem Şah, tahtı ona bırakarak Badaun’da yerleşti. Böylece Delhi Türk Sultanlığı sona erdi ve hükümdarlık Afgan asıllı Lûdîlerin eline geçti. (Bkz. Lûdîler)
İdarî teşkilât: Devletin idarî teşkilâtı genelde Türk-islâm devletlerinin teşkîlâtına dayanmakta idi. Saray teşkîlâtının başında Vekîl-i dar bulunurdu. Ondan sonra idaresinde haciblerin görev yaptığı Emir hâcib veya Bâr bey denilen saray görevlisi gelirdi.
Merkez teşkilâtı, vezîrin idaresinde idi. Vezîrin başkanlığındaki Dîvân-ı vezâret; Dîvân-ı inşâ, Dîvân-ı istifây-ı memâlik, Dîvân-ı işrâf-ı memâlik ve Dîvân-ı arz gibi ikinci derecedeki dîvânlardan meydana gelirdi. Dîvân başkanları sırayla; Debir-i Has, Müstevfî-i memâlik, Müşrif-i memâlik, Arz-ı memâlik ve Berîd-i memâlik isimlerini taşırlardı. Balaban zamanında muntazam bir berid yâni resmî istihbarat ve posta teşkîlâtı kurulmuştu. Dînî işler Sadr-üs-Sudûr denilen görevlinin idaresinde idi. Bu zât aynı zamanda sultanlık baş kadısı Kâdı-i memâlik görevini de yapardı.
Delhi Türk Sultanlığı, süvari kuvvetlerinin büyük rol oynadığı düzenli bir orduya sahipti. Askerler önce, iktâlardan faydalanırlardı. Daha sonra maaş almaya başladılar. Orduda fillerin önemli bir yeri vardı. Fillerin üzerinde okçular bulunurdu. Ayrıca bunlardan düşman saflarını yarmak ve maneviyatlarını bozmak için faydalandırdı. Ordunun piyade sınıfının çoğunu hindûlar meydana getirirdi. Hassa askerleri dışında, piyadeler geçici olarak orduya alınırdı.
Kültür ve medeniyet: Bir çok âlim, şâir, yazar ve san’atkârı himayelerine alan Delhi sultanları, kültür ve san’atın gelişmesine büyük hizmet ettiler. Balaban devri, ilim ve san’at bakımından önemlidir. Onun devrinde Ferîdeddîn Mes’ûd, Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ, Bedreddîn Gânevî gibi İslâm âlimleri, Hamîdeddîn, Bedreddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıb âlimleri yetişti.
Büyük âlim Emir Hüsrev Dehlevî, Delhi sultanlarından himaye gördü. Hüsrev Dehlevî, Hindistan’da şiirlerini Farsça yazan şâirlerin en büyüğüdür. Şairliği yanı sıra, târihî eserler de yazmıştır. Delhi sarayında yaşayan şâirlerden birisi de Hüsrev Dehlevî’nin yakın arkadaşı Necmeddîn Hasen Sencerî’ydi. Bu iki zâtın yakın dostu tarihçi Ziyâeddîn Bernî, 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığı’nın târihini anlatan Târih-i Fîrûz Şah adlı eserin yazarıdır. Nizâmüddîn Evliya, Ferîdüddîn Genc-i Şeker ve Şeyh Nûreddîn, Celâleddîn Hindî gibi büyük tasavvuf âlimleri Delhi Türk Sultanlığı zamanında yaşamış, Hindistan’ın meşhûr ve büyük velîleridir.
Delhi sultanları, genişîmârfaaliyetlerinde bulundular. Günümüze kadar ulaşan bir çok eserler yaptılar. Ayrıca yeni şehirler inşâ ettiler. Yaptıkları eserlerin büyük kısmı Delhi’dedir. Kutbeddîn Aybeg’in yaptırmaya başladığı 79 metre yüksekliğindeki Kutb Minâr ismi ile meşhûr minare daha sonra bitirilmiştir. Aybeg, ayrıca Cayna mâbedleri enkazını kullanarak Kutvet-i Mslâm adlı camiyi inşâ ettirdi.
Halacî hanedanlığı zamanında Hindistan’daki müslüman mîmârisi, Selçuk mimarisi teknik ve üslûbunun etkisinde gelişti. Alâüddîn Halacî zamanında Kutvet-il-İslâm Câmii’nin yanında yapılan medrese bunlardan biridir.
Tuğluklarda Fîrûz Şah, bir çok îmâr faaliyetlerinde bulundu. Ayrıca eski eserlerin tamir ve ihyâsına büyük önem verdi. Hisar ve Cavnpûr gibi birçok meşhûr şehir kurdu ve tamir ettirdi. Ayrıca Firûzâbâd adıyla Delhi yakınlarında yeni bir başkent inşâ ettirdi. Buranın güneyinde Havz-ı Hassı denilen büyük havuzun kenarında bir medrese yaptırdı. Bunlardan başka; 50 sulama bendi, 40 cami, 30 medrese, 20 Hângah, 100 kervansaray ve han, 5 Dârüşşifâ, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su biriktirmeye mahsus havuz, 100 köprü yaptırmıştır