Delhi Türk Sultanlığı Halaç hanedanının en meşhûr hükümdarlarından. Melik Şihâbüddîn Yugruş Hân’ın oğludur. Doğduğu yer ve doğum târihi bilinmemektedir. 1316 (H. 716) senesinde vefat etti. Hindistan’da İslâmiyet’i yayan ve büyük bir Türk devleti kuran Halaç (Kalaç) Türklerindendir. Hindistan’da Halaç hanedanının kurucusu, kayınbabası ve amcası olan Celâleddîn Fîrûz Şâh’ın yanında yetişmiştir.
Amcası Celâleddîn Firûz Şah, İslâm’ın emirlerine uyar, yasaklarından gücü yettiğince sakınırdı. Allahü teâlânın sevgili kullarını sever, hürmet ederdi. Zamanında ülkesinde yaşayan Nizâmüddîn-i Evliya hazretlerine çok saygı gösterir ve duasını almadan bir işe başlamazdı. Tek kelime ile o mübarek zâtın âşığı idi. Ona sık sık hediyeler gönderirdi.
Celâleddîn Firûz Şah, devlet kademelerine ehü kimseler yerleştirmek isterdi. Yeğeni Alâüddîn’in kabiliyetini, çalışkanlığı, Allahü teâlânın sevgili kullarına olan muhabbetini ve dînine olan bağlılığını bildiğinden ona Melik ünvanı verip, Kara valiliğine tâyin etti. Melik Alâüddîn, burada kısa zamanda idarî ve askerî tedbirler aldı. Hazırladığı ordu ile Hindistan’da İslâm dînini yaymak, Türk hâkimiyetini kurmak için seferler tertipledi. Divgîr üzerine yürüdü. Raca Râmâçandro idaresindeki şehri, çok az bir kuvvetle muhasara edip, kaleye taarruz etti. Kuşatma ve taarruzdaki muvaffakiyeti sonucunda Raca ile sulh yaptı. Sulha Raca’nın oğlu razı olmadı.
Melik Alâüddîn Muhammed, Raca’nın oğlunu da yenerek daha ağır şartlarla anlaşmaya mecbur etti. Hindistan’da zenginliği ile meşhûr olan Divgîr’den çok mikdarda ganîmet aldı. Bu ganîmet ile Dehli Türk Sultanlığı çok zenginleşti. Aynı zamanda Melik Alâüddîn’in Sultan Celâleddîn’in katında itibârı arttı. Melik, 1294 (H. 694) senesinde tertiplenip, muvaffakiyetle neticelenen Divgîr (Devegiri, Devletâbâd) seferinde aldığı ganimetleri, amcası Celâlüddîn Firûz Şâh’a arz etmek istedi.
Yeğeninin bu başarıları Firûz Şâh’ı pek memnun etti. Onu karşılamak ve tebrik etmek için Kara’ya geldi. Karşılaşmaları çok içten oldu. Kucaklaştıkları sırada amcası Firûz Şah, düzenlenen suikastle şehîd edildi. Bunun üzerine Alâüddîn Muhammed Halacî, Firûz Şâh’ın yerine 19 Haziran 1296 (H. 696) târihinde Kara Dehli Sultanlığı tahtına geçti.
Sultan Alâüddîn, önce iş başına sözünü dinleyecek akıllı, tedbirli ve ehil kimseleri yerleştirdi. Bir işe başlamadan derinlemesine inceler, istişare eder, karar verir, sonra tatbikata koyardı. Bütün işlerinde böyle yapardı.
Dehli’de amcası oğlu Rükneddîn İbrahim Şah, sultan îlân edilince harekete geçti; beş ay sonra tahttan indirerek Dehli Türk Sultanlığı’na hâkim oldu ve memlekette birliği sağladı. Nüfuzunu kuvvetlendirdi. Dehli Sultanlığfnın düşmantarına karşı tedbir aldı. Hindistan’ı tehdîd eden putperest Moğolları hududundan atmak istedi. Asker sayısını artırarak hudûdda tahkîmât yaptı. Kalabalık kuvvetlerle üzerine gelen Moğolları durdurup, mağlûb etti. Moğollar, bu mağlûbiyet üzerine 1298 (H. 698) senesinde, Kutluğ Hoca kumandasında 200.000 kişilik bir kuvvetle taarruza geçtiler. Sultan Alâüddîn Muhammed Şah, Moğol taarruzunu bizzat karşıladı.
Moğolları ağır mağlûbiyete uğratarak muzaffer bir şekilde Hindistan’ın merkezi ve başşehri olan Delhi’ye döndü. Moğollar ile mücâdeleye devam etti. Dipalpûr ve Lahor valisi Melik Gâzî’yi Moğollar ile mücâdeleyle vazifelendirdi. Melik Gazi, 1304 (H. 704) senesindeki Moğol taarruzunu durdurdu. Bu târihten sonra her sene Moğollar üzerine taarruz edip, akınlar tertipledi ve Moğol tehlikesini bu şekilde ortadan kaldırdı.
Sultan Alâüddîn, 1298’de Moğollar’a karşı kazandığı zaferden sonra, Hindistan’ın fethine ve İslâmiyet’i yaymaya, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirmeye çalıştı. Hindistan’ın batı sahilindeki Cambay körfezinde kurulan büyük ticâret merkezi Cambay şehrinin tüccarlarını vergiye bağladı. 1299 (H. 699) senesinde kuşatılan Renthamhor kalesi 1301 (H. 701)’de zabt oıundu. Fütühata devam ederek Mavar’a hâkim oldu. 1305 (H. 705) senesinde Hindistan’ın kuzeyini tamamen hâkimiyetine aldı. Kuzey seferinden sonra güneye döndü.
Güney Hindistan’da da büyük zaferler kazandı. Güney seferlerinde silâhlı kuvvetlerin maddî gücünün yanında, Allahü teâlânın sevgili kullarının ve dua ordusunun da himmet ve tasarruf una müracaat etti. Sultan Alâüddîn’in zamanında Hindistan’da yaşayan evliya ve Çeştiyye tarîkatı büyüklerinden Nizâmüddîn Evliya Dehli’de idi. Sultan, Nizâmüddîn Evliya hazretlerini çok sevip, hürmet eder ve ona talebe olmağa gayret ederdi. Darda kaldığı zaman ona müracaat eder, derdine çâre bulurdu.
Bir defasında İslâm’ın yayılması için ordusunu hazırlayıp, cihâda göndermişti. Aradan aylar geçtiği hâlde bir haber alamayan Sultan Alâüddîn, hocası Nizâmüddîn Evliya hazretlerinin huzuruna bir kumandanını gönderip; “Muhterem Efendim! Cihâd için gönderdiğim ordumdan aylardır haber alamıyorum. Himmet buyurup, bizi haberdâr ederseniz çok sevindirmiş olacaksınız.
Çünkü durumdan çok endişeliyim” diye arzettirdi. Kalb gözü açık mübarek zât Nizâmüddîn Evliya hazretleri; “Bu zaferden hâriç, başka zaferler de sizi bekliyor!” dedi. Buyurduğu gibi, kısa bir zaman sonra ordu, zafer haberi ile Dehli’ye geldi. Sultan şükran ifâdesi olarak maiyyetindeki Kara Beğ ile Nizâmüddîn Evliyâ’ya beş yüz altın gönderdi. Kara Beğ, hediyeleri takdim etti. Dünyâyazerre kadar meyletmeyen. Nizâmüddîn Evliya hazretleri, altınları orada bulunan Horasanlı bir dervişe hediye etti.
Nizâmüddîn Evliya hazretlerinin verdiği müjde üzerine, Sultan’ın âlim ve evliyaya karşı sevgisi git gide arttı. Kara Beğ, Sultan’ın Nizâmüddîn Evliyâ’ya karşı beslediği muhabbeti bildiğinden, ona; “Zât-ı âlileriniz, ona karşı bu kadar hürmet ve muhabbet beslediği hâlde, henüz onunla görüşememiş olmanız hayret vericidir” dedi. Buna karşılık Sultan; “Ey Kara Beğ! Bizim işimiz sultanlıktır. Biz baştan aşağıya kadar günâha batmışız. Bu yüzden o büyükten utanıyorum. O büyük zâtla nasıl görüşebilirim?” deyip, oğulları Hızır Hân ve Sadî Hân ile Nizâmüddîn Evliyâ’ya iki yüz bin gümüş para gönderdi ve talebeliğe kabul edilmesini rica etti. Servet mahiyetindeki bu muazzam para, fakir ve ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı.
Babalarının huzura kabulü için arzularını brldirince, Nizâmüddîn Evliya şöyle buyurdu: “Sultan’ın buraya gelmesine lüzum yok. Ben devamlı onun muvaffakiyeti için dua ediyorum. Fakat, buna rağmen hâlâ buraya gelmekte ısrar ederse, bu fakîrin evinde iki kapı vardır. Sultan birinden girerse, biz diğerinden çıkarız” buyurdu. Sultan Alâüddîn’in, Nizâmüddîn Evliya gibi din ve dünyâ sultânı zâtların huzuruna çıkabilecek iktidarı kendinde bulamaması, tezellül (alçalma) değil, mertliği, cesareti, terbiyesi ve edebindendi. Sultan ile Nizâmüddîn Evliya arasında devamlı muhâberât ve yardımlaşma olurdu.
Bir defasında Denli şehri, Targi kumandasında kuzeyden gelen 120.000 süvarilik zâlim bir Moğol ordusu tarafından muhasara edildi. Halaçların en iyi birlikleri güney seferindeydi. Bu sebeple Dehli’de çok az askerî birlik vardı. Müdâfaa imkânsız gibidir. Sultan, Allahü teâlâdan yardım ve evliyasından dua istedi ve devrin evliya ve şâirlerinden Emir Hüsrev Dehlevî hazretleri vasıtasıyla, Allahü teâlânın sevgili kullarından olan Nizâmüddîn Evliyâ’dan himmet ve yardım taleb etti.
Nizâmüddîn Evliya, Sultan’ın ve Dehli’nin bu güç durumuna sâdece gülümsedi ve; “Sultan’a selâmımı götürün. Endişe etmemesini söyleyin. İnşâallah Moğollar yarın sabah muhasara yerinden çekilirler” buyurdu. Nizâmüddîn Evliya, Sultan’a bu haberi gönderdrkten sonra, Allahü teâlâya, hocasını (Genc-i Şeker hazretlerini) vesîle ederek münâcâtta bulundu.
Allahü teâlâ, Moğol kumandanı Targi’ye kendi memleketini muhâsarş altında gösterdi. Kumandan, memleketinin işgal tehlikesi altında olduğunu görünce dehşete kapıldı. Memleketini kurtarmak için ordusunun derhal geri çekilmesini emretti. Ertesi sabah Sultan, muhasaranın kaldırıldığını ve hocası Nizâmüddîn Evliya hazretlerinin bereketi ile şehrin kurtulduğunu görünce, Allahü teâlâya hamd edip şükür secdesine kapandı.
Hindistan’ın güney eyâletlerinden Dekken üzerine başarılı seferler tertipledi. Dekken fütühatında; Divgir, Verengel (Arangöl) ve Mâber’i fethetti. Bu seferlerde İslâmiyet, Dekken’e girdi. Bölge, müslüman Türklerin hâkimiyetine geçti. Böylece, asırlarca sürecek İslâm ve Türk idaresine hazırlandı. Dekken’deki putperest, brehmen ve diğer sapık racaların zulmüne son verildi. Bütün Hindistan fethedildi.
İslâmiyet’in nuru bölgeyi aydınlattı. Türk’ün, İslâmiyet ile kemâle gelen adâlet ve müsamahası sayesinde, hindliler seve seve müslüman oldular. Bugün Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Malezya ve çevresindeki dört yüz milyona yakın müslümanın bulunması; onun fetihlerinin neticesidir. Hind yarımadasında şaheser eserlerin yanında, kıymetli âlimlerin yetişip, insanları din ve dünyâ saadetine ulaştırmaları sağlanmış oldu.
Emîr Hüsrev Dehlevî, Alâüddîn Halacî’nin zamanını, bir şiirinde şöyle tasvir etmektedir.
Gazne’den okyanusun sahillerine kadar,
Devrin hükümdarları islâm’ı yayıyorlar,
İslâm’ın kânunları şeref ve izzet verir,
İlim irfan yaymada Delhi bir Buhârâ’dır.
Bu ülkedeki islâm çok muhteşemdir mutlak,
Hanefî buyruğunun gölgesinde bütün halk.
Hak mezheblere bağlı ve saygılıdır herkes,
Şâfiîler de öyle onlarda da aynı ses.
İliklerine kadar gönülden sünnîdirler,
Hayatlarını bile hep buna vakf ederler.
Bu ülkelerde sâde yalnız müslüman vardır,
Zamanın gemileri sünnîleri götürür.
Sultan Alâüddîn Muhammed Hân, yirmi senelik bir saltanattan sonra 1316 (H. 716)’da vefat etti. Saltanatı zamanında, Dehli Kalaç Sultanlığı hududlarını kuzeyde Mültân, Lahor, Dehli’den güneyde Dvârsemudra’ya, doğuda Lahnanti ve Sonârgâon’dan batıda Thatt’a ve Gücerât’a kadar genişletti. Hududları emniyete aldı.
Devleti çok zenginleştirip, ahâliye huzur, saadet ve refah getirdi. Devlet idaresinde ihmâli affetmez, İslâmiyet’e uymakta hassasiyet gösterirdi. İslâm’ın gayr-i müslimlere tanıdığı hakları, tam uygular; cizye ve haraç vergisinin alınmasında asla müsamaha göstermezdi. Bu sebeple hindûlar, cizye vermemek için kıymetli elbise giymez ve süslü eşya kullanmazlardı. Memlekette merkezî bir idare kurdu.
Devlet ve memleketin menfaatini her şeyden üstün tuttu. Orduya önem verdi. Büyük bir ordu kurup, kumandasını gazalarda tecrübe kazanmış kumandanlara verdi. Devletin gelir kaynaklarını zenginleştirdi. Tarımda ziraî verimi artırıcı tedbirler aldı. Felâket ve ihtiyaç için mahsûlleri umûmî ambarlarda depo ettirdi.
Ticarî hayâtın gelişmesi için tüccarlara imkân tanır, kredi verdirir, başıboş da bırakmayıp, kontrol altında tuttururdu. İnsan ve hayvan gıda maddelerini piyasadan toplayıp, yığarak, pahalandığı zaman piyasaya sürer, bunları ucuz sattırarak, karaborsa satmaya mâni olurdu. Zamanında ticarî hayat gelişti. Memleket zenginleşti. Ahâlî huzur ve saadet içinde yaşadı. Alkollü içkilerin içilmesini yasak etti.
Sultan Alâüddîn Muhammed Şah, akıllı, çok zekî ve kabiliyetli olup, kuvvetli bir şahsiyete sahipti. Herkesin sözüne itibâr etmez, araştım ona göre karar verirdi. Sultan Alâüddîn, fetih ve icraatlarıyla dünyânın en büyük şahsiyetlerinden İskender’e nispetle, İskender-i Sânî yâni İkinci İskender ve Sultân-ül-âzam ünvanına lâyık görüldüğü hâlde, saray erkânından bâzıları kötü niyetliydi. Devrin en büyük velîlerinden Nizâmüddîn Evliya hazretlerine karşı Sultan’ı yanlış yola sevk etmeye çalıştılar. Onlar Sultan Alâüddîn’e; “Nizâmüddîn Evliyâ’nın te’siri gün geçtikçe, hızla artıyor.
Böyle giderse, bir gün sizin makamınıza el koyar” dediler. Fakat, zekî ve akıllı olan Sultan Alâüddîn, âlim ve Allah adamlarının dünyevî makam ve menfaatlerde gözü olmadığını bildiği hâlde, Nizâmüddîn Evliya hazretlerine bir mektup gönderdi. Mektupda şöyle yazılıydı: “Sultanlığımda hâili îcâb eden zor mes’eleler ortaya çıktığı zaman, zât-ı âlinizle müşavere etmek istiyorum.” Nizâmüddîn Evliya, bu mektubu okuduğuna pişman oldu. “Yolumuzun mukaddes an’aneleri sebebiyle ve böyle bir müşavere, dînî vazifelerimin ifâsını güçleştireceğinden, teklifinize rızâ gösterecek bir hâli kendimde göremiyorum.
Kendimi memleketin siyâsî hâdiselerine karıştırmak istemediğim gibi, ilâhî gayeye hizmetten başka bir düşüncem de yoktur” diye cevap verdi. Bu açık cevap, Sultan Alâüddîn Şâh’ı memnun etti. Zihnindeki bütün yanlış anlama ve şüpheleri silip süpürdü. O büyüğe karşı içindeki aşk ve muhabbeti daha da fazlalaştı. Sultan, Nizâmüddîn Evliyâ’dân başka, devrin evliyasından Emîr Hasen Sencerî, evliya ve hak âşıklarından büyük şâir Emîr Hüsrev Dehlevî, Hâce Müeyyedüddîn Kereh ve diğer âlim ve evliyaya hürmet eder onları himaye ederdi.
İlmi ve ilim sahiplerini teşvik eder, desteklerdi. İlim yuvaları açıp, devlet adamlarının da ilmî ve ictimâî müesseseler açmasını teşvik ederdi. Hattâ onlara devlet hizmetinde vazife de vermek isterdi. Lâkin Nizâmüddîn Evliya hazre’tleri müsâde etmediği için bu teşebbüsünden vazgeçti. Bununla alâkalı şu kıssa anlatılır:
“Hâce Müeyyedüddîn Kereh, Sultan Alâüddîn’in şehzadeliğinde onun çok sevdiği bir şahıs idi. Hâce, devlet hizmetinden ayrılıp, Nizâmüddîn Evliya hazretlerine talebe oldu. Alâüddîn hükümdar olunca, Nizâmüddîn Evliyâ’ya bir elçi göndererek, Hâce Müeyyedüddîn’in saltanat hizmetine verilmesi için müsâade istedi. Nizâmüddîn Evliya, ona şöyle cevap verdi: “Hâce’nin başka önemli bir işi yar. Onu bitirmeye çalışıyor.” Bu cevaptan hoşlanmayan Sultan’ın elçisi; “Efendim! Siz herkesi kendiniz gibi yapmak istiyorsunuz” dedi. Bunun üzerine Nizamüddîn Evliya; “Sâdece benim gibi değil, benden de iyi olmasını istiyorum” diye cevap verdi. Sultan bu cevâbı işitince bir daha böyle bir teklifte bulunmadı.”
Sultan Alâüddîn Muhammed Şâh’ın 1316 (H,706) senesinde vefatıyla yerine oğlu Kutbüddîn Mübarek Şah geçti. Sultan’ın Kutbüddîn Şâh’tan başka, Hızır Hân, Sadî Hân, Şihâbüddîn Ömer, Ferih Hân, Osman Hân, Ebû Bekr isimli oğulları ve kızları vardı.
1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 352, 353, 359
2) Rıhletu İbn-i Battuta; sh. 429
3) History of Müslim civilisation in India and Pakistan; sh. 89
4) History of India as Told by its own historians (Elliot and Dowson); cild-1, sh. 566
5) Târih-i Fîrûz Şah; sh. 284
6) Siyer-ül-evliyâ; sh. 135
7) Nizâm-ı Talim; cild-2, sh. 214
8) The Big five of India in Sufizm; sh. 145