İlk Abbasî halîfeleri Seffâh ve Mahsûr’un dedesi. Kaynaklarda Ebû Muhammed, Ebû Abdullah ve Ebü’l-Fadl ve el-Medenî künyelerinin olduğu bildirilmiştir. Rivayete göre, 660 (H. 40) senesi Ramazân-ı şerîf ayında doğup, Şam mıntıkasında Medîne-i münevvere yolu üzerinde Şerâd denilen yerde 736 (H. 118) târihinde vefat etti. Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemin amcası hazret-i Abbâs’ın, oğlu Abdullah’dan torunudur. Annesi Kinde kabîlesinden, Zür’a binti Müşerrih bin Ma’dîkerıb’dır. Tabiînin büyüklerindendir.
Ali (radıyallahü anh), bir gün Abdullah bin Abbâs’ı öğle namazında göremeyince, yanındakilere; “İbn-i Abbâs niçin gelmedi?” diye sordu. Onlar da, bir çocuğunun olduğunu söylediler. Ali (radıyallahü anh) namazı kılınca, orada bulunanlara; “Haydi İbn-i Abbâs’a gidelim” dedi. İbn-i Abbâs’ın yanınavarınca, tebrik edip; “Bir çocuğunun olduğunu duyunca, Allahü teâlâya şükrettim. Oğlun mübarek olsun. İsmini ne koydun?” diye sordu. Abdullah ibni Abbâs (radıyallahü anhümâ); “Sen isim vermeden bize isim vermek yakışır mı?” dedi. Hazret-i Ali çocuğu getirmesini söyledi. İbn-i Abbâs çocuğu getirince, kucağına alıp, damağını parmağıyla ovalayarak tahnîk yaptı. Hayır duada bulunup; “İnsanlar ve sultanlar sana hizmet edeceklerdir” dedi. Çocuğu, Abdullah ibni Abbâs’a verirken; “Al bu melikler babasını, ismini Ali, künyesini künyem olan Ebü’l-Hasen koydum” dedi. Ali bin Abdullah (rahmetullahi aleyh) halîfe Abdülmelik bin Mervân’ın isteği üzerine bu künyesini Ebû Muhammed şeklinde değiştirmiştir.
Ali, Abdullah ibni Abbâs’ın (radıyallahü anh) en küçük çocuğu idi. Vakar ve heybet sahibi olup, gayet uzun ve cüsseli idi. Yolda giderken, bir binek üzerine bindiği ve yanındakilerin de yürüyerek gittikleri sanılırdı. Sesi gür ve pek yakışıklı idi.
Hicazlılar kendisipe çok hürmet ederlerdi. Hac veya ömre için Mekke-i mükerremeye gittiğinde, Kureyşliler Mescid-i Haram’daki ilim meclislerini ve dînî sohbetlerini bırakırlar, ona olan hürmet ve saygılarından, meclisine gelirlerdi. Harem’den çıkıncaya kadar o kalkarsa kalkar, oturursa oturur, yürürse yürürlerdi.
Halîfe Hişâm bin Abdülmelik de ona ikram ve ihsanlarda bulunurdu. Ali bin Abbâs, bir gün torunları Saffâh ve Mansûr yanında olduğu hâlde, Hişâm bin Abdülmelik’in yanına gitmişti. Hişâm bin Abdülmelik yer açıp, yanına oturttu ve bir ihtiyâcının olup olmadığını sordu. O da otuz bin dirhem borcu olduğunu söyleyince, Hişâm bin Abdülmelik, vazifelilere, borcunun ödenmesini emretti.
Ali bin Abdullah, halifeliğin kendi oğullarına geçeceğini, Saffâh ile Mansûr’un halîfe olacaklarını söylerdi.
Emevîlerden Velîd bin Abdülmelik, Suriye’de Şerâd denilen yerde Humeyme adlı köyü, Ali bin Abdullah’ın mülkiyetine verdi. O da Hicaz’dan ayrılıp, ailesiyle birlikte buraya yerleşti. Çocuklarının çoğu burada dünyâya geldi. Emevîlerle dâima sulh hâlinde olup iyi geçiniyordu. Devamlı ibâdetle meşgul oluyor ve onlardan herhangi bir talepde bulunmuyordu. Kendisi sakin bir zât olmasına rağmen, oğlu Muhammed pek hareketli birisi idi. Humeyme’de boş durmamış, Abbasî hilâfetine zemin hazırlayan faaliyetlerde bulunmuştu.
Ali bin Abbâs’ın 500 kök ağacı vardı. Her gün her ağacın yanında iki rek’at namaz kılardı. Çok namaz kılmaktan dizleri nasırlaşmıştı. Bu sebeple ona çok ibâdetden ve dizleri nasırlaşmış mânâsına Züs-Sâfinât denirdi. Ali bin Abbâs’ın ibâdete bu derece düşkünlüğüne sebeb olan hâdise şöyledir: O, Abdurrahmân bin Ebân bin Osman’ın çok ibâdet yaptığını görmüştü. Bunun ürzerine kendi kendine; “Ben, Resûlullah’a daha çok yakınım, benim ondan daha çok ibâdet yapmam lâzımdır” dedi ve kendisini ibâdete verdi.
Babası Abdullah ibni Abbâs, Ebü Hüreyre, İbn-i Amr, Abdullah bin Cübeyr, Abdullah bin Mervân bin Hakem’den rivayette bulundu. Kendisinden de çocukları, Muhammed, Îsâ, Süleyman ve Minhâl bin Amr, Sa’d bin İbrahim, Zührî, Hubeyb bin Ebî Sabit, Ebân bin Salih ve başkaları rivayette bulunmuştur. Az hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Hadîs-i şerîf rivayetinde sika (güvenilir)dir.
Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden ikisi şunlardır:
Ali bin Abdullah babasından rivayet etti. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Verdiği rızıklarla beslediği için, Allahü teâlâyı seviniz. Allahü teâlâyı sevdiğiniz için beni seviniz. Beni sevdiğiniz için, Ehl-i beytimi seviniz”
“Kim istiğfara (Allahü teâlâdan af ve mağfiret istemeye) iyi sarılırsa, Allahü teâlâ, ona her türlü keder ve sıkıntıda bir ferahlık ve rahatlık, darlık zamanında ise, çıkış ihsan eder. Onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.”
1) Hilyet-ül-evliyâ; cild-3. sh. 207
2) Tehzib-üt-tehzîb; cild-7.sh. 357
3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d; cild-5. sh. 312
4) Vefeyât-ül-a’yân; cild-3. sh. 274
7) Şezerât-üz-zeheb; cild-1, sh. 148
6) İslam Âlimleri Ansiklopedisi; cild-2, sh. 115