Eshâb-ı kiramın büyüklerinden Arap’ın en kurnazlarından olan Amr bin As’ın oğlu olan Abdullah, Kureyş kabilesindendir. Müslüman olmadan önce adı, Âs idi. Peygamberimiz Abdullah olarak değiştirdi. Hz. Abdullah, yaşının küçüklüğüne rağmen sahabilerin ileri gelenleri arasındaydı. Annesi de Râita (Reyta) binti Münebbih’tir. Abdullah, babası Amr b. el-As’dan önce müslüman oldu ve onunla birlikte Hicri yedinci yılda Medine’ye hicret etti. Ayrıca Sahabe efendilerimiz Asr-ı Saadet’te İslâmiyet’in gönüllere yerleşmesi için mücadele etmekle kalmayıp, bu yüce dinin önemli bir kaynağı olan hadis ve sünnetin gelecek nesillere aktarılmasında da önemli rol aldı.
Mekke fethinden evvel babasıyla beraber hicret etme şerefine nail olmuştur. Babasından 12 yaş küçük olduğu rivayet edilen Abdullah bin Amr (Radiyallahu Anh) uzun boylu ve kırmızı tenliydi. Bilekleri gayet güçlüydü.
Ömrünün sonunda gözlerini kaybeden bu büyük alimin vefat yeri ve tarihi hakkında çokça şeyler söylenmekle beraber hicri 65 yılında 72 yaşında vefat ettiği ve evine defnedildiği bilgileri daha sahihtir. Mısır’da vefat ettiği söylendiği gibi Şam’da, Taif’te ve Mekke’de vefat ettiği de söylenmektedir, Allah-u a’lem.
ABDULLAH B. AMR B. EL ÂS
(İhlaslı, âbid ve çok tövbe eden)
Şimdi kendisinden söz ettiğimiz âbid, zahid ve çok tövbe eden şahıs Abdullah b. Amr b. el-As’tır…
Babası; zeka, deha ve kurnazlıkta üstad olduğu kadar o da âbidler, zahidler ve her şeyi açık olanlar arasında yüce bir yere sahip üstaddı…
O bütün zamanını ve hayatını ibadete vermişti.
O, imanın tadıyla kendisinden geçmiş ve artık gece gündüz o-nun kulluk ve ibadetine yetmez olmuştu…
O, babasından önce müslüman olmuştu. Sağ elini beyat etmek üzere Rasülullah’ın (s.a.v.) sağ eline verdiğinde, kalbi parlak sabah gibi Allah’ın nuruyla ve ona itaatin nuruyla aydınlanmıştı…
Önce, azar azar inen Kur’an’a yöneldi. Kur’an’ın bazı ayetleri indiğinde onları ezberleyip anlamaya çalışırdı, Kur’an tamamlandığında o da tamamını ezberlemişti…
Onu sadece mahfuz bir kitabı iki kapağı arasında toplayan güçlü bir hafıza meydana getirmek için ezberlemiyordu…
Aksine, kalbinin onunla şenlenmesi ve bundan sonra onun itaatkar kulu olması için ezberliyordu. Onun helal kıldığını helal kılar, haram kıldığını haram kılar. Davet ettiği her şeyde ona icabet eder sonra, olgun meyveleri olan bahçelerinde mutlu, ayet-i kerimelerinin verdiği sevinçten gönlü rahat, uyandırdığı haşyetten gözü yaşlı olarak Kur’an okumaya ve onu düşünmeye yönelir!
Abdullah bir ermiş ve âbid olmak için yaratılmıştı. Dünyada hiçbir şey onu bu yaratıldığı halden uzaklaştırmaya kadir değildi…İslam ordusu, kendilerine savaş açan müşriklerle karşılaşmak üzere bir cihada çıktığı zaman onu bir sevgilinin ruhuyla ve bir aşığın ısrarıyla şehidliği temenni ederek safların önünde buluruz!..
Savaş bitince onu nerede görürüz?
Ya camide, ya da evindeki seccadesinde, gündüz oruçludur, gece ayaktadır (yani namaz kılmaktadır). Dili, helal da olsa dünya kelamından hiçbir sözü bilmez. Ancak onun dili, Kur’an’ını okurken, ona olan hamdini yaparken veya günahından dolayı istiğfar ederken Allah’ı zikretmekten dolayı daima ıslaktır…
İnsanları Allah’a ibadete davet etmeye gelmiş olan Rasûlullah’ın (s.a.v.), Abdullah’ın aşırı ibadet etmesine engel olmak için duruma müdahale etme ihtiyacı duyması, onun kulluk ve ibadetinin boyutlarını anlamamıza kafidir!..
Öyle olunca, Abdullah b. Amr’ın hayatı hakkında alınacak dersin iki yönünden birisi, kulluk ve doğruluğun en ileri derecelerine u-laşmada insan ruhunu coşturan üstün bir gücü ortaya çıkarmak ise, diğer yönü de bütün üstünlük ve olgunluğu aramada i’tidal ve orta yolu takip etmede dinin titizliğidir, böylece ruh arzu ve özlem içinde kalır…
Vücud da sıhhat ve afiyet içinde kalır!..
Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Amr b. el-Âs!ın hayatını aynı tarzda geçirdiğini öğrenmişti…
Bu arada olmayan tek şey, bir savaşa çıkmaktı. Onun bütün günlerini şöyle özetlemek mümkündü. Sabahtan, sabaha kadar devamlı ibadet… Oruç, namaz ve Kur’an okumak…
Peygamber (s.a.v.) onu çağırttı ve onu ibadette itidalden ayrılmamaya davet ediyordu…
Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi:
– “Bana senin gündüzleri yemeyip oruç tuttuğun, geceleri de uyumayıp namaz kıldığın haber verilmedi mi sanıyorsun?
Her ay üç gün oruç tutman sana yeter.” Abdullah:
– “Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter…” dedi.
Peygamber (s.a.v.):
– “Her cumadan itibaren iki gün oruç tutman sana yeter” buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v.) tekrar sordu:
– “Öğrendim ki, Kur’an’ı bir gecede hatmedlyormuşsun?Ömrünün uzun olmasından ve onu okumaktan usanmandan endişe ediyorum!
Kur’an’ı her ayda bir defa hatmet…
Onu her on günde bir.defa hatmet…
Onu her üç günde bir defa hatmet…”
Sonra sözüne şöyle devam etti:
– “Ben hem oruç tutuyorum, hem tutmuyorum.
Namaz da kılıyorum, uyuyorum da…
Kadınlarla da evleniyorum. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir…”
Abdullah b. Amr uzun bir ömür sürmüştür… Yaşı ilerleyip kemikleri zayıflayınca daima Rasûlullah’ın (s.a.v.) tavsiyesini hatırlar ve şöyle derdi:
– “Keşke Rasûlullah’ın (s.a.v.) ruhsatını kabul etseydim…”
Bu tip bir mü’mine, iki müslüman topluluk arasında meydana gelen bir çarpışmada rastlamak zordur.
Öyleyse bacakları onu, Medine’den, Hz. Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı hazırladığı orduda yer aldığı Sıffîn’e nasıl taşımıştı?
Gerçekten Abdullah’ın bu davranışı onu anladıktan sonra saygıya layık olacak kadar düşünmeye değer…
Abdullah b. Amr’ın hayatı için ciddî bir tehlike teşkil etmeye varan bir şekilde ibadete nasıl yöneldiğini ve babasının zihnini devamlı meşgul eden bu durumu birçok defa Rasûlullah’a (s.a.v.) şikayet ettiğini gördük.
Hz. Peygamber’in ibadette mutedil olmasını ve ona sürelerini kısıtladığı son defada Amr da hazırdı. Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah’ın elini tutup babası Amr b. el-Âs’ın elinin içine koydu ve ona şöyle dedi:
– “Sana emrettiğimi yap ve babana itaat et”.
Abdullah dini ve ahlakı gereğince anne ve babasına itaatkar olmasına rağmen Rasûlullah’ın (s.a.v.) bu usulle ve bu münasebetle ona emretmesi kendine has bir etkiye sahipti.
– “Abdullah benim bundan daha fazlasına gücüm yeter” dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
– “Oruçların en hayırlısı, yani Davud’un orucu için izin ister misin? Davud (a.s) bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı…”Abdullah Ibn Amr uzun ömrünü, bu cümleyi bir an olsun unutmadan yaşadı:
– “Sana emrettiğim şeyi yap ve babana itaat et.”
Zaman içinde yıllar ve günler birbirini takip etti…
Suriye’deki Hz. Muaviye, Hz. Ali’ye beyatı kabul etmedi…
Hz. Ali de gayr-i meşru bir isyana boyun eğmeyi kabul etmedi.
iki müslüman topluluk arasında savaş çıktı. “Cemel Olayı” geçti… Ve Sıffîn olayı geldi.
Amr b. el-Âs, Hz. Muaviye’nin yanına giden yolunu seçmişti. O, müslümanların, oğlu Abdullah’a olan saygılarının ve dindarlığıkonusundaki güvenlerinin derecesini biliyordu. Birçok kimsenin Hz. Muaviye’nin yanında yer almasını sağlamak için, onu savaşa gitmeye teşvik etmek istedi.
Aynı şekilde, Amr da Abdullah’ın bir savaşta kendisinin yanında yer almasıyla çok iyi netice alacağını zannediyordu. Çünkü onun Suriye’nin fethindeki ve Yermuk günündeki kahramanlığını unutmuyordu…
Sıffîn’e gitmeye niyetlendiğinde onu yanına çağırtıp:
– “Abdullah! Harbe çıkmaya hazır ol, sen de bizimle birlikte savaşacaksın…”
Abdullah ona şöyle cevap verdi:
– “Nasıl?.. Rasülullah (s.a.v.) hiçbir müslümanın boyununa kılıç dokundurmamak üzere benden söz aldı…”
Amr, kurnazca, kendilerinin bu savaşa çıkmakla sadece Hz. Osman’ın katillerine gitmek ve onun temiz kanının öcünü almak istediklerini söyleyerek onu ikna etmeye çalıştı…
Sonra birdenbire, oğluna son sözünü söyledi:
– “Abdullah! Rasûlullah’ın (s.a.v.) senin elini benim elimin içine koyarak, sana yaptığı son nasihatında, ‘Babana itaat et’ dediğini hatırlıyor musun?..”
Abdullah b. Amr, babasına itaat etmek için hiçbir kılıcı taşımamak ve hiçbir müslümanı öldürmemek niyetiyle çıktı…
Fakat, bu onun için nasıl tamam olacaktı?
Şimdilik, babasıyla birlikte çıkması ona yetecekti.
Savaş çıktığında yerine getireceği emir de Allah içindi!..Şiddetli ve ateşli bir şekilde savaş başladı…
Tarihçiler, Abdullah’ın savaşın başına katılıp katılmadığı konusunda ihtilaf ediyorlar…
Biz, savaşın başına katıldığını söylüyoruz… Çünkü savaş çok sürmemiştir. Hatta Abdullah b. Amr’ı savaşa ve Hz. Muaviye’ye karşı açıkça yerini aldıran bir olay vuku buldu…
işte bu olay şöyledir: Ammar b. Yasir, Hz. Ali’yle birlikte savaşıyordu. Ammar, Rasülullah’ın (s.a.v.) ashabı arasında mutlak bir saygıya sahipti. Bundan da daha fazlası, Hz. Peygamber tarafından, ileride öldürüleceği ve kâtilleri bildirilmişti…
Bu da şöyle olmuştu. Hz. Peygamber ve ashabı Medine’ye hicretlerinden hemen sonra, mescidlerini inşa ediyorlardı. Taşlar, en kuvvetli birisinin bir taştan daha fazlasını taşıyamıyacağı kadar iri ve ağırdı… Fakat, Ammar sevinç ve neşesinden taşları ikişer ikişer taşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) onu görünce yaşlı gözlerle süzüp, şöyle demişti:
– “Vah ibn Sümeyye’ye! Onu asi bir topluluk öldürecek”
O gün, Rasûlullah’ın (s.a.v.) inşaata katılan bütün ashabı bu haberi duymuşlar ve hala hatırlıyorlardı.
Abdullah b. Amr da bunu duyanlardan birisiydi…
Hz. Ali’yle, Hz. Muaviye’nin taraftarları arasındaki savaşta, Ammar yüksek tepelere çıkıp avazı çıktığı kadar haykırıyordu:
– “Bugün sevgililere, Muhammed’e (s.a.v.) ve arkadaşlarına kavuşuruyoruz.”
Hz. Muaviye’nin ordusundan bir grup onu öldürme konusunda anlaştılar ve onu, salih şehidlerin dünyasına götüren günahkar bir oku onun tarafına doğrulttular.
Ammar’ın öldürüldüğü haberi rüzgar gibi esti…
Abdullah b. Amr heyecandan yerinde duramadı:
– Ammar öldürüldü mü?..
– Onun katilleri sizsiniz!..
– O halde siz asi topluluksunuz…
– Siz sapıklık üzere savaşanlarsınız!..
Bir haberci olarak, azimlerini kırmak ve aralarında onların asi olduklarını söylemek için Hz. Muaviye’nin askerlerinin içine girdi. Çünkü onlar Ammar’ı öldürmüşlerdi. Peygamber (s.a.v.) 27 sene önce ashabından bir grubun ortasında Ammar’ı asi bir topluluğun öldüreceğini söylemişti…
Abdullah’ın sözü Hz. Muaviye’ye taşındı. Hz. Muaviye, Amr’ı ve oğlu Abdullah’ı çağırıp Amr’a:
– Bu deli oğlunu bizden uzaklaştırmıyor musun?
Abdullah da şöyle cevap verdi:
– “Ben deli değilim. Ancak Rasûlullah’ın (s.a.v.) Ammar’a: ‘Seni asi bir topluluk öldürecek!’ dediğini duydum.
Hz. Muaviye ona:
– “Peki, niçin bizimle birlikte çıktın?”
Abdullah şöyle cevap verdi:
– Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) bana, babama itaat etmemi emretti. Ben savaşa çıkma konusunda ona itaat ettim fakat, sizinle birlikte savaşamam.
ikisi konuşurlarken Ammar’ın katilinin içeriye girmesi için izin isteyen kimse, Muaviye’nin huzuruna girdi. Bunun üzerine Abdullah b. Amr şöyle haykırdı:
– Ona izin ver ve cehennemi müjdele.
Çok sabırlı ve yumuşak olmasına rağmen Hz. Muaviye hiddetlenip Amr’a haykırdı:
– Şunun söylediklerini duymuyor musun…
Abdullah müttakilerin sakinliği ve rahatlığıyla Hz. Muaviye’ye sadece gerçeği söylediğini ve Ammar’ı da ancak asilerin öldürdüğünü tekrar etti…
Babasına dönüp:
– Rasûlullah (s.a.v.) bana, sana itaat etmemi emretmeseydi, seninle birlikte buraya gelmezdim!
Hz. Muaviye’yle Amr askerlerini teftişe çıktılar. Herkesin, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Ammar hakkında söylediği; ‘Seni asi bir topluluk öldürecek’ sözünü duyduğunu öğrenince dehşete kapıldılar.
Amr ve Muaviye bu önemli meselenin Muaviye’den yüz çevirmeye ve ona isyana dönüşmek üzere olduğunu hissettiler…
Düşündüler ve şunu söylediler:
– Evet, Rasûlullah (s.a.v.) bir gün Ammar’a “seni asi bir topluluk öldürecek” demiştir…
Rasûlullah’ın (s.a.v.) verdiği haber doğrudur.Gerçekten Ammar öldürülmüştür…
Ama onu kim öldürdü?
Ancak, onu savaşa çıkaranlar ve kendileriyle birlikte savaşa sürükleyenler öldürdü!..
Böyle bir karışıklıkta hangi mantık çalışabilir, işte böylece Muaviye ve Amr’ın mantığı çalıştı…
İki topluluk savaşa başladı…
Abdullah b. Amr ise namazgahına ve ibadetine döndü…
Abdullah hayatını, sadece ibadetle doldurarak yaşadı…
Şu kadar var ki, sadece Sıffîn’e gitmesi onun için devamlı bir sıkıntı sebebi oldu… Onu hatırlayınca hemen ağlar ve şöyle derdi:
– Bana ne oldu da Sıffîn’e gittim?..
Bana ne oldu da müslümanlarla savaşa gittim?.
Bir gün Hz. Peygamber, mescidinde arkadaşlarıyla otururken onların yanından Hüseyin b. Ali geçti. Birbirlerine selam verdiler…
Hüseyin uzaklaştıktan sonra Abdullah, yanındakilere şöyle dedi:
– Size yeryüzündekilerin semadakilere en sevimli olanını haber vermeyi ister misiniz?
İşte o, şu anda bize uğrayan Hüseyin b. Ali’dir…
Sıffîn’den beri o benimle konuşmamıştı.
Onun benden hoşnut olması, benim birçok devem olmasından daha iyidir!..
O, Ebû Said el-Hudri’yle, Hüseyin’i ziyaret etmek üzere anlaştı.
Böylece Hüseyin’in evinde en büyük zatların buluşması gerçekleşti…
Abdullah b. Amr konuşmaya başladı, Sıffîn’den söz açılınca Hüseyin’in sitemli bir şekilde ona:
– Seni Muaviye’yle birlikte savaşa çıkmaya iten sebep neydi? dedi. Abdullah cevap verdi:
– Birgün Amr b. el-Âs (babam) beni Rasülullah’a (s.a.v.) şikayet etti:
– Abdullah her gün oruç tutuyor ve her gece namaz kılıyor…
Rasülullah (s.a.v.) bana şöyle dedi:- Abdullah! Uyumakla birlikte namaz da kıl… Bazen oruç tut, bazen da tutma… Babana itaat et. Sıffîn gününde babam beni kendileriyle birlikte savaşa çıkmaya zorladı, bunun üzerine ben de çıktım…
Fakat, vallahi, ne bir kılıç, ne bir mızrak ne de bir ok kullandım…
Mübarek ömründen yetmiş iki sene geçtiğinde, namazgahında Rabbine niyaz ve ona hamd ederken ebediyet yolculuğuna davet e-dildi. Büyük bir arzuyla bu daveti kabul etti…
Ruhu, güzel şeylerde onu geçen kardeşlerine koşarak ve uçarak gitti.
Müjdeci ona Rafik-i A’la tarafından şu daveti yapıyordu:
“Ey huzur içinde olan can!
O, senden, sen de ondan hoşnut olarak Rabbine dön!
Ey can! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”