Ensârdan yetmiş kişi Resûlullah (s.a.v.)’le Birinci Akabe Biatı’nı yaparlarken, Abdullah b. Amr b. Harâm Ebû Cabir b. Abdullah da onlardan biriydi… Uhud Savaşı’nda ilk şehid düşen sahâbî. Kısa boylu¸ kırmızı yüzlü¸ saçlarından ön tarafı dökülmüş¸ Medineli olan Abdullah b. Amr, Hazreçlidir. Cüşem oğulları boyunun, Seleme oğullarının Harâm oğulları soyundandır. Bedir Savaşı’na katıldı. Uhud Savaşı başlamadan önce oğlu Câbir b. Abdullah’ı yanına çağırdı ve bu savaşın ilk şehidlerinden biri olacağını ümit ettiğini söyleyerek geride bırakacağı altı kızına bakmasını ve borçlarını ödemesini vasiyet etti.
Rasûlullah (asm) alacaklıları çağırmış ve onlardan Câbir’e mühlet vermelerini istemiş, onlar mühlet vermeyince Rasûlullah (asm) Câbir’e hurmalarını ölçüp onlara vermesini buyurmuştur. Câbir, hurmalarıyla babasının borçlarını ödedikten sonra, kendisine de bir miktar hurma kalmıştır. Cabir, “Allah babamın borcunu ödesin de, vallahi ben, kız kardeşlerimin yanına bir hurma tanesi ile dönüp gitmeye bile razı idim. Halbuki Resûlullah, ondan bütün alacaklılara hurma verdiği halde, bir hurma bile eksilmediğini gördüm.” demiştir.
EBÛ CABİR ABDULLAH B. AMR B. HARAM
(Meleklerin gölgesinde olan)
Ensar’dan yetmiş kişi ikinci Akabe beyatında Rasûlullah’a (s.a.v.) beyat ettiklerinde Ebû Cabir Abdullah b. Amr b. Haram bunlardan birisiydi.
Rasûlullah (s.a.v.) onların arasından nakiblerini seçtiğinde Abdullah b. Amr da nakiblerden birisiydi… Rasûlullah (s.a.v.) onu, kavmi Seleme oğullarına nakib yapmıştı…
O, Medine’ye dönünce, canını, malını ve ailesini İslam’ın hizmetine vermişti…
Rasûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten sonra, Ebû Cabir bütün saadetini, gece gündüz Rasûlullah’la (s.a.v.) sohbette bulmuştu.
O, Bedir savaşına mücahid olarak katılmış, kahramanlar gibi savaşmıştı…
Uhud savaşında müslümanlar savaşa çıkmadan önce, bu savaşta öleceği ona malum olmuştu.
Onu, hiç dönmeyeceğine dair doğru bir duygu kaplamıştı. Bundan dolayı, kalbi sevinçten neredeyse fırlayıp çıkacaktı.
Oğlu, büyük sahabî Cabir b. Abdillah’ı çağırıp şöyle dedi:
– “Ben bu savaşta mutlaka öldürüleceğimi hissediyorum…
Belki de ben, bu savaşta ilk şehid olacak kimselerden olacağım…
Vallahi, ben geride, Rasûlullah’tan (s.a.v.) sonra, senden daha çok sevdiğim hiç kimseyi bırakmıyorum…
Benim bir borcum var, borcumu benim namına sen öde. Kardeşlerine iyi şeyleri tavsiye et…”Ertesi günün sabahında müslümanlar, emniyet içindeki şehirlerine baskın yapmak üzere kalabalık bir orduyla gelen Kureyş’le karşılaşmaya çıktılar.
Korkunç bir savaş oldu. Müslümanlar savaşın başında çabuk zafer kazandıklarını zannettiler. Eğer Rasülullah’ın (s.a.v.) kendilerine, yerlerinde kalmaları ve asla ayrılmamalarını emrettiği okçuları Kureyşlilere karşı kazandıkları ani zafer sebebiyle dağın tepesindeki yerlerini terketmeyip bozulan ordunun ganimetlerini toplamakla meşgul olmasalardı, bu kesin bir zafer olabilirdi…
Müslümanların arkasından tamamen boşaldığını görünce hemen kuvvetlerini toplayan bu ordu müslümanlara geriden ani bir saldırı yaptı ve böylece müslümanların zaferi yenilgiye dönüştü…
Bu şiddetli savaşta, Abdullah b. Amr dünyaya veda eden ve şehid olacak bir kişi gibi dövüştü…
Müslümanlar savaş bittikten sonra şehitlerine bakmak üzere gittiklerinde, Cabir b. Abdillah da babasını aramaya gitti… Sonunda onu şehitler arasında buldu. Müşrikler, diğer kahramanlara yaptıkları gibi onun da organlarını kesip parçalamışlardı.
Cabir ve ailesinden bazıları İslam şehidi Abdullah b. Amr b. Ha-ram’a ağlamak üzere durdular. Ağlarlarken Rasûlullah (s.a.v.) onlara uğradı ve şöyle dedi:
– “Ona ağlayın… (Başka bir rivayette ona ağlamayınız) denilmektedir.
Melekler kanatlarıyla ona gölge yapmaktadırlar!..”
Ebû Cabir’in imanı hayret verici ve son derece sağlamdı…
Onun Allah yolunda ölme sevgisi -hatta aşkı- arzu ve ideallerinin son noktasındaydı…
Rasûlullah (s.a.v.) onun şehit olma konusundaki aşkını tasvir eden büyük bir haber vermişti…
Rasûlullah (s.a.v.), oğlu Cabir’e birgün şöyle demişti:
– “Cabir!
Allah Teala, şimdiye kadar herhangi birisiyle ancak perde gerisinden konuşmuştur…”
Babanla ise yüzyüze konuşmuştur…
Allah Teala ona. “Ey kulum! Benden iste sana vereyim” dedi.
Baban da şöyle dedi: “Ya Rabbil Senin yolunda ikinci defa öldürülmem için beni dünyaya tekrar göndermeni istiyorum…”
Allah Teala ona şöyle cevap verdi:
“Ben daha önce böylelerinin dünyaya geri gönderilmeyeceklerini söyledim…” Bunun üzerine baban: “Ya Rabbi! Benden sonraki kimselere bize verdiğin nimetleri bildir” dedi.
Allah Teala da şu ayetleri indirdi:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç i-çinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler.” (Al-i Imran, 169-170).
Uhud’da savaş bittikten sonra müslümanlar verdikleri şehidleri arıyorlardı…
Abdullah b. Amr’ın ailesi onun cesedini arayıp bulunca, hanımı, kocasını ve şehid olan kardeşini devesine koyup onları gömmek için Medine’ye doğru yönelmişti. Diğer müslümanlardan bazıları da şehitlerini aynı şekilde Medine’ye götürmeye yönelmişlerdi…
Ancak Rasûlullah’ın (s.a.v.) sözcüsü yetişip Rasûlullah’ın (s.a.v.) şu emrini onlara iletti:
“Şehitleri öldürüldükleri yerde gömün.”
Herbiri şehidini geri götürdü.
Peygamber (s.a.v.), Allah’a verdikleri sözlerine sadık kalan, Allah ve Rasulü için kıymetli canlarını kurban eden şehid sahabilerinin gömülüşünü görmek için orada bekledi.
Sıra Abdullah b. Haram’ın gömülmesine gelince Rasûlullah (s.a.v.) şöyle seslendi:
– “Abdullah b. Amr’la, Amr b. Cemuh’u aynı gömün. Çünkü onlar hayattayken çok samimi dosttular…”