Bâtınîliğın kurucusu olan Meymûn bin Deysân’ın oğlu, Meymûniyye fırkasının kurucusudur. İsmi Abdullah’tır. Babası göz tabîbi olduğu için, Kaddâh diye bilinirdi. Benî Mahzûm’un âzatlı kölesi olup Mekke’de yetiştiği belirtilmektedir. Kaynaklarda ismi genellikle Meymûn el-Kaddâh şeklinde zikredilmekle birlikte İbn Hacer adını Meymûn b. Dâvûd el-Kaddâh el-Mahzûmî el-Mekkî (Tehẕîbü’t-Tehẕîb, VI, 49), Deylemî ise Meymûn b. Deysân el-Kaddâh el-Ehvâzî el-Fârisî (Beyânü meẕhebi’l-Bâṭıniyye, s. 20) olarak kaydetmektedir. Doğum târihi belli değildir İran’daki Ahvâz şehrinde doğdu.
Sebeiyye sapık fırkasının fikirlerinden etkilenmiş, Karam ita denilen fırkaya te’sirli olan fikirleri ortaya atarak yaymaya çalışmıştır. Basra’ya, oradan Suriye’ye gidip gizli bir teşkilât kurdu. Dâî denilen adamları vasıtasıyla her tarafta bozuk fikirlerinin yayılmasına çalıştı, Mısır’daki Fatımî İsmailî devletinin kurulmasında büyük rol oynadı. 871 (H. 261) senesinde öldü.
Babası, Ca’fer-i Sâdık’ın âzâdlı kölesi olan Meymûn bin Deysân, aslen İranlı bir mecûsî yâni ateşperest idi. Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin ve hadîs-i şerîflerin zahirî mânâlarından başka, bâtını mânâlarının da bulunduğunu iddia etti. Meymûn bin Deysân evvelâ, kendisinin, Muhammed bin İsmail bin İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık’ın neslinden geldiğini iddia etti. Bir çok câhil kimseyi kandırmaya muvaffak oldu.
Abdullah bin Meymûn el-Kaddâh, küçük yaşından îtibâren çeşitli ilimleri tahsîl edip, bir çok kitap okudu. Babasının bozuk itikadını aynen kabul eden Abdullah bin Meymûn, bunları yaymaya devam etti. Mecûsî olduğu hâlde müslüman gibi görünerek, müslümanları aldatmak ve bozuk fikirlerini onlara telkin edebilmek için, gerekli her türlü hîle ve tuzakları ve bunların nasıl kurulup uygulanacağına dâir sırları babasından öğrenmiş, bu konuda uzmanlaşarak onu bile geçmiştir. Câhil kimselere, mecûsîliğin temel sapık inanışlarını, islâm dînindenmiş gibi gösterip, babasının ortaya attığı Bâtınîlik fikirlerini yaymaya çalıştı.
Müslüman olmadığı hâlde, takva sahibi müslüman ve tasavvuf ehlindenmiş gibi görünerek, Horasan ve Kûhistân beldelerinin ahâlisi arasında meşhûr oldu. Yakın zamanda müslüman olmuş ve eski inanış ve âdetlerini tamamen bırakmayan câhiller arasında bâzı fikirlerini sinsice kabul ettirip, oldukça taraftar buldu.
Ayet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin, bir bâtın, bir de zahir hükmü olduğunu söyleyerek, cenâb-ı Allah’ın; yakın dostlarına, namaz, zekât ve benzeri ibâdetleri emr etmediğini, ayrıca bir çok şeyleri bunlara helâl, bir çok haramları mubah kıldığını söyledi. Annelerle ve kız kardeşlerle evlenmede bir beis olmadığını bildirdi. Bu gibi haramların ve ibâdetlerin halkın avam kısmıyla ilgili olduğunu, havassın yâni üst tabakanın böyle şeylerle mükellef olmadığını söyleyerek, mecûsîlikteki bir çok bâtıl inanışları, İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalıştı. Asıl gayesini gizleyebilmek için, hazret-i Peygamberin Ehl-i beytinden olduğunu iddia ederek, halkı kendine çekmeye çalıştı.
Bu sapık fikirleri, kurduğu gizli teşkilâtın dâî adı verilen propagandacıları ile İslâm ülkelerinde yaymaya çalıştı. Bu kimseler gittikleri beldelerde, önce ibâdet ve zühdle uğraşarak halkı aldatıyorlar, insanların iyi niyetinden istifâde ederek, onların arasına, ihtilâfa sebeb olacak fitne ve fesâd tohumlarını ekiyorlardı. İslâm ülkesinin çeşitli beldelerine dağılan dâîler; matematik, zooloji, botanik, astronomi, astroloji ve kimya gibi ilimleri öğrenerek, okumuş tabaka arasına da ilmî hüviyetlerle giriyorlardı.
Kerh ve İsfehân civarında, Dendân lakabı ile meşhûr olan Muhammed bin Hüseyn isimli îtibâr sahibi birisi vardı. Arablara karşı kin ve düşmanlık besliyor, Arab olmaylanlarla irtibat kurup etrafına adam topluyordu. Bu fırsattan istifâde etmesini bilen Abdullah bin Meymûn el-Kaddâh, hemen onun yanına varıp yapacağı işler hususunda bilgi verdi. Asıl düşündüğünü gizleyip, takıyye yapmasını tavsiye etti. Bu hususta, hazret-i Muhammed’in Ehl-i beytinin tarafdârlarından olduğunu söyleyip, diğer Sahâbe-i kirama söğmesini, bu şekilde müslümanlar arasına ikilik sokup, İslâm dînini içerden yıkabileceğini bildirdi. Dendân, Abdullah bin Meymûn’un fikirlerini beğenerek, ona, propagandacılarına dağıtmak üzere çok mal ve servet verdi. Bu suretle, çeşitli bölgelere propagandacılar gönderip, fikirlerini bunlar vâsıtası ile yaymaya çalıştı.
Abdullah bin Meymûn, sapık fikirlerinde daha da ileri giderek, peygamberlik iddiasında bulundu. Fakat halk geç de olsa münafık olduğunu anlamıştı. Sonunda ahâli, fikirlerine karşı çıkarak öldürmek isteyince, Basra’ya kaçtı. Tek gayesi İslâmiyet’i içerden yıkmak ve bir Pers devleti kurmak olan Abdullah bin Meymûn el-Kaddâh, orada da kendisinin Muhammed bin İsmail bin Ca’fer es-Sâdık’ın neslinden olduğunu iddia edip tarafdâr topladı. Fakat Ehl-i sünnet olan uyanık müslümanlarca sapıklık ve hileleri kısa sürede anlaşılınca tutunamayıp, Şam’a kaçtı. Şam’da, Ahmed isminde bir oğlu oldu. Orada da fikirlerini yaymaya çalıştı. Daha sonra Karmatîliği kuracak olan Hamdan bin Karmat’la karşılaşıp, ona bozuk fikirlerini telkin etti. 871 (H. 261) senesinde öldü.
Soyundan gelen kimselerce kurulacak olan Fâtimî devletinin temellerini atan Abdullah bin Meymûn el-Kaddâh ölünce, oğlu Ahmed fikirlerini yaymaya devam etti. Abdullah bin Meymûn’un ölümünden yıllar sonra, kurulmasını düşündüğü ve bütün çalışmalarını onun için yaptığı Fâtimî devleti kuruldu. Bu suretle İslâm dünyâsında yeni bir fitne uyandırılmış oldu. (Bkz, Fâtimîler.)
Abdullah bin Meymûn’un bozuk fikirlerinin câhil insanlar tarafından kabul görmesinin sebebi, kurduğu gizli dâî teşkilâtı ve propaganda sistemidir. Dâîler bir kimseyi kandırmak istedikleri zaman, hemen açılmazlardı. Evvelâ neye önem verdiğini ve inancını öğrenirler, sonra da kabiliyetine göre ona sorular sorarlardı. Dâîlerin; “Çorak yere tohum ekmemek” yâni fakirlerini kabul etmeyecek kimselere açılmamak başlıca prensipleriydi. Başlangıçta, fikirlerini kabul etmeye müsait gördükleri kimselerin fikirlerine uyar görünürler, sonra onu âyet-i kerîmelerin zahirî mânâları hakkında şüpheye düşürürlerdi. Böylece onun merakını, artırırlar ve sırlarının yeminsiz olarak kimseye söylenemiyeceğini belirtirlerdi. İstekli olan kimseden ahd ve yemin aldıktan sonra, tedrîcen açılırlardı. Bu sistemin en son merhalesi, dâîlik olup, insanların İslâm dîninden çıkmasını te’mindi.
Abdullah bin Meymûn ve ona tâbi olanların temel inanışları şöyle özetlenebilir: Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zahir yâni açık mânâlarına inanmayıp, bâtınî mânâ dedikleri kendi uydurdukları değişik mânâları verirler. Zahirî mânâlara göre amel etmek haramdır ve cevizin kabuğu değil, içi, özü işe yarar derler.” Bunlar, İsmail bin Ca’fer es-Sâdık’ın imametini kabul ettikleri için İsmâiliyye diye de adlandırılırlar (Bkz. Bâtınîlik).
1) Muhtasar-ı Tuhfe-i İsnâ Aşeriyye; sh. 17
2) El-Milel ven-Nihâl; cild-1, sh. 191, 198
3) Fihrist; sh. 186
4) Siyâsetnâme; sh. 184
5) El-Kâmil fit-târih
6) Kavâid-i Akâid-i Ali Muhammed; sh. 33, 49
7) El-Fark beynel-firâk
8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh 459