Tebe-i tabiînin büyüklerinden. Mücâhid bir zât olup, hadîs ve fıkıh âlimi idi. İsmi, Abdullah bin Mübarek bin Vâdıh Hanzalî Temîmî, künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Emevî halîfelerinden Hişâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H. 118) yılında Horasan’da Merv şehrinde doğdu. 797 (H. 181) senesi bir gaza dönüşü, Bağdad yakınlarında Hît denilen yerde vefat etti. Türk asıllıdır.
Abdullah bin Mübarek, sâlih bir ana babadan dünyaya geldi. Ana ve babası ve doğumu ile ilgili menkıbe meşhûrdur: Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Şehrin eşraf ve ileri gelenleri bu kızı istediler. Kadı, danışmaya ehil olanlarla meşveret etti. Bir de hıristiyan komşusu vardı. “Onunla da meşvret edeyim, başka dindendir ama, görünüşte komşumuzdur” deyip, çağırdı. Meşveretten sonra, hıristiyan şöyle dedi: “Ey Kadı! Bu işte, bizden öncekilerin yolları, âdetleri vardır. Sizden öncekilerin de âdetleri, sünnetleri vardır. Zamanımız insanlarının da âdetleri vardır. Şimdi sen serbestsin. Hangisini istersen seç.” Kadı; “Üç yolu, âdeti de açıkla” dedi. Hıristiyan şöyle anlattı: “Bizim evvelkilerin yolu, asîl, soylu birisini bulup, kızını oha verirlerdi. Sizin evvelkilerinizin sünneti, âdeti, takva sahibine (Allahü teâlâdan korkana) vermekti. Zamânımızdakilerin âdeti ise zenginleri tercih etmektir. İyi soya, asalete ve kuvvetli dîne îtibâr etmezler. Sen hangisini seçiyorsun!” Kadı; “Ben kendi evvelkilerimizin sünneti ile amel eder ve takva sahibini tercih ederim” dedi. Sonra düşündü. Merv’de, kölesinden daha muttaki (Allahü teâlâdan korkan) ve dindar kimse bulamadı. Kızını ona verdi. Fakat kölesi kırk gün kızın yanına gitmedi. Annesinin bundan haberi olunca, kadıya şikâyet edip; “Böyle sâlihâ bir kızı, kölene verdin de, henüz yüzüne bile bakmadı, senin bu yaptığın nedir?” dedi. Kadı, (kölesi Mübârek’e; “Ey Mübarek! Sen benim kızıma nâz mı ediyorsun da, yanına gitmiyorsun?” dedi. Mübarek cevâbında; “Ey müslümanların kadısı! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nasıl nâz edebilirim? Ama siz kadısınız. Bu yüzden kızınızın evinizde iken şüpheli birşey yemesinden korktum. Ben ise, lokmalara çok dikkat ediyorum. Ona helâl yemek yediriyor ve kanının tamamen temiz olmasını istiyorum. Allahü teâlâ bize bir çocuk verirse, sâlih ve iyi olmasına çalışıyorum” dedi. Kırk gün sonra hanımının yanına yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat etmesi neticesinde, Allahü teâlâ ona Abdullah gibi bir oğul verdi. İşte bu çocuk; bütün dünyânın makbulü olan Abdullah bin Mübarek hazretleri idi.
Abdullah bin Mübarek, ilk tahsilini Merv şehrinde yaptı. Sonra Bağdad’a geldi. Tabiînden büyük âlim, şaşıranların yol göstericisi, dînin senedi, Hanefî mezhebinin reîsi olan İmâm-ı a’zamdan ilim tahsil etti. Ayrıca zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine devam ederek, hadîs ve fıkıh ilimlerinde söz sahibi oldu.
Süleyman Teymî, Hamîd-i Tavîl, İsmail bin Hâlid, Yahya bin Sa’îd Ensârî, Sa’îd bin Sa’îd Ensârî, İbrahim bin Ebî Abele, Ebû Halde Hâlid bin Dînâr, Âsım el-Ahvel, İbn-i Avn, İkrime bin Ammâr, Îsâ bin Tahmân, Fıtr bin Halîfe, Muhammed bin Aslan, Mûsâ bin Ukbe, A’meş, Hişâm bin Urve, Süfyân-ı Sevrî, Şu’be bin Haccâc, Evzâî, İbn-i Cüreyc, Mâlik, Leys, İbn-i Ebî Zi’b hocalarından bâzılarıdır. Talebelerinden bâzıları da; Ma’mer bin Râşid, Ebû İshak Fezârî, Ca’fer bin Süleyman, Bakıyye bin Velîd, Dâvûd bin Abdurrahmân, Süfyân bin Uyeyne, Ebü’l-Ehvâs, Fudayl bin Iyâd, Mu’temir bin Süleyman, Velîd bin Müslim, Ebû Bekr bin lyâş ve başkalarıdır. Kitapları, kerametleri ve yetiştirdiği talebeleri pek çoktur. Bunlardan birisi de mezheb reisi Ahmed bin Hanbel hazretleridir.
Abdullah bin Mübarek, ilim tahsîlinden sonra tekrar Merv’e döndü. Burada bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl, İslâmiyet’i yaymak için cihâda çıkar, harblere giderdi. İlmi, fıkhı, edebi, fesahati ve zühdü çok idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Az konuşmayı kendine âdet edinmiş olup, emîn ve sözleri sehed idi. Arkadaşından emânet aldığı bir kalemi iade etmek için, Merv’den Şam’a kadar yaya olarak gelmiş ve emâneti yerine ulaştırmıştır. Kitaplarında yirmi binden ziyâde hadîs-i şerîfe yer vermiştir.
“Tezkire”de onun hakkında şöyle bildirilmektedir: “Din düşmanları ile cihâd edenlerin başında gelirdi. Âlimlerin sultânı ismini alan Abdullah bin Mübarek, ayrıca yiğitlikte zamanının bir tanesi idi. Dînimizin büyüklerini görmüş, sohbet etmiş ve onların makbulü olmuştur. Onun hakkında, önceleri hıristiyan olan ve hidâyetine vesile olduğu, Hasen ibni Îsâ Masercis şöyle anlatır: “Abdullah bin Mübârek’in arkadaşlarından Fadl bin Îsâ, Muhalled bin Hüseyn ve başkaları yanıma gelip; “Haydi Abdullah bin Mübârek’in güzel hâllerini sayalım” dediler. Beraberce şöyle saydık “Onun; ilmi, edebi, fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesahati, zühdü, verâı, insafı, gece ibâdeti, haccı, gazası, biniciliği, kahramanlığı, riyazeti, boşuna konuşmaması, arkadaşlarına karşı gelmemesi ve başkalarıdır.”
Ali bin Sadaka onun hakkında şöyle demiştir: “Hadîs âlimleri arasında İbn-i Mübarek, insanlar arasında Emîr-ül-mü’minîn gibidir.”
Ayrıca onun hakkında pek çok söz söylenmiştir. Meselâ, Abdullah bin Muhammed; “İbn-i Mübârek’i dinledim. O, bize göre insanların en yükseği ve onların içinde kendi zamanındaki ihtilâfları en’iyi bilendir” demiştir.
Talebesi Nuaym bin Hammâd; “İbn-i Mübarek gibisini görmedim. O, sanki benzeri olmayan, husûsî dokunmuş bir kumaş gibidir” buyurdu.
Şu’ayb bin Harb; “Abdullah bin Mübarekle kim karşılaşırsa şeref kazanır. Çünkü o, zamânındakilerin hepsinden üstün vasıflara sahip bir zât idi” şeklinde bildirmiştir.
Kütüb-i sitte ehlinden İmâm-ı Nesâî (rahmetullahi aleyh) şöyle dedi: “Biz, zamanımızda İbn-i Mübârek’ten daha kuvvetli, daha üstün, her övülen sıfatın kendinde bulunduğu bir başka zât tanımıyoruz.” Talebesi Yahya bin Sa’îd el-Kattân da, ondan bahisle; “İlimde anlayış sahibi, hafız, zâhid, âbid, zengin, çok hac ve gaza eden, nahiv bilgisi çok kuvvetli, şâir bir zât idi. Onun gibisini görmedim” demiştir.
İbn-i Hibbân; “Onda, kendi zamanında ilim ehlinden hiç bir kimsede olmayan güzellikler vardır” buyururken, İsmail bin lyâş; “Zamanında onun gibisi yoktu. Allahü teâlâ yarattığı her güzel hasletten ona da vermiştir” diye bildiriyordu.
Abdullah bin Mus’ab da (rahmetullahi aleyh); “Hadîs ve fıkıh ilmini, Arab edebiyatını iyi bilen, şecaati, ticâreti, cömertliği ve yanında olmadıkları zamanda, arkadaşlarına muhabbeti kendisinde toplamış mümtaz bir zât idi” buyurmuştur.
Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh); “Bütün ömrümde bir sene Abdullah bin Mübârek gibi olmayı isterdim. Fakat buna gücüm yetmez. Hattâ üç gün bile” buyurmuştur.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) sünnete uyar, bid’atten ve bid’at ehlinden nefret ederdi. Böyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi. Zararını anlatır ve münafıklık alâmetlerinden olduğunu söylerdi.
Bir defasında, Horasan âlimlerinden olan Abdullah bin Ömer Serahbî şöyle buyurdu: “Bir keresinde bid’at ehliyle oturup yemek yedim. Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) bundan haberdâr olunca, bana; “Seninle otuz gün konuşmayacağım” dedi. Selâm bin Ebî Mutî’; “Doğuda onun bir benzerini görmedim”, Hâkim; “Asrında dünyânın imâmı idi. İlim, zühd, yiğitlik ve cömertlikte en iyileri idi”, Hasen bin Îsâ; “Duası kabul olunanlardandı” demişlerdir.
Ebû Üsâme de; “İbn-i Mübârek’ten çok ilim isteyen, bir başkasını görmedim” buyurdu.
İbn-i Mehdî; “İmamlar dörttür; “Süfyân-ı Sevrî, Hammâd bin Zeyd, İbn-i Mübarek, Mâlik” diyerek, onu imamlar içinde saymıştır.
İmâm-ı Ahmed; “Zamanında ilmi ondan daha çok taleb eden yoktu”, Fudayl bin Iyâd; “Ardından bir benzeri gelmedi”, İbn-i İshak Fezârî; “İbn-i Mübarek, müslümanların imamıdır”, Ata bin Müslim; “Onun bir benzerini görmedim. Başkaları da görmedi.” Evzâî; “Onu gören gönüller rahatlardı.” buyurmuşlardır.
Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rahmetullahi aleyh); “Üstadımın şöyle buyurduğunu işittim” dedi: “Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) dört şeyde eşi yoktu. Birincisi, zamanında dünyâda onun gibi bir âlim yoktu. Diğerleri sıra ile; hilm, şecaat ve yiğitliği, bir de cömertliği idi. Bu dört şeyde, zamanında, hiç kimse onunla eşit değildi.”
İbn-i İshak şöyle dedi: “Ben, Sahâbe-i kiram ile Abdullah bin Mübârek’in işlerine, hâllerine dikkat ettim. Onların aynı idi. Yalnız, Eshâb-ı kirâm’ın (radıyallahü anhüm) üstünlükleri, Peygamber efendimizin eşsiz sohbetinde bulunmaktan ileri geliyordu.”
Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) huzurunda birisi aksırdı. Fakat Elhamdülillah demeyi unuttu. O kimseye, suâl sorar gibi bir eda ile; “Aksıranın ne demesi îcâbeder efendim?” dedi. O da “Elhamdülillah” deyince, İmâm da; “Yerhamükellah” buyurdu. Bu rivayeti bildiren Muhammed bin Cemîl; “Bu edebli hareket bizi şaşırttı. Bu derece edebe hayran olduk” demektedir.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Allahü teâlâdan çok korkar, titrer ve gözyaşı dökerdi. Arkadaşı Fudayl bin Iyâd (rahmetullahi aleyh); “Onu sevmemin asıl sebebi, Allahü teâlâdan çok korkmasıdır” buyurdu.
Kendisini Mekke-i mükerremeden uğurlayan hocası İbn-i Cüreyc (rahmetullahi aleyh), ona; “Sen, Allahü teâlâyı sevdikçe, O da senin yardımcın olsun” diye dua etmişti.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), hudut boylarında at koşturur ve Ribât denilen gözetleme karakollarında bulunurdu. Cihâd için Tarsus’a kadar geldi ve Rakka’ya uğradı. Buraya geldiğinde, muazzam bir kalabalık kendisini karşıladı, öyle ki, kalabalığın kaldırdığı toz, bulut gibi göğe yükseliyordu. Küçükler, büyükler ve şehrin ileri gelenleri onu görmek için can atıyorlardı.
Misis denilen yerde de ikâmet etti. Tarsus’da, hadîs-i şerîf rivayetinde bulundu. İlim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı. Misis’de, ikindi namazında Cum’a Mescidi’ne gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlanın zikriyle meşgul olur, kimseyle konuşmazdı. “Kim gündüzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden yazılır” buyururdu.
Muhammed bin Abdurrahmân bin Sehm’den rivayet edildiğine göre; Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Misis nahiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivayet etti. Küçük yaştaki talebesi Abdet bin Süleyman’a hadîs-i şerîf yazdırır, öğrendiği ilme karşılık bir şey vermemesi cin, üstelik para verirdi.
O zaman Şam’ın hudut vilâyeti olan Misis, Antalya ile Rumlar arasında bulunuyordu. Burada sâlih kimseler hudut muhafızı yâni murâbıt olarak kalırlardı. Abdullah bin Mübarek de (rahmetullahi aleyh) bu gaza mahallerinde, Rumlara karşı yapılan gazalara iştirak edip, büyük kahramanlıklar gösterdi. Mu’temir bin Süleyman ve Abdullah bin Sinan’la birlikte cihâda çıkarlardı. Abdullah bin Sinan (rahmetullahi aleyh) onun cihâd ve kahramanlıklarını şöyle bildirmektedir: “Abdullah bin Mübarek, harpteki kahramanlıklarını gizler, kimsenin kendisini tanımasını istemezdi. Bir defasında, harp sahasında bir çok müslümanı şehîd eden ve kimsenin karşısına çıkamadığı azılı bir kâfiri katletti. Arkasından da beş kişiyi daha öldürdü. O, bu kahramanlığından dolayı tanınmak istemeyip, kendini gizledi. Hattâ bana; kimseye söylememem için yemîn verdirdi.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) böyle bir gazadan dönünce, Mekke-i mükerremede bulunan evliyadan Fudayl bin Iyâd’a (rahmetullahi aleyh) manzum bir mektup yazdı. Bu mektupta cihâdın faziletini bildirip, ibâdetle meşgul olan arkadaşına, mektubunda özetle şöyle demektedir:
“Ey Haremeyn’de ibâdet edip, göz yaşı döken! Bizi bir gör. Biz kanlarımızla boyanıyoruz. Akınlarda yorulan atlarımızın ayaklarından etrafa saçılan tozlar, bize misk ü anber olurken, oradaki misk-ü anber kokuları sizin olsun derim. Peygamber efendimizden bize hiç yalanlanamayan doğru haber geldi: “Allah yolunda savaşan atların sıçrattığı tozlar, bir kişinin burnunda. Cehennem ateşinin dumanıyla birleşmez.” Allahü teâlâ da meâlen şöyle buyurdu: “Allah yolunda şehîd olanlara “Ölülerdir” demeyiniz. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” (Bekara sûresi: 154)
Fudayl bin Iyâd (rahmetullahi aleyh) mektubu gözyaşları içinde okudu. Sonra da; “Ebû Abdurrahmân doğru söylüyor ve bana nasihat ediyor” buyurdu.
Gaza arkadaşı Muhammed bin Âyun şöyle anlatır: “Seferde bir gece, Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) istirâhate çekilmişti. Ben de mızrağıma dayanmış oturuyordum. Benim uyuduğumu zannedip kalktı ve fecr vaktine kadar namaz kıldı. Sonra beni namaza kaldırmağa geldi. Uyumadığımı, kendisinin durumunu gördüğümü anlayınca, hayasından yüzü kızardı. Sefer boyunca böyle devam etti.”
Hıbbân; “İbn-i Mübarek ilemücâhidler olarak Şam’a varmıştık. Orada halkın ibâdetini, gazaya hazır hâllerini, her gün seriyyelerin (küçük askerî birliklerin) geliş-gidişlerini görünce, İbn-i Mübarek şöyle buyurdu: “Bu güzel hâller ile Rabbimizin huzuruna çıkacağız. Burada Cennet kapılarını açtık” buyurdu.
Sehl Ali bin Abdullah Mervezî, Abdullah bin Mübârek’in derslerine devam ederdi. Bir gün; “Artık senin dersine gelmeyeceğim. Çünkü, bugün gelirken, senin kızların dama çıkmış, beni çağırıyorlardı. Benim Sehl’im, benim Sehl’im diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor musun?” dedi. Abdullah bin Mübarek, o gece talebesini toplayıp; “Sehl’in cenaze namazına gidelim” dedi. Gidip, vefat etmiş buldular. “Vefatını nerden anladın?” dediklerinde; “Benim hiç cariyem yok. O gördükleri Cennet hûrîleri idi. Onu Cennet’e çağırıyorlardı” dedi.
Abdullah bin Mübarek buyurdular ki: Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken bana zarar vermiyeceğine dâir söz aldım. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kıldım. Sonra ateşperest olan o şahsın ibâdet zamanı gelmişti. Şimdi sıra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermiyeceğine dâir söz ver deyince; rahatça ibâdetini yapabileceğini bildirdim.
Fakat ateşperest, ateşe tapmak üzere secdeye varınca, hemen üzerine atıldım. Sözümde durmadım. Şöyle bir ses duydum: “Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!” Bunun üzerine, ona zarar vermeden geri çekildim. Sonra, ateşperest ibâdetini bitirdiğinde bana sordu: “Evvelâ hücûm ettin. Sonra niye vazgeçtin?…” “Ben, Allalrdan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; “Söz verdiğin zaman, ahdifli yerine getir” diyen bir ses, beni o teşeb-büsten alıkoydu” dedim. Bunun üzerine ateşperest; “Rab, senin Rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile azarlıyor! İşte huzurunda müslüman oluyorum” diyerek Kelime-i şehâdet getirdi.
Bir gün Abdullah bin Mübarek, Şam’a gitmek üzere sefere çıktı. x Giderken, yolda ölmüş bir merkep gördü. Yanı başında ayakta bir fakir de ağlıyordu. Abdullah bin Mübarek ona niye ağladığını sordu. Fakir, cevap olarak; “Ben fakir bir kimseyim ve çoluk-çocuk sahibiyim. Bunu üç yüz dirheme almıştım. Bundan sonra ne yapacağımı düşünerek ağlıyorum!” dedi. Abdullah bin Mübarek; “Sen bunu sağ iken üç yüz dirheme almıştın. Şimdi ise bunu senden semeri ile beş yüz dirheme alıyorum” deyip, beş yüz dirhemi sayarak eline verdi. O gece fakir, rüyasında mahşeri gördü. Baktı ki, bahçeler, bağlar içerisinde bir merkep! Yularını ve palanını altın ve mercanlarla süslemişleri Yanı başında bir melek, şöyle nida ediyordu: “Kim buna binerse ona müjdeler olsun.” Fakir bunu duyunca, meleğin yanına gelip dedi ki: “Bu benim ölen merkebimdir. Bunu bana ver!” “Evet, bu senindir. Fakat ölüsüne sabır etmediğin için, şimdi başkasının oldu. Baksana, yuları üzerinde ne yazıyor?” Fakir yulara bakınca bir de ne görsün; “Bu, Abdullah bin Mübarek hazretlerinin bineğidir” yazılıydı. Sonra fakir, uykudan uyanıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendi kendine; “Bana yazıklar olsun, bir hayvanın ölmesine bile sabredemedim” dedi. Hemen beş yüz dirhemi alıp, doğruca Abdullah bin Mübarek hazretlerinin yanına gitti. Parasını geri vermek istedi ve dedi ki: “Ben satıştan vazgeçtim.” “Sen akşam gördüğün rüya üzerine geldin. Ben de vazgeçtim. Beş yüz dirhemi de sana hediye ettim” buyurdu.
Bir gün bir âmâ gelip; “Bana dua buyurun da, Allahü teâlâ gözlerime görme kuvveti versin!” dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Mübarek, Allahü teâlâya yalvararak dua eyledi ve derhal âmânın gözleri görmeye başladı.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), bir hâtırasını şöyle anlatır: “Şiddetli bir kıtlık ve kuraklık senesi Medine’ye gitti m. Halk ile beraber yağmur duasına çıktık. Üzerinde adî ketenden iki elbise bulunan ve birini izâr, diğerini de peştemal olarak kullanan siyâhî bir genç, benim yanı başıma gelerek pturdu ve; “Yâ Rabbî! Amellerimizin kötülüğü’, günahlarımızın çokluğu, senin katında yüzlerimizi kararttı. Bizi terbiye etmek için rahmetini bizden kestin. Ey Hilm ü vakar sahibi olan ve ey kulları kendisinden iyilikten başka bir şey bilmeyen Rabbimiz! Şu anda kullarına rahmetini inzal etmeni senden dilerim” diye dua etti. “Bu saatte, bu saatte” derken gökyüzü bulutlandı ve her taraftan yağmur yağmaya başladı. Oradan ayrıldık. Fudayl’ın yanına gittim. Fudayl (rahmetullahi aleyh); “Ne oluyor, seni mahzun görüyorum?” dedi. Ben hâdiseyi kendisine anlattım ve siyâhî delikanlının bizi geçmiş olduğunu söyleyince, Fudayl, bir âh çekerek bayıldı ve yere düştü.”
Abdullah bin Mübarek hazretlerinin bir kölesi vardı. Bunun için etraftan kendisine; “Kölen mezar açıp, kefen soyuyor ve bu suretle aldığı paraları sana veriyor” dediler. Abdullah (rahmetullahi aleyh) buna çok üzüldü. Bir gece onu tâkib etti. Köle, mezarlığa girdi. Bir kabrin üstünü açtı, orada namaza durdu. Biraz daha yaklaşıp dikkatle baktığında, kölesinin üzerinde bir çul, boynunda bir zincir gördü. Secdeye gidip ağladı, sızladı. Onun bu hâlini gören Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), sessizce geri çekildi ve bir köşede ağladı. Köle, sabaha kadar orada ibâdetine devam etti. Sonra mezardan çıkıp üstünü örttü. Sonra da camiye sabah namazına koştu. Namazdan sonra; “Ey asıl sahibim olan Rabbim! Mecazî efendime para vermem gerekiyor. Muhtaçların sığınağı sensin” diye dua etti. O zaman kölenin avucuna bir dirhem kondu. Bu hâdiseyi seyreden Abdullah bin Mübarek hazretleri, dayanamayıp onun yanına gitti ve kucaklayıp öptü. “Senin gibi köleye canlar feda olsun. Keşke sen efendi, ben de kölen olsam” dedi. Bunun üzerine köle; “İlâhî! Hâlim anlaşıldı. Emânetini al!” dedi. O anda ruhunu teslim etti. Cenaze namazı kılınıp, aynı elbise ile aynı kabre defnedildi.
‘Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) vefatı yaklaştığı zaman bütün malını fakirlere verdi. Hizmetinde bulunan bir talebesi dedi ki: “Efendim, malûmunuz üç çocuğunuz var. Onlara mîras bırakmayacak mısınız?” Buyurdu ki:
“Onları Allahü teâlâya emânet ediyorum, O, en iyi vekildir. Eğer çocuklarım, sâlih olursa, cenâb-ı Hak, onları hiç ummadıkları yerden rızııklandırır. Yok eğer, fâsık olurlarsa, malımın kötü insanlara kalmasını istemem.”
Vefatı ânında gözlerini açtı, güldü ve meâlen; “Amel edenler, bu ebedî nimete kavuşmak için çalışsınlar” (Sâffât sûresi: 61) âyet-i kerîmesini okudu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) vefatı esnasında, âzâdlı kölesi olan Nasr’a; “Başımı toprağa koy” dedi. Nasr ağladı. “Niçin ağlıyorsun?” deyince; “Senin iki varlığını, servetini ve şimdi de yoksul olarak ölümünü görüp ağlıyorum” dedi. İbn-i Mübarek; “Ağlama. Zîrâ ben, Allahü teâlâdan zenginler gibi yaşamamı ve yoksullar gibi ölmemi istedim. Sonra sen, bana şehâdeti telkin et ve ben başka bir söz konuşmadıkça da onu tekrar etme” buyurdu.
Hâlid bin Ma’dan’dan rivayet ettiği hadîs-i şerîfde, sevgili Peygamberimiz; “Şehîdler, Allah’ın emin kıldığı kimselerdir, ister öldürülsünler, isterse yataklarında ölsünler” buyurdu.
Fudayl bin Iyâd’ın oğlu Muhammed şöyle dedi: “Abdullah bin Mübârek’i rüyamda gördüm. Ona; “En üstün amel nedir?” dedim. “İçinde bulunduğundur” buyurdu. “Hudud boylarında beklemek ve cihâd mıdır?” dedim. “Evet” buyurdu. “Allahü teâlâ sana ne muamele yaptı?” dedim. “Beni sonsuz mağfireti ile mağfiret edip, izzet ve ikramlarda bulundu” dedi.
Misisli İsmail ibni İbrahim anlatır. “Haris bin Atıyye’yi rüyada görüp ona hâlini sordum; “Rabbim beni mağfiret etti” dedi. “Abdullah bin Mübarek nerededir? dedim. “O, hergün Allahü teâlâ’nın huzuruna çıkanlardandır” dedi!
Nevfel; “Abdullah bin Mübârek’i rüyada gördüm ve; “Rabbin sana ne muamele yaptı?” dedim. O da; “Beni mağfiret etti” buyurdu. Süfyân-ı Sevrî’ye ne yaptı?” dedim. “O, şehîdlerin içinde yüksek derecelerdedir” buyurdu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), edeb ve hikmet sahibi idi. Hikmetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
“Biz çok ilimden ziyâde az da olsa edebe muhtacız.”
“Âlimler edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır.”
“Çalışman ve işlerini Allahü teâlâya ısmarlaman, tevekküle mâni değildir. Tevekkül ve tefviz hâli içinde kazanmak ibâdettir.”
“Hastalanınca harcamak, vefatında da kefenini almak için insan, çalışmalı ve bir mikdar mala sahib olmalıdır.”
“Çalışıp kazanma zahmeti çekmemiş kimsede hayır yoktur.”
Buyurdu ki: “İlmin evveli niyettir. Sonra anlamaktır. Sonra yapmaktır, sonra muhafazadır, sonra yaymaktır.”
“Nefsini bilen Rabbini bilir” hadîs-i şerîfinin sırrına eren, nefsini, sokakta gördüğü köpekten aşağı bilir.”
“Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel de niyetle küçülür.”
“Bana hıyanet edecek hiç bir şeyi kalbime koymadım.”
“Ölümden sonrası için ölmeden önce hazırlık yap.”
“Sükût, doğruluk, vakar; kişi için en güzel süstür.”
“Allahü teâlâdan korkan kimselerle beraber ol. Bid’at sahipleriyle oturmaktan sakın!”
“Bir kimsenin çoluğu-çocuğu olup, onların ihtiyâcı için çalışsa, geceleri kalkıp üzerleri açık olarak, gördüğü evlâdının üzerlerini yorganları ile örtse, onun bu çeşit işleri gaza ve cihâddan daha üstündür.”
“Âlimleri hafîfe alanın âhıreti, ümerâyı hafîfe alanların dünyâsı, dostlarını hafîfe alanın mürüvveti yıkılır.”
“Salih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aşağı olduğum hâlde, kötüleri sevmem”
“Eğer gıybet etseydim; anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü sevâblarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur.”
Allah için ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyurdu ki:
“Müstehâbları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da marifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) birisine; “Allahü teâlâyı murakabe et” dedi. O kişi; “Bu nasıl olur” dedikte; “Allahü teâlâyı görür gibi ol” buyurdu.
“İnsan nefs, şeytan, münafık gibi üç düşmanla karşı karşıyadır ve bunlardan kurtulmak çok güçtür.”
Salim bin Abdullah’ın naklettiğine göre, ilmin faydası hakkında da şöyle buyurdu:
“Kim ilmi ararsa öğrenir. İlmi öğrenen, günah işlemekten korkar. Günahtan korkan ondan kaçar. Ondan kaçan ise kıyamet günü hesaptan kurtulur.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) çok cömerd olup, misafiri çok sever, onsuz bir şey yemezdi. Sebebini sorduklarında; “Misafirle yenen yemekden suâl olunmayacak. Bu sebepten misafirle yemek yemeğe gayret ediyorum” buyururdu.
Onun ikramlarını gören yakınları; “Mal azaldı. Şu misafirleri biraz azaltsanız” dediklerinde; “Mal azaldıysa, ömür de azaldı” buyurdu.
Buyurdu ki: “Şüpheli bir kuruşu geri vermeyi, binlerce lira sadaka dağıtmaktan daha fazla severim.”
“Din kardeşimin bir ihtiyâcını görmem, bir sene nafile ibâdet etmemden daha önemlidir.”
Abdullah bin Mübârek’e (rahmetullahi aleyh); “İnsanların en alçağı kimdir?” diye sorulunca; “Din kisvesi altında dünyâ menfaati sağlayandır” buyurdu.
“Okumadan yüksek derece isteyene şaşarım.”
Abdullah bin Mübârek’in, Zeyd bin Eslem’den rivayet ettiği hadîs-i şerîfde; “Bir müslümanın hayırlı bir sözü öğrenip, öğretmesi ve onunla amel etmesi, bir senelik (nafile) ibâdetinden hayırlıdır.” buyruldu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe; âlim, âbid, zâhid, Allah’dan çok korkan ve O’nun rızâsmı dileyen bir zât olup, çoğu kere, gece namazı kılardı.” Yine İbn-i Mübarek hazretlerinin yanında. İmâm-ı a’zam hazretlerinden söz açıldığında şöyle buyurdu: “Bütün varlığıyla dünyâ, kendisine arzedildiği hâlde, ondan kaçan bir zâtın aleyhinde nasıl konuşuyorsunuz?”
Abdullah bin Mübarek hazretleri, sadakalarını öncelikle âlimlerin fakirlerine tahsis ederdi. Kendisine, niçin böyle yaptığı soruldukta; “Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduğunu zannetmiyorum. Alimlerden biri, bir ihtiyaçla karşılaşınca, onun ile meşgul olur da okuyamaz. Onun ihtiyâcını te’min edip, okumasını sağlamak daha makbuldür” buyurdu.
İnsanlar arasına karışmayıp uzak durmasının sebebi soruldukta; “Kalabalıklara karışıp da ne yapayım? Onlar birbirlerini gıybet etmekten başka ne yapıyorlar? Biz de hadîs-i şerîf okuyarak ve okutarak Resûlü ilah ve O’nun mübarek arkadaşları ile beraber oluyoruz” buyurdu.
“İlimde cimrilik yapan kişiye Allahü teâlâ üç belâ verir; “Ya ölür, ilmi gider. Yâhud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, öylece ilmi gider.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) çok soğuk bir kış günü Nişâbur pazarında giderken, sırtında sâdece bir gömlek bulunduğu için üşümekten titreyen bir köleye rastladı. Ona; “Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mı?” dedi, Köle; “Efendime ne söyliyebilirim ki, o hâlimi görüyor ve biliyor” deyince, Abdullah bin Mübarek hazretleri feryâd edip yere düştü. Kendine geldiğinde; “Sabrı ve kanâati bu köleden öğreniniz” buyurdu.
Abdullah bin Mübârek’e (rahmetullahi aleyh); “İnsandaki en üstün haslet hangisidir?” diye sorulunca; “Kâmil akıl” buyurdu. “Eğer o yoksa” dediler. “Güzel edebdir” buyurdu. “O da yoksa” dediler. “Kendisiyle istişare edilecek şefkatli bir kardeş” buyurdu. “O da yoksa” dediler. “Devamlı sükût” buyurdu. “O da bulunmazsa” dediklerinde, “Ölmek” buyurdu.
“Şöhretten (elle gösterilmekten) sakının.”
“Şu dört cümle, dört bin hadîs-i şerîften seçilmiştir; kadına güvenme, mala aldanma, mideni fazlaca doldurma, işine yarıyacak kadar ilim öğren.”
“Bir âlimin sakınması gereken en önemli husus; Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzak durması ve dünyâya gönül bağlamamasıdır.”
“Dünyâ sevgisi ve günahlar, kalbi istilâ ettiklerinde, o kalpten nasıl hayır beklenir.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Allahü teâlâya isyan ederken, O’nu sevdiğini açıklarsın. Bu ise kıyasta acâibdir. Eğer sevgin doğru olsaydı, O’na itaat ederdin; çünkü seven, sevdiğine itaat eder.”
Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) bir oğlu vefat etti. Mecûsînin biri onu şöyle taziye etti: “Aklı başında olana yakışan, bu gibi hâdiselerde, câhilin beş gün sonra yapacağını hemen yapmaktır.” Yâni câhil bağırır, çağırır, beş gün sonra susar. Aklı başında olan ise, mukadderata boyun eğerek hemen bu günden susar ve sabreder” demek istedi.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Gece karanlığı bastığı zaman, Allahü teâlânın sevgili kulları rükû ederler. Çünkü korku, uykularını kaçırmıştır. Kendilerini emniyette hisseden gafiller ise, dünyâda gaflet uykusuna dalmış, bu fırsatı kaçırmışlardır.”
Abdullah bin Mübarek hazretlerine; “Güzel ahlâkı, bir cümlede hülâsa eder misin?” dediklerinde; “Kızmamaktır” buyurdu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Selmân-ı Fârisî’nin (radıyallahü anh) Ebü’d-Derdâ hazretlerine şöyle bir mektup yazdığını haber verdi: “Kardeşim! Muhakkak ki, nefsinin arzu ettiği şeyleri terk etmekle istediğin şeye kavuşabilirsin. İyi görmediğin şeylere sabretmekle arzuna kavuşabilirsin. Sözün zikir, sükûtun tefekkür, bakışın ibret olsun. Dünyâ, geçici, nimetleri, güzellikleri değişici, aldatıcıdır. Ona aldanma. Evin, mescidin olsun. Selâm ederim.” Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ da (rahmetullahi aleyh) şu cevâbı yazdı: “Sana selâm ederim. Sonra Allahü teâlâdan korkmayı (takvayı); hastalanmadan önce sıhhatin, ihtiyarlıktan önce gençliğin, meşguliyetten önce boş vaktin, ölümden önce hayâtın kıymetini bilmeni tavsiye ederim. Âhıreti unutma. Orada Cennet ve Cehennem’den başka yer yoktur.”
Eserleri: Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) eserleri çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1-Kitâb-üz-Zühd ver-Rekâik, 2-Kitâb-ül-Cihâd. “Keşf-üz-Zünûn”da bu ikisinin, onun ilk telif eserleri olduğu zikredilmektedir. 3-Kitâb-ül-Birr ves-sıla, 4-Müsned-i Abdullah.
Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) “Kitâb-ül-Cihâd” ındaki hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
“Muhakkak Allah yolunda cihâd eden, namaz kılan, oruç tutan; Allahü teâlâya karşı huşu sahibi, rükû ve secde eden kimse gibidir.”
“Cennet’e giren kimse; dünyâda olan her şey kendisinin olsa bile, dünyâya geri dönmeyi istemez. Ancak şehîdler müstesna. Çünkü onlar, on defa geri dönmeyi temenni ederler.”
Ebü Hüreyre’den rivayet ettiği hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz buyurdular ki: “Bana Cennet’e girenlerin ve Cehennemce girenlerin ilk üçü arz olundu. Cennet’e giren ilk üç kişi;
1-Şehîd,
2-Rabbine ibâdeti güzel yapan, efendisine de itaat eden bir köle,
3-Âilesi çok olan, buna rağmen kötü iş ve sözden uzak duran namuslu bir adam.
Cehennemce giren ilk üçe gelince;
1-Zâlim sultan,
2-Malı olup, zekâtını vermeyen zengin,
3-Allahü teâlâya isyan eden fakir.”
“Farz namazlar ntizân gibidir. Kim ki, namazı âdabına riâyet ederek hakkıyla kılarsa, mükâfatını da bol alır.”
“Er-Rekâik”deki hadîs-i şerîflerde şöyle buyruldu.
“Kim ki akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa, işte o Evvâbin namazıdır.”
“Kim ki, sadakayı güzelleştirir, helâlinden, gönlü coşarak, güler yüz, tatlı sözle verir ve vermekte acele ederse, Allahü teâlâ da onun vereselerini güzelleştirir, evlâdını âfetten muhafaza eder.”
“Sadaka, yetmiş şerrin kapısını kapatır.”
“Abdestli olarak uyuyan kişinin ruhu arşa yükselir.”
“Allah her şeyden daha büyük, daha üstün ve daha nezîhdir. Yâni daha çoğunu da verir.”
“Din kardeşine eziyet verecek sert bakış ile bakmak, mü’mine helâl olmaz.”
“Yüzüne karşı medhettiğin (din) kardeşinin boğazına, kızgın usturayı çekmiş gibi olursun.”
“Bir şey murâd ettiğin zaman, sonunu düşün. Dîne muvafık ise hemen yap, uygun değilse, hemen vazgeç.”
Resûl-i ekrem buyurdu ki: “Bir takım Kur’ân-ı kerîm okuyucular gelecek ki, okudukları Kur’ân, hançerelerinden aşağı geçmeyecektir. Onlar; “Biz Kur’ân-ı kerîmi okuyoruz, var mı bizim gibi okuyan? Var mı bizim gibi bilen?” diyeceklerdir. Onlar, Cehennem’in yakacaklarıdır.”
“Kul, işlediği günah sebebiyle Cennet’e girer” buyurdu. “Bu nasıl olur?” diye soranlara; “Çünkü, işlediği günaha pişman olur ve dâima ondan uzak kalmağa dikkat eder de bu sayede Cennet’e girer” diye cevap verdi.
FAKİRE YARDIM VE KABUL OLAN HAC!
Abdullah bin Mübarek, bir sene hacca gitmişti. Hacdan sonra rüyasında gökten inen iki melekten birinin diğerine; “Bu sene kaç kişi hacca geldi?” dediğini duydu. Öbür melek; “Altı yüz bin kişi” dedi. “Peki kaç kişinin haccı kabul edildi?” O da; “Bunlardan hiç birinin haccı kabul edilmedi” diye cevap verdi. Abdullah bin Mübarek buyurdu ki: “Bunu işitince üzerime büyük bir sıkıntı çöktü. Dedim ki: “Bunca insan, bunca zahmet ve meşakkete katlanıp dünyânın her tarafından hacca geldiler. Çöller ve diğer zor şartlarda büyük sıkıntılara katlandılar. Bütün bu emekler boşa mı gidecek?” Bunun üzerine o melek şöyle dedi; “Şam’da ayakkabı tamir eden Ali bin Muvaffak adında birisi vardır. O, hacca gitmeye niyet etmişti, fakat gidemedi. Lâkin haccı kabul edildi.
Altı yüz bin hacıyı ona bağışladılar, Dolayısıyla hepsinin haccı kabul edildi.” Bunu işitince uykudan uyandım ve; “Gidip o zâtı ziyaret etmeliyim” dedim. Arkadaşlarımdan ayrılıp, Şam kafilesine katıldım, Şam’a gidince, o zâtın evini araştırıp buldum. Kapıyı çaldım. Bir kimse kapıya çıktı. Adını sordum. “Ali bin Muvaffak” dedi. İsmimi sordu. “Abdullah bin Mübarek” deyince, feryâd edip kendinden geçti. Kendine gelince, gördüğüm rüyayı kendisine anlattım. Haccının kabul edildiğini ve kendi haccı ile beraber altı yüz bin kişinin haclarının da kabul edildiğini haber vererek; “Bana nasıl hayırlı bir amel işlediğini anlat” dedim.
O da şöyle anlattı: “Ben ayakkabı tâmircisiyim. Otuz seneden beri hacca gitmeyi arzu eder dururdum. Bu işimden, otuz senede üç yüz dirhem gümüş biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim. Hanımım hamileydi, Komşumun evinden burnuna yemek kokusu geldi. Hanımım komşudan yemek istememi söyledi. Gidip, hanımımın arzusunu söyledim. Komşum ağlayarak şöyle dedi: “Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeğimiz size helâl değildir. Çünkü üç gündür, çocuklarım bir şey yememişlerdir. Bütün Şam şehrinde hiç bir iş bulamadım. Kimse bana iş vermedi. Ölü bir hayvan gördüm.
Zaruret mikdârınca ondan bir parça kesip getirdim. Çocuklara yemek pişiriyorum. Size helâl olmaz” dedi. Bunu duyunca içime bir acı düştü. Hac için biriktirdiğim gümüşleri getirip verdim ve; “Bunu çocuklarına nafaka yap, haccımız bu olsun” dedim. Abdullah bin Mübarek bunun üzerine; “Allahü teâlâ, doğru rüya gösterdi” buyurdu.
1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild 2, sh. 97
2) Hilyet-ül-evliyâ; cild-8, sh. 162
3) Tabakât-ül-Kübrâ (Şa’rânî); cild-1, sh. 59
4) Târih-i Bağdat; cild-10, sh. 153
5) Câmiu-Kerâmât-il-evliyâ; cild-2, sh. 104
6) Tezkiret-ül-evliyâ; sh. 246
7) Vefeyât-ül-a’yân; cild-3, sh. 32
8) Şezerât üz-zeheb; cild-1, sh. 295
9) Tezkiret-ül-huffâz; cild-1, sh. 274
10) El-Meârif
11) Tehzîb-üt-tehzîb; cild-5, sh. 382
12) Nesâim-ul mehabbe; sh. 15
13) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; cild-1, sh. 140
14) Keşf-ül-mahcûb
15) Kitâb-ül-cihâd
16) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 14
17) El-Meârif (Türkçe); sh. 359
18) Risâle-i Kuşeyriyye
19) Nefehât-ül-üns