Abbasî halîfesi Me’mûn zamanının Horasan valisi. İsmi, Abdullah bin Tâhir bin Hüseyn bin Mus’ab bin Ruzeyk bin Mâhân el-Huzâ’î olup, künyesi Ebü’l-Abbâs’dır. Tâhirî hanedanını kuran Tâhir bin Hüseyn’in oğlu, Horasan valisi iken 828 (H. 213) senesinde ölen Talha bin Tâhir’in kardeşidir. Dedelerinden Ruzeyk, Eshâb-ı kiramdan Talha bin Abdillah’ın âzâdlısı idi. 798 (H. 182) senesinde doğdu. Horasan’da vali iken 26 Kasım 844 (H. 230) senesi Rebî’ul-evvel ayının ikinci haftasında hastalandı. Üç gün hasta yattıktan sonra Rebî’ul-evvel ayının on birinde, Cum’a gecesi vefat eni. Bağdad’ın fethi ile ilgili bir risalesi ve çeşitli mevzularda yazıları vardır.
Abdullah bin Tâhir, Me’mûn’un yanında büyük bir îtibâra sâhib idi. Bu, babası Tâhir’in halîfeye hizmetlerinden değil bizzat kendi gayretlerinden ileri geliyordu. Abdullah’ın babası Tâhir, meşhûr kumandanlardan ve halîfe Me’mûn’un has adamlarındandı. Me’mûn; Musul, Cezîre, Şam ve Mağrib bölgelerinin genel valisi olarak Rakka’da bulunan Tâhir’i, Bağdad’ın emniyet müdürlüğüne ve Irak bölgesinin mâliye me’mûrluğuna tâyin etmek üzere Bağdad’a çağırmıştı.
Tâhir de, Temmuz 819 (H. 204) da Bağdad’a gelirken, Rakka’da yerine nâib (vekil) olarak oğlu Abdullah’ı bırakmış, böylece onun devlet hizmeti, daha genç yaşta başlamıştı. Me’mûn, Tâhir’den boşalan Rakka valiliğine Yahya bin Mu’âz’ı tâyin edip, 6 Mayıs 821’de orada vekil bulunan Abdullah’ı Bağdad’a getirtti ve aynı târihte, Horasan’a vali olarak giden oabası Tâhir’in yerme onu, Bağdad’ın sâhib-uş-şurta’lığına (emniyet müdürlüğüne) tâyin etti. Bir kaç ay sonra Yahya bin Mu’âz vefat etti ve vefat ederken yerine oğlu Ahmed’i vekil bıraktı.
Diğer taraftan, bundan az zaman önce 815 (H. 199) senesinde (Tâhir zamanında) Cezîre’de, Halîfe Me’mûn’a karşı meydana gelen Nasr bin Şebes isyanının çalkantıları devam etmekte olup, gerginlik artmıştı. Bu sebeple, Bağdad’a gelmesinden bir-iki ay gibi çok kısa bir zaman sonra, Abdullah bin Tâhir, halîfe Me’mûn tarafından tam bir selâhiyetle Temmuz-Ağustus 821 (H 206) da vali olarak Rakka’ya gönderildi.
Bu sırada Horasan’da vali olan Tâhir, oğlunun Rakka valiliğine getirildiğini öğrenince, tecrübelerinden istifâde ederek, bir idarecinin nelere dikkat etmesi, siyâsî ve diğer hususlarda hangi kaidelere riâyet etmesi îcâb ettiğini ihtiva eden uzun bir mektup yazarak, oğluna gönderdi. İnsanların çok hoşlanıp, elden ele dolaştırdıkları, nihayet halîfeye kadar ulaştırdıkları ve halîfenin beğenip, çoğaltarak bütün valilere gönderdiği bu mektup özetle şöyledir:
“Bismillâhirrahmânirrahîm.
Bir olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allahü teâlâdan kork. Dâima O’nun korkusu içinde bulun. Her an O’nu murakabe eyle! Hep O’nu düşün. O’nun gadâbından sakın. Gecegündüz, idaren altında bulunan insanları korumaya gayret eyle. Allahü teâlânın sana ihsan ettiği afiyet nimetini, âhıret için hazırlanmakta, mes’ûl olacağın şeyi düşünmekte kullan.
Allahü teâlâ ihsan ederek valilik mevkîinde bulunmanı nasîb etmiş ve idaren altında bulunanlara da şefkat ve merhametle muamele etmeni emretmiştir. Ayrıca, insanlara karşı âdil davranmanı, Allahü teâlânın hakkına riâyet etmeni, insanlara O’nun emir ve yasaklarını tat-bik etmeni, onları zararlı şeylerden korumanı, onların ırz ve namuslarını iyi muhafaza etmeni, kanlarının dökülmesine mâni olmanı, yolculuklarında kendilerine yol emniyetini te’min etmeni, hâsılı, onları rahat ettirmeni emretmiştir.
Şunu iyi bil ki, Allahü teâlâ emrettiği şeylerden seni hesaba çekecek ve yaptığın işlerin; mükâfat veya ceza olarak, karşılığını verecektir. O hâlde aklınla, zihninle, basîretinle, her şeyinle, Hak teâlâya vereceğin hesaba hazırlanmaya yönel. Hiç bir meşguliyet bu mühim farzı terketmene ve gevşeklik göstermene sebeb olmasın. Çünkü bu, her şeyin başıdır.
Üzerinde en fazla dikkat ve hassasiyet göstereceğin, ehemmiyetle duracağın en mühim şey; Allahü teâlânın sana farz kıldığı beş vakit namaza devam etmektir. Ayrıca, namazlarını, Hak teâlâyı hatırlayarak, güzel abdest alarak, müstehab olan vakitlerinde, bütün âdâb ve erkânına riâyet ederek cemâatle kılmaktır. Bundan başka, namazda okuduğun âyet-i kerîmeleri, acele etmeden, edeble oku. Namazın rükû, secde ve diğer erkânını, tam bir samîmiyet, ihlâs ve teslîmiyet ile îfâ et.
Yapılan bütün iyi işlerin, hattâ diğer bütün ibâdetlerin; namazı güzel ve düzgün kılabilmek için olduğunu unutma. Bu hususta en ufak bir gevşeklik, tembellik gösterme ve kat’iyyen ihmalkâr davranma. Bil ki, bütün işlerin düzenli olması namaza bağlıdır. Namaza bu şekilde devam eden, her kötülükten uzaklaşır. Çünkü Allahü teâlâ meâlen; “Doğru kılınan namaz, insanı fahşâdan ve münkerden her hâlde uzaklaştırır” buyurdu (Ankebût sûresi: 45). Hem, beraber olduğun kimseleri de namaza teşvik et!
Beş vakit namazdan sonra yapman îcâbeden en mühim husus, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmak ve O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaktır.
Bir işle karşılaştığın zaman, önce Allahü teâlâdan korkarak istiharede bulun ve Resûlullah efendimiz vasıtasıyla bildirdiği emir ve yasaklarına bağlı kalarak yapmaya çalış. Bu işin, Allahü teâlânın senin hakkında, razı olduğu, beğendiği şekilde meydana gelmesini nasîb etmesi için O’ndan yardım iste!
Sana yakın olsun, uzak olsun hoşlandığın ve hoşlanmadığın bir hususta herhangi bir kimseye muamele ederken, sakın adaletten ayrılma.
Her zaman fıkıh âlimlerini, sâlihleri, Allahü teâlânın emirlerine uygun yaşayanları tercih eyle. Kişinin kendini süslediği şeylerden birisi, fıkıh ilmine sâhib olmak, fıkıh bilgisini elde etmek gayretinde olmak, başkalarını da buna teşvik etmek ve insanı Allahü teâlâya yaklaştıracak şeyleri bilmektir. Bütün bunlara riâyet edersen, Allahü teâlânın yardımı ve muvaffakiyeti seninle beraber olur. Bunun sayesinde, insanlar senin emrine tazimde bulunur. Saltanatın onlara karşı heybetli olur. Böylece, herkes sana samimiyet duymaya ve adaletine îtimâd etmeye başlar.
Bütün işlerinde orta yolu tut. İtidalli olmak, orta yolda bulunmak çok takdir edilmiş, beğenilmiştir. Orta yolu tutmak, apaçık bir emniyet, fazîlet ve güzellik olup, insanı, istikâmet sahibi olmaya ve hidâyete sevkeder. Hak teâlânın yardımı, muvaffakiyeti ve iki cihan saadeti ise, istikâmet, hidâyet üzere bulunanlaradır. Bütün dünyâ işlerinde orta yol üzere bulun. Âhıreti istemekte, sevâb işlemekte, sâlih ameller yapmakta, güzel hâl üzere bulunmakta gevşeklik gösterme. Zîrâ, Allahü teâlânın rızâsını, kazanmak ve Cennet’te, O’nun dostu olan velî kullarla beraber olmak için çok hayır ve iyilik yapmanın, bu hususda gayretli olmanın hududu yoktur.
Bil ki, dünyâ işlerinde orta yol üzere bulunmak, kişinin izzet ve şerefini arttırır. Günahlardan korur. Ayrıca sen, kendini ve beraberinde bulunanları, ancak orta yolu tutmakla koruyabilir ve işlerini düzeltebilirsin. Orta yolu tut ve buna riâyet eyle. Böylece işlerin tamam olur, gücün, kudretin artar. Sana tâbi olan insanlardan, yakınında bulunanlar ve uzağında olanlar, düzelip ıslâh olurlar.
Allahü teâlâya zannını güzel eyle ki, maiyetinde bulunanlar da sana dosdoğru davransınlar.
Kendisine vazife verdiğin hiç bir kimseyi herhangi bir şeyden dolayı, durumunu iyice araştırmadan evvel, kat’ıyyen bir suç ile itham etme. Çünkü, tertemiz kimselere ithamlarda ve kötü zanda bulunmak, büyük günahdır. Arkadaşların ve yakınların ile alâkalı işlerinde iyi zanda bulun. Onlara sû-i zanda yani kötü düşüncede bulunmaktan kaçın. Bu davranışın, onların iyi yetişmelerinde sana yardımcı olur. Allahü teâlânın düşmanı olan şeytan, yaptığın işlerde, hoşlanacak bir şey bulamasın. Çünkü sende azıcık bir zayıflık bulması, sû-i zannı ve hayâtının tadını kaçıracak olan gam ve kederi gönlüne sokmak için kâfidir.
Şunu iyi bil ki, hüsn-i zan sahibi olduğun müddetçe kuvvet ve rahat bulursun. İşlerinde, arzu ettiğin, sevdiğin neticelere hüsn-i zan ile kavuşursun. Hüsn-i zan sayesinde insanları, seni sevmeye, bütün işlerinde dosdoğru ve dürüst olmaya davet edebilirsin. Hüsn-i zan sahibi olursan, insanlar seni sever ve bütün işlerini severek, dürüstlükle yaparlar. Bununla beraber, yakınlarına hüsn-i zannın ve emrin altında bulunanlara olan yumuşaklığın hiç bir zaman işlerini takibe, sorup araştırmana, dostların işlerini hâlletmene, ma’iyetindekileri gözetmene, onları dikkatle tâkib etmene mâni olmasın. Evliyanın işleri ile bizzat alâkadar olman, idaren altında bulunanları iyi gözetip, ihtiyaçlarını gidermen ve himayelerini üstlenmen önde gelen tercihin olsun. Dînin ayakta durması ve sünnetin ihyâsı, ancak bu şekildedir.
Bütün bu işlerin hepsinde niyetini sağlam eyle. İhlâslı ol. Yaptıklarından mes’ûl olduğunu, işlemiş olduğu iyiliklerden mükâfat alacağını, kötülüklerden ise ceza göreceğini çok iyi bilen kimsenin yaptığı gibi, devamlı kendini hesaba çek! Muhakkak ki, Allahü teâlâ dînini sağlam bir sığınak, izzet ve şeref kılmıştır. Dînine uyanları yüksek, şerefli eylemiştir. O hâlde idare ettiğin, yetişmelerini üzerine alıp, kendilerini gözettiğin kimselere din yolunu, hidâyet yolunu göster.
Allahü teâlânın hakkına mutlaka riâyet et. Suçlulara müstehak oldukları cezayı vermekten de geri durma. Bunu ihmâl etme ve kat’iyyen gevşeklik gösterme! Suçlulara, cezalarını vermekte gecikme. Aksi hâlde bu gecikmen, içinde bulunduğun hüsn-i zannı bozup, yok eder. Bu hususlara bildirilen şekilde riâyet eylersen, dînin korunmuş ve mürüvvetin tamamlanmış olur.
Verdiğin her hangi bir sözü muhakkak yerine getir. Hayırlı bir şey vâdettiğinde, gecikmeden yap. Dâima iyilik yapmaya, iyilik sahibi olmaya yönel! Sana iyilik yapanlara karşılık, iyilikle mukabelede bulun. İdaren altında bulunanların ayıb ve kusurlarını görmezlikten gel. Lisânını yalan sözden ve yalancı şâhidlikten uzak tut ve böyle yalancılara, yalancı şah idlere buğzet. Ayrıca nemmâmlardan yâni söz taşıyanlardan uzak dur, onlardan alâkanı kes! İşlerinin, başında veya sonunda fesada uğrayıp bozulması, yalancıların sana yaklaşmaları ve sana yalan söylemeye cür’et etmeleri ile başlar. Çünkü yalan, günahların başıdır. Nemime, sahibini selâmete erdirmez. Nemmâm yâni koğucu ile arkadaşlık edenin de başı selâmete ermez. Ayrıca, koğucunun sözlerine uyarak hareket eden kimsenin hiç bir işi rast gelmez.
Doğruluk ve iyilik sahibi kimseleri çok sev. Doğruluk üzere çalıştıkları müddetçe şeref sahiplerinin yardımcısı ol. Zayıflara yardım eyle. Akrabanı ziyaret edip gözet. Bütün bunları, Allahü teâlânın rızâsı ve O’nun dîninin yükselmesi için yap sevabını da sâdece Allahü teâlâdan iste ve dâima âhıret yurdunu taleb eyle.
Kötü arzulardan ve zulümden çok kaçın. Hattâ bunları, hatırından, bite uzak tut. İdaren altında olanlara da, bu düşüncelerden uzak olduğunu göster. Onları adaletle güzel idare eyle. Aralarında hak ve doğrulukla kal ve seni hidâyet yoluna ulaştıracak marifet bilgisi ile muamele et. Kızdığın zaman kendine hâkim ol. Vakur, ağır başlı ve yumuşak huylu ol. Bulunduğun mevkî sebebiyle kendini çok kıymetli zannetmekten, hiddet ve gururdan çok sakın. Hem; “Ben başta bulunuyorum. Dilediğimi yaparım” gibi bir düşünceye kapılmaktan çok sakın. Çünkü bu hâl, sende görüşün noksan olduğuna ve bir olan, ortağı bulunmayan Allahü teâlâ hakkındaki yakîninin azlığına alâmettir. Allahü teâlâ için niyetinde samîmî, ihlâslı ve O’nun hakkında yakîn sahibi ol!
Şunu iyi bil ki, mülk, Allahü teâlânındır ve onu dilediğine verir. Dilediğinden ise çekip, geri alır. Sultana yakın olup, nîmetlere bol bol kavuşanlar, Allahü teâlânın bu nîmet ve ihsanlarına nankörlük ederler, küfrân-ı nimette bulunurlarsa ve bu nîmetlerle övünüp büyüklenirlerse, o nîmetlerin elden çıkması ve cezanın gelmesi çabuklaşır ve hiç bir şey o kadar sür’atli değildir.
Nefse düşkün olmaktan çok sakın. Biriktirmen ve saklaman gereken hazînelerini; iyilik, takva, adalet, idaresine me’mûr olduklarını ıslâh, beldelerini îmâr işleri ile alâkadar olmak, canlarını korumak ve mahzunlara, muhtaçlara yardım etmek için kullan.
Şunu iyi bil ki, mallar çoğaltılmakla ve hazînelerde biriktirilmekle, üzeri kilitlenmekle meyve vermez”, artış göstermez. Ancak bu mallar, seninle bulunanların ıslâhı, haklarının kendilerine verilmesi, geçim sıkıntılarının giderilmesi gibi hususlar için kullanıldığı takdirde kıymetli olur ve o zaman meyve vererek artış göstermiş olur. O hâlde hazînelerinde, hakîkaten artan mal biriktirmek istiyorsan, mallarını bu şekilde, İslâm’ın ve müslümanların faydaları için, onlara hizmette harcamalısın. Bu gibi hususlara riâyet eder, hak sahiplerine haklarını ödersen, kavuştuğun nimetler elinde kalır ve Allahü teâlâ sana daha fazlasını ihsan eder.
Herkese karşı adaletle ve ihsan ile muamele edersen, onlar da sana itââtta bulunup, her söylediğini ve her istediğini kolaylıkla yaparlar.
Hududlarını bildirdiğim bu hususlara riâyet etmeye çalış. Hasenatını, iyiliklerini çok eyle. Maldan bakî kalacak, âhırete yarayacak olan, Hak yoluna sarfedilendir. Şükredenlerin şükürlerini iyi tanı ve kendilerini mükâfatlandır. Sakın dünyâ ve dünyâ gururu, sana âhıret korkusunu unutturmasın. Aksi hâlde üzerindeki hakları hafife almaya, küçümsemeye başlarsın. Bir işi mühimsemeyip ağır davranmak, insanı tefrite, ihmalkârlığa götürür. Tefrit ise helake sebeb olur. Yaptığın her amel, Allahü teâlâ için olsun. Sevabını O’ndan bekle. Muhakkak ki, Allahü teâlâ, dünyâdaki nîmetini bol ve geniş olarak ihsan etmiştir ve bu fadlını da senin elinde meydana çıkarıp, göstermiştir. O halde bütün bunlara karşı şükret. Şükre sımsıkı sarıl. Yalnız Allahü teâlâya güven! Böyle yaparsan Allahü teâlâ, sana olan hayır ve ikramını arttırır.
Allahü teâlâ, şükreden kimselere şükürleri kadar, ihsan sahiplerini de ihsanları nisbetinde mükâfatlandırır, sevâb ihsan eder. Kavuştuğun nimetlerden, nîmete kavuşmana vesile olanların hakkını ver. Onlara teşekkür et. İyilik ve afiyet elbisesi giy. Hiç bir günahı hafif görme! (Çünkü günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür.) Bâzı günahlar bâzılarına göre daha büyüktür.) Hasedciye hiç meyletme! Fâsık ve fâcire, açıktan günah işleyenlere merhamet gösterme. Nîmete nankörlük edene iyilikte bulunma. Düşmana yaltaklık etme! Söz taşıyan koğucunun söylediklerini tasdik etme. Hâini emin kabul etme. Fâsıklarla dostluk kurma.
Azgın ve sapık kimselere tâbi olma ve onlara uyma. İki yüzlü olanları medhetme. Hiç bir insanı hakîr, aşağı görme. Hakîkaten çok muhtaç olup, senden bir şey istemeye geleni boş çevirme. Bâtıla hiç kulak verme. Mûziblik ederek insanları güldürenlerle alâkadar olma. Aksi hâlde, sende onlar gibi, ciddiyetsiz, hafif meşrebli olursun. Vadinden dönme. Şuursuzca davranma. Gadab ve kızgınlıkla amel etme. Övünüp kibirlenme. Kendini beğenme. Şımararak, gururlanarak yürüme. Hafif, basit olanlarla, Hakk’ı tanımayanlarla, mahtıı ölçüsüz savuran câhillerle düşüp kalkma.
Âhırete hazırlanmak hususunda gevşeklik tembellik gösterme. Günlerini, başkasına kızarak, onları azarlayıp lanet ederek ve gizli gizli sır, söz taşıyarak, herkesin gizli hâllerini araştırarak geçirme. Kendisine müsamaha ederek veya ondan korkarak zâlimin zulmüne göz yumma. Âhırette göreceğin mükâfatı, alacağın sevabı, dünyâda dünyalık olarak bekleme.
Devamlı olarak, fıkıh âlimleri ile istişare et. Kendini yumuşak huylu eyle. Tecrübe sahiplerinin, akıl ve hikmet ehlinin ve görüşü keskin olanların fikirlerinden istifâde et. İstişare ettiğin kimselerin arasına müslüman olmayanları ve cimrileri katma. Zararları faydalarından çok olan bu kimselerin sözlerini dinleme.
Şunu iyi bil ki, seni, emrin altında olanların işleriyle meşgul olmaktan men eden şeylerin en sür’atlisi, en te’sirlisi cimrilik ve hırsdır. Mala karşı çok haris olursan, çok toplayan ve az dağıtan, Allah için az veren veya hiç veremeyen biri olursun. Böyle olunca, işlerinin pek azı doğru, düzgün olabilir. Emrin altında olanlar, ancak mallarından elini çektiğin, üzerlerinden zulmü kaldırdığın zaman sana muhabbet beslerler. Dostlarının, dostluktaki samimiyetleri desenin kendilerine olan iltifat ve ihsanların ile devamlı olur. Bunun için cimrilikten çok sakın. İnsanoğlunun ilk defa cimrilik sebebiyle Rabbine isyanda bulunduğunu hatırından çıkarma. İsyan eden âsî ise mahv, rezîl ve perîşân olmuş demektir.
Hak yolunda cömertlik yapmak, yolunu kolaylaştırır. Cömertliğin, kulların en faziletli ibâdetlerinden olduğunu unutma. Bunun için cömertliği, kendine huy hâline getir. İş ve gidişat olarak cömertlikten razı ol!
Divânlarındaki, kayıtlardan ve yazılı oldukları diğer yerlerden askerlerinin durumlarını incşle. İaşelerini bol eyle.
Maaşlarını da arttır. Böylece Hak teâlâ onların ihtiyaçlarını gidermiş olur. Onların işleri de seninle kâim olur, kuvvet bulur. Ayrıca bu davranışınla kalblerinin bağlılığı ve emrine itaatleri fazlalaşır. Unutma ki, bir sultan; askerine ve emri altında olanlara merhametli ve adaletli davranır, onları koruyup gözetir, insaf, yardım, şefkat ve iyilikle muamele eder ve kendilerine bolluk te’min ederse, bu hâli, saadet olarak ona kâfidir.
İyi bil ki, Allahü teâlâ indinde hiç bir şey, adaletle hükmetmek gibi değildir. Çünkü adaletle hükmetmek, Allahü teâlânın öyle bir terâzisidir ki, yeryüzündeki bütün hâller onunla tartılır.
Hükümde ve amelde “adaletin kâim olması, bu terazi iledir. Böylece insanların durumları düzelir. Yolların emniyeti sağlanır, mazlum hakkını alır, diğer insanlar da haklarını kolayca alırlar. Böylece hayat güzelleşir. İtaat hakkı îfâ olunur. Yâni herkes itaatkâr olur. Allahü teâlâ afiyet ve selâmet ihsan eder. Böylece din kâim olur, her tarafta dînimizin emir ve kaidelerine uyulur.
Allahü teâlânın emri hususunda çok dikkatli, pek hassas davran. Ayıb ve fesâd olan işlerden, iftiradan çok sakın. Suç sahiplerine, Allahü teâlânın emrettiği cezaları ver. Aceleci olma. Başkalarını rahatsız etmekten, sıkıntı ve üzüntü vermekten uzak ol. Rızkına kanâat eyle ki, gönlün rahat olsun. Gayretin, çalışman kararlı, istikrarlı olsun. Tecrübelerinden istifâde eyle. Sustuğunda çok dikkatli, uyanık ol! Konuştuğun zaman, doğruyu söyle.
Hasma karşı insaflı ol. Şüpheli, tereddütlü hâllerde dikkatli, ihtiyatlı, yavaş hareket eyle. Bir şeyin deliline iyice ulaş, delîli iyi tesbit et ki, hükmün kat’î ve sağlam olsun. Tebeândan birisini “cezalandırman îcâb ederse, herhangi bir himaye, müsamaha ve ayıplayıcının ayıblama ihtimâli, ceza vermene mâni olmasın. İyi tesbit et, acele etme. Temkinli davran. Dikkatli bak, kontrol eyle. Tedbirli ol ve iyi düşün. Gördüklerinden ibret al.
Rabbine karşı tevazu üzere bulun. İdaren altında bulunanların hepsine yumuşak muamele eyle Nefsine, Hakk’ı hâkim kıl. Haksız yere, haram olarak kan akıtmaya kalkma. Çünkü bu, Allah katındaki suçların büyüklerindendir.
İyi bil ki, sen vali tâyin edilmekle, idaren altında bulunan, kendilerinden mes’ûl olduğun insanların hazinedarı, koruyucusu ve gözetleyicisi olçlun. Bu vazifelerinden dolayı, idaren altında bulunanlara, korunup gözetilenler mânâsına ra’ıyye denilmiştir. Çünkü sen onları gözetirsin ve başlarında bulunursun.
Onlara bir me’mûr tâyin edeceğin zaman, görüş, tedbir ve tecrübe sahibi, işinin ehli, idareciliği bilen, namuslu, dürüst kimseleri tâyin et. Erzak hususunda ahâline bolluk sağla. Zîrâ bu, sana dayanan, üzerine aldığın Vazifenin îcâbı olarak yerine getirilecek haklardandır. Hiç bir meşguliyet seni bu vazifelerden alıkoymasın ve hiç bir mâni seni bu işleri yapmaktan uzak tutmasın.
Bütün bu nasihatlere riâyet edersen, beğenilen, düşmanların gözünde bile adaletinden razı olunan; bütün işlerinde, adalet, kuvvet, tedârik sahibi kıymetli bir idareci olursun. O hâlde, bu hususları yerine getirmeye gayret eyle ve hiç bir şeyi buna tercih eyleme ki, Allahü teâlânın izni ile işinin sonunda medholunmaya lâyık olasın.
İdaren altında bulunan yerlere vazifelendirdiğin kimselerin çalışmaları, hâl ve gidişatları hakkında sana malûmat yazıp bildirecek emin kimseler gönder. Böylece vazifelendirdiğin me’mûrların çalışmalarını tâkib et. Me’mûrlarına bir iş buyurmak gerekince, istediğin işin sonunu iyi düşün. Şayet bu işin âkıbetinde, selâmet, emniyet ve afiyet görürsen ve bu işten güzel netîce, nasîhat, iyi karşılık umarsan, yap. Aksi hâlde vazgeç. O iş hakkında, ilim ve basîret sahiplerine danış. Kişi sonunu düşünmeden bir iş yapmaya kalkarsa, kendisini tehlikeye attığı gibi işleri de bozulabilir. Bu sebeple her işinde ihtiyatlı ol.
Bu günkü işini, yarırta bırakma! Kendi işini kendin yapmaya çalış. Yarınki günde karşılaşacağın işler ve hâdiseler, yarına bıraktığın işleri yapmana mâni olur. Bil ki, gün, geçtiği zaman, içindekileri de birlikte götürür. Bugünkü işini yarına bırakırsan, yarına iki günlük işi biriktirmiş olursun. Bu ise seni çok meşgul eder, sonra hiç birini yapamazsın. Ama her günün işini o günde yaparsan, kendini ve bedenini rahatlatmış, sultânının işlerini de muhkem etmiş olursun.
İhtiyaç içerisinde bulunan hanelerin haklarını araştır. Geçim yüklerini üzerine al, durumlarını düzelterek sıkıntıya düşmelerini önle. Bundan başka fakirlerin, miskinlerin, durumunu sana kadar hükümdarların hâllerinden ve akıbetlerinden ibret al. Sonra dîninin hükümlerine uyarak, dîninin ve kitabının kâim olması için gayret edip, her hâlinde Allahü teâlânın emrine sımsıkı sarıl. Bunlara mugayir ve Allahü teâlânın gadabına sebeb Aolan şeylerden uzak dur.
Haramdan mal toplama ve malını israf ile harcama. Sık sık âlimlerin meclislerinde bulun, onlarla istişare et ve getirmeye muktedir olmayanların hakkını aramada bizzat alâkadar ol. Gizli mes’elelerini, sıkıntılarını öğren. Allahü teâlânın izni ile hâllerini düzelt. Hastaların barınıp tedavi görecekleri hastaneler yap. Onlara iyi bakıp, hizmet edecek, şefkatli davranacak hizmetçiler ve hastaları güzel muayene ve tedavi edecek tabibler tâyin eyle.
İşlerin çokluğu sende bıkkınlık meydana getirmesin ve insanlarla meşgul olmana mâni olmasın. İnsanların yanına gelmelerine, sık sık müsâde eyle. Onlarla görüş, kendilerine sakinlik göster. Merhamet kanatlarını onlara aç. Sevindiğini onlara göster. Bir şey istemekte ve konuşmakta kendilerine yardımcı ol. Onlara karşı şefkatli, merhametli ve cömerd ol. Verdiğini; üzmeden, başa kakmadan, cömertlikle, gönül açıklığı ile ver ve karşılığını yalnız Allahü teâlâdan bekle. Bu şekilde verilenlerin, Allahü teâlânın izniyle çok kârlı, kazançlı bir ticâret olduğunu bil.
Gördüğün dünyâ işlerinden ve senden önce, geçmiş asırlarda yaşayan helak olmuş milletlerdeki başkan ve kendileri ile beraber ol. Tek arzun; Hak teâlânın emirlerine tâbi olmak ve bunu yaymaya çalışmak, işlerin iyilerini, yüksek olanlarını tercih etmek olsun. Beraber olduğun, yanına girip çıkan kimselerin senin nazarında en hayırlı ve kıymetlisi, sende gördüğü bir kusuru, korkmadan ve çekinmeden, tenhâ bir yerde sana söyleyebilen kimse olsun. Böylelerinin sana olan samimiyeti, muhabbeti elbette yapmacık ve gösteriş değildir.
Emrin altında bulunanlara ve başkalarına karşı, yaptığın herhangi bir iyiliği başa kakma.
Sana yazdığım bu mektubumu iyi anlamaya çalış. Bu mektup hakkında ve mektupda yazılanlarla amel etmek hususunda sık sık düşün. Bütün işlerinde Allahü teâlâdan yardım iste ve hayırlı kılmasını dile. Muhakkak ki, Allahü teâlâ doğru ile ve doğru olanlarla beraberdir. Hâl ve gidişatın; Allahü teâlânın rızâsını kazanacak, O’nun dînine nizâm olacak, dînine tâbi olanlara izzet ve şeref bahşedecek, millete adalet ve sulh te’min edecek şekilde olsun.
Allahü teâlâdan dilerim ki; yardımını, muvaffakiyetini, doğru yolda bulunmanı ve muhafazanı güzel kılsın. Sana çok iyilikler ihsan etsin. Fazîlet ve rahmetini bol bol göndersin; düşmanlarını, hasımlarını ve cana baş kaldıran, haddi aşan azgınları helak etsin. Sana ve emrin altındakilere afiyet ihsan etsin. Şeytanı ve şeytanın vesveselerini senden uzak eylesin. İzzet, kuvvet ve yardım ile işini yüksek eylesin. Muhakkak Allahü teâlâ kullarına yakındır ve onların dualarını kabul edicidir.”
Abdullah bin Tâhir, babasının bu mektubunu okuduktan sonra, vazifesine başlamak üzere Rakka’ya doğru yola çıktı. “Târîh-i Taberî” de bildirildiğine göre, Abdullah’ın, vali olarak Rakka’ya gitmesi, babası Tâhir’in vali olarak Horasan’a gitmesinden altı ay sonradır.
Nasr bin Şebes’in çıkardığı isyan ve karışıklığı gidermek için, dört yıla yakın çalıştı. Sonunda 825 (H. 209) de Keysum kalesini alıp, Nasr’ı esir ederek Bağdad’a, halîfe Me’mûn’un yanına gönderdi.
Abdullah bin Tâhir, Rakka’da karışıklığı gidermeye çalışırken, Mısır’da Ubeydullah bin Serî isminde biri Mısır’a hâkim olmuş, halîfeye itaatten ayrılmıştı. Ayrıca, Endülüs’den kovulmuş olan on beş bin kadar kimse de Mısır’a gelerek İskenderiyye’yi ele geçirmişlerdi. Mısır’da bu hâdiseler, karışıklıklar sürüp gitmekle beraber, Abdullah bin Tâhir, Nasr ile uğraştığından, Mısır ile meşgul olamamıştı. 825 (H. 210) senesinde ordusu ile birlikte Mısır’a yürüyerek ele geçirdi. Ubeydullah emân dilemek mecburiyetinde kaldı. Ayrıca İskehderiyye’yi zabt edenlere de elçi gönderip, halîfeye itaat etmedikleri takdirde kendileri ile harbedeceğini bildirdi. Bu durum karşısında bulundukları yerden ayrılıp, İslâm diyarının dışında bir Rum beldesinin kenar kısmında yerleşmek üzere emân dilediler. Böylece harb olmadan, İskenderiyye’den sürülüp çıkarılmış oldular.
Kısa bir zamanda Mısır’da sükûneti sağlamayı başaran Abdullah bin Tâhir, Mısır ve Cezire bölgesinin valiliğine devam ediyordu. Bu arada franlı sapıkların çıkardığı Hurremî hareketinin başı olan Bâbek’in isyanı tehlikeli bir hâl aldı. Me’mûn, isyanı bastırmak için, Abdullah bin Tâhir’i Azerbaycan ve civarının valiliğine tâyin etti. Abdullah, Bâbek’lesavaşmak için Dînever beldesinde asker toplamakla meşgul iken, Horasan valisi olan kardeşi Talha’nın vefatı üzerine haricîler baş kaldırdılar. 828 (H. 214) senesindeki bu hâdiseden sonra, Abdullah bin Tâhir, Horasan valiliğine tâyin edildi. Kendisi asker toplamakla meşgul olduğundan, yerine kardeşi Ali’yi gönderdi. Fakat, yetmiş iki dalâlet fırkasının en azılılarından olan haricîler, taşkınlık ve isyanlarına, çapulculuk hareketlerine devam ettiler. Hattâ Nişâpur’a bağlı El-Hamrâ köyünü yağmalayarak, masum halktan pek çoğunu öldürdüler.
Bu hâdiseler üzerine, halîfe Me’mûn, Abdullah’a haber gönderip, Horasan’a kendisinin gitmesini emretti. Abdullah, Horasan bölgesine doğru yola çıktı. Ağustos 830 (Receb 215) da Nişâpur’a geldi ve orayı kendine baş şehir kabul etti.
Abdullah bin Tâhir, haricîlere karşı askerlerini cihâda teşvîk için şöyle hitâb etti: “Sizler, Allahü teâlânın dînine hizmet eden, dîninin emirlerini yapıp haramlarından sakınan, insanları, Allahü teâlânın yapışılmasını emrettiği ipine, yâni Kur’ân-ı kerîme ve emirlerine davet eden, dîninin bekçisi olan valilerine itaate ve müslümanların birliğine çağıran bahtiyar kimselersiniz. O hâlde, düşmanlarınızla, yeryüzünde fesâd çıkaran, azgın, taşkın ve Ehl-i sünnet ve cemâat yolundan ayrılan, dîninden çıkan kimselerle muharebenizde Allahü teâlâdan zafer ve nusret isteyiniz. Zîrâ Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: “Ey îmân edenler! Eğer siz, Allahü teâlânın dînine (ve Resûlüne) yardım ederseniz, O da size (düşmanınıza karşı) yardım eder (ve İslâmiyet’in emirlerini yerine getirmede ve muharebede) ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed sûresi: 7) öyleyse sabır, sığınağınız olsun! Sabırla istediğiniz yardıma kavuşursunuz. Çünkü sabır, Allahü teâlânın size haber verdiği muhkem bir kale, giyilmesini emrettiği sağlam bir zırhtır. Kendinizi tamamen Allahü teâlânın zikrine veriniz. O’ndan yardım isteyerek harb ediniz. Zîrâ Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: “Ey îmân edenleri Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız vakit, sebat edin ve Allahü teâlâyı çok zikr ediniz ki, kurtulasınız.” (Enfâl sûresi: 45) Allahü teâlâ, sabır bereketiyle sizi kuvvetlendirsin.”
Bundan sonra, Azîz bin Nuh komutanlığındaki on bin kişilik bir orduyu haricîler üzerine gönderdi. Bu ordu, Horasan ve Sistan bölgelerini haricîlerden temizlediği gibi, bir çoğunu da kılıçtan geçirdi. Abdullah bin Tâhir, 844 (H. 230) de Nişâpur’da, ömrünün sonuna kadar Horasan bölgesi valisi olarak kaldı. Horasan’dan başka; Rey, Taberistan ve Kirman’ı da idaresi altına almış idi. Vefatından sonra, yerine oğlu Tâhir vali oldu.
Abdullah bin Tâhir; geliri çok, eli açık, çok cömert bir zât idi. Malı olduğu hâlde, Allah rızâsı için harcamayanları tenkid eder, böyle yapmayı hiç hoş görmezdi. Bağdad’da vali iken, ihtiyaç sahiplerini tesbit ettirdi ve dört bin civarında olan bu fakirlere her gün ekmek ve et gönderdi. Ayrıca, elbise almaları için yazın yüz, kışın da yüz elli dirhem ihsan ederdi. “Hem kesesi dolu olmak, hem de iyilikle anılmak gibi iki haslet çok az kimsede bir araya gelebilir” derdi. Adaleti, cömertliği dillere destan idi. Bunun için, bir çok şâir, onun hakkında mersiyeler yazmışlardır.
Gayet edîp, zarîf bir zât olan Abdullah bin Tâhir, aynı zamanda kuvvetli bir şâir idi. Çok güzel şiirleri vardır, önceleri mûsikî ile meşgul olmuş ise de, sonraları tövbe ettiği ve mûsikî âletlerini kırıp parçaladığı kaynak eserlerde bildirilmektedir. Çeşitli mevzularda maharet ve istidadı vardı. Meşhûr Mısır kavununu ilk defa onun yetiştirdiği ve çok beğendiği, bu sebeple Mısır kavununa, ona nisbetle Abdellâvî denildiği bildirilmiştir. Çok şecâatli, cesur, heybetli bir zât idi. Aklı da cömerdliği gibi çok idi. İyilik ve ikramda üstüne yok idi. Çok sadaka verir, Allah rızâsı için çok harcardı. Adaleti meşhûr idi.
TAHTI TERS ÇEVİRTEN DUA
Abdullah bin Tâhir’in ne kadar âdil olduğu, mazlumları nasıl koruduğu hususunda kaynak eserlerde şu menkıbe bildirilmektedir: “Bir zaman, zaptiyeler birkaç hırsız yakalamış, vali Abdullah bin Tâhir’e bildirmişlerdi. Hırsızlardan biri kaçtı. Diğer taraftan Hiratlı bir demirci, Nişâpur’a gitmişti, işini bitirince, memleketine dönerken, gece vakti zaptiyeler kaçan hırsız zannedip, onu yakaladılar. Hırsızlarla beraber valiye çıkardılar. Vali; “Hepsini habsedin!” diye emir verdi. Demirci, hapishanede abdest alıp namaz kıldı. Ellerini uzatıp; “Yâ Rabbî! Günahım olmadığını, yalnız sen bilirsin ve beni buradan ancak sen kurtarırsın. Yâ Rabbî! Beni kurtar!” diye dua etti.
Vâli, o gece rüyada, dört kuvvetli kimsenin gelerek, tahtını tersine çevirdiklerini gördü ve uyandı. Hemen abdest alıp, iki rek’at namaz kıldı. Tekrar uyudu, aynı rüyâyı tekrar gördü. Uyanınca, bir mazlûmun âhını aldığını anladı.
“Binlerce top ve tüfek, yapamaz asla,
Gözyaşının seher vakti yaptığını.
Düşman kaçıran süngüleri, çok defa,
Toz gibi yapar, bir mü’minin duası.”
diye düşünüp; “Yâ Rabbi! Büyük, yalnız sensin! Sen öyle bir büyüksün ki, büyükler ve küçükler, sıkışınca, ancak sana yalvarır. Sana yalvaran ancak muradına kavuşur” dedi.
Hemen, o gece, hapishane müdürünü çağırtıp, hapishanede bir mazlumun olup olmadığını sordu. Müdür; “Bunu bilemem. Yalnız, biri namaz kılıp, çok dua ediyor. Gözyaşları döküyor” deyince, onu getirtti. Hâlini sorup anladı. Özür dileyip; “Hakkını helâl ve bin gümüş hediyemi de kabul et ve herhangi bir arzun olunca bana gel!” diye rica etti. Demirci; “Hakkımı helâl ettim ve hediyeni kabul ettim. Fakat işimi, dileğimi senden istemeye gelemem” dedi. “Niçin?” deyince, demirci dedi ki: “Çünkü, benim gibi bir fakir için, senin gibi bir valinin tahtını bir kaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına götürmem kulluğa yakışmaz. Namazlardan sonra ettiğim dualarla, beni nice sıkıntıdan kurtardı ve muradıma kuvuşturdu. Nasıl olur da, başkasına sığınırım? Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazînesinin kapısını açmış, sonsuz ihsan sofrasını, herkese yaymış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de, vermedi? İstemesini bilmez sen alamazsın. Huzuruna edeble çıkmaz san, rahmetine kavuşamazsın.” şiir
İbâdet eşiğine, kim ki, bir gece baş kodu,
Dostun lütfü, açar ona, elbette binbir kapu.
1) Vefeyât-ül-a’yân; cild-3, sh. 83
2) Târîh-i Bağdadî cild-9, sh. 483
3) Şezerât-üz-zebeb; cild-2, sh. 68
4) Mu’cem-ül-müellifîn; cild-6, sh. 65
5) Esmâ-ül-müellifîn; cild-1, sh. 440
6) El-A’lâm; cild-4, sh. 93
7) Târîh-i Taberî; cild-8, sh. 581
8) Târih-i Ümem-il-İslâmiyye; sh. 204
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 198
10) Riyâd-ün-nasihîn (Muhammed Rebhânî, İstanbul 1405); sh. 104
11) Kâmus-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3102
12) Tabakât-ı Nasırı; cild-1, sh. 13