Emevî devletinin beşinci halîfesi. Künyesi Ebu’l-Velîd, lakabı Ebu’l-Muluk’dur. 646 (H. 26) senesinde Medîne’de doğdu. 705 (H. 86) da Dimeşk’da cüzzam hastalığından vefat etti. Soyu; Abdülmelik bin Mervân bin Hakem bin Ebi’l-As bin Umeyye bin Abdisems bin Abdimenaf’dir. Anne tarafından soyu ise, Muaviye bin Velîd bin Mugîre bin Ebi’l-As bin Umeyye’dir. Nesebi, anne ve baba tarafından Ebu’l-As’da birleşir. Babası Mervân bin Hakem, Emevî halîfelerinin dördüncüsü olup, hazret-i Osman bin Affan’ın amcasının oğlu, damadı ve başkatibi idi. Annesi Aişe binti Muaviye, üstün vasıflar ve iyi huylar sahibi bir hatun olup, ahlâkı ve üstün vasıfları darb-i mesel haline gelmiştir.
Abdülmelik bin Mervân, hazret-i Osman’ın halifeliği sırasında doğdu ve ilim öğrenip, iyi bir tarzda yetişti. Kur’ân-ı kerîmi hazret-i Osman’dan okuyup ezberledi. On yaşında hazret-i Osman’ın şehid edilmesi hadisesini gördü. On altı yaşında iken halîfe hazret-i Muaviye tarafından Medine divanı reisliğine tayin edildi. Hicaz alimlerinden tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini öğrendi.
İbn-i Sa’d’ın rivayetine göre, Ebu Hureyre’den, Cabir bin Abdullah’dan, Ebu Sa’id-i Hudn’den ve diğer sahabeden hadîs-i şerîf dinleyip rivayet etti. Şiire ve edebiyata ziyadesiyle alaka duyardı. Gençliğinde zühdü ve ibadetleriyle tanındı. Uzun seneler Medine’de divan reisliği vazifesinde bulundu. Bu arada Cemel, Sıffin, Kerbela vak’alarına ve Harra savaşı gibi çeşitli hadiselere şahid oldu.
Abdülmelik bin Mervân, babasının vefatı üzerine 684 (H. 65) senesinde Dimeşk’da halifelik makamına geçti. 7 senesi Suriye ve Mısır’da, 14 senesi de bütün İslâm memleketlerinde olmak üzere; 21 yıl halifelik yaptı. Halîfe olunca, sadece Suriye ve Mısır ahalisi bî’at etti. Bu sırada İslâm aleminde durum oldukça karışıktı. İslâm dünyasında muhtelif bölgeler, değişik kimselerin veya fırkaların hakimiyeti altında idi. Bu bakımdan Abdülmelik bin Mervân çeşitli güçlüklerle karşılaştı.
Mekke’de Abdullah bin Zübeyr (radıyallahü anh) halife Abdülmelik’ten önce, halifeliğini îlan etmiş durumdaydı. Hicaz ahalisi ona bî’at etmişti ve İslâm aleminin büyük bir bölümünde de ismen halîfe olarak tanınmıştı. Diğer taraftan sebeîler oldukça tehlikeli bir hal almışlardı. Bunların çeşitli siyasî manevralara girmeleri, halîfe Abdülmelik’in işini güçleştiriyordu. Muhtelif eyaletlerde vuku’ bulan tehlikeli isyanlar durumu iyice zorlaştırıyordu. Bu iç karışıklıklardan istifade eden Bizans devleti, batıdan Suriye üzerine akınlar düzenliyor ve halîfeyi rahatsız ediyordu.
Halife Abdülmelik önce iç karışıklıkları ortadan kaldırıp, bütün İslâm alemine hakim olmak için büyük bir gayretle mücadeleye başladı ve bu mücadeleler senelerce sürdü. Netîcede bütün İslâm memleketlerine hakim oldu ve İslâm dünyasının tamamı bî’at etti. Bunun için yedi sene mücadele veren halife Abdülmelik, daha sonra Kuzey Afrika’da, Anadolu’da ve doğuda fetihler yaptı. Bizans’a karşı da üstünlüğünü kabul ettirdi.
Abdullah bin Zübeyr, Abdülmelik bin Mervân’ın halîfeliğinden önce, sebetlerin hareket halinde bulunduğu Mekke ve Kufe şehirlerine hakimdi. Fakat sebeîler, bu bölgede büyük bir karışıklığa sebeb olmak için fırsat kolluyorlardı. Abdülmelik bin Mervân, halîfeliğe geçmeden önce, babası tarafından bu sapık gürûh üzerine İbn-i Ziyad komutasında bir ordu gönderilmişti. Ordu yolda iken halife Mervân vefat etmişti. Yeni halife bir mektup göndererek, İbn-i Ziyad’a, vazifesine devam etmesini ve Irak üzerine yürümesini bildirdi.
Bunun üzerine İbn-i Ziyad aldığı emre göre hareket etti. Sebeîler de önceden başladıkları hazırlıkları tamamlayıp, Süleyman bin Surad el-Huzaî komutasında bir ordu ile 685 (H. 65) senesinde harekete geçtiler. Irak’tan gelen sebeîler ile Suriye’den yürüyen İbn-i Ziyad komutasındaki ordu yolda karşılaşınca çarpışmalar başladı. Çetin bir mücadeleden sonra, İbn-i Ziyad, sebeîleri bozguna uğrattı. Başta liderleri Süleyman bin Surad olmak üzere pek çoğu öldürüldü. Halîfe Abdülmelik zafer haberini alınca, bu mühim huzursuzluk kaynağı ve fitnenin önlenmesinden dolayı ziyadesiyle memnun oldu.
İç karışıklıklara sebeb olanlardan biri de Irak’da ortaya çıkan Muhtar bin Ebî Ubeyd es-Sakafî idi. Bu da bazı cahil ve gönlü kırık müslümanları istismar ederek, başa geçmek ve sapık fikirlerini yaymak düşüncesindeydi. O günkü siyasi durum, bu emellerini gerçekleştirmek için müsaitti. Emeline ulaşmak için de sebeîlerin çoğunlukta bulunduğu Irak’ı seçmişti. 684 (H. 64) senesinin ilkbahar mevsiminde Kufe’ye gitti. Muhtar es-Sakafî’, Kufe’ye varınca, kendisinin hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed Hanefî’nin veziri olduğunu söyledi. Bu hileli yola başvurarak, kendine tarafdar topluyordu. Netîcede epeyce tarafdar topladı.
Propaganda faaliyetlerini hızlı bir şekilde sürdürürken, vali tarafından hapsedildi. Fakat kısa bir süre sonra yine çıktı ve faaliyetlerine devam etti. Bu sırada Süleyman bin Surad öldürülmüştü. O’nun ölmesi ve adamlarının başsız kalması, Muhtar es-Sakafî’ için bir fırsat oldu. Diğer taraftan, o devrin en meşhûr komutanlarından olan İbrahim bin Malik el-Ester’i tarafdarları arasına alarak, askerî bir güç kazandı. Başlangıçta sebeîlerden gözüken Muhtar es-Sakafî’, yeterince güce sahib olunca, kendi siyasî düşüncelerini ve emellerini ortaya koymaya başladı. İslâm’ı ihyâ edecek mehdî olduğunu söylüyor, kuvvetli ve te’sirli bir hatîb olması sebebiyle, çevresini te’sir altına alıyordu.
Muhammed bin Hanefî’nin ismini de kendine perde ederek, sebeîleri istismar ediyordu. Nihayet 685 (H. 66) senesinin Rebî’ul-evvel ayında fiilen harekete geçti. Kufe valisi Abdullah bin Mutî’nin kuvvetlerini mağlub edip, Mekke’ye kaçmalarını sağladı. Meşhûr komutan İbrahim bin Malik el-Ester’in emrindeki kuvvetlerle kendilerine karşı duran güçleri kırdı ve Kufe’ye tamamen hakim oldu. Kısa bir zamanda, Basra bölgesi dışındaki bütün doğu eyaletlerine nüfuzunu kabul ettirdi.
Kendi adamlarından Azerbaycan’a, Hemedan’a, İsfehan’a ve Musul’a valiler tayin etti. Bütün bu başarıları sebeîlerin desteği ile elde eden Muhtar es-Sakafî’, kendi fikirlerini yaymağa başlayınca; bu desteğini kaybetti. Halîfe Abdülmelik; kumandanı Ubeydullah bin Ziyad, Kayslılar ile mücadele halinde olduğundan, Muhtâr es-Sakafî’nin üzerine gitmeye fırsat bulamamıştı ve bir seneye yakın bir zaman geçmişti. Bu zaman zafında Muhtar es-Sakafî’ Irak’a hakim olmuştu. Ubeydulah bin Ziyad, Kayslıların gücünü kırıp Mısır’a doğru ilerleyince, Muhtar es-Sakafî’nin Musul valisi de şehri terkedip Tebriz’e çekilmek mecburiyetinde kaldı.
Muhtâr es-Sakafî’, Abdülmelik’in ordusunu idare eden Ubeydullah bin Ziyad’ın ilerlemesine engel olmak için Yezîd bin Enes komutasında bir kuwet gönderdi. 9-10 Temmuz 686 (H. 66) da yapılan çetin bir savaşta, Muhtar es-Sakafî’nin kuvvetleri mağlub oldu. Bunun üzerine Muhtar es-Sakafî meşhûr komutanı İbrahim bin Malik el-Ester komutasında daha güçlü bir orduyu Ubeydullah bin Ziyad’a karşı gönderdi. 5-6 Ağustos 686 (H. 67) senesinde yapılan kanlı bir savaş neticesinde halife Abdülmelik’in ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı ve komutan Ubeydullah bin Ziyad da öldürüldü.
Muhtar es-Sakafî, bu başarısına karşılık Abdullah bin Zübeyr’den, başta Irak olmak üzere doğu vilayetlerinin valiliğini istedi. Fakat red cevabı alınca, açıkça mücadeleye girdi. Abdullah bin Zübeyr, Muhtar es-Sakafî üzerine kardeşi Mus’ab komutasında bir ordu gönderdi. Bu sırada Muhtar es-Sakafî’nin en kuvvetli desteği olan meşhûr komutanı İbrahim bin el-Ester, Cezire’de bulunuyordu.
Dolayısıyla Muhtar es-Sakafî en kuvvetli desteğinden uzak idi. Nitekim Mus’ab komutasındaki ordu karşısında tutunamayıp, Kufe’ye çekilen Muhtar es-Sakafî, saraya kapanarak kendine yardım edecek kuvvetin gelmesini bekledi. Fakat umduğunu bulamadı. 3 Nisan 687 (H. 67) senesinde kendisine bağlı 6 bin kişi ile kapandığı saraydan bir çıkıs hareketi yaptı ise de, çarpışma esnasında öldürüldü. Böylece bir seneden beri Irak’ı hakimiyetinde tutan ve büyük fitnelere sebeb olan Muhtar es-Sakafî tehlikesi sona ermiş oldu.
Abdülmelik bin Mervân, Gezîre’de bulunan İbrahim bin el-Ester’i kazanmak için, tesebbüse geçtiyse de bir netice alamadı. Çünkü o, Mus’ab’ın tarafına geçmişti. Abdülmelik bin Mervân, Irak’a karşı harekete geçmeyi düşündüğu sıralarda, Bizans devleti, karışıklıklardan istifade ederek, harakete geçti. Abdülmelik bin Mervân önce bu tehlike ile meşgul oldu. Sonra, 689 (H. 70) senesinin yazında Mus’ab’ın üzerine yürüdü. Fakat Dimeşk’tan ayrılmasından kısa bir süre sonra, Amr bin Sa’îd isyan ederek halifeliğini Îlan edince, geri dönüp ayaklanmayı bastırdı ve onu öldürdü.
Ertesi sene tekrar Irak üzerine yürüdü. Fakat mevsimin kış olması sebebiyle bir netîce alamadan döndü. 691 (H. 72) senesinde tekrar Mus’ab’ın üzerine yürüdü. Abdülmelik bin Mervân savaştan önce Mus’ab’ın ordusunu yıpratmak maksadıyla, bâzı komutanlarıyla temasa geçip elde etti. Mus’ab’ın ordusunda bulunan Iraklıların da, savaşmaya isteksiz olmaları sebebiyle, Abdülmelik bin Mervân daha savaşın başında üstünlük elde etmişti. Nihayet Mus’ab’ın ordusu ile, 691 (H. 72) senesinde Maskîn ile Bacumeyra arasındaki Deyr’ul-cesalik mevkîinde, savaşa tutuştular.
Mus’ab’ın meşhûr komutanı İbrahim bin Malik el-Ester daha savaşın başında öldürüldü. Diğer taraftan Irak birlikleri savaşa katılmadan meydanı terk ettiler. Çok yalnız bir vaziyete düşen Mus’ab öldürüldü ve Abdülmelik bin Mervân Irak tarafına tamamen hakim oldu.
Abdülmelik bin Mervân bu savaşı kazandıktan hemen sonra, Kufe ve Basra halkı ona bî’at ettiler. Bundan sonra sebeîler ile savaşan Mühelleb’e, bi’at etmesi için haber gönderildi. Kufe ve Basra halkının bi’at ettiğini öğrenince bî’at etmek mecburiyetinde kaldı.
Horasan valisi Abdullah bin Hacim, Abdülmelik’in halîfeliğini kabul etmiyordu. Bir isyan neticesinde öldürülünce, bu bölge halkı da bi’at etti. Böylece 691 (H. 72) senesinin sonlarına doğru, Hicaz bölgesi hariç, bütün İslâm memleketleri Abdülmelik bin Mervân’ın halîfeliğini tanımış oldu. Abdülmelik bin Mervân, Kufe’ye, Basra’ya ve diğer vilayetlere kendi valilerini tayin ettikten sonra, Dimeşk’a döndü. Mekke’de bulunan Abdullah bin Zübeyr’den başka muhalifi kalmamıştı.
Abdülmelik bin Mervân, Kufe’den Dimeşk’a dönmek üzere harekete geçmeden; Mekke üzerine iki bin kişilik bir birlik gönderdi. Bu birliğin komutasını, Irak’da yaptığı savaş sırasında gösterdiği başarı ile dikkat çeken Haccac bin Yusuf es-Sakafî’ye vermişti. Haccac, 692 (H. 73) senesinin Ocak ayında Mekke yakınındaki Taif şehrinde karargahını kurdu. Abdülmelik bin Mervân, Haccac’a Mekke’ye karşı hemen saldırmamasını, önce sulh yapmaya çalışmasını emretmişti.
Fakat, Haccac bu talimata uymayıp, Arafat dağı istikametinden birlikler göndermeye başladı. Bu birlikler her seferinde Abdullah bin Zübeyr’in kuvvetleri karşısında mağlub oluyordu. Haccac, Abdülmelik bin Mervân’a mektup gönderip, yardımcı kuvvetler ve Mekke’ye taarruz izni istedi. Bu istekleri kabul edilip Tarık bin Amr komutasında beş bin kişilik bir kuvvet gönderildi.
Haccac, istediği yardımı ve talimati aldıktan sonra, üç aydan beri karargah olarak kullandığı Taif’den Mekke’ye doğru harekete geçip, Mekke’nin güney batısındaki Ebu Kubeys dağı üzerine karargah kurdu ve Nisan ayında Mekke’yi fiilen muhasaraya başladı. Yardıma gelen kuvvetle de 692 (H. 72) senesinde 24 Nisan günü Mekke önünde buluştu. Abdullah bin Zübeyr ve Mekke halkı ise sonuna kadar mücadeleye karar vermişlerdi. Bu sırada Hac mevsimi de girmişti. Haccac, birlikleriyle beraber hac yapmak istedi. Adullah bin Zübeyr onu Mekke’ye sokmayacağını bildirdi. Bundan sonra Haccac, mancmiklarla Mekke üzerine taş yağdırmaya başladı.
Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah bin Ömer, Haccac’a bir adam göndererek hac yaparken taş atmamasını isteyince, Haccac hac mevsiminin sona ermesine kadar taş atmaya ara verdi. Mekke’ye gelen hacılar memleketlerihe dönmeyip Abdullah bin Zübeyr’in emrine girdiler. Fakat muhasara sebebiyle Mekke’de açlık tehlikesi yavaş yavaş hissedilmeye başlamıştı. Açlık had safhaya ulaşıp içerdekiler çaresiz kalınca, büyük bir grup Mekke’den çıkarak Haccac tarafına geçmek mecburiyetinde kaldı. Abdullah bin Zübeyr ise, sonunda, yanında bir kaç adamıyla kalmıştı. Şehirden çıkarak, kendisine bağlı olanlarla hücûma geçti.
O sırada 72 yaşında bulunuyordu. Büyük bir cesaret ve çeviklik göstererek savaştı ve Cemazil-evvel ayının 14. 692 (H. 73) senesinde şehid edildi. Abdullah bin Zübeyr, Mekke’de dokuz sene halifelik yaptı. Cesur, dindar ve pek çok üstün meziyetlere sahip bir zat idi. Bu hadiseden sonra, Hicaz da, Abdülmelik bin Mervân’ın idaresi altına girdi. Haccac ise; Hicaz, Yemen ve Yemame valiliğine tayin edildi.
Abdülmelik bin Mervân, bütün bu başarılara rağmen haricîlerle meşgul olamamıştı. Haricîler ise, halîfenin muarızlarıyla meşgul olmasından istifade ederek iyice güçlenip, İran’ın güney bölgesini ele geçirmislerdi. Bunlar çetin çarpışmalara giriyorlardı. Bilnassa Ezrakî kolu çok azitmiş idi. Abdülmelik bin Mervân, haricîler üzerine Muhelleb’i gönderdi, fakat mücadeleler devam etti. Bunun üzerine Haccac’i gönderdi. Haccac ile Muhelleb, emirlerinde bulunan kuvvetleri birleştirip, Haricîler üzerine yürüdüler. 697 (H. 78) tarihinde İran’da yapılan çetin ve kanlı bir çarpışma sonunda haricîlerin büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi. Geri kalanları da El-Ahsa çöllerinde oturmaya tabi tutuldular. Böylece bu mes’ele de halledilmiş oldu.
Halîfe Abdülmelik, bütün doğu eyaletlerini umumî bir valilik haline getirerek, karışıklıkları tamamen ortadan kaldırmayı ve fetihleri muntazam bir şekilde sürdürmeyi istedi. Bir diğer maksadı da, çeşitli vilayetlerden gelen devlet gelirlerinin bir tertibe konarak merkeze ulaşmasını te’min etmekti.
Bu umumî valilik vazifesini Haccac’a verdi. Haccac da 697 (H. 78) senesinde Muhelleb’i Horasan valiliğine tayin edip, bölgeyi emniyete aldı. Sonra, Emev; devletindeki iç karışıklıklar sebebiyle önceden verdiği vergiyi kesen Türk hükümdarı Rutbil üzerine ordu gönderdi. Ubeydullah bin Ebî Bekr komutasındaki bu ordu, 698 (H. 79) senesinde Rutbil üzerine yürüdü. Rutbil, önce senede beş yüz bin dirhem vergiye razı oldu ve üç oğlunu rehin olarak verdiyse de, Ubeydullah bin Ebî Bekr’in komutanlarının biri sulhu kabul etmeyerek hücûm etti. Bunun üzerine, savaş yeniden başladı.
Fakat Emevî ordusu kaybetti. Komulanları da öldürüldü. Bundan sonra Haccac, Kufe’nin ileri gelenlerinden Abdurrahman bin Muhammed bin el-Es’as’ 699 (H. 80) senesinde orduya kumandan tayin etti. Bu komutan önce başarılı fetihler yaptıysa da sonradan Haccac’ın aceleci tutumu sebebiyle, ordusu uzun ve güç bir harbe girmek istemedi. Haccac’ın tehditli mektupları üzerine kumandan Abdurrahman isyan etti. Kendisine epeyce taraftar da topladı. Rutbil ile anlaşma yaptı. Fakat üzerine gönderilen kuvvetle, isyanı bastırıldı. Kendisi de öldü.
Halife Abdülmelik’i, Bizans devleti de epeyce meşgul edip, pek çok güçlükler çıkardı. Sıkışık durumda iken Bizans’la, büyük bir maddî meblağ vererek sulh yaptı. Fakat Bizanslılar, bu sulhu daha sonra bozdu. Bizans devleti ile mücadele hemen hemen halife Abdülmelik’in bütün halifelişi müddetince devam etti. Sonunda Bizans’a karşı üstünlük sağlandı. Mûsâ bin Nusayr, Tarık bin Ziyad gibi meşhûr komutanlar vasıtasıyla fetihler yapıldı ve İslâm toprakları doğuda Hindistan’a, batıda İspanya içlerine kadar genişledi.
Abdülmelik bin Mervân zamanında Kuzey Afrika’da, Anadolu ve doğuda büyük fetihler yapıldı. Abdülmelik bin Mervân’ın en meşhûr komutanlarından olan Ukbe bin Nafi’nin 682 (H. 63) senesinde şehîd edilmesinden sonra İslâm orduları, Mısır sınırlarına kadar geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştı.
Tunus’un sahil kısımları da Bizans devletinin kontrolü altına geçmişti. Tunus’un iç kısımları ise Kusayla adında bir Berberî reisin idaresi altında bulunuyordu. Bu Berberî reis, Bizans’a bağlı olmakla beraber, yari müstakil durumda idi. Bu durumda müslümanlara karşı, Berberî-Bizans ittifaki ortaya çıkmıştı. Onların ittitaki karşısında Mısır valisi Abdulaziz bin Mervân, düşmana karşı harekete geçemiyor ve askeri bir müdahalede bulunamıyordu. Bizansla ittifak halinde olan Berberî lideri Kusayla, müslümanların imar ettikleri Kayrevan’ı ele geçirdi. Bu bölgede beş sene kadar hüküm sürdü. Abdülmelik bin Mervân, Kuzey Atrika’daki bu gelişmeleri çok tehlikeli gördü.
Kardeşi Abdulaziz bin Mervân’ı Mısır valiliğine tayin etti ve şöyle nasihat etti: “Güler yüzlü ol! Etrafına yumuşak davran! İşlerinde hilm ve yumuşakliği seç. Çünkü, böyleyapman, seni maksadına gabuk ulaştırır. Halk ile aranda irtibatı te’min eden kimseyi iyi gözet. O, senin en yakınlarından olsun. Çünkü o senin, hem yüzün, hem dilin mesabesindedir. Bu sebeble kapmda, durumunu çok iyi bildiğin kimsedursun. Zira ona istersen izin verir, istemezsen vermezsin.
Meclise girdiğinde, selam ver. Böyle yaparsan, o meclistekilerin yakınlığını kazanır, kalblerindeyeredersin. Sana halledilmesi icabeden bir mes’ele arzedildiğinde, o hususta güvenilir kimselerle istişare et. Çünkü istişare ile, kapalı ve çözülmesi zor işler çözülür. Birisine kızarsan, cezâ vermekte acele etme, cezasını geciktir. Çünkü cezayı her zaman verebilirsin. Fakat, cezayı verdikten sonra pisman olup, ondan vazgeçmen mümkün değildir.”
Abdülmelik bin Mervân, kardeşine ayrıca, merkezden yardımcı kuvvetler gönderdi. Derhal harekete geçmesini emretti. Zuheyr bin Kays’ın komutasına bir ordu verildi. Zuheyr bin Kays, Berka üzerinden Tunus’a doğru ilerlemeye başladı. İslâm ordusunun bu harekatı üzerine, Berberîler geri çekildiler. Kayrevan şehri herhangi bir çarpışma olmadan Zuheyr bin Kays’ın eline geçti. Berberî lideri Kusayla, Kayrevan’ın batısında İslâm ordusuna karşı çıktı. 688 (H. 69) yılında yapılan çetin bir savaşta, Berberî lideri Kusayla öldürüldü.
Diğer taraftan, Kusayla’nın muttefiki olan Bizans imparatoru İkinci Justinianus, İslâm ordusunun zaferini işitir işitmez harekete geçti. Kuzey Afrika’da kırıları hakimiyetini yeniden kurmak için İstanbul’dan donanma gönderdi. Sicilya’dan takviye kuvvetler de alan Bizans donanması Kartaca’ya çıkarma yaptı. Bu sırada Batıya doğru ilerlemekte olan Zuheyr bin Kays komutasındaki İslâm ordusu, Bizans donanmasının çıkarma harekatmi haber alınca, derhal geri dönüp, Bizans kuvvetlerinin karşısına çıktı.
Yapılan şiddetli savaşta Zuheyr bin Kays şehid düştü ve İslâm ordusu galib olamadı. Bu durum Kuzey Afrika’daki hakimiyeti tehlikeye düşürdüğü gibi, Berberîlerin de yeniden isyan etmelerine sebeb oldu. Ancak Berberî kabîleleri, aralarında tam bir ittifak kuramadıkları için, Kayrevan’da bulunan İslâm ordusuna önemli bir zarar veremediler.
Mısır valisi Abdulazîz bin Mervân durumu halffe Abdülmelik bin Mervân’a bildirip, yardım istedi. Halife, Hassan bin Nu’man el-Gassanî komutasında kuvvetli bir ordu gönderdi. Merkezden Kuzey Afrika’ya ilk defa böyle kuvvetli bir ordu sevk ediliyordu. Ordu komutanı Hassan bin Nu’man’ın ilk hedefi Kartaca idi. Kendisi sahilden gidiyor, donanma da onu takib ediyordu. Kartaca’ya ulaşıp hücûm edince, fazla bir mukavemet görmeden şehri ele geçirdi ve halkın Sicilya’ya göçmesine müsade etti.
Kartaca’nın müslümanların eline geçtiğini haber alan Bizans imparatoru Leontios bir donanma hazırlayıp, saray erkanından Juhannes komutasında yola çıkardı. 697 (H. 78) senesinde gönderilen bu Bizans donanması, Kartaca önlerine ulaştığı sırada, İslâm ordusu Berberîlerle mücadele halinde idi. Kahine adıyla bilinen bir kadın, etrafında toplandığı Berberîlerle İslâm ordusuna karşı savaşıyordu. Hassan bin Nu’man, zor durumda kaldı.
Berka’ya kadar geri çekildi. Bu sırada Kartaca önlerine gelen Bizans donanması şehri kolayca ele geçirdi. Hassan Bin Nu’man ise, merkezden yardımcı kuvvet gelinceye kadar bekledi. Yardımcı kuwet gelir gelmez hücûma geçip, Kartaca’yı ve Bizans’ın eline geçmiş olan diğer şehirleri geri aldı. Yenilen Bizans kuvvetleri, Kartaca’yı terkedip Girit’e çekildi.
Bu defa Hassan bin Nu’man, Berberîler üzerine yürüdü. Berberîleri hakimiyeti altında bulunduran Kahine, bu bölgeyi müslümanların almasını ve istifade etmelerini engellemek için, emrindeki kuvvetlere, bölgenin şehirlerini ve kalelerini yıktırip harab ettirdi. Fakat yaptırdığı bu tahribat Berberîlerin kendinden sogumasına sebeb oldu. İslâm ordusu komutanı Hassan bin Nu’man, Berberî kabîlelerinin reislerine bazı vadlerde bulunarak, onların Kahine’yi desteklemelerini engelledi. Sonra da 702-703 (H. 83) senesinde hücûma gecti. Avras bölgesinde yapılan savaşı kazandı. Berberîlerin lideri Kahine bu savaşta öldürüldü.
Başsız kalıp, dağınık bir hal alan Berberîlere, İslâm ordusu komutanı Hassan bin Nu’man gayet güzel ve müsamahah davranıp iyilikte bulundu. Bu güzel muamele karşısında Berberîler, kitleler halinde müslüman oldular. Bütün bunların netîcesinde, Kuzey Afrika tamamen İslâm devletinin hakimiyeti altına girdi. Bizans ise, bir daha dönememek kaydı ile kuzey Afrika’yı tamamen kaybetti.
Abdülmelik, halîfelişe geçtiği sene, Bizans devleti ile sulh yapmıştı. İçinde bulunulan şartları atlatmak ve hakimiyeti sağlamak için, Bisans ile yapılan bu andlaşma birkaç sene devam etti. Andlaşmaya görd; Bizans’a üç yüz altmış bin dinar, üç yüz altmış köle ve bu kadar da saf kan Arab atı verilmesi kabul edilmişti. Andlaşmadan sonra, Bizans cephesinde savaşlar durdu. Ancak Irak ve el-Cezîre taraflarındaki Ermeniler, 686 (H. 67) senesinden îtibaren, Bizans’dan aldıkları yardımlarla müslümanları rahatsız etmeye başladılar.
Abdülmelik bin Mervân, 689 (H. 70) senesinde, iç karışıklıklara karşı harekete geçmek için Bizans kralı İkinci Justinianus ile yeni bir andlaşma yaptı. İki yüzlü bir siyaset izleyen Bizanslılar, andlaşmaya uyar gözükerek kendileri saldırmıyor, başkalarını saldırtıyorlardı. Hıristiyan ve eşkiya bir kavim olup, Amanos ve Toros dağlarının sarp ve Antakya’nın bataklık bölgelerinde oturan Merdaîler bunlardandı. Bisans’dan yardım alıp müslümanlara saldırıyorlardı.
Müslümanlar Antakya’yı fethedince, İslâm Devleti’nin hizmetine girip Amanos geçitlerini kontrol altında tutmaya başladılar. Bununla birlikte Merdailer, kimden daha çok menfaat görürse, onların tarafına geçiyorlardı. Çok geçmeden, Bizanslılardan aldıkları rüşvet ve yardım ile Suriye müslümanları üzerine yürüdüler. Bizanslılar da, müslümanların iç karışıklıklarından istifade ile taviz koparmaya kalkıştı. Bu durum karşısında Abdülmelik bin Mervân, Bizansla yeniden sulh yaptı. Önceki sulh şartları aynen kalmakla beraber; Kıbrıs ve Gürcistan’dan alman vergilerin yarısı Bizans’a verilecekti. Buna karşılık Bizans, müslümanlar üzerine yürüyen hıristiyan eşkiyası Merdaileri geri cekecekti.
Fakat Bizans hükûmeti, Merdatlerden bir kısmını kendi ülkesine, Antalya bölgesine ve Mora yarımadasına yerleştirip bunların gücünden faydalanmak istedi. Diğer taraftan Kibns ahalisinden de bir kısmını Kyzikos’a yerleştirdi. Netîcede savaş çıktı. Bizans kralı ikinci Justinianus, Selanik civarındaki büyük Slav kitlelerini Anadolu’da Bithinia eyaletine yerleştirdi. Bunların savaş gücünden faydalanarak, müslümanları mağlub edeceğini zannedtyordu. Bu sırada Irak’taki karışıklıklar sona ermişti.
Halifenin kardeşi Muhammed bin Mervân, el-Cezîre valisi olmuş, burada devletin otoritesini güçlendirmişti. Şartlar, artık müslümanların lehine işliyordu. Müslümanları kolayca mağlub edeceğini zanneden Bizans imparatoru, hesabında çok yanılmıştı. Nitekim 692-693 (H. 73) senesinde Sivas yakınlarında yapılan savaşta, kat kat fazla olan Bizans ordusu, Muhammed bin Mervân’ın komuta ettiği İslâm ordusu karşısında ağır bir mag 10-biyete uğradı.
Bu savaşta müslümanların güzel ahlâklarını, kendilerine karşı müşfik davranışlarını gören çok sayıda Slav asıllı Bizans askeri, İslâm ordusu tarafına geçti.
İslam ordusu kumandanlarından Osman bin Velid, yaptığı akınlarla, Bizanslıları Van Gölü civarından çıkardı. Bölgenin büyük bir bölümü müslümanların hakimiyeti altına girdi. Savaş sırasında İslâm ordusuna katılan Slavlar Kuzey Suriye’de yerleştirildiler. Bizans’a karşı yapılan gazalarda bu Slavlardan istifâde edildi. Bir ara Ermenilerin Bizans destekli isyanı üzerine Bizansla yeni bir anlaşma yapıldı. Bundan bir müddet sonra 695 (H. 76) senesinde yapılan bir savaşta Bizanslılar, Maraş bölgesini boşaltmak zorunda kaldılar ve Van bölgesinin güney kısımları müslümanlara bırakıldı.
Bu zaferden sonra İslâm ordusu, Bizans üzerine her sene akınlar yapmaya başladı. Velîd bin Abdülmelik, Anadolu’ya başarılı seferler yaptı. 700-701 (H. 81) senesinde ise Abdülmelik’in oğullarından Abdullah, Anadolu’ya bir sefer yaparak Erzurum’u fethetti. 702 (H. 83) senesinde Darende’yi, 703 (H. 84) de ise Masisa’yı aldı.
Doğuda ise, Horasan’a vali tayin edilen Muhalleb 699 (H. 80) senesinde Belh nehrini geçerek Kis’e ulaştı. Kiş halkı ile cizye vermeleri şartıyla sulh yaptı. Bundan sonra Horasan valiliğine tayin edilen Yezid, Badgîs’deki Nîrek kalesini aldı. Yezid’den sonra Horasan valisi olan Mufaddal zamanında Badgis fethedildi, Daha sonra da Nem Ahurun ve Şuman’a yapılan seferlerde zaferler kazanıldı.
Abdülmelik bin Mervân, hilafeti esnasında, güçlü otoritesi ve kuvvetli kişiliği ile devlet işlerinde yeni düzenlemeler yaptı. İnsanların din bilgilerini öğrenmelerinde kolaylık olması için, Arabça öğrenmeyi tesvîk etti. Müslümanlardan başkasının devlet dairelerinde calismalarına mani oldu. Devlet dairelerinde Arabça’dan başka dil kullanılmasını yasakladı. Devrinde posta ve haberleşme teşkilatları ıslâh edildi. Alimlere önemli mevkîler verilerek, ilmi çalışmaların gelişip yayılmasına yardımcı olundu. Farsça bir çok divan Arabça’ya tercüme edildi. İmar faaliyetleri arttırıldı ve pek çok eser yapıldı.
Daha önceleri, Bizans ve İran paraları kullanıhrken İslâm tarihinde ilk defa para bastırıldı. Bizanslıların, durumu istismar edip, paraları propaganda aracı olarak kullanmaya başlamaları üzerine Halife Abdulrnelik de, altın ve gumuş para bastırdı. Bizans ve İran paralarının kullanılmasını yasakladı.
Sahabe ve Tabiînden, Abdülmelik bin Mervân’ı tanıyanlar buyurdular ki:
İbn-i Sa’d; “Abdülmelik, gençliğinde zahid bir kimse olup ibadetle meşgul olurdu.”
Yahya el-Gassanî: “Abdülmelik bin Mervân, Ümmü Derda’nın yanında çok bulundu.” Ümmu Derda (Ebu’dderda’nın annesi), hadis ve fıkıhda alirne bir sahabiye olup, rivayet ettiği hadîs-i şerîfler “Kütüb-i sitte” de yer almıştır.
Nafi’de şöyle dedi: “Medîne-i münevverede Abdülmelik bin Mervân’dan daha gabuk iş yapan (gayretli), ondan fakih (alim), ondan daha çok ibadet eden ve ondan daha çok Kur’ân-ı kerîm okuyan bir genç görmedim.”
Ebu’z-Zînâd; “Medîne-i münevvere fakihleri; Sa’id bin Museyyib, Abdülmelik bin Mervân, Urvetubnü-Zübeyr, Kubeysa bin Zueyb’dir” derdi.
İbn-i Ömer’e; “Siz Kureys’in alimlerisiniz.. Sizden sonra biz mes’elelerimizi kime soralım?” denildi. İbn-i Ömer; “Medîne-i münevverede Mervân’ın bir oğlu (Abdülmelik bin Mervân) vardır. Ondan sorunuz” buyurdu.
Abdülmelik gençliğinde, Ebu Hureyre’nin (radıyallahü anh) huzuruna girmişti. Ebu Hureyre (radıyallahü anh) onun için; “Bu, Arabların başına geçer” buyurdu.
Abdülmelik halîfe olunca, Ümmü Derda; “Seni gördüğüm günden beri senin hakkında halîfeliği dusunurdum” dedi. Abdülmelik; “Neden?” diye sorunca; “Çünkü senden daha iyi bir muhaddis, senden daha iyi bir alim görmedim” buyurdu.
Tabiînin büyüklerinden ve Kufe’nin en büyük alimlerinden, İmam-ı Şa’bî; “Kiminle oturup konuşsam, ilim bakımından ondan üstun gelmişimdir. Fakat Abdülmelik bin Mervân müstesnadır. Çünkü ona bir hadîs-i şerîf okusam o, benim okuduğumdan fazla okuyordu. şür okusam, o, benden fazla şiir okuyordu” derdi.
İmam-ı Zehebî (radıyallahü anh); “Abdülmelik bin Mervân’ın, hazret-i Osman’dan Ebu Hüreyre’den, Ebû Sa’id’den, Ümmü Seleme’den, Büreyde, ibni Ömer’den ve hazret-i Muaviye’den (radıyallahü anhüm) hadîs-i şerîf dinlemiştir. Abdülmelik’den ise, Urve, Halid bin Ma’dan, Recâ bin Hayve, Zühri, Yunus bin Meysere, Rebîa bin Yezîd, İsmail bin Abdullah ve diğer alimler hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir” buyurmuştur.
Bazı sözleri: Abdülmelik bin Mervân; huzuruna dışardan bir kimse geldiği zaman ona şöyle derdi: “Şu dört şartla bana istediğini söyle:
1-Bana yalan söyleme. Çünkü yalancı, görüş sahibi değildir.
2-Sormadığım şey hakkında bana cevap verme. Çünkü bu hal sorduğum şeylere cevap vermeni engeller.
3-Bana, beni anlatma, medhetme. Ben kedimi senden daha iyi bilirim.
4-Beni halka yumuşak davranmaya teşvik etme. Çünkü ben yumuşaklığa onlardan daha çok muhtacım.”
Abdülmelik bin Mervân’a; “İnsanların en efdali kimdir?” denilince, Cevâbında; “Makam ve mevkî sahibi bir kimse olduğu halde tevazu eden, gücü yettiği halde zühd sahibi olan (haramlardan ve haram olduğu şüpheli olan şeylerden sakınıldığı gibi, şüphelilere düşmek korkusuyla mubahları terk eden), bir de kuvvetli olup, gücü yetip de insafdan ayrılmayan, adalet sahibi olan kimsedir” dedi.
Abdülmelik bin Mervân, Kufe’de minbere çıkıp, Allahü teâlâya hamd, Peygamber efendimize salat ve selamdan sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Harp, zor ve acı bir iştir. Sulh ise emniyet ve rahatlıktır. Ey insanlar! Doğru yolda, dosdoğru olunuz. Nefsinizin aldatıcı isteklerinden vazgeçiniz. Müslümanların cemaatine muhalefetten sakınınız. Nasihati dinledikten sonra, ibret almayanlara serrin, kötülüğün artacağını sanıyorum. Adaletle muamele gördükleri halde, bunun kıymetini bilmeyenler şiddetli mukabele görürler. Artık isteyen diledişini seçebilir. Ben ise, yapılandan dolayı, sonra kınanmamak için şimdi size, bunu açıkça tebliğ ediyorum.”
Rum beldelerine tayin ettiği bir valisini vazifeye gönderirken ona şöyle nasihat etti: “Sen, Allahü teâlânın kulları (senin idaren altında bulunanlar) hakkında bir tüccar gibisin. Bu bakımdan kar edeceği zaman ticaret yapan, kar bulamayınca da sermayesini koruyan bir tüccar gibi ol. Tam galib olmadıkca selamete ermedikçe gammet elde etmeye kalkışma. Senin hilen, düşmanlarının sana kurdukları hllevetuzaklardan daha çok olsun.”
Sık sık oğullarına nasihat eder şöyle derdi: “Dört kimseye hizmet etmekten utanılmaz:
1-Devlet reisine,
2-Alime,
3-Çocuğa,
4-Zayıf kimselere”
“Üç kimse vardır ki, akıllı kimseye onları hakir ve aşağı tutması yakışmaz: 1-Alimler,
2-Sultan,
3-Dostlar ve arkadaşlar. Alimleri hafife alanın dininde bozukluk olur. Sultanı aşağı tutan, dunyasını bozar (sıkıntıya düşer). Dostlarını ve arkadaşlarını küçümseyen kimsenin mürüvveti (insaniyeti, mertliği) gider.”
“Edebli olunuz. Çünkü edeb, eğer mala ihtiyacınız olursa elinize geçmesine sebeb olur. Mala ihtiyacınız olmazsa edeb, sizin için bir güzellik, sus olur.”
“Başkalarına eziyet ve sıkıntı vermekten sakınınız. İyilik etmekte cömert olunuz. Gücünüz yettiğinde affediniz. Sizden bir şey istendiğinde cimrilik etmeyiniz. Bir şeyi sorduğunuzda çok sormayınız. Çünkü, sıkıntı verene de sıkıntı verilir. Başkasına veren kimseye de Allahü teâlâ verir, lütuf ve ihsanda bulunur.”
Abdülmelik bin Mervân vefatı esnasında dünyayı şöyle zemmetmiştir: “Ey dünya! Senin uzunun kısa, çoğun azdır. Biz sana aldandık.”
Bundan sonra bütün evladına dönüp; “Size takvayı, Allahü teâlâdan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü, takva, devamlı olan bir siper ve kalkan, âhıret için en iyi ve en hayırlı bir azıktır. Büyüğünüz, küçüğünüze şefkatli ve merhametli olsun. Küçük de, büyüğün hakkını gözetsin. Gönlünüzden kibir, kin, ucb gibi manevî kirleri çıkarm. Sağlam işlere yapışm. Azgınlık, taşkınlık ve birbirinizi çekememezlikten çok sakının. Önceki sultanlar, güç ve kuvvet sahibi kimseler, azgınlık, taşkınlık ve birbirlerini hased etmeleri, kıskanmaları yüzünden helak olmuştur.
Ey oğullanm! Kardeşiniz Mesleme, size naibdir. Çünkü ondan çekinirsiniz. O, sizin için kalkandır. Onun re’yine, görüşüne göre hareket ediniz. Haccac’a ikram ediniz. Çünkü, sizin hükmünüzü ve hakimiyetinizi o sağlamlaştırır. İyilik için rehber olan hayırlı evlad olunuz. Allahü teâlânın selamı üzerinize olsun” diye vasiyet etti.
Bir gün zamanın ediplerinden İbn-i Sümeyle, halife Abdülmelik’in huzuruna girmişti. Halife ona anlat bakalım deyince, İbn-i Şumeyle ona; “Kıyamet gününün mihnetinden, meşakkatinden, sıkıntılarından, dehsetinden ancak nefsinin arzuları peşinde koşmayanlar ve Allahü teâlânın rızasını kazananlar kurtulacaktır” dedi. Halîfe Abdülmelik bu sözleri duyunca ağlamaya başladı ve; “Bu sözleri, yaşadığım müddetçe daimâ göz önümde bulundurup, unutmayacağım” dedi.
Abdülmelik bin Mervân, ölüm döşeğine yattığı sırada sarayının kapısının açılmasını istedi. Kapıyı açtıklarında elbise yıkayıcının, çamaşır yıkadığını ve eliyle çamaşırları sıktığını görünce; “Keşke ben de çamaşır yıkayıcısı olup da her gün elimin emeğiyle günlük nafakamı te’min etseydim. Dünya işlerine karışmasaydım” dedi.
Medainî anlatır: Abdülmelik bin Mervân, omrunun son anlarında; “Keşke doğduğum günden şu ana kadar hammal olsaydım” dedi. Sonra oğullarına Allahü teâlânın emirlerine uymayı, takvayı, Allahü teâlâdan korkmalarını, ayrılıktan ve ihtilafa düşmekten sakınmalarını tavsiye etti ve şöyle söyledi: “Daima iyilik yapınız. Harpte hür kimseler olunuz (galip geliniz). Harp, ecel gelmeden önce ölümü yanaştıramaz. (Harpte de olsa, ecel gel meyince insan ölmez.) iyiliğin ecri sevabı baki kalır. Açlık zamanında tatlı, şiddet zamanında yumuşak olunuz. İbn-i Şeybanî’nin dediği gibi olunuz. O şöyle demiştir: “Bir arada bir demet halinde bulunan ince ağag dallarını şiddet ve öfke sahibi bir kimse kırmaya kalkışsa, bu iş ona ağır gelir (onları toplu halde) kiramaz. Buna gücü yetmez. Ancak o aşağı dalları bir birinden ayrılınca, tek tek kırılmaları kolay olur!”
Mes’ûd bin Halef, Abdülmelik bin Mervân’ın hastalığı sırasında; “Allah’a yemin ederim ki, Tihameli bir adamın Tihame dağlarında koyun otlatan bir kölesi olup, bu işlere hiç karışmamış olarak ölmeyi, halife olarak ölmeye tercih ederdim” dedişini rivayet etti.
Abdülmelik bin Mervân’ın hastalığının arttığı bir sırada; “Beni balkona çıkarınız” dedi. Sarayının balkonuna çıkardıkları sırada, serin bir meltem esiyordu. Bunun üzerine; “Ey dünya! Sen ne kadar hoşsun. Fakat sende geçen en uzun ömür bile kısadır. Senin aldattığın en meşhûrlar bile hakirdir. Bununla birlikte bizler sana daldık, pek büyük bir aldanışa düştük!
Ey yüce Rabbim! Eğer inceden inceye hesaba çekilirsem, azaba düşerim! Azaba ise tahammülüm yok. Ya Rabbi! Günahları pek çok olan bu kulunu affeyle. Çünkü sen affedicisin” dedi.
Son nefeslerini vermekte iken; “Kendini nasıl buluyorsun” diye sorulunca, Kur’ân-ı kerîmden En’am sûresi 94. ayet-i kerîmeyi okudu ve; “Bu ayet-i kerîmede buyrulduğu gibi buluyorum” dedi. Bu ayet-i kerîmede meâlen şöyle buyrulmaktadır: “Muhakkak ki, sizi ilk defâ nasıl uryan yaratmışsak, onun gibi, yapayalnız ve teker teker hesap ve cezâ işin huzurumuza gelirsiniz. Size verdiğimiz mal ve mülkü dünyada bırakırsınız…”
Abdülmelik bin Mervân bir şiirinde şöyle demektedir: “Zamandan bir parçasını yaşadım. Dünya bana keskin kılıcları ile yaklaştı. Hayatımdaki sevinçli anlarım, geçmişte kalan bir parıltı gibidir. Keşke bir an bile olsa hiç kıymet vermeseydim. Dünya hayatının parlak lezzetleri ile vakit geçirmeseydim de dünyada yetecek kadarla yaşayan iki elbisesi olup, sonra daracık kabre giden bir kimse gibi olsaydım.”
Velid bin Abdülmelik, babası Abdülmelik’in defnedilmesinden sonra, evine gitmedi. Mescide gidip, minbere çıktı ve; “Allahü teâlânın öne aldığını hiç kimse sona bırakamaz ve te’hir ettiğini de öne alamaz.
Ölüm, Allahü teâlânın kazasındandır. Allahü teâlâ ölümü en kıymetli kulları, insanların en üstünleri olan Peygamberler aleyhimüsselam için de hükmetmiştir. İşte, babam Abdülmelik hakkında da bu hüküm tecellî etmiştir. Onun iyi kimselerin derecesine kavuştuşunu umuyoruz. O, kötü kimselere pek şiddetli ve sert, faziletli kimselere ise gayet yumuşak davranırdı. İslam’ın emir ve yasaklarının her tarafta yaşanmasına vesile oldu. Din düşmanları ile harb etti. Bu hususlarda acizlik göstermedi. İşlerinde aşırılık da yoktu.
O halde ey insanlar! Cemaate yapışmanız lazımdır. Şeytan, cemaatten ayrılan kimse ile beraber olup, birlik ve beraberlik içinde bulunanlardan çok uzaktır” buyurdu.
Velid’den sonra Süleyman bin Abdülmelik de şöyle hitab etti: “Allahü teâlâya hamdolsun. Dikkat ediniz. Dünya aldatıcıdır. Yalancı ve hayalî bir evdir. Ağlayanı güldürür, güleni ağlatır. Emniyet içinde olanı korkutur, korkana emniyet verir. Zengini fakîr, fakîri zengin eder. Ehlini oyuncak haline getirir. Ey Allah’ın kulları! Allahü teâlânın kitabını rehber edininiz, kabullenip hükmüne rıza gösteriniz. Ey Allah’ın kulları! Şunu iyi biliniz ki, sabah aydınlığı, gecenin karanlığını bozduğu gibi, Kur’ân-ı kerîm de şeytanın planını ve kurduğu tuzakları bozar.”
Abdülmelik bin Mervân’ın 17 oğlu vardı. Oğullarının dördü halife oldu. Bu sebeple kendisine Ebü’l-Mülûk yani melikler babası denilmiştir. “Kitab-ul-ıkd” adlı bir eser yazdığı da rivayet edilir.
Ben insanlardan bir şey istemem!
Alimlerden Ata bin Ebi Rebah, Mekke de Abdülmelik bin Mervân’ın huzuruna çıkmıştı. Halife Abdülmelik, muhteşem bir vaziyette makamında oturuyordu. Bu sırada hac mevsimi idi. Her kabllenin ileri gelenleri etrafında toplanmıştı. Halife Abdülmelik, Ata bin Ebî Rebah’ı görünce, hemen onu yanına çağırıp makamına oturttu ve ne istediğini sordu. Bunun üzerine Ata bin Ebi Rebah şöyle dedi: “Eymu” minlerin emiri; Allahü teâlânın ve Resûlunun hareminde (Kabe’de) Allahü teâlâdan kork ve Harem-i şerîfi imar et Eshabdan Muhacir ve Ensarın Çocukları hakkında Allahü teâlâdan kork, onları gözet Zira, sen bu mecliste onların sayesinde oturdun.
Ayrıca serhadlarda yani sınır boylarında bulunanların haklarına riayet et Çünkü onlar müslümanların kal’asidir. Müslümanların idaresine dikkat et Onlardan mes’ûl yalnız sens in! Kapmdakilerin de haklarını gözet Kapma gelenleri geri çevirme” dedi. Halife Abdülmelik bu sözleri dikkatle dinledikten sonra; “Başüstüne, senin dediklerini yerine getireceğim” dedi. Bundan sonra Ata bin Ebi Rebah huzurundan kalkıp giderken onu tutup; “Senin bizden istediğin şeylerin hepsi başkaları nammadır. Biz bunları kabul edip, yapmaya söz verdik. Fakat sen kendi namma ne istersin?” deyince, Ata bin Ebi Rebah; “Ben insanlardanbir şey istemem” cevabını verdi ve halîfenin huzurundan ayrıldı. Halife Abdülmelik; “Zaten seni Şereflendiren ve yücelten bu halindir” diyerek onu medhetti.
1) Târih-ul-hulefâ; sh. 200
2) El-kamil fit-tarih; cild-4 sh. 91
3) El-Ikd-ul-ferid; cild-9, sh. 104
4) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 39
5) Kamüs-ül-a’lam; cild-4, sh. 3111
6) El-Mearif; sh. 244
7) Târih-ul-ümem vel mülûk; cild-5, sh. 609 ve devâmı
8) Tabakât-i İbn-i Sa’d; cild-5, sh. 223
9) A Short History of the Saracans; sh. 92.
10) Tarih-i Halife Hayyât; cild-2, sh. 196
11) Fütuh-ul-büldân; sh. 220, 224, 247
12) El-Fütuhât-ul-İslâmiyye; cild-1, sh. 169
13) Cemheretu hutab-il-Arab cild-2, sh. 192
14) Subuh-ul-a’şa; cild-1, sh 218
15) El-Fahrî; sh. 113
16) Uyun-ul-ahbâr; cild-2, sh. 247