Bütün derinliği ve genişliğiyle Arap seciyesini yansıtan bir şahsiyet. Hz. Abdurrahman, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) oğluydu. O, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ın en büyük oğludur. Annesinin adı, Ümmü Ruman’dır. Hz. Aişe (r.anhâ) ile anne-baba bir kardeştir. Zekî ve kabiliyetli bir genç olduğundan, babasının emir ve direktiflerini harfiyen yerine getirirdi. Asıl adı Abdü’l-Kâ‘be olup bu isim Hz. Peygamber tarafından Abdurrahman’a çevrildi. İslâmiyetin ilk yıllarında müşrikler arasında yer aldı. Bedir ve Uhud savaşlarında onların safında bulundu. Ebû Bekir ailesinden sâdece o, eski dini üzere kalmıştı. İslâm’a henüz gelememişti. Fakat yaratılışından getirdiği asalet, samimiyet ve hak bildiği, hak gördüğü şeye teslimiyet gibi cevherlere sahipti. Abdurrahman’dan sekiz kadar hadis rivayet edilmiş olup bunlardan üçü Buhârî ile Müslim’in Sahîh’lerinde, geri kalanlar ise Kütüb-i Sitte’nin diğer eserlerinde yer almıştır.
ABDURRAHMAN B. EBÎ BEKİR
(Sonuna kadar kahraman)
işte bütün derinlik ve boyutlarıyla Arapların karakterini açıklayan bir tablo…
Onun babası, ilk mü’mindi. Sadece kendi modelinde bir imanla Allah’a ve Resûlüne iman eden Sıddîk’tı. Mağaradayken o, ikinin ikincisiydi. O, kavminin dinine ve Kureyş’in putlarına karşı yalçın kayalar gibi direnmişti…
O, Bedir’e müşrik askeriyle birlikte savaşmak üzere çıkmıştı…
Uhud’da da yine, Kureyş’in müslümanlarla çarpışmak için savaşa getirdiği okçuların başındaydı…
İki ordu karşılaşmadan önce, âdet olduğu üzere karşılıklı düello başladı…
Abdurrahman müslümanlardan, kendisiyle düello edecek birisini davet etmek üzere ortaya atıldı…
Babası Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) oğluyla düello etmek için ona doğru fırladı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onu tutup babasıyla oğlunun düello etmesine engel oldu…
İnancına mutlak bağlılığın asil bir Arabi tarif ettiği kadar hiçbir şey onu tarif edemez.
O bir dine veya kesin kanaat getirdiği bir fikre inandığı zaman artık ondan kurtulmanın hiçbir yolu yoktur. Ancak hile ve sahtelik olmadan aklını ve ruhunu dolduran yeni bir inancın, onu yerinden uzaklaştırması müstesnadır.
Abdurrahman’ın babasına olan saygısına, onun akıllılığına, ruhunun ve ahlakının büyüklüğüne tam güvenine rağmen, inancına bağlılığı, babasının kendisine üstünlüğünü kabul ettirmeye devam etti, ama babasının müslüman olması onu babasına uymaya teşvik etmedi.
Böylece o, kanaat ve inancının sorumluluğunu yüklenerek, Kureyş’in ilahlarını savunmak; ölümden korkmayan mü’minlerle, onların sancakları altında döğüşmek üzere yerinde durmaya devam etti…
Bu tip asil ve güçlülere mesafe uzasa da hak gizli kalamazdı…
Onların cevherlerinin asilliği, açıklık ve samimiyetlerinin nuru, en sonunda onları doğruya götürür ve onları doğrulukla, iyilikle birleştirir.
Bir gün kaderin saati Abdurrahman b. Ebî Bekir es-Sıddîk için yeni bir doğumu ilan etmek için çaldı…
Hidayet lambaları onun ruhunu aydınlattı ve ondan Cahiliyye’nin miras bıraktığı bütün karanlık ve sahtelikleri silip süpürdü. O etrafındaki bütün varlık ve eşyalarda tek olan Allah’ı gördü. Allah’ın hidayeti, gölgesini onun gönlüne ve ruhuna yerleştirdi. İşte artık o da müslümanlardandı!..
Hemen Rasûlullah’a (s.a.v.) gitmek ve hak dinine girmek üzere kalktı.
Oğlunun Rasûlullah’a (s.a.v.) beyat ettiğini görünce memnuniyet ışığının altında Hz. Ebû Bekir’in yüzü parladı.
O, küfründe mertti, işte bugün o, mertler gibi müslüman oluyordu. Onu, ne bir arzu itiyor, ne de bir korku sürüklüyordu. Ancak bu, Allah’ın hidayetinin ve tevfikinin ona götürdüğü doğru bir inançtı.
Abdurrahman daha önce kaçırdığı şeyleri, Allah’ın elçisinin ve mü’minlerin yolunda en son gayreti sarfetmek suretiyle tamamlamaya başladı.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve ondan sonraki halifelerin günlerinde Abdurrahman hiçbir savaştan ve meşru hiçbir cihaddan geri kalmamıştır.
Yemame gününde onun büyük bir kahramanlığı vardır… Onun azim ve kahramanlığının Müseylime ve mürted ordusuna karşı çarpışmayı kazanmada büyük bir rolü olmuştur. Hatta o, Müseylime’nin akıl hocası, mürted ordusunun içinde saklandığı kalenin en önemli yerlerini kuvvetiyle koruyan Muhakkim b. et-Tufeyl’in de işini bitiren kimsedir. Muhakkim, Abdurrahman’ın darbesiyle düşüp etrafındakiler dağılınca kalede müslümanların içeriye daldığı büyük ve geniş bir gedik açılmıştı…Abdurrahman’ın özellikleri İslam’ın gölgesinde daha da parlamıştı…
Onun inancına bağlılığı, doğru ve hak gördüğü şeye tabi olmaya kesin kararlılığı, sinsiliği ve dalkavukluğu reddetmesi…
Bütün bu huylar onun şahsiyetinin ve hayatının özü oldular ve bir arzunun veya bir korkunun tesiriyle asla ondan ayrılmadılar. Hatta, o korkunç günde, Hz. Muaviye’nin kılıç zoruyla Yezid’e beyatı kararlaştırdığı gün bile… Hz. Muaviye, Medine’deki valisi Mervan’a beyat mektubunu yazdı ve onu camide müslümanlara okumasını emretti.
Mervan emredileni yaptı. Mektubun okunması biter bitmez Abdurrahman b. Ebî Bekir, camiye hakim olan korku ve endişeyi işitilen bir delile ve açık bir mukavemete çevirmek için ayağa kalktı. Şöyle konuştu:
– “Vallahi, siz Muhammed ümmeti için iyileri istemediniz, fakat siz onları Bizans hükümdarlarına çevirdiniz… Ne zaman bir Bizans hükümdarı olsa, başka bir Bizans hükümdarı ortaya çıkar!”
Abdurrahman o anda, eğer Hz. Muaviye bu emrini icra eder, milletin idarecisini, vasıtasıyla seçtiği şuranın İslam’daki hükmünü, babadan oğula ve tesadüfle, milletle Kayser’den sonra bir başka Kay-ser’e uymayı mecbur kılan Kayserlik ve Kisralık haline getirirse İslam’ın başına gelecek bütün tehlikeleri gördü…
Abdurrahman, bu sözlerle Mervan’ın yüzüne belaları haykırınca başlarında, Hz. Hüseyin b. Ali, Abdullah b. ez-Zübeyr ve Abdullah b. Ömer’in bulunduğu bir grup müslüman onu destekledi…
Sonra, Hz. Muaviye’nin kılıçla almaya karar verdiği bu beyat karşısında, Hz. Hüseyin, İbnu’z-Zübeyr ve ibn Ömer’i (Allah onlardan razı olsun) susmaya mecbur eden zorlayıcı durumlar ortaya çıktı.
Fakat Abdurrahman b. Ebî Bekir bu beyatın batıl olduğunu a-çıkça söylüyordu. Hz. Muaviye birisiyle, ona yüz bin dirhem gönderdi. Bu parayla onun gönlünü almak istiyordu. Sıddîk’in oğlu paraları fırlatıp, Hz. Muaviye’nin elçisine şöyle dedi:
– “Ona git ve şöyle söyle: Abdurrahman dinini dünya karşılığında satmıyor…”
Bundan sonra, Hz. Muaviye’nin Medine’ye gelmekte olduğunu öğrenince, hemen orayı terkedip Mekke’ye gitti…
Allah diledi ki ona böyle davranılmak ve kötü karşılanmak yeterli olsun…O, Mekke tepelerine varıp orada bir süre kaldıktan sonra ruhu, Allah’a kavuştu…
Müslümanlar onu omuzlar üzerinde Mekke’nin yüksek tepesine taşıdılar ve onun Cahiliyye devrine de, müslümanlık devrine de şahit olan toprağın altına gömüldü!..
Onun müslümanlığı doğru, hür ve cesur bir kimsenin müslümanlığıydı…
Eksik bir bilgilendirme nasıl müslüman olduğunu bilmiyor yada yazmaya gerek duymamışsın yazık
Eksik ve yeterince nasıl müslüman olduğunu bilmiyorsun yada doğru yazmıyorsun.