BELATU’Ş-ŞUHEDA SAVAŞININ KAHRAMANI ABDURRAHMAN EL-GAFİKÎ
“Eğer barbar Charles Martel müslümanlan ve onlann komutam el-Gafikî’yi yenmeseydi, İspanya İslâm’dan daima istifade eder ve Avrupa’da medeniyetin seyri sekiz asır gecikmezdi.”
-Frenk Tarihçilerinden Biri-
ingiliz şair Sothy, Endülüs’ün fethinden sonra Avrupa’ya akın yapan müslüman ordularını şöyle tarif etmektedir:1 O ordular, ilk defa hareket etmiş gibi daima yanıp tutuşan genç delikanlılardı…
İnandılar ki, o ordular hareket ettiklerinde, zafer ve galibiyet de onlarla birlikte yürürdü…
Ve onlar daima ileriye atılacaklar… Ta ki mağlup garp şark gibi oluncaya…
Muhammed’in (s.a.v.) adına saygıdan dolayı baş eğinceye kadar…
Hatta hacca gidenin kuzey kutbunun en uç noktasından kalkıp…
îman ayaklarıyla Arap çölündeki yakıcı kumlara basıncaya…
Ve Mekke’nin sert kayalarının üstünde duruncaya kadar…”
Ey şair! Sen hakikatten uzak veya söylediklerinin birçoğunda hayal vadilerinde yolunu şaşırmış değilsin.
Mücahidlerin, komuta ettiği ordular, tarif ettiğin gibi senin atalarını battıkları cehaletten kurtarmak içindi…
Onların içinde, Allah’ın desteklediği Araplar vardı. Onlar size, Suriye’den… Hicaz’dan… Necid’den… Yemen’den… Arap yarımadasındaki her yerden rüzgâr gibi esmişlerdi…
Onların içinde İslâm şerefine ulaşmış Berberîler vardı.
Onlar size, Seyl-i Arim1 gibi Atlas dağlarının tepesinden fışkırmışlardı…
Onların içinde, dediğin gibi, âsî Rumlar vardı…
Ancak onlar zulme ve karanlıklara isyan etmişler, göklerin ve yerin nuruna sarılmışlar…
Ve doğru dine kavuşmuşlardı…
Onların içinde, boyunlarından, Kayserlere kölelik boyunduruğunu kaldıran Kıbtîler vardı.
Çünkü onlar, analarından doğduğu gibi Islâm dairesinde hür insanlar olarak yaşamak istiyorlardı…
Evet, Abdurrahman el-Gafikî ve seleflerinin komuta ettikleri ordu, atalarını cahillikten kurtarmak içindi. Onların içinde beyazı da vardı, siyahı da vardı. Arap da vardı, Acem de.464I Seyl-i Arim: Silip süpürücü sel.Kayser: Bizans hükümdarlarına verilen isim.
Ancak onların hepsi İslâm potasında erimişler ve Allah’ın nimetiyle kardeş olmuşlardı.
Senin dediğin gibi, onların derdi, daha önce şarkı soktukları gibi garbı da Allah’ın dinine sokmak, Bütün beşeriyete, insanların ilâhına baş eğdirmek,
İslâm nurunu sizin ova ve vadilerinize de yaymak, Onun güneşinin evlerinizin hepsinde doğmasını sağlamak, Ve onun adaletini krallarınızla halkınız arasında eşit hale getirmekti.
Onlar sizin hidayetinizin pahası olarak ve sizi ateşten kurtarmak için canlarını Allah’a vermeye azmetmişlerdi…
Ve nihayet…
işte şimdi size bu ordunun son hikâyesi ve onun eşsiz kahramanı Abdurrahman b. Abdillah el-Gafikî’yle ilgili bilgiler.
Akitanya Düküne, damadı Osman b. Ebî Nüs’a’nın öldürülmesiyle ilgili korkunç haberler ulaştı.
Ona, güzel kızı Mînîn’in hazîn sonuyla ilgili haberler de ulaştı.
Anladı ki savaş borazanları çalmıştı…
Kesin olarak inandı ki İslâm’ın aslanı Abdurrahman el-Gafikî akşam veya sabahleyin onun yurduna da girecekti.
Topraklarının her karışını kahramanca ve yiğitçe savunmaya hazırlandı…
Ayrıca o kızı gibi Şam’daki halifelik merkezine esir olarak götürülmekten veya başının bir tepsi içinde götürülüp daha önce ispanya kralı Roderic’in başı gibi Şam çarşılarında dolaştırılmasından korkuyordu.
Abdurrahman el-Gafikî dükün zannını yalanlamadı.
Kalabalık ordusuyla Endülüs’ün kuzeyinden kasırga gibi hareket etti.
Sel gibi Pirene dağlarının tepelerinden Fransa’nın güneyine aktı.
Ordusu yüzbin kişilik mücahidden meydana geliyordu.
Onların her birinin göğsünde bir aslan kalbi ve damarlarında yenilmeyen güçlü bir azim vardı… İslâm ordusu Rhone nehri kıyılarındaki Arles (Ari) şehrine yöneldi.
İslâm ordusunun orasıyla bir hesabı vardı…
Çünkü bu Arles müslümanlara cizye vermek üzere anlaşma yapmış, es-Semh b. Malik el-Havlânî Toulouse savaşında şehit edilip müslümanlar onun ölümünden dolayı bir sarsıntı geçirince, Arles halkı isyan edip anlaşmayı bozmuşlar ve cizye vermeyi reddetmişlerdi.
Abdurrahman el-Gafikî şehrin etrafına varınca, Akitanya dükü Eudes’ün kalabalık ordusunu savaşa hazır hale getirdiğini şehrin sınırlarına yığınak yaptığını ve şehre yürüyen Islâm ordusunu püskürtmek için harekete geçtiğini gördü.
Çok geçmedi, iki ordu karşı karşıya geldi.
iki taraf arasında çok şiddetli bir çarpışma oldu.
Bu sırada Abdurrahman el-Gafikî ordusundan, düşmanlarının hayatı sevdiklerinden daha çok ölümü seven birlikleri onların üzerine gönderdi…
Düşmanın ayaklarını sarstı…
Saflarını dağıttı…
Şehre bu defada savaş yoluyla girdi.
Onlardan sayılamayacak kadar ganimet elde etti.
Dük Eudes ise askerlerinden sağ kalanlarla birlikte kaçtı.
Müslüman ordularıyla bir defa daha karşılaşmak için hazırlık yapmaya başladı.
Biliyordu ki Arles savaşın daha yolun başıydı, sonu değildi.
Abdurrahman el-Gafikî kalabalık ordusuyla Garonne nehrini geçti ve muzaffer birlikleri Akitanya eyaletinin sağında ve solunda dolaşmaya başladılar.
Sonbaharda fırtınalar estiğinde ağaçların yapraklarının düştüğü gibi, şehirler ve köyler onların atlarının ayaklarının altına düşmeye başladılar.
Müslümanlar önceki ganimetlerine daha önce hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın duymadığı yeni ganimetler ilâve ettiler.
Akitanya dükü bu büyük orduya bir defa daha saldırmaya çalıştı ve müslümanlarla kıyasıya bir çatışmaya girdi. Fakat müslümanlar kısa zamanda onu ezici bir yenilgiye ve büyük bir felâkete uğrattılar. Ordusunu dağıttılar. Askerlerinin bir kısmını öldürdüler, bir kısmını esir ve mağlup ettiler.
Müslümanlar daha sonra o sırada Fransa şehirlerinin en büyüğü ve Akitanya eyaletinin merkezi olan Bordeaux (Bordo) şehrine yönlediler.
Oranın idarecisiyle önceki çarpışmalardan pek geri kalmayan korkunç bir çarpışmaya giriştiler.
O çarpışmada, saldıran ve savunanlar hayret ve dehşet uyandıran kahramanlıklar gösterdiler.
Fakat büyük ve önemli olan bu şehir de kısa zamanda, daha önce düşen diğer şehirler gibi müslümanların eline düştü.
Yine kısa zamanda idarecisi de öldürüldü.
Müslümanlar Bordeaux’da, daha önce elde ettikleri bütün ganimetlerin yanında basit kalan ganimetlere sahip oldular.
Bordeaux’un müslümanların eline geçmesi başka birçok önemli şehrin de ele geçmesini sağlamıştı.
Bu şehirlerin en önemlileri Lyon, Besançon ve Le Mans’tı.
Hele bu Le Mans’ın Paris’ten uzaklığı yüz milden fazla değildi.
Güney Fransa’nın yarısının birkaç ay içerisinde Abdurrahman el-Gafikî’nin eline geçmesi sebebiyle Avrupa bir uçtan bir uca sarsıldı…
Frenkler ani gelen bu tehlikeye karşı gözlerini açtılar.
Her tarafta, doğudan gelen bu korkunç tehlikeye karşı durmaya, gücü yeten ve yetmeyen herkesi imdada koşmaya, kılıçlar köreldiğin-de göğüsleriyle onun karşısına çıkmaya araç ve gereç bulunmadığında önündeki yolu vücutlarıyla kapatmaya çağırıyorlardı.
Avrupa davetçinin davetine icabet etti.
Halk, yanlarındaki ağaç, taş, kesici alet ve silahlarla birlikte Charles Martel’in sancağı altında toplanmaya başladı.
O sırada müslüman ordusu Fransa’nın nüfus bakımından en kalabalık, en muhkem ve tarihi en eski şehirlerinin başında gelen Tours şehrine ulaşmıştı.
Bunlardan başka şehir; muhteşem, büyük, kıymetli ve antik eşyalarıyla dolu kilisesiyle Avrupa şehirlerinin çoğuna karşı gururlanıyordu. Müslümanlar bu şehri çepeçevre sardılar.
Zamanı gelince yağmurun yağdığı gibi oraya yağdılar.
Orayı fethetmek için canlarını ucuza sattılar…
Kısa zamanda şehir Charles MartePin gözünün önünde ve kulakları duya duya müslümanların eline geçti.
Hicretin 104. Senesinin Şa’ban ayının yirmisinde, Abdurrahman el-Gafikî kalabalık ordusuyla Poitiers (Puatie) şehrine yürüdü.
Orada, Charles Martel (Şarl Martel) komutasındaki kalabalık Avrupa ordularıyla karşılaştı.
iki taraf arasında sadece müslüman ve Frenkler tarihinde değil, bütün insanlık tarihindeki önemli çarpışmalardan biri meydana geldi.
Bu savaş Belatu’ş-şuheda (şehitler yolu) savaşı diye meşhur olmuştur.
Müslüman ordusu o sırada parlak zaferlerinin zirvesindeydi.
Üzerine yağmur gibi yağan, askerlerinin ellerine bulutlar gibi yığılan ganimetlerle sırtındaki yük ağırlaşmıştı.
Abdurrahman el-Gafikî bu müthiş servete korku ve endişeyle baktı ve bunun müslümanların aleyhine olduğunu anladı.
Bu malların karşılaşma anında onların zihinlerini meşgul etmeyeceğinden ve sıkıntı anlarında onların zihinlerini dağıtmayacağından, gözlerinden birinin üzerlerine gelen düşmanda, diğer gözlerinin de ellerindeki ganimetlerde olmamasından emîn değildi.
O, askerlerine bu korkunç servetlerden kurtulmalarını emretmeye niyet etti, ancak onların bu önemli kararı beğenmemelerinden ve gönüllerinin bu değerli hâzineden kurtulmayı istememesinden korktu.
Bu ganimetleri özel çadırlarda toplamaktan ve çarpışma başlamadan önce ordugâhın gerisine koymaktan daha iyi bir çare bulamadı.
Belat kelimesi hakkında Prof. Dr. Philip K. Hitti tarafından yazılıp ve Prof. Dr. Salih Tuğ tarafından Türkçeye çevrilen Siyasi ve Kültürel Islâm Tarihi adlı kitaptan şu açıklamayı aktarmayı uygun buluyoruz: (Çeviren) “Belâf kelimesi, latince yahut grekçe bir kelime olan pletea veya palatium’un süryanice aracılığıyle arapçaya geçmiş (muarreb) bir isimdir.Kelime olarak yer adı şeklinde bilhassa Ispanya’da yaygındır (Idrîsî, s. 32. 59). Bu savaşa “Belât” adı verilmiştir. Çünkü, savaşın yapıldığı alanda Romalılardan kalma taştan örme (arnavut kaldırımı) bir yol bulunuyordu. (Bkz. Yuhanna İncili, 19/13 III/788 23 nolu dipnot). iki büyük ordu, iki dağ dizisinin karşı karşıya durduğu gibi birkaç gün sükûnetle ve birbirlerini gözetleyerek beklediler.
Orduların her biri düşmanının gücünden korkuyor ve onunla karşılaşmak için binlerce hesap yapıyordu.
Bu halde vakit uzayınca Abdurrahman el-Gafikî adamlarının savaşa atılma duygularıyla kaynadıklarını gördü. Askerlerinin meziyetlerine güvenerek ve zaferi kazanma umuduyla, kendisi saldırıya ilk başlayan kişi olmayı tercih etti…
Abdurrahman el-Gafikî süvarileriyle birlikte kartallar gibi Frenk saflarına atıldı.
Frenkler onların karşısında dağ gibi durdular.
Savaşın ilk günü birbirine denk geçti.
Savaş alanına karanlığın çökmesi ancak, çarpışanları birbirinden ayırdı.
Ertesi gün savaş yeniden başladı. Müslümanlar Frenklere kahramanca saldırılar yaptılar. Fakat arzu ettiklerine nail olamadılar.
Savaş bu şekilde uzun ve ağır, yedi gün devam etti.
Sekizinci gün müslümanlar düşmanlarına bir kere daha hücum ettiler.
Düşman saflarında, karanlığın arasından sabah ışığının görüldüğü gibi kendilerine zafer görülen büyük bir gedik açtılar.
O sırada Frenk birliklerinden bir grup ganimetlerin bulunduğu yere saldırdı.
Müslümanlar ganimetlerinin düşmanların eline geçmek üzere olduğunu görünce birçoğu onları kurtarmak için geri döndüler. Bu sebeple safları yarıldı… Güç ve kuvvetleri zayıfladı…
Büyük komutan dönenleri geri getirmeye, saldıranları püskürtmeye ve açılan gedikleri kapatmaya çalışıyordu…
İslâm kahramanı Abdurrahman el-Gafikî, gidip gelerek ve saldırıp kaçarak kıratının sırtında savaş alanında dolaşırken, ona bir ok isabet etti. Dağların tepelerinden kartalın aşağıya indiği gibi atının sırtından indi.
Ve şehit olarak savaş alanına yıkıldı.
Müslümanlar bunu görünce hepsini bir korku ve endişe aldı.
Düşmanın baskısı gittikçe arttı. Onların gücünü ancak karanlığın çökmesi durdurabildi. Sabah olunca Charles Martel müslümanların Poitiers’den çekildiklerini gördü.
Onları takip etmeye cesaret edemedi.
Eğer müslümanları takip etseydi, yok ederdi.
Onların çekilmelerinin geceleyin gizlice yapılmış bir savaş hîlesi olmasından korkmuştu.
Bu büyük zaferle yetinerek mevzilerinde kalmayı tercih etti.
Belatu’ş-şüheda günü tarihte önemli bir gün oldu.
Müslümanlar o gün en üstün emellerinden birini kaybetmişti.
Yine o gün en büyük kahramanlarından birini kaybetmişti.
Uhud günündeki facia o gün yine tekrarlanmıştı.1
Bu Allah’ın yaratıkları hakkındaki sünnetidir.
Allah’ın sünnetinde hiçbir değişiklik göremezsin.
Belatu’ş-şûheda günü faciasıyla ilgili haberler bütün müslümanları titretti.
O günün dehşetinden bütün kalpler yerlerinden oynadı.
Ona üzülmeyen hiçbir şehir, hiçbir köy ve hiçbir ev kalmadı.
Onun derin yarası bugün hâlâ onlara kan ağlatmaktadır.
Yeryüzünde bir müslüman olduğu sürece kan ağlatacaktır.
Bu derin yaranın sadece müslümanların kalplerini erittiğini zannetme, onlara bazı Frenkler de katılmışlardır.
Onlar atalarının Poitiers’de müslümanlara üstün gelmesini, insanlığın başına gelen büyük bir felâket, Avrupa’nın karşılaştığı büyük bir zarar ve medeniyetin uğradığı büyük bir müsîbet olarak gördüler.
Belatu’ş-şûheda faciası hakkında bunlardan bazılarının görüşlerini öğrenmek istersen bir Fransız dergisinde çıkan şu yazıyı oku.
“Barbar Charles Martel’in ordusu Fransa’daki müslüman Arapla-ra galip gelmeseydi ülkemiz orta çağın2 karanlıklarına ve bataklıklarına düşmezdi. Din ve mezhep taassubunun dahilî boğazlaşmalarıyla karşılaşmazdık… O gün ve Uhud günündeki ganimet hırsı, müslümanların yenilmelerinin sebebiydi. 2 Orta çağ: 476 senesinden milâdi 1500 senesine kadar süren karanlık çağlar. Evet, Poitiers’de müslümanlara bu vahşi galibiyet olmasaydı, Ispanya Islâm’ın yüceliğinden ve güzelliğinden istifade etmeye devam eder, engizisyon mahkemeleri1 denilen günahtan kurtulur ve sekiz asır medeniyetin seyri gecikmezdi.
Bizim bu galibiyet hakkındaki duygu ve düşüncelerimiz ne olursa olsun, ilim, fen ve teknikte övünülecek bütün ilerlemelerimizi müslümanlara borçluyuz.
Biz, barbarlığın örnekleri olduğumuz sırada, onların beşerî kemalin (olgunluğun) örnekleri olduğunu itirafa mecburuz.
Bugün bizim, zamanın dönüp dolaşıp eski haline geldiğine ve müslümanların bu asırda, bizim ortaçağdaki halimize geldiklerine dair iddiamız bir iftiradır.”
“Sayılamayan topluluklar…
Arap, Berberi, âsî Rum…
Acem, Kıbti ve Tatarlardan müteşekkil.
Hepsi aynı sancak altında toplanmışlar…
Onları coşkun bir îman ve köklü bir asalet biraraya getiriyor…
Kıvılcım gibi yanıp tutuşan bir hamiyet2 ve insanlar arasında fark gözetmeyen dehşet verici bir kardeşlik…”
“Onlar zafer sarhoşluğuyla sızdıktan sonra komutanları zafere daha çok güveniyorlardı…
Onlar, önlerinde hiçbir şeyin duramadığı bu üstün güçle gururlandılar…
Ordularına yorgunluk ve bıkkınlık gelmesinin mümkün olmayacağına inandılar…1 Southy: Roderic the Last 08 the Gorths. Southy’nin Ispanya’daki Got krallarının sonuncusu Roderic ile ilgili şiirinden alınmıştır.2 Hamiyet: İnsanın memleketini, aile ve yakınlarını tecavüz ve hakaretten himaye ve muhafaza etmesi gayreti. (Çeviren).
1 Engizisyon mahkemeleri: Ferdinand ve Kraliçe Isabella’mn Endülüs’teki müslümanlar için kurdukları ve tarih karşısında pek çok İnsanî suçlar işledikleri mahkemelerdir.1 Engizisyon mahkemeleri: Ferdinand ve Kraliçe Isabella’mn Endülüs’teki müslümanlar için kurdukları ve tarih karşısında pek çok İnsanî suçlar işledikleri mahkemelerdir.
2 Abdurrahman el-Gafiki ve Poitiers savaşı hakkında geniş bilgi için aşağıdaki kaynaklara bakınız:1. Ibnu’l-Esir, V/64.2. Gazevatu’l-Arab, s. 87-102.3. El-Beyanu’l-Muğrib, II/26-28.4. Nefhu’t-tib, 1/111.5. Cemheratu’l-ensab, s. 309.6. Ibnu’l-Garazî, Ulemau’l-Endelus, s.214.7. Cezvetu’l-muktebes, s. 253-255.