Van Gölü’nün batı sâhilinde bulunan Ahlat’ta, onikinci asrın başlarında kurulmuş olan bir Türk devleti.
1100 (H.494) senesinde Sökmen el-Kutbî tarafından kuruldu. 1207 (H.604) senesinde, Ahlat şehrine Eyyubîlerin dâvet edilmesi ile son buldu. Ahlat’ta kurulan bu devlete Ahlatşâhlar ve Ermenşâhlar denildiği gibi, kurucusu olan Sökmen’den dolayı Sökmenlilerde denilmektedir.
Sökmen, Büyük Selçuklu sultanı Melikşâh’ın amcasının oğlu Kutbeddîn İsmâil’ln kölesi idi. Bu yüzden Sökmen el-Kutbî diye tanındı. Kendisini yetiştirip, Muhammed Tapar’ın kumandanlarından oldu. Adâleti ve iyiliğiyle şöhret kazanan Sökmen, Mervânîler’in Ahlat emîri halka kötü davranınca, bu şehre çağrıldı ve ordusuyla o sıralarda Doğu Anadolu’nun en kalabalık ve müstahkem bir şehri olan Ahlat’a geldi. Savaşmadan şehri teslim aldı. O zamânlar Âzerbaycan ve Erran (Karabağ) meliki olan Muhammed Tapar, bu hizmetlerinden dolayı Ahlat ve Van çevresine, Sökmen’i vâli tayin etti. Böylece 1100 (H.494) senesinde Ahlatşâhlar Devleti’nin temeli atılmış oldu.
Gittikçe kuvvetlenen Sökmen, ülkesini genişletmeye başladı. Önce Meyyâfârkîn üzerine yürüdü. Buranın vâlisi Atabeg Humartaş, açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalınca şehri teslim etti. Sökmen buraya kölesi Oğuzoğlu’nu vâli tayin etti.
1109 (H.503) senesinin sonlarına doğru Sultan Muhammed Tapar, Ahlatşâhı Sökmen’e ve Musul emîri Mevdud’a mektup yazıp, haçlılara karşı savaşmalarını emretti. Bu istek üzerine Sökmen el-Kutbî ve Mevdud, Artuklu İlgâzî’nin de kendi birliklerine katılmasıyla haçlılara savaş açtılar ve Urfa’yı kuşattılar.
Urfa kuşatması iki ay sürdü. Haçlılara yardım kuvveti geldiğini gören Türk müttefik kuvveti muhâsarayı kaldırarak, Harran’a doğru geri çekildi. İki ay süren muhâsarada Türk askeri epey zâyiat vermiş ve yorulmuştu. Askerlerini daha fazla zâyi etmek istemeyen üç komutan, çekilmeyi daha uygun buldular.
Sultan Muhammed Tapar, 1111 (H.505) senesinde Musul emîri Mevdud komutasında bir orduyu haçlılara karşı görevlendirdi. Hasta olmasına rağmen Sökmen de askerleriyle birlikte bu orduda yer aldı. Fakat 1112 (H.506) senesinde ordu haçlılarla çarpışırken, vefât etti.
Sökmen’in cenâzesi askerleri tarafından Ahlat’a götürülerek defnedildi. O’nun zamânında Ahlatşâhlar Beyliği, başkent Ahlat olmak üzere Malazgird, Erciş, Âdilcevaz, Eleşkird, Van, Tatvan, Erzen, Bitlis, Muş, Hani, Meyyâfârikîn ve Bargiri şehirlerini elinde bulunduruyordu.
Sökmen’in yerine oğlu İbrâhim geçti. Başarısız yönetimi yüzünden İbrâhim zamânında Ahlatşâhlar Beyliği zayıfladı ve topraklarının bir kısmını kaybetti. Annesi İnanç Hâtun’un devlet idâresini ele geçirme arzusu, beyliğin zayıflamasında büyük rol oynadı. Bitlis beyi Hüsâmüddevle, bu durumu fırsat bilerek istikbalini îlan etti.
İbrâhim Bey, Hüsâmüddevle üzerine yürüyerek mağlûb etti ve Bitlis’i tekrar aldı. İbrâhim Bey, devletini eski durumuna getirmek için çok çalıştı. Artuklu Beyi Dâvûd ile 1125 (H.519) senesinde Gürcistan seferine katıldı. Başarısızlıkla sonuçlanan bu seferden bir süre sonra öldü.
İbrâhim Bey’in ölümü üzerine yerine kardeşi Ahmed geçti. Ahmed’in beyliği on ay kadar sürdü. İnanç Hâtun siyâset sahnesine tekrar çıkarak, torunu İkinci Sökmen Bey’i başa geçirtti. Çocuk yaşta olan İkinci Sökmen Bey’in yerine, beyliği İnanç Hâtun idâre etmeye başladı. Fakat beyliğin ileri gelenleri İnanç Hâtun’u öldürerek, devlet idâresine karışmasını önlediler.
Ahlatşâhlar Beyliği, çocukluk dönemi hâriç, İkinci Sökmen bey zamânında en iyi devresini yaşadı. İkinci Sökmen bir ara Sasunlulara esir düştü ise de, Artuklu Beyi Timurtaş’ın yardımıyla esâretten kurtuldu.
Musul Atabeği İmâdeddîn Zengi’nin ölümünden sonra, İkinci Sökmen, ona aid olan Hizan ve Mâden’i ele geçirdi. Bu sırada Artuklu beyi Kara Arslan; Malazgirt ve Tûtab şehirlerini Ahlatşâhlardan aldı. Artuklulardan Necmeddîn Alp’in aracı olmasıyla, Kara Arslan ele geçirdiği yerleri geri verdi.
1161 (H.555) senesinde Gürcüler, Anî’yi ele geçirince, Ahlatşâhlar beyi İkinci Sökmen, diğer Türk beyleriyle Gürcistan seferine çıktı. Bu seferde İkinci Sökmen büyük bir hezîmete uğradı. İki yıl sonra tekrar birleşen Türk beyleri Gürcistan’a yeni bir sefer düzenlediler ve Gürcüleri yenilgiye uğrattılar.
İkinci Sökmen, Ahlat’ta parlak törenle karşılandı. oniki yıl sonra Azerbaycan Atabeği Şemseddîn İldeniz, ikinci Sökmen’i Gürcülere karşı yardıma çağırdı. Nahcivân’da toplanan Türk orduları Taryalis ovasına kadar ilerledi. Gürcü kralı savaşmaya cesâret edemedi ve ormanlık bir bölgeye kaçtı. Türk ordusu pek çok ganîmet elde ederek geri döndü.
Bu sırada Selâhaddîn-i Eyyubî, 1174 (H.570) senesinde bağımsızlığını îlân ederek Eyyubî Devleti’ni kurdu. Ülkesini genişleten Selâhaddîn Eyyubî, Doğu Anadolu’yu da topraklarına katmak istiyordu. Selâhaddîn Eyyubî, Musul’u kuşatınca, Atabek İzzeddîn Mes’ûd diğer Türk beylerinden yardım istedi. Halîfe Nâsır, İkinci Sökmen ve Atabek Kızıl Arslan’ın aracı olmasıyla, Selâhaddîn Eyyubî Musul kuşatmasını kaldırdı ve dönüşte Sincan’ı kuşattı. Atabek Mes’ûd, yine ikinci Sökmen ve Artuklu beyi İlgâzi’den yardım istedi. İkinci Sökmen, Selâhaddîn Eyyubî’yi bu muhâsarayı kaldırması için iknâ edemedi.
Bunun üzerine İkinci Sökmen, Atabek Mes’ûd, Artuklu beyi İlgazi ve Erzen beyi Devlet-şâh ile birleşti. Ordu Harzen mevkiinde buluştu. Fakat Selâhaddîn Eyyubî Sincan’ı alıp, İkinci Kılıç Arslan’ın kendisine karşı ittifak yaptığını öğrenerek geri çekildi. Bu sırada Artuklu beyi Kutbeddîn İlgazi öldü ve yerine, oğlu Hüsameddîn Yavlak Arslan geçti. İkinci Sökmen, Yavlak Arslan’ın dayısi idi. Bu sebeple Artukluların idâresine karıştı. Fakat çok geçmeden 10 Temmuz 1185 (H.581) yılında vefât etti.
İkinci Sökmen’den sonra tahta geçecek bir kimsenin olmayışı, Selâhaddîn Eyyubî’ye arzusunu gerçekleştirme fırsatı verdi. Amcasının oğlunu bir ordu ile Ahlat üzerine gönderdi. Fakat Ahlatşâhlar’ın dirâyet ve kuvvet sâhibi beyi Seyfeddîn Begtimur, duruma hâkim olarak tahtı ele geçirdi. Yedi senelik bir iktidardan sonra, 1193 yılında dâmadı Aksungur tarafından tahttan indirildi. Aksungur, kayınpederinin yerini aldı ve kayınbirâderini hapsetti.
1197 (H.594) senesinde ölen Aksungur’un yerine, Sökmen’in kölesi Ermeni asıllı Atabek Kutluğ geçti. Yedi günlük bir saltanattan sonra halk tarafından tahttan indirildi. Yerine Begtimur’un oğlu Muhammed geçti.
Muhammed Bey zamânında Gürcüler iki sefer Ahlatşâh topraklarına saldırdılar. Birisini Erzurum melîki Tuğrul Şâh’ın yardımı, diğerini de din adamlarının askeri teşvikiyle geri püskürttü. Fakat Muhammed Bey, Atabek Kutluğ’u öldürünce, halk ve asker aleyhine döndü. İkinci Sökmen’in yeğeni olan Artuklu beyi Arslan, Ahlat’a çağrıldı. Bu sırada tahtı ele geçirmek isteyen Sökmen’in komutanlarından İzzeddîn Balaban, Ahlat’ı ele geçirerek duruma hâkim oldu.
Muhammed Bey’i bir kaleye haps etti. Bunu fırsat bilen Necmeddîn Eyyubî, Ahlat’a hücûm etti. İzzeddîn Balaban, Erzurum melîki Tuğrul Şâh’dan yardım istedi. Tuğrul Şâh Ahlat’a geldi ve İzzeddîn Balaban’ı öldürdü. Fakat halk tarafından şehre sokulmayınca geri Erzurum’a döndü. Halkın kendisini dâvet etmesi üzerine, Necmeddîn Eyyubî 1207 (H.604) senesinde Ahlat’a geldi ve şehri teslim alarak Ahlatşâhlar Devleti’ne son verdi.
Kültür ve medeniyet: Her Türk-İslâm devleti gibi, ülkelerin tâmiri ve insanların maddî ve manevî refâha ulaşmasını gâye edinen Ahlatşâhlar da, belde halkını huzûra kavuşturmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Hükümdâr âilesi ve çevresindeki devlet büyükleri, şanlarına yaraşır eserlerle beldelerini süslediler. Ahlat, Bitlis, Muş gibi hâkimiyet sahalarına giren şehirlerde câmiler, hastahaneler, hamamlar, köprü ve medreseler yaptırarak halkın sosyal ihtiyaçlarını gidermeye çalıştılar.
Şehirlerin kale ve surlarını tâmir ile de savunma tedbirleri aldılar. Emirlerinde bulunan insanların eğitimine çok ehemmiyet verdiler. Onların dinlerini en iyi şekilde öğrenmelerini te’min için, üstün vasıflara hâiz din adamı yetiştiren medreseler açtılar. Toprakların en iyi şekilde değerlendirilmesi için zirâî çalışmalara ehemmiyet verdiler. Elde edilen ürün ve te’min edilen huzurla, insanlar refah içinde yaşadılar. Sağlanan refah sâyesinde kültür faaliyetleri hızlandı.
Ahlat’ta yetişen âlimler ve san’atkârlar, çevre memleketlere yayıldılar. İlmi ile âmil âlimlerin ve mücâhid gazîlerin yurdu olarak tanınan Ahlat, Kubbet-ül-İslâm adıyla anılmaya başlandı. Ahlat’tan; Safiyuddîn Ebu’l-Berekât, Şeyh Mü’min ed-Darîr, Yahyâ bin Ahmed Hudâ-dâd, Muhammed bin Melik-dâd gibi âlimler yetişti. Konya Alaeddîn Camiinin mîmarı Hacı el-Ahlâtî, Tercan’da Mama Hatun türbe ve kervansarayının mîmarı Mufaddal el-Ahlâtî ve Divriği Dâruşşifâsı’nin mîmarı Hürremşâh el-Ahlâtî gibi san’atkarlar, Ahlat’ta meydana gelen kültür ve medeniyet muhitinde yetiştiler. Yine kimyager İbrâhim bin Abdullah da Ahlatlı olup, boyacılıkta bilhassa laciverd îmâlinde mâhir, tıb ve başka ilimlerde meşhûrdu.
Ahlatşâhlar, kuzeyde Gürcülere, güneyde ve batıda haçlılara karşı mücâdele ediyorlardı. Topraklarında Ebû İshak Kâzerûnî hazretlerinin yolunda olan dervişler vardı. Bu mübârek insanlar sâyesinde asker arasında cihad rûhu canlılığını dâima korudu. Hükümdârlar, onlara husûsi dergâhlar yapar, hürmet gösterirlerdi.
Çok çalışkan olan Ahlatlılar, Van-Tatvan-Vastan limanları arasında, Ahlat Erciş arasında büyük gemiler çalıştırdılar. Ticâret yaptılar. Van Gölü’nde acemiliklerini çıkaran Ahlatlı gemiciler, Karadeniz’de de ticâri faaliyetlere giriştiler.
Tebriz’den gelen ticâret yolu üzerinde bulunan Ahlat, ikimilyon altın vergi tahsîl edebilecek bir şehir hâline geldi. Ticâret yolları üzerinde; hanlar ve kervansaraylar yaptıran Ahlatşâhlar, tüccarlara kolaylıklar sağladılar. Buranın san’atkarları, demircilik ve çilingirlikle meşgul oldular. Ayrıca Ahlat civârındaki kuyulardan çıkanları kırmızı ve sarı renkli arsenik, komşu memleketlere ihraç edildi. Van Gölü’nde tutulan balıklar komşu ülkelere satıldı.
1) A History of the Crusades, (S. Runciman, London 1965)
2) El-Vâfî bil-vefeyât (Selâhaddîn Safdî, İstanbul 1931); cild-1, sh. 47
3) Târih-i Atabekiyye el-Musul (İbn-ul-Esîr)
4) Târih-i Meyyâfârikîn
5) Târih-ul-beşer (Ebü’l-Fidâ, İstanbul 1286); cild-2, sh. 223
6) Chroniqües (Suryanî Mihael); cild-3, sh. 175
7) Düvel-i İslâmiyye; sh. 242
8) El-Kâmil (İbn-ül-Esir, Kâhire 1303); cild-9, sh. 25
9) Kitâb-ür-Ravdateyn (Ebû Şâme); cild-2, sh. 38