Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelf mezhebinin imamı, kurucusu. Künyesi, Ebu Abdullah’tır. 780 (H. 164) senesinde Başdad’da doğdu. 855 (H. 241) senesinde bir Cum’a günü orada vefat etti. Bab-i Harb denilen kabristanda medfundur. Babasının ismi Muhammed bin Hanbel’dir. Dedesi Hanbel bin Helal, Basra’dan Horasan’a gelerek yerleşmiş, Emevî Devleti’nde Serahs şehri valiliği yapmıştır. Ahmed bin Hanbel’ın babası asker (subay) idi. Annesi ona hamile iken, Merv şehrinden Bağdad’a göçtüler. Soy itibariyle Arab asıllıdır. Nesebi, Arablar arasında meşhûr bir kabîle olan Şeyban kabilesine dayanır. Bu kabîle, Adnan’ın torunlarından Nizarda Peygamber efendimizin soyu ile birleşmektedir.
Ahmed bin Hanbel’in babası daha o küçük yaşta iken vefat etti. Onun terbiye ve yetişmesiyle annesi ilgilendi. Ahmed bin Hanbel, küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Bu sırada Bağdad önemli bir ilim merkezi olup, burada hadîs, tefsîr, kıraat ve diğer ilimlerde söz sahibi alimler ve evliyanın büyükleri bulunuyordu. Ahmed bin Hanbel, önce Kur’ân-ı kenmi ezberledi. Bundan sonra lugat, hadîs, fıkıh, tefsîr, Eshab-ı kiram ve Tabiîn’in rivayetlerini öğrendi. Henüz 15-16 yaşlarında iken emsali arasında ciddiyeti, cahskanlığı, takvasi, sabn, metanet ve güzel ahlâkı ile üstün oldu ve alimlerin dikkatini çekti. Bu sebeple Heysem bin Cemîl (rahmetullahi aleyh), onun hakkında; “Bu çocuk yaşarsa, zamanındakilere ilimde rehber olacaktır” demiştir.
İlk önce, İmam-ı a’zam’ın talebesi olan Ebu Yusuf’dan fıkıh ve hadis ilimlerinde ders aldı. Bundan sonra da üç sene Huseym’in derslerine devam edip, ondan hadîs-i şerîf dinledi. Kendisi;. “Hocam Huseym’den işittiğim her şeyi ezberledim” demiştir. 795 (H. 179) senesinde tahsile başlayıp, 802 (H. 186) senesine kadar 7 yıl Bağdad’da meşhûr alimlerden ilim öğrendi. Bundan sonra ilim tahsîli için seyahatlere başladı. 802 (H. 186) yılında Basra’ya ve bir yıl sonra da Hicaz’a gitti. Böylece; Kufe, Basra, Mekke-i mukerreme, Medine-i münevvere, Şam ve el-Cezîre’ye giderek hadîs ilmini öğrendi. Hadîs ravîlerini bizzat görerek, kendilerinden hadîs-i şerîf dinledi. Basra ve Hicaz’a beş er defaseyahatyaptı. Hicaz’a yaptığı ilk seyahatinde, fıkıh ilminde hocası olan İmam-ı Şafiî ile Mekke’de Mescid-i Haram’da görüştü. İkinci defa ise, Bağdad’da bir araya geldiler.
Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh), ilim öğrenmek için her türlü zorluğa katlandı. İlmî seyahatlerini çok kere yaya olarak yaptı. Hac yapmak için beş defa Mekke-i mukerremeye gitti. Bu seferlerinden birinde, hac yaptıktan sonra bir müddet, mucavir olarak Mekke’de kaldı. Sonra meşhûr hadîs alimi Abdürrezzak bin Hemmam’dan hadîs-i şerîf öğrenmek için Yemen’in San’a şehrine gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk sırasında, çok sıkınti çekti. Yolda yiyeceği bitmişti. Parası da olmadığı için, San’a şehrine varıncaya kadar, nakliyecilerin yanında ücretle hamallık yaptı. Ticaret ve kazanç için elverişli olmayan San’a’da iki sene kalıp, Abdürrezzak bin Hemmam’dan hadîs-i şerîf dinledi. Böylece İmam-ı Zührî ve İbn-i Museyyib yoluyla rivayet edilen, bir çok hadîs-i şerîfi işitip öğrendi.
Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmek için pek çok İslâm beldesini dolaştı ve bu uğurda pek çok meşakkate katlandı. Kitap gantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu tanıyan biri, ezberlediği hadîs-i şerîfler ve yazdığı notların çokluğunu görerek; “Bir Kufe’ye, Bir Basra’ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?” deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri; “Hokka ve kalem ile mezara kadar…” diyerek cevap vermişti.
Ahmed bin Hanbel hazretleri, kırk yaşında ders ve fetva vermeye başladı. İlmi ve üstün ahlâkı ile çok sevilip, hadîs rivayetinde ve fetvada başvurulan önemli bir kaynak oldu. İki çeşit ders halkasi (meclisi) vardı. Biri, talebelerine verdiği muntazam dersler, diğeri de talebelerinin ve halktan isteyenlerin katıldığı dersler idi. İlim meclisine pek çok kimse katılırdı. Bazı rivayetlere göre, dersini dinleyenlerin sayısı beş bini bulmuştur. Ahmed bin Hanbel’den ders alıp, ilim öğrenen talebenin çokluğu, ondan hadîs-i şerîf rivayet edenlerin ve fikhi mes’eleler nakledenlerin pek çok sayıda olmasından da anlaşılmaktadır. Onun meclisine gelip, derslerini dinleyenlerin bir kısmı, sadece ondaki üstün hallere, yüksek ahlâka ve derin ilme hayran kaldığı için, bir kısmı hem ilmini, hem ahlâkını alırken, bir kısmı daonun yaşayışına göre yaşamak, onu tanımak, ahlâk ve edeb hususunda yaptığı vaz u nasîhatten istifade etmek için huzuruna gelirlerdi.
Ahmed bin Hanbel’in meclisinde, derslerinde vekar, ciddiyet, tevazu ve gönül huzuru hakim idi. Dinleyenlere ve katılanlara saadet vesilesi olan derslerini, ikindiden sonra, Bağdad’da büyük bir mescidde verirdi.
Ders meclisine daima kitaplarıyla, yazıp kaydettikleri ile çıkardı. Çok kuvvetli bir hafızaya sahib olmasına rağmen, hadîs-i şerîf rivayet ederken, yazdıklarına bakardı. Kitabından okur, talebelere yazdırırdı. Derslerinde hadîs-i şerîf rivayetinden başka, bir de fikhi mes’eleler hakkında verdiği cevaplar yer almakta idi. Ondan ders alıp, ilimde yetişenlerin sayısı 900 civarındadır. En meşhûr talebelerinden olan oğlu Salih bin Ahmed, babasının ictihadlarını, yazdığı mektuplarla yaydı. Kadılık vazifesi de yaptığ için Hanbeli mezhebini tatbik edip, uygulama safhasına koydu. Diğer oğlu Abdullah bin Ahmed, babasının ictihadlarını nakletti.
Ahmed bin Hanbel, hadîs ilminde zamanın en büyük alimi olup, üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi senedleriyle birlikte ezbere bilirdi. Ebu Zur’a’ya göre, bir milyon hadîs-i şerîfi ezberlemişti. Kendisinden pek çok alim, hadîs-i şerîf nakletmiştir. İlim ve amelde öncü, Ehl-i sünnet olan dört imamın dördüncüsü idi. İmam-ı Şafiî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Bağdad’dan ayrıldığım zaman, orada Ahmed bin Hanbel’den dahaalim, daha fakîh, haramlardan ve süphelilerden onun kadar kaçan kimseyi bırakmadım.”
Ebu Davud Sicistanî şöyle buyurmuştur: “İki yüz meşhûr alimle karşılaştım. Ahmed bin Hanbel gibisini görmedim. O hiç bir zaman, insanların daldığı dünya işlerine dalmazdı. Ancak ilimden bahis açılınca konuşurdu.” Ebu Zür’a da; “İlmin her dahnda Ahmed bin Hanbel’in bir benzerini görmedim. Onun ilimde ulaştığı dereceye, başkası ulaşamamıştır” demiştir.
Menha bin Yahya da; “Ahmed bin Hanbel, her hayn kendisinde toplamıştı. Çok alim gördüm, fakat ilimde, verada ve zühdde, onun gibi üstün birine rastlamadım” demiştir.
İmam-ı Ahmed bin Hanbel, büyük bir müfessir, yüksek bir muhaddis olup, hazırladığı tefsîri, yüz yirmi bin hadîs-i şerîfden meydana gelmiştir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin eserleri, müfessirler için birer feyz kaynağıdır. Bunun için kendisi “Üstad-ül-Müfessirîn” ünvanıyla anılır. Bir çok muhaddis yetiştirmiştir. Binlerce hadîs-i şerîf ile hafızasrın süslemiştir.
Yaşadığı devir, yazılan hadîs-i şerîflerin toplandığı bir devirdi. Bu devirdeyetişen büyük hadîs alimlerinin en meşhûru oldu. Otuz bin hadîs-i şerîfi içine alan Müsned adlı eserini, 700 bin hadîs-i şerîf içinden seçerek yazdı.
Bağdad’da mu’tezile fırkasına mensub olanlar, Kur’ân-ı kerîm mahluktur diyerek, bu yanhî itikadlarına, Abbasî halifesi Me’mun’u inandırdılar. Bunu kabul etmesi için, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, Me’mun vasıtasıyla bu hususta baskı ve işkence yaptılar ve yirmisekiz ay hapsettiler.
Bu arada Ahmed bin Hanbel’e, İmam-ı Şafiî hazretleri, Mısır’dan mektup göndermişti. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca; “Rüyada Resûlullah efendimizi görmüş, Ahmed bin Hanbel’e mektup ile benden selam yaz ve de ki; Kur’ân-ı kerîmin mahluk olup olmadığı kendisinden sorulacak. Onların istediği cevabı vermesin! buyurmuş” dedi. Bunun üzerine bütün baskı ve işkencelere rağmen, o; “Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelamıdır. Mahluk değildir” diyerek, Ehl-i sünnet itikadını bildirdi. Mu’tasım’ın halifeliği sırasında da baskı ve işkencelere maruz kaldı. El-Mütevekkil halife olunca, mu’tezile fırkasi mensublarını saraydan uzaklaştırdı. Fıkıh ve hadis alimlerine hürmet ve yakınlık gösterdi. Böylece Ahmed bin Hanbel hazretleri, yapılan baskı ve işkenceden kurtuldu. Yaptığı hizmetlerle, zamanındaki ve sonraki asırlardaki insanlara rehber oldu.
Mezhebi: Allahü teâlâ, bütün müslümanlardan tek bir îman istemektedir. İslâmiyet’te; îmanda, îtikadda tefrikaya (ayrılığa), kesinlikle izin verilmemiştir. Resûlullah efendimizin inandıdı ve bildirdiği ve Eshab-ı kiramın naklettiği gibi îman eden müslümanlara, Ehl-i sünnet ve cemaat veya kısaca Sünni denir. Sunnî müslümanlara, mezheb imamı olan büyük İslâm alimleri tarafından, Kur’ân-ı kenın ve hadîs-i serîflerde hükmü açıkça bildirilmemiş olan bazı ibadetlerin ve günlük muamelelerin tarifinde ve yapılışında gösterilen ve Allahü teâlânın rızasına kavuşturan yollara, ameli mezhebler denilmiştir.
Mezheb imamı olan büyük İslâm alimlerinin, aralarındaki böyle ictihad ayrılıklarına, dînin sahibi izin vermiş ve bu hal, her zaman ve her yerde, müslümanların İslâmiyet’e dosdoğru uymalarını te’min ederek, müslümanlarığın rahmet olmuştur. Nitekim hadîs-i şerîfde de; “Alimlerin (müctehidlerin) mezheblere ayrılması rahmettir” buyrulmuştur.
İslâmiyet’te, Ehl-i sünnet itikadı üzere olan, amelde dört hak mezhebten biri de, Hanbelî mezhebidir. Ahmed bin Hanbel hazretleri bu mezhebin imamıdır. O, ictihadlarıyla, müslümanların, Allahü teâlânın rızasına kavuşmaları için, amellerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun gösterdiği bu yola “Hanbelî mezhebi” ve Ehl-i sünnet îtikadında olan müslümanlardan, amellerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Hanbeli denir.
Ahmed bin Hanbel’in, talebelerinin ve kendisine sual soranların müşkullerini hallederken ortaya koyduğu ve takib ettiği usûller, Hanbelî mezhebinin temel kaideleri olmuştur. Bu usûller şunlardır:
1-Kitab ve Sünnet: Bütün müctehidler gibi Ahmed bin Hanbel de, bir işin nasıl yapılacağini Kur’ân-ı kenınde acık olarak bulamazsa, hadîs-i şerîflere bakar, bunlarda bulursa ona göre hüküm verirdi.
2-İcma ve Sahabe kavli: Hadîs-i şerîflerde de açıkça bulamadığı bir iş için, icma var ise, öyle yapılmasını bildirirdi.
İcmâ, Eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. İcmaya sözbirliği de denir. Eshab-ı kiramdan sonra gelen Tabiînin de icmasını delil, senet kabul etmiştir. Sahabe kavli (sözü, ictihadi) bulunan bir mes’elede, kendi ictihadına göre hüküm vermezdi. Sahabenin sözüne göre hüküm verirdi. Hatta Sahabe sözü bulamadığı hususlarda, Tabiînin büyüklerinden olan müctehidlerin ictihadını, kendi re’yine tercih ederdi.
3-Bir mes’ele hakkında, Sahabe veya Tabiîne ait bir re’y (ictihad) bulamazsa, zayıf ve mürsel hadîslerle amel eder, ona göre hüküm verirdi. Zayıf hadîsin de, sahih hadîsin bir çeşidi olduğunu göz önünde tutardı.
4-Kıyas: İmam-ı Malik’in rivayet yolunu ve İmam-ı a’zamın re’y ve kıyas yolunu almış ise de, pek çok hadîs-i şerîf ezberledişinden, önce, hadîs-i serîflerin birbirini kuvvetlendirmesine bakarak, ictihad etmiştir. Ictihadda bu usûl, sadece Ahmed bin Hanbel’e aittir.
Hanbelî mezhebinde bir çok alimler yetişmiştir. Bu alimlerin başıda Ahmed bin Hanbel’in kendi oğulları Salih ve Abdullah gelmektedir. Ebu Bekr el-Esrem, Abdülmelik el-Meymunî, Ebu Bekr el-Mervezî, Harb bin İsmail, İbrahim bin İshak el-Harbî gibi alimler, Ahmed bin Hanbel’in bizzat kendisinden fıkıh ilmini öğrenmişlerdir. Bu mezhebin esasını yaymak hususunda üstün gayret gösteren alimlerden biri de Ebu Bekr el-Hallal’dir. Seyyid Abdülkadir-i Geylanî de, Hanbelî mezhebinin esaslarını yayan alimlerdendir. Oğlu Salih, çeşitli kimselere yazdığı mektuplarla babasının mezhebini yaymıştır. Abdülkadir-i Geylanî, Fütuh-ül-Gayb ve Gunyet-üt-talibin kitapları ile, Abdurrahman el-Cezîrî de Kitab-ül-Fıkhı alel-Mezahib-il-Erbaa’sında bu mezhebin esaslarını en geniş şekilde açıklamaktadır. El-Mugni, El-İkna, Bülûg-ul-Emani adındaki eserler de, Hanbeli fıkhı üzere yazılmıştır.
Bu mezheb, Şam ve Bağdad taraflarında çok yayılmıştı. Şimdi azalmıştır. Arabistan’da da mensubları vardı.
Ahmed ibni Hanbel hazretlerinin fazîletlerini, zamanında bulunan İslâm alimeri değişik ifadelerle anlatmışlardır.
Yahya bin Main; “Ahmed bin Hanbel gibi bir zat daha görmedim. Elli sene onunla sohbet ettim. Kendinde bulunan üstünlüklerden hiç biriyle asla kendini medhetmedi” buyurmuştur.
Oğlu Abdullah; “Babam her gece Kur’ân-ı kerîmin yedide birini okur, her yedi günde bir hatim ederdi. Yatsı namazını kıldtktan sonra biraz istirahat eder, sonra kalkıp sabaha kadar ibadet ve taatla meşgul olurdu. Giydiği elbiseyi en ucuz kumastan yaptırırdı. Çok defa az yer; “Ölecek olan kimse için, bunlarçok bile” derdi” demiştir.
Gece namazını hiç bırakmazdı. Halka daima kolaylık yollarını gösterir, aşır vazifeleri yüklemezdi. Acıktığı zaman bir şey bulamazsa, kimseyi rahatsız etmez, birşey istemezdi. Çoğu zaman ekmeğine sirke katık olurdu. Yolda yürürken, hızlı adımlarla yürürdü. Onu daha çok, mescidde, cenaze namazmda ve hasta ziyaretinde görürlerdi.
Seleme bin Şebîb’den şöyle nakledilmiştir: “Birgün Ahmed bin Hanbel’in huzurunda oturuyorduk. İçeriye bir zat girip; “Ahmed bin Hanbel kimdir?” dedi. Biz susup bekledik. “Ahmed bin Hanbel benim, ne istiyorsun?” dedi. Gelen zat dedi ki: “Dört yüz fersah uzaktan geliyorum. Cum’a gecesi uyumuştum. Rüyamda biri gelip, bana; “Ahmed bin Hanbel’i biliyor musun?” dedi. “Hayır tanımıyorum” dedim. “Bağdad’a git, onu sor ve bulunca, Hızır alayhisselâm sana selam söyledi de! Semşvâttaki melekler ondan razıdır. Çünkü o, nefsine asla uymadı, Allahü teâlâya itaat hususunda çok sabırlı davrandı” dedi. Ahmed bin Hanbel;” Masaallah, la havle vela kuvvete illa billah” dedi. Sonra o zata; “Başka bir söyleyeceğin ve ihtiyacrn var mi?” dedi. “Hayır sadece bunun için geldim” dedi ve o gün Bağdad’dan ayrıldı.”
Ahmed bin Muhammed bin Amr, Ebu Abdurrahman bin Ahmed’den neklen şöyle anlatır: “Bir defasında hadis alimleri, Ebu Asim Dahhak ibni Mahled’in meclisinde toplanmıştı. Onlara; “Fıkıh öğrenmek istemez misiniz? Halbuki aramızda fıkıh aümi yok” dedi. “Aramızda bir kişi var” dediler. “Kimdir o?” dedi. “Şimdi birazdan gelir” dediler. Biraz sonra Ahmed bin Hanbel karşıdan göründü. “Karşılayalım” dedi. Oradakiler; “O böyle şeyden hoşlanmaz” dediler. Gelince Ebu Asim onu yanına oturtup, fikhi mes’eleler sormaya başladı. Bir sual sordu ve cevap aldı. Sormaya devam ederek, bir kaç kere sorup cevap aldı. Sonra da; “Bu, derya gibi bir alimdir” dedi.”
Nadr bin Ali; “Ahmed bin Hanbel’in işi, hep ahıretle ilgili idi. Dünya menfaatleri ona yöneldi, fakat o kabul etmeyip, geri çevirdi” dedi.
Nuh bin Hubeyb şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel’i, Hîfe mescidinde 813 (H. 198) senesinde gördüm. Bir direğe yaşlanmış oturuyordu. Hadis ilmi ile uğraşan hadis ehli, yanına toplanmıştı. Onlara hadîs-i şerîf vefıkıh öğretiyordu. Bize de, haccın yapılışı ile ilgili fetvâ verdi.”
İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri kendisi anlatır: “Bir gün, sahrada yalnız idim. Yolu şaşırmıştım. Bir kenarda oturan bir köylu gördüm. Gideyim ve ona yolu sorayım dedim. Gittim ve sordum. “Açım” dedi. Bir parça ekmeğim vardı, ona verdim. GCir bir sesle; “Ey Ahmed! Sen kim oluyorsun ki, Allahü teâlânın evine (Beytullah’a) gidiyorsun! Allahü teâlâ oraya gitmene razı olmayınca, elbette ki, yolunu şaşırırsm!” dedi. Bunun üzerine; “Ya Rabbi! Senin köşelerde, kenarlarda, sakladığın, halkın gözünden orttuğün böyle kulların da varmış” dedim. O zat şöyle dedi: “Ne zannediyorsun Ahmed, ne zannediyorsun! Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, eğer Allahü teâlâdan isteseler, bütün gökler ve yerler, onların hürmetine altın olur.” O anda toprak ve dağlar altın olmuştu.. Kendimden geçtim ve düştüm.”
Ahmed bin Hanbel’in, yevmiye ile çalışan bir işçisi vardı. Akşam talebesine, bu işçiye ücretinden fazla ver, dedi. Talebe, ücretinden fazla para verdi. İşçi almadı ve gitti. Hazret-i imam, arkasından yetiş, şimdi alır, dedi. Dediği gibi işçi parayı aldı. Hazret-i imam’a sebebi sual edildiğinde buyurdu ki: “O zaman böyle bir şey aklından geçiyordu… Şimdi ise bu düşünce onda yok oldu. Alması tevekkülunu bozmayacağı için aldı.” Tevekkül nedir? diye sual ettiler. “Rızkın, Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır” buyurdu.
Taberanî hazretleri şöyle nakleder: “Zamanın meşhûr bir falcisi vardı. Fal baktırmak isteyenler her taraftan gelir, kendisini bulurlardı. Bu sahis falciliği meslek haline getirmişti. Daha sonra hastalandı. Yirmi sene iyilesemedi. Biri ziyaretine gelmişti. Halini görünce; “Senin iyileşmenin tek yolu var. O da zamammizin en büyük alimlerinden ve evliyasından biri olan Ahmed bin Hanbel hazretlerinin dua etmesidir” dedi. Bu falci da annesini gönderip, dua etmesini istedi. Annesi, Ahmed bin Hanberin evine varınca dedi ki: “Oğlum yirmi senedir hasta yatmaktadır. Bunun iyileşmesi için sizden dua istemeye geldim. “Herkes iyileşmek için oğluna gelirdi. Senin oğlun da, her şeyi bildiğini zannederdi. Kendi hastalığını tedavi etmeyip de, seni bana mı gönderdi?” dedi. Kadının çok ısrari karşısında dayanamayıp, falolığı bırakması şartıyla dua edeceğini söyledi. Hazret-i imam’in bu sözü üzerine falciliği bıraktı. Tövbe istiğfar etti ve sıhhate kavuştu.”
Bir gencin, felç olmuş, hasta bir annesi vardı. Bir gün oğluna; “Ey oğlum! Eğer benim rızâmı almak, beni sevindirmek istersen, İmam-ı Ahmed’in huzuruna git ve sıhhate kavuşmam için bana dua etmesini söyle. Belki Allahü teâlâ, beni bu hale getiren hastalıktan kurtanr” dedi. Genç, İmâm-ı Ahmed’in kapısına geldi ve seslendi. İçerden bir ses;
“Kimsin?” dedi. Cevabında; “Size muhtacım. Hasta bir annem var, sizden dua istiyor” dedi. İmam çok üzüldü. Kendi kendine; “Beni nereden biliyor?” dedi. Sonra kalktı, abdest aldı, namaza durdu. İmam’in hizmetçisi o gence; “Sen geri don, imam dua ediyor” dedi. Genç geri döndü, evin kapısına geldiği zaman, annesi kalktı ve oğlunu kapıda karşıladı. Allahü teâlânın izni ile tam sıhhate kavuşmuştu.
İbn-i Ebi Verdi hazretleri anlatır: “Bir gece rüyamda Resûlullah’ı gördüm. Kendisine dedim ki: “Ya Resûlallah! Ahmed bin Hanbel hakkında ne buyurursunuz?” “Senin yanına Mûsâ aleyhisselam geliyor, bu sualini ona sor?” buyurdu. Sir müddet sonra yanıma Mûsâ aleyhisselam geldi. Aynı sualimi ona sorduğumda buyurdu ki: “Ahmed bin Hanbel, zahirî ve batmî ilimde kemale gelmiş, çok sadık bir kimsedir. Allahü teâlâ, muhakkak sadıklarla beraberdir.”
Ahmed bin Hanbel vefat ederken eliyle işaret edip; “Hayır olmaz” dedi. Oğlu; “Babacığım bu ne haldir?” dedi. “Şu an tehlike zamanıdır, dua ediniz. Şeytan felaket toprağını başıma saçmak istiyor. Ey Ahmed, benim elimde can ver diyor, ben de; “Hayır olmaz, hayır olmaz!” diyorum” dedi. “Bir nefes kalıncaya kadar tehlike vardır. Şeytanın aldatmasından emîn olmak yoktur” buyurdu. Vefât haberi, bütün Bağdad halkını ağlattı. Cenaze namazını kılmak için gelenlerin çok fazla olması sebebiyle Bağdadlılar evlerinin kapısını açıp, cenaze namazı için abdest almak isteyen gelsin, diye bağırdılar. Cenaze namazı kılınınca, kuşlar, tabutu üzerinde uçusup, kendilerini tabuta vurdular. Cenaze namazmda yüz bine yakın kişi bulundu. O gün yahudi ve hıristiyanlardan pek çok kimse, bu hadiseyi görerek müslüman oldu. Ağlayıp, yalvararak; “La ilahe illallah” dediler.
Muhammed ibni Huseyme der ki, vefâtından sonra hazret-i imâm’ı rüyamda gördüm. “Nereye gidiyorsun?” dedim. “Cennet’e gidiyorum” dedi. “Allahü teâlâ sana ne muamele etti?” dedim. Cevabında buyurdu ki: “Allahü teâlâ beni mağfiret etti. Başıma taç giydirdi ve; “Ey Ahmed! Kur’ân-ı kerîme mahluk demediğin için, bu nimetleri sana verdim” diye buyurdu.”
Muhammed bin Huzeyme şöyle anlatır: “Ahmed bin Hanbel’in vefat haberini iskenderiyye’de iken duydum. Çok üzülmüştüm. Rüyamda Ahmed bin Hanbel’in salına salına yürüdüğünü görüp kendisine; “Ey imâm! Bu ne biçim yürüyüş böyle?” dedim. Ahmed bin Hanbel; “Dünyada, Allahü teâlânın dinine hizmet edenlerin, Cennet’teki yürüyüşleri böyledir” buyurdu. Ben; “Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti?” diye sual ettim. İmam hazretleri; “Allahü teâlâ beni affetti, başıma bir taç, ayağıma altından iki ayakkabı giydirdi ve “Ey Ahmed! Kur’ân-ı kerîmin kelamım olduğuna inandığın için, bu iltifatlara kavuştun. Ey İmam, Süfyan-i Sevrî’den sana ulaşan dualar var, onlarla dünyada duâ ettiğin gibi, şimdi de duâ et” dedi. Bu emir üzerine; “Ey alemlerin Rabbi olan Allah’ım, bizleri af ve mağfiret eyle. Bizlere sual sorma” diye dua ettim. Bu duadan sonra; “Ey Ahmed, işte Cennet, gir oraya buyurdu ve ben de Cennet’e girdim.”
Eserleri:
1-Müsned; 30 bin hadîs-i şerîfi içine almıştır. Matbudur. 2-Kitab-üs-Sünne, 3-Kitab-üz-Zühd (Matbû’dur), 4-Kitab-us-Salat, 5-Kitab-ul-vera’ vel-iman, 6-Kitab-ür-Reddi alel-Cehmiyye vez-Zenadika (Matbudur), 7-Kitab-ül-eşribe (Matbudur), 8-Kitab-ül-mesail, 9-Cüz-fi usûl-us-Sünne, 10-Fedail-us-Sahabe; 2 cild halinde matbû’dur. 11-Er-Reddü ala men-Tenakşa fil-Kur’an, 12-Et-Tefsir, 13-En-Nasih vel-Mensuh, 14-Et-Tarih, 15-Hadisu Şu’be, 16-Mukaddem vel-Muahhar fil-Kur’an, 17-Vücubat-ul-Kur’an, 18-Menasik-ül-kebir ves-Sagir, 19-El-Cerhu vet-Ta’dil, 20-Kitab’ul-ilel ve ma’rifet’ür-Rical (Matbudur).
Ahmed bin Hanbel hazretleri buyurdular ki:
“Kim, insanlara, ekmek ve su kadar lazımdır. Kim, rivayet ve kuru malumat çokluğu değildir. Kim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.”
“Kulun, kalbini ıslah etmesi için, iyilerle beraber olması kadar faydalı bir şey yoktur. Yine kulun, fasıklarla beraber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar zararlı bir şey yoktur.”
“Günahlar, imanı zayıflatır.”
“Yemeni; din kardeşleriyle sürûr içinde, fakirlerle ikram ve cömertlikle, diğer insanlarla da mürüvvet içinde yemek lâzımdır.”
“Sizde olmayan meziyetlerle, sizi medheden kimsenin; sizde olmayan kötülüklerle de bir gün kötüleyeceğini unutmayınız.”
“İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kirilan veya küsen arkadaş, gerçek arkadaş değildir.”
“Kibir taşıyan kafada, akıla rastlayamazsınız.”
“İnsanların ahmak sınıfi, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlardır.”
“Tevekkül, her şeyi Allah’tan bilmek ve rızkı O’nun verdiğine inanmaktır.”
“İnsana az bir mal yetişir. Çok mal ise kafi gelmez.”
“Husn-i zanın olanın hayatı hoş geçer.”
“Yalan söylemek, emniyeti giderir.”
“Meziyyet; fazîlet, ilim ve irfan tamamlığı iledir.”
“Ayıplardan uzak arkadaş arayanlar, arkadaşsız kalır.”
Ahmed ibni Hanbel’e; “Her gün sabahtan akşama kadar camide ibadet edip, Allahü teâlâ benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen nasıl bir kimsedir?” diye sordular. Cevabında; “Bu kimse cahildir. İslamiyet’ten haberi yoktur. Çünkü, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Allahü teâlâ benim. rızkımı, süngümtin ucuna koymuştur. (Yani rızkım cihad ile gelmektedir)” demiştir.
“İhlas nedir?” sorusuna; “Amellerin Hfetlerinden kurtulmaktır”, “Tevekkül nedir?” sorusuna; “Rızkın, Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır” cevabını vermiştir.
“Zühd nedir?” sorusuna; “Zühd üç türlüdür; cahilin zühdü, haramları terk etmektir. Alimlerin zühdü, helal olanların fazlasından sakınmaktır. Ariflerin zühdü, Allahü teâlâyı unutturan şeyleri terk etmektir” cevabını vermiştir.
Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah; “Babam, fütüvvet nedir sorusuna; “Korktuğun şey (Cehennem) için, arzu ettiğin şeyi (heva ve hevesi) terketmektir” diye cevap verdi” demiştir.
Ahmed bin Hanbel hazretlerinin rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
“İki kişi birbiriyle sevişir de sonra araları açılırsa, bu ancak birisinin işlediği bir günah sebebiyle olur.”
“Bile bile bir dirhem gümüş kıymetinde faiz yemek, otuz zinâdan daha çok günahtır.
“Kişinin günahları çoğaldığı zarnan, günahlarına keffaret için, Allahü teâlâ onu geçim sıkıntısına düşürür.”
“Bize en sevimli ve ahırette en yakın olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır. En sevimsiz ve en uzak olanınız da, çok honuşup hezeyân eden, ağzini yayarak konuşan, konuşmasında kendisini öven ve lüzumsuz sdzler söyleyen kibirlilerdir.”
“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allahü teâlâ yüzü üstü Cehennem’e atar.”
“Dünyayı seven, ahıretine zarar eder, ahıretini seven, dünyasını zararlandırır. Bu böyle olunca, siz bakiyi (ahıreti) fani üzerine tercih ediniz.”
“Faziletlerin en üstünü; sana gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve kötülük edene iyilik etmendir.”
“İmânın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.”
“Kim bir musîbetle karşılaşır ve Allah’ın emrettiği gibi “İnnâ lillah ve inna ileyhi râciun” dedikten sonra, Allah’ım, bu musibetle beni mükâfatlandır ve bunun ardında buhinan hayırlısını bana ver, dese, Allahü teâlâ onun istediği gibi yapar.”
Ahmed bin Hanbel, Abdullah ibni Ömer’den nakleder: Sa’d (radıyallahü anh) abdest alırken, Resûlullah efendimiz gördü. “Yâ Sa’d! Suyu niçin israf ediyorsun?” buyurdu. Abdest alırken de israf olur mu dedikte; “Büyük nehirde de olsa, abdestte fazla kullanmak israf olur” buyurdu.
“Rükü ile secde arasında belini ve sırtım doğrultmayan kimseye, kıyamet gününde Allahü teâlâ bakmaz.”
“Kıyamet günü Ars-i a’zamın etrafında, bir takım insanlar için kürsüler kurulacaktır. Bunların yüzleri, ayın on dördü gibi parlayacaktır. İnsanlar feryad ederken, onlar feryad etmez. İnsanlar korkarken, onlar korkmazlar. Onlar, korku ve kederleri olmayan, Allah’ın gerçek dostlarıdır” buyurdu. Bunların kim olduğu sorulunca; “Onlar, Allah için sevişen kimselerdir” buyurdu.
“Bütün çocuklar, müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bundan sonra anaları, babaları; hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.”
“Cum’a günü bir an vardır ki, mü’minin o anda yaptığı duâ red olmaz.”
1) Hilyet-ül-evliya; cild-9, sh. 161
2) Tehzib-üt-tehzib; cild-1, sh. 72
3) Târih-i Bağdad; cild-4, sh. 412
4) Tabakât-i Hanabile; cild-1, sh. 4
5) Tezkiret-ul-huffâz; cild-2, sh. 431
6) Şezerat-uz-zeheb; cild-2, sh. 96
7) Mu’cem-ül-müellifîn; cild-2, sh. 96
8) Câmiu kerâmât-il-evliyâ; cild-1, sh. 290
9) Kamûs-ül-a’lâm; cild-1, sh. 788
10) Tam İlmihâl Seddet-i Ebediyye; Sh. 980
11) Vefeyât-ül-a’yân; cild-1, sh. 36
12) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 121, cild-7, sh. 84
13) El-Biddye ven-nihâye; cild-10), sh. 325
14) Tezkiret-ul-evliya; cild-1, sh. 195
15) Miftâh-us-seade; cild-2, sh. 232
16) Hidayet-ul-muvaffikîn; sh. 63
17) Tabakât-ül-müfessirin; cild-1, sh. 70
18) Mir’ât-ul-cinân; cild-2 sh. 132
19) Eshâb-ı Kiram; sh. 310
20) Fâideli Bilgiler; sh. 13, 44, 73, 87, 91,143,158
21) Vehhâbiye Nasihat; sh. 13, 24
22) El-A’lâm; cild-1, sh. 203
23) Sıfat-us-safve; cild-2, sh. 190
24) Sebil-ün-necât; sh. 25
25) Eşedd-ül-cihâd; sh. 7
26) Mukaddimet-ul-Müsned (Zehebi); sh. 82
27) En-Nücum-üz-zâhire; cild-2, sh. 304
28) Menâkıb-ı Ahmed bin Hanbel (İbn-i Cevzi)
29) İslâm Alimleri Ansiklopedisi; cild-3, sh. 209-21