AMİR B. ABDULLAH ET-TEMÎMÎ
“Başlarında Amir İbn Abdullah et-Temimi olmak üzere zühd sekiz kişide sona erdi.”
-Alkame b. Mürsed-
Şimdi hicretin 14. senesindeyiz.
İşte sahabe ve tabiînin büyüklerinden bazıları, müslümanların halîfesi Ömer b. el-Hattab’ın emriyle Basra şehrinin plânını çiziyorlar.
Onlar, yeni şehrin İran’da savaşan müslüman orduları için bir karargâh…
Allah Ta’âlâ’ya davet için bir hareket noktası…
Yeryüzünde onun adının yayılması için bir ışık… olmasına karar vermişlerdi…
İşte müslüman toplulukları Arap yarımadasındaki her yerden, Necid’den, Hicaz’dan, Yemen’den müslüman siperlerindeki yerlerini almak için yeni şehre gidiyorlar.
Necid’den oraya gidenler arasında Benî Temîm’den Amir b. Abdullah et-Temîmî el-Unberi adında bir delikanlı vardı.
Amir b. Abdullah o gün daha bıyığı terlememiş parlak yüzlü, temiz kalpli bir gençti…
Yeniliğine rağmen Basra, müslüman şehirlerinin serveti en bol olanlarmdandı. Çünkü oraya harp ganimetleri ve saf altın yağıyordu…
Fakat Temîmli delikanlı Amir b. Abdullah’ın bunların hiçbirine ihtiyacı yoktu…
O, insanların sahip olduklarından uzak durur, Allah’ın katındaki-leri arzu ederdi.
Dünya ve zînetlerinden yüz çevirir, Allah’ın rızasına koşardı…
Basra’nın o günkü adamı ve başı, yüce sahabî Ebu Musa el-Eş’arfydi…
O, bir çiçeğe benzeyen bu şehrin valîsiydi…
O, oradan her tarafa hareket eden müslüman ordularının komutanıydı…
O, oranın imamı, onların öğretmeni ve onlara Allah’ın yolunu gösteren kimseydi…
Amir b. Abdullah barışta ve savaşta Ebu Musa el-Eş’arî’den ayrılmadı…
Gidişinde gelişinde onunla birlikte oldu…
Allah’ın Kitab’ını Muhammed’in (s.a.v.) kalbine indiği şekliyle taptaze olarak ondan aldı…
Allah’ın elçisinin hadisini Peygamber’den (s.a.v.) kesintisiz olarak rivayet etti…
Allah’ın dinini onun vasıtasıyla iyice öğrendi…
Aradığı ilmi elde edince hayatını üç kısma ayırdı:
Bir kısmını, Basra camiinde halka KuKan okutmak üzere zikir halkalarına…
Bir kısmını, ayakları şişinceye kadar Allah’ın huzurunda durmak üzere ibadet yerlerine…
Bir kısmını da Allah yolunda savaşmak üzere kılıcını sıyırdığı cihad meydanlarına…
Hayatında bunlardan başka bir şeye, kesinlikle hiç yer bırakmadı. Böylece o Basra’nın abid ve zahidi diye meşhur oldu…
Basralılardan birinin anlattığı şu hikâye Amir b. Abdullah’la ilgilidir:
içinde Amir b. Abdullah’ın bulunduğu bir kafileyle birlikte yolculuk yapmıştım.
Gece olunca bir ormanda konakladık…
Amir eşyasını bir yere toplayıp atını bir ağaca bağladı. Yularını biraz uzattı. Atına, karnını doyuracak kadar yeşil ot toplayıp önüne attı. Sonra ağaçların arasına daldı. Kendi kendime şöyle dedim.
Vallahi, onu mutlaka takip edeceğim ve bu gece ormanın derinliklerinde yapacaklarını göreceğim.O ağaçlarla sarılmış ve gözlerden uzak bir tepeye varıncaya haıint yut tulu
Kıbleye yöneldi ve tMItıaz kılmak İçin durdu.,,
Namazı onunkinden dahn güzel, daha mükemmel ve daha hu* tulu kihlöe yöıınemlştlm…
Iftldiğİ km İm namaz kıldıktan sonra, Allah’a dua etmeye başla* dl fâiöiği şeyler şunlardı:
“Allah’ım! Irmrlnle beni yarattın ve iradenle bu dünyanın belâla-ııyla keışılaştırdın. Dahn sonra bana: Kendini tut dedin… Ey güçlü ve tsn0lnml Lutfunlâ sen beni tutmazsan, ben kendimi nasıl tutarım?.,’’
“Allleh’ım! Biliyorsun ki bu dünya içindekilerle birlikte benim olsa ve sonra nenin rızan İçin onlar benden istense onları isteyene mutlaka verirdim,,,
Beni kendime ver, ey merhamet edenlerin merhametlisi!..
Allahım Seni öylesine sevdim kİ bana her musibeti kolaylaştır ve hatuna her yelene karşı razı kıl…
Sena olan sevgimin yanında sabahleyin aleyhime olacak ak-tnmleyln İçinde bulunduğum duruma aldırmıyorum…”
Basralı şahıs şöyle der:
“Daha sonra uykum geldi ve gözlerimi uykuya teslim ettim…
Ata sıra uyandığımda, Amir hâlâ yerinde duruyor, namazına ve duasına devam ediyordu ve nihayet sabah oldu.
Sabah olduğunu anlayınca, sabah namazını kıldı ve dua etmeye başladı:
“Allah’ıml Sabah oldu, insanlar senin lutfunu aramak için gidip yelmeye başladılar.,.
Onlardan her birinin İhtiyacı vardır…
Amlr’ln sana olan ihtiyacı ise senin onu affetmendir…
Allah’ım! Benim ve onların ihtiyaçlarını yerine getir, ey cömertlerin en cömertli”
Allah’ım! Senden üç şey İstedim, ama sen bana ikisini verdin, Dirilini vermedin,.,
Allah’ım! Bana onu da ver kİ sana arzu ettiğim gibi ibadet edebileyim Daha sonra oturduğu yerden kalkıp gözünü bana çevirdi. Benim bu geceyi orada geçirdiğimi anladı ve buna çok üzüldü. Bana dönüp:
Ey Basrâlı! Görüyorum ki geceyi beni gözetlemekle geçirmişe benziyorsun?! dedi.
Evet, dedim.
O da:
Benden gördüklerini sakla ki Allah da seninkileri saklasın, dedi.
Ben de şöyle dedim:
Vallahi ya bana Rabbinden istediğin üç şeyi anlatırsın ya da gördüklerimi insanlara anlatırım.
O:
Yazıklar olsun sana, bunu yapma! dedi.
Ben de.
Sana söylediğim gibi, dedim.
Israr ettiğimi görünce.
Bunu hiç kimseye söylemeyeceğine dair bana söz verirsen sana anlatırım, dedi.
Ben de şöyle dedim:
Sağ olduğum sürece sana ait hiçbir sırrı ifşa etmiyeceğime dair Allah adına söz veriyorum…
Şunları söyledi:
Dinim hakkında kadınlardan başka korktuğum hiçbir şey yoktu. Rabbimden onların sevgisini kalbimden çekip almasını istedim. Allah duamı kabul etti ve öyle hale geldim ki, bir kadın mı gördüm yoksa bir duvar mı gördüm aldırmıyorum.
Bu birisi, İkincisi ne ya? dedim.
İkincisi ise: Rabbimden, ondan başka hiç kimseden korkmamamı istedim. Onu da kabul etti. Vallahi, yerde ve gökte ondan başka hiçbir şeyden korkmuyorum, dedi.
Ya üçüncüsü? Dedim.
Rabbimden, benim uykumu gidermesini istedim ki gece gündüz istediğim gibi ona ibadet edebileyim. Ama Rabbim bu üçüncü isteğimi kabul etmedi, dedi.
Bu sözleri duyunca ona:
Kendine yumuşak davran, çünkü sen geceleri namaz kılarak, gündüzleri oruç tutarak geçiriyorsun…Cennete yaptıklarının en azıyla da ulaşılır, cehennemden de karşı koyduklarının en azıyla kurtulunur… dedim.
O da şu cevabı verdi:
Pişmanlığın fayda vermediği günde pişman olmaktan korkuyorum…
Vallahi, çalışmaya imkân bulabildiğim kadar ibadet etmeye çalışacağım…
Eğer kurtulursam bu Allah’ın rahmetiyledir…
Eğer cehenneme girersem, bu benim kusurum yüzündendir…
Ancak Amir b. Abdullah sadece, geceleri kendisini ibadete verenlerden değildi, aynı zamanda o, gündüzlerini yiğitlikle geçirenlerden birisiydi…
Müezzin, Allah yolunda cihad için ezan okuyunca o bu çağrıya cevap verenlerin en ön sırasındaydı.
Mücahidlerle birlikte savaşanlardan birine koştuğunda, arkadaşlarını seçmek için insanları dikkatle incelemeye başlardı.
Kendisine uygun bir arkadaşlığı keşfedince onlara:
Ey falancalar! Ben, sizin kendinizden üç hasleti vermeniz şartıyla size arkadaş olmak istiyorum… derdi.
Onlar da:
Nedir o özellikler? diye sorarlar.
O da:
Birincisi; benim size hizmet etmem ki hiçbiriniz benimle hizmet konusunda tartışmasın.
İkincisi; benim size müezzin olmamdır ki hiçbiriniz benimle, namaza çağırma konusunda tartışmasın.
Üçüncüsü, gücümün yettiği kadar sizin için harcamamdır…
Eğer onlar:
Tamam, bize katıl derlerse… onların arkadaşlığını kabul ederdi.
Eğer onlardan birisi bu konuda bir şeyi tartışırsa, onlardan ayrılır başkalarına giderdi.
Amir, korku ve imdat anında çok çalışan, ganimetlerin taksimi anında az isteyen mücahidlerdendi…Kendisi dışında hiç kimse savaşmıyormuş gibi savaş yapardı…
Fakat o ganimet toplama sırasında hiç kimse ganimet toplamaya yanaşmıyormuş gibi ganimet toplamaya yanaşmazdı.
İşte Sa’d b. Ebî Vakkas1 Kadisiye’den2 sonra Kisra’nın eyvanına (sarayına) iniyor:
Amr b. Mukarrin’e ganimetleri toplayıp beşte birini müslümanların beytülmaline (Hazine’ye) göndermek için onları saymasını, geri kalanını da mücahidlere taksim etmesini emrediyor. Tarifi mümkün olmayan ve muhafazası güç olan mal ve değerli eşya onun önünde toplandı…
İşte burada Iran hükümdarlarının içinde yemek yedikleri altın ve gümüş kaplarla dolu, kurşunla mühürlenmiş büyük sepetler…
İşte şurada kıymetli keresteden yapılmış, içinde Kisra’nın elbise, kemer, mücevher ve incilerle süslenmiş zırhlarının doldurulduğu sandıklar…
İşte şunlar da nefis ve şahane kadın zinetleriyle dolu çantalar…
Şunlar da peşpeşe Iran hükümdarlarının kullandıkları kılıçların kınları…
Ve tarih boyunca İran’a hizmet eden hükümdar ve komutanların kılıçları…
Görevli kişiler müslümanların gözlerinin göreceği ve kulaklarının işiteceği bir şekilde bu ganimetleri sayarlarken, oradakilerin yanına saçı başı dağınık ve toz toprak içinde bir şahıs geldi, elinde büyük hacimli ve ağırca bir zinet kutusunu taşıyordu…
Baktılar ki kutu şimdiye kadar benzerini görmedikleri bir kutuydu
içine baktıklarında göz kamaştırıcı inci ve mücevherlerle dolu olduğunu gördüler.
Adama:
Bu değerli hâzineyi nereden buldun, dediler.
Adam:
Bunu falan savaşta, falan yerde ganimet olarak elde ettim, dedi.
Ondan bir şey aldın mı? dediler. Adam.müjdelenen on sahabiden biri ve Mütlümanlann Kadisiyo’deki komutanı.
Kadisiye, Irak’ta bir yerdir. Orada Kadiaiye savaşı yapılmış yi Müslümanlar Iranhl* ra karşı kesin bir zafer eide etmişlerdir.Allah iyiliğinizi versin…
Vallahi, bu kutu ve Iran hükümdarlarının sahip olduklannın tümü, bana göre, bir tırnak ucu değerinde değildir…
Eğer bunda müslümanların beytülmalinin hakkı olmasaydı, onu katiyen yerinden alıp size getirmezdim… dedi.
Onlar sen kimsin ya?! dediler. O:
Vallahi, ne size ne de sizden başkasına söyleyeceğim ki, ne siz ne de onlar beni övesiniz…
Ben ancak Allah Te’âlâ’ya hamdediyorum (övgüde bulunuyorum) ve onun sevabını umuyorum, dedi.
Daha sonra onları terkedip gitti…
Onlar, birisinin onu tâkip edip kendilerine onunla ilgili bilgi getirmesini emrettiler.
O adam -ona belli etmeksizin- devamlı peşinden gitti. Nihayet onun arkadaşlarına ulaştı. Onlara o adamın kim olduğunu soaınca:
Onu tanımıyor musun?!
O, Basra’nın zahidi… Amir b. Abdullah et-Temîmrdir, dediler.
Fakat -bazı durumlarını bilmenize rağmen- Amir b. Abdullah’ın hayatında da bazı üzücü olaylar eksik değildi. O da halkın zulmünden kendini kurtarmış değildi…
O da doğruyu ve hak olanı haykıranların, kötülüğü kabul etme-yip onu gidermeye çalışanların karşılaştığı durumlara maruz kalmıştı.
Onun karşılaştığı zulmün başlıca sebebi; Basra polis teşkilâtı müdürünün adamlarından birinin zimmîlerden1 birinin boğazına san lıp onu sürüklemeye başlamasıdır…
Zirnmî şöyle diyerek halktan yardım istiyordu.
Beni koruyun, himayenize alın, Allah da sizi korusun…
Ey müslümanlar! Peygamberinizin zimmetine giren kimwyi koruyun.
Amir ona doğru koşup:
Cizyeyi ödedin mi? dedi.
O da.
Evet ödedim, dedi.
Zımmî: Ehl-i Kitap yani Yahudi veya Hristiyan olan.Boğazından yakalayan adama dönerek:
Ondan ne istiyorsun, dedi. O da:
Benimle birlikte polis müdürünün bahçesini temizlemeye gitmesini istiyorum… dedi.
Zimmîye:
Bu işe gönlün razı mı? dedi.
Zimmî:
Asla…
Bu, bende güç kuvvet bırakmıyor ve beni çoluk çocuğumun geçimini temin etmekten alıkoyuyor… dedi.
Amir adama dönüp:
Bırak onu, dedi.
Adam:
Bırakamam, dedi.
Amir cübbesini zimmînin üzerine atar atmaz:
Vallahi ben sağken Muhammed’in zimmeti (sözü, anlaşması) bozulamaz…
Daha sonra halk toplanıp Amir’e yardım ettiler, Zimmî’yi kurtardılar.
Polis müdürünün adamları hemen Amir’i itaat etmemekle suçladılar…
Ona sünnet ve cemaattan ayrıldığı iftirasını yaptılar…
Şunları söylediler:
O, kadınlarla evlenmeyen bir kimsedir…
O, hayvan eti ve süt mamullerini yemez…
O, valilerin toplantılarında bulunmaz…
Durumunu müminlerin emîri Osman b. Affan’a ilettiler.
Halife, Basra valisine Amir b. Abdullah’ı yanına çağırıp ona isnat edilen şeyleri sormasını…
Onunla ilgili bilgileri kendisine ulaştırmasını emretti…
Basra valisi Amir’i çağırıp:
Müminlerin emîri -Allah onu uzun süre başımızda bıraksın- sana isnad edilen şeyleri sormamı emretti, dedi.
Amir:Emirulmüminîn’in emrettiği şeyleri sor, dedi. Vali:
Niçin Resûlüllah’ın (s.a.v.) sünnetini terkedip evlenmeye karşı çıkıyorsun? dedi.
Amir şöyle cevap verdi:
Peygamber’in (s.a.v.) sünnetini terkettiğim için evlenmemiş değilim…
Ben iyi biliyorum ki İslâm’da ruhbaniyet (evlenmemek) yoktur…
Ancak ben, kendisinin tek bir canı olduğunu görüp onu Allah’a veren ve hanımının o cana üstün gelmesinden korkan bir kişiyim…
Vali:
Niçin et yemiyorsun ya?! diye sordu. Amir.
Hayır, ben et yiyorum ama, canım istediğinde ve bulduğumda…
Ancak canım istemez veya canım istediği halde bulamazsam, yemiyorum, diye cevap verdi.
Vali:
Peki, niçin peynir yemiyorsun? diye sordu. Amir:
Biz, mecusîlerin1 bulunduğu bir bölgedeyiz. Peyniri onlar yapıyorlar…
Onlar ölü etle kesilmiş et arasında fark gözetmeyen bir millettir…
Ben, peynir mayasının, boğazlanmamış koyunun karnından çıkarılarak elde edilen bir maya olmasından çekiniyorum.2 Müslüman-lardan iki kişi, bunun boğazlanmış bir koyundan elde edilen mayayla yapılmış bir peynir olduğuna şahitlik ederlerse o peyniri yerim… diye cevap verdi.
Vali:
Seni valilere gelmekten ve onların toplantılarına katılmaktan alıkoyan nedir? dedi.
Amir ona şu cevabı verdi.
Sizin kapılarınızda birçok ihtiyaç sahibi var, onları yanınıza çağırın… Ve onların sizin yanınızdaki ihtiyaçlarını yerine getirin ve sizin yanınızda işi olmayanları terkedin, onlarla uğraşmayın…
Mecusi: Güneşe veya ateşe tapanlar.
Koyunun karnından çıkarılan bir maddenin maya olarak kullanıldığı rivayet edilmektedir.Amir b. Abdullah’ın sözleri müminlerin emir Osman b. Affan’a i-letildi. Hz. Osman, bu sözlerde bir İtaatsizlik veya sünnet ve icmaya bir aykırılık görmedi…
Ancak bu, kötülük ateşini söndürmemişti…
Amir b. Abdullah hakkında dedikodular arttı…
Adamın dostlarıyla düşmanları arasında bir fitne çıkayazdı…
Hz. Osman (r.n.) onun Suriye’ye gönderilmesini ve orada kalmasını emretti…
Suriye valisi Muaviye b. Ebi Süfyan’a da onu iyi karşılamasını ve ona hürmette kusur etmemesini tavsiye etti.
Amir b. Abdullah’ın Basra’dan ayrılmaya karar verdiği gün, dostlarından ve öğrencilerinden büyük bir kalabalık onu uğurlamaya geldiler.
Onu uğurlarken Basra’nın dışındaki Mirbed denilen yere kadar gittiler…
Amir orada onlara şu konuşmayı yaptı:
Şimdi ben dua ediyorum. Benim duama amin deyiniz…
İnsanların boyunları ona doğru uzandı, hepsi dikkat kesilip gözler ona çevrildi.
O, ellerini havaya kaldırdı ve:
“Allah’ım! Kim beni gammazlayıp hakkımda yalan söylemişse, kim memleketimden çıkarılmama sebep olduysa, kim beni dostlarımdan ayırdıysa, ben onu affettim, sen de affet.
Dini ve dünyası hakkında ona iyilik ver…
Beni, onu ve diğer müslümanları rahmetinle, müsamahanla ve iyiliğinle bürü, ey merhametlilerin en merhametlisi”.
Daha sonra hayvanını Suriye’ye doğru yöneltti ve yoluna devam
etti…
Amir b. Abdullah hayatının geri kalan kısmını Suriye’de geçirdi ve Beytu’l Makdis’i ikamet yurdu olarak seçti…
Suriye valisi Muaviye b. Ebi Süfyan’dan haklı olarak iyilik, saygı ve ikram gördü,
ölüm yatağındayken arkadaşları yanına geldiler ve onu ağlarken buldular.Seni ağlatan nedir? Sen şöyle şöyle değil miydin?!
O da şu cevabı verdi.
Vallahi, ne dünyaya düşkünlüğümden ne de ölümden korktuğum için ağlıyorum.
Ancak, yolculuğun uzun ve azığın az oluşundan dolayı ağlıyorum.
Yokuşlar ve inişler arasında akşama ulaştım.
Ya cennete… Ya da cehenneme…
Bilmiyorum artık, sonum hangisinde biter…
Daha sonra dili Allah’ın zikriyle ıslanmış bir halde son nefesini verdi…
Orada…
Orada… İki kıbleden1 birincisinde… iki harem’in2 üçüncüsünde…
Resûlüllah’ın miraca çıktığı yerde…
Amir b. Abdullah işte orada kaldı.
Allah, Amir’in kabrini nur etsin…
Huld .cennetlerinde yüzünü ak etsin…