Eshâb-ı kiramın büyüklerinden. Ashabın ileri gelen fakihlerinden ve aynı zamanda Abâdile’den (yani dört Abdullah’dan) olan bir sahabedir. Önceleri kabîlesine uyarak, İslâm aleyhinde çalışan Amr bin Âs, sonra yaptıklarına pişman olarak Müslüman oldu. Adı Amr, künyesi Ebu Abdullah veya Ebu Muhammed’dir. Mekke’de doğdu. Babası As, annesi Nâbiğa’dır. Amr’ın soyu Ka’b Bin Lüey’de Hz. Peygamber (s.a.s.)’le birleşir. Kureyş kabilesinin Sehmoğullarındandır. Müslüman olmadan önce Mekke’nin ticaret ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardı. Habeşistan Hükümdarı Necâşî ile dost idi. Mekkeli müşrikler Habeşistan’a göç eden müslümanların iâdesi için onu Necâşi’ye elçi olarak gönderdi.
Hz. Ömer (r.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyetini takdir ederek “Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır” derdi.
40 küsur hadis-i şerif rivayet eden Amr İbni Âs (r.a.) son hastalığında ziyaretine gelip hatırını soranlara şöyle derdi:”Ben İslâm’dan önce büyük hatalar işledim. Rasûlullah (s.a.)’a en sert kişilerden oldum. Eğer müslüman olup Resûlullah (s.a.)’in affına mazhar olmasa idim mutlak cehennemliktim. Allah’a hamdolsun ki ona biat edip, teslim oldum. İslâm eski yaptıklarıma bakmadı.” Hz. Ali (r.a.)’a yaptıklarından da nâdim olarak:”Ya Rabbi Senin rahmetin olmazsa halim nice olur?” diye sızlanırdı. 658 m. tarihinde tevbe istiğfar ederek, kelime-i tevhidi söyleyerek ruhunu teslim etti. Cenab-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
AMR B. EL-ÂS
(Mısır’ı Bizanslılardan kurtaran)
Onlar, Kureyş içinde üç kişilerdi, davasına karşı koymak ve ashabına en şiddetli işkenceleri yapmakla Rasûlullah’ı (s.a.v.) çok yormuşlardı…
Rasûlullah (s.a.v.) onlar hakkında beddua etmeye ve yüce Rabbine, onlara azabını indirmesi için yalvarmaya başladı…
Böyle dua edip dururken, ona şu ayet-i kerime nazil oldu:
“Allah’ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimdirler.” (Al-i imran/128).
Peygamber (s.a.v.) bu ayetten, kendisine, onlara beddua etmekten vazgeçmesinin ve onların durumunu sadece Allah’a bırakmasının emredildiğini anladı…
Ya onlar zulümlerinde devam edecekler ve Allah’ın azabı onlara inecekti…
Ya da tövbe ettiklerini kabul edecek ve rahmeti onlara ulaşacaktı…
Allah onlar için tövbe ve rahmet yolunu seçti ve onları İslam’a yöneltti…
Amr b. el-Âs mücadeleci bir müslümana, İslam’ın yiğit komutanlarından bir komutana dönüştü…
Amr’ın niçin böyle yaptığını anlıyamadığımız bazı tutumlarına rağmen fedakar ve mücadeleci bir sahabi olarak yaptıkları, gözlerimizi ve kalplerimizi ona doğru çevirtecektir.
Burada, özellikle Mışır’dş İslam’ı mükemmel ve şerefli bir din olarak, onun peygamberini rahmet, nimet, Allah’a davet eden, hayata doğruluk ve takva ilham eden büyük bir doğruluk peygamberi olarak gören kimseler olacaktır…Yine, Mısır’a İslam’ı, İslam’a Mısır’ı hediye etmek için kaderin kendisini bir sebep -ne sebep- kıldığı adama sevgiyle bilenerek bu imanı taşıyan kimseler olacaktır… Bu ne güzel hediyedir ve ne iyi hediye verendir.
işte O, Amr b. el-Âs’tır. Allah ondan razı olsun…
Genellikle tarihçiler Amr’ı “Mısır Fatihi” diye tarif etmişlerdir.
Ancak biz bu tarifte ifrat ve tefrit görüyoruz. Belki Amr’a layık en iyi tarif onu -’’Mısır’ın kurtarıcısı- diye adlandırmamızdır.
İslam, modern anlayışla, ülkeleri fethetmek için fethetmiyordu. Ancak oraları insanları ve ülkeleri çok kötü işkenceye tabi tutan iki imparatorluğun hakimiyetinden kurtarıyordu. Bu iki imparatorluk, İran imparatorluğu ve Bizans imparatorluğuydu…
Mısır, özellikle, orada İslam’ın öncüleri göründüğü gün Bizanzlıların yağma yeriydi…
Mısır halkı boş yere direniyordu…
Memleketlerinin tepelerinde inançlı birliklerin;
“Allahu ekber,
Allahu ekber… sesleri gürlediğinde hepsi gelen sabaha doğru şerefli bir kalabalık içinde koşuştular ve Kayser ve BizanslIlardan kurtuluşlarını onda bularak, ona kucak açtılar…
O halde, Amr b. el-Âs ve adamları, Mısır’ı fethetmediler, onlar sadece akıbetinin hakka ulaşması, kaderinin adalete bağlanması, kendini ve hakiki durumunu Allah’ın kelimelerinin ışığında ve İslam’ın prensiblerlnde bulması için Mısır’ın önündeki yolu açtılar.
O (r.a.), savaşın sadece kendisiyle ülkeyi işgal eden ve halkın erzağını yağmalayan Bizans askerleri arasında kalması için Mısır halkını ve Kıptileri çarpışmadan uzak tutmayı çok istiyordu…
Bu yüzden onun o günkü Hıristiyanların ileri gelenlerine ve büyük piskoposlara şu konuşmayı yaptığını görüyoruz:
– Allah Teala, Muhammed’i hak ile göndermiş ve o hakkı emretmiştir. O da (s.a.v.) peygamberliğini yerine getirip bizi açıklık üzerinde -yani açık ve doğru yol üzerinde- bıraktıktan sonra gitti…
İnsanlara yumuşak davranmak onun bize emrettiği şeylerdendi. Böyle olunca, sizi İslam’a davet ediyoruz…
Kim bizim davetimize icabet ederse, o bizdendir. Bizim lehimize olan onun da lehinedir. Bizim aleyhimize olan onun da aleyhinedir…Kim bizim İslam’a girme davetimizi kabul etmezse, ona cizye -yani vergi- teklif eder ve himayemize alırız…
Peygamberimiz bize, Mısır’ı fethedeceğimizi ve halkına iyi davranmamızı söyledi. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “Siz benden sonra Mısır’ı fethedeceksiniz, oranın halkı olan Kıptîlere iyi davranınız. Onlarla anlaşma ve akrabalık vardır…”1
Eğer sizi kendisine davet ettiğimiz şeyi kabul ederseniz, sizin i-çin anlaşma üstüne anlaşma vardır.
Amr sözlerini bitirir bitirmez, bazı piskopos ve rahipler şöyle haykırdılar:
– Peygamberinizin size tevsiye ettiği akrabalık uzak bir akrabalıktır, bunun gibisine ancak peygamberler ulaşırlar!..
BizanslI komutanlar boşa çıkarmak için gayret sarfetmişlerse de, Amr’dan korkanlar ve Mısır Kıptîleriyle anlaşmak için iyi bir başlangıçtı…
Amr b. el-Âs, İslam’a ilk girenlerden değildi. Mekke’nin fethinden az önce Halid b. el-Velid’le birlikte müslüman olmuştu…
Gariptir ki, onun müslüman olması, Habeşistan’daki Necaşi’nin vasıtası ile başlamıştı, çünkü Necaşi, Amr’ı tanıyor ve Habeşistan’a çok sık gelmesi ve Necaşi’ye getirdiği birçok hediyeler sebebiyle ona saygı gösteriyordu. Bu ülkeye son gelişinde Arap yarımadasında tevhid (Allah’ın bir olduğu) ve güzel ahlakla seslenen bir peygamberin adı da gelmişti.
Habeşistan kralı Amr’a, Muhammed’in Allah’ın gerçek elçisi olduğu halde, niçin ona iman etmeyip uymadığını sordu…
Amr da Necaşi’ye şunu sordu:
– O, gerçekten öyle midir?
Necaşi ona:
– Evet… Amr! Beni dinle de ona uy. Çünkü O, hak üzerindedir. O, kendisine muhalefet edene kesinlikle üstün gelecektir, diye cevap verdi.
1 Hadis, o günkü Mısır Kıptilerinin Hz. İsmail’in (a.s.) dayıları derecesinde olduğuna işaret etmektedir. Çünkü İsmail’in annesi Hacer Hanımefendidir. Hacer, Mısır’lı bir kipti idi ve İbrahim (a.s.) Mısır’a geldiğinde onunla evlenmiş ve ondan oğlu İsmail olmuştu.Amr hemen, Medine’ye dönmek, alemlerin Rabbi Allah’a teslim olmak için gemiye bindi.
Medine’ye götüren yolda, Mekke’den gelmekte olan ve müslüman olmak için Rasûlullah’a (s.a.v.) beyat etmeye koşan Halid b. el-Velid’le karşılaştı…
Onların gelmekte olduğunu gören Rasûlullah’ın (s.a.v.) yüzü sevinçten parlayıp ashabına şöyle dedi:
“Mekke ciğer-pârelerini size attı…”
Halid öne geçip beyat etti…
Arkasından Amr ilerleyip:
– Ya Resûletlah!
Ben sana, Allah’ın geçmiş günahlarımı affetmesi ümidiyle beyat ediyorum… dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da ona:
– Amr!
Beyat et, İslam öncekileri keser, saymaz, diye cevap verdi…
Amr biat edip dehasını ve cesaretini yeni dinin hizmetine verdi….
Hz. Peygamber (s.a.v.) Refik-i A’la’ya kavuştuğunda Amr, Umman valisi idi…
Hz. Ömer’in halifeliği devrinde, Suriye savaşlarından sonra Mısır’ın BizanslIların hakimiyetinden kurturuİmasında şahit olunan kahramanlığı gösterdi.
Keşke Amr b. el-Âs içindeki başkan olma sevgisini frenliyebilseydi…
O zaman, bu sevginin onu tehlikeye atan bazı davranışları tamamen önleyebilirdi.
Amr’ın başkanlık sevgisi, bir noktaya kadar, Allah vergisi olan özelliklerinin otomaktik olarak ifadesi demekti…
Hatta onun dış şekli, yürüyüş ve konuşmasındaki usulü, onun başkanlık için yaratıldığını gösteriyordu… Hatta şöyle rivayet edilmiştir. Mü’minlerin emiri Ömer b. el-Hattab bir gün Amr’ı gelirken görünce, onun yürüşüne gülüp:
– Ebû Abdullah’a yeryüzünde başkan olarak yürümekten başkası yakışmaz! demişti…Gerçekten Ebû Abdullah (Amr), kendini bu haktan mahrum bırakmadı…
Hatta tehlikeli olaylar müslümanları silip süpürürken bile Amr, bu olaylar karşısında bir başkan üslûbuyla, hem de zekasıyla, dehasıyla, onu kendine güvenli hale getiren gücüyle bir emir üslûbuyla davranıyordu!..
Fakat valilerini seçmede çok ihtiyatlı olan Hz. Ömer, Amr’a güvendiği için onu Filistin ve Ürdün’e vali yapar. Sonra, Ömer kendi hayatı boyunca onu Mısır valiliğinde bırakır…
Hatta Emirulmü’minin, Amr’ın rahat yaşamada valilerinin devamlı aynı seviyede veya en azından halkın seviyesine yakın bir seviyede olmaları için onlardan istediği sınırı Amr’ın aştığını öğrendiğinde bile onu valilikte bırakmıştı…
Biz diyoruz ki: Halife, Amr’ın çok rahat bir hayat sürdüğünü öğrendiğinde bile, onu azletmedi. Ancak ona Muhammed b. Mesleme’yi gönderip mallarının ve eşyalarının tümünü ikiye bölüp yarısını kendisine bırakmasını ve öbür yarısını da Muhammed b. Mesleme’yle Medine’deki beytülmale göndermesini emretti.
Emirulmü’minin, Amr’ın başkanlık sevgisinin onu sorumluluklarında aşırılığa sevkettiğini bilseydi, temiz vicdanı bir an olsun onu valilikte tutmaya dayanamazda
Amr (r.a.), keskin zekalı, ani buluşta güçlü ve derin görüşlüydü…
Hatta Emîrulmü’minin Hz. Ömer (r.a.) kurnazlığı olmayan bir insan görünce, hayretten ellerini çırpar ve şöyle derdi:
– Sübhanellah!
Bunun yaratıcısıyla Amr b. el-Âs’ın yaratıcısı aynı ilah!
Yine o, son derece cesur ve atılgandı…
Bazı yerlerde cesaretini dehasıyla karıştırır, fakat bu korkaklık veya telaşlık zannedilirdi. Ancak Amr kendini tehlikeli darboğazlardan kurtarmak için müthiş bir ustalıkla hilesini yapardı!..
Müminlerin emiri Ömer, onun bu özelliklerini bilir ve onları takdir ederdi.
Bu yüzden, Mısır’a gitmeden önce onu, Suriye’ye gönderdiğinde, Emirulmü’minine: Suriye’deki Bizans ordularının başında dâhicengaverlerden olan komutan Artabon var, denildi… Hz. Ömer’in cevabı şu oldu:
– Biz BizanslIların Artabon’una Arapların Artabon’unu attık. Bakalım, işler nasıl yoluna girer?!
İşte Arapların Artabon’u ve tehlikeli dahisi Amr’ın, ordusunu yenilgiye terkedip Mısır’a kaçan Bizans’ın Artabon’unu mahveden bir galibiyetle yoluna girdi. Kısa bir süre sonra da, İslam bayrağının, güvenli evlerinin damlarında dalgalanması için Amr, Mısır’da ona yetişti…
Amr’ın zeka ve dehasının parladığı ne kadar çok davranışı vardır.
Biz onu hakem olayında, Ebû Musa el-Eş’ari ile, durumu müslümanlar arasındaki bir şuraya havale etmek için her birinin Ali’yle Muaviye’yi azletmek üzere anlaştıklarında Ebû Musa’ya karşı tutumunu bu davranışlarından saymasak da, Ebû Musa anlaşmayı yerine getirmiş, Amr ise onu yerine getirmekten çekinmiştir.
Eğer onun kurnazlıkta ve ani buluşta ustalığına dair bir tabloya şahit olmak istersek, Mısır’da BizanslIlarla yaptığı savaş esnasında Babilyon kalesi komutanına davranışında böyle bir tablo vardır. (Başka bir tarihi rivayette, anlatacağımız olay Yermûk’ta BizanslI Artobon’la geçmiştir).
Artabon konuşmak için onu çağırmıştı. Bu arada bazı adamlarına, Amr kaleden ayrıldıktan hemen sonra tepesine bir kaya atmalarını emretti. Amr’ın öldürülmesi kesinleşsin diye her şey hazırlanmıştı…
Amr hiçbir şeyden şüphelenmeden komutanın yanına girdi. Görüşmeler yaptılar.
Kalenin dışına götüren yoldayken, surların tepesinde, hemen sakınma duygusunu harekete geçiren kuşku veren bir hareketi farketti.
Hemen şaşırtıcı bir davranışta bulundu.
Kendisini hiçbir şey korkutmamış ve hiç şüphelenmemiş gibi emin, sakin, ağırbaşlı adım ve duygularla kale komutanına döndü!…
Komutanın yanına girip:
– Sana açıklamak istediğim bir şeyi hatırladım. Beraberimdeki arkadaşlarımın arasında Peygamberin (s.a.v.) ashabından İslam’a ilk girenler var. Mü’minlerirî emiri onlara danışmadan hiçbir işe karar vermez. Savaşacakların ve askerlerin başına onları vermeden İslamordularından hiçbir orduyu göndermez. Benim duyduklarımın aynısını senden duymaları ve benim sahip olduğum bilgilere onların da sahip oimaları için onları sana getirmeyi düşündüm… dedi.
BizanslI komutan Amr’ın iyi niyetle, kendisine yaşama fırsatı verdiğini zannetti. Böylece onun görüşünü kabul etsin ki, Amr yanında müslümanların ileri gelenlerinden, seçkin kişilerinden ve komutanlarından büyük bir sayıyla dönünce, sadece Amr’ın işini bitirmek yerine onların hepsinin işini bitirsin…
Görülmeyecek bir şekilde Amr’ın öldürülmesi için hazırlanan planı erteleme emrini verdi…
Komutan izzet, ikram ile Amr’ı uğurladı, hararetle onu kucakladı… Kaleden ayrılırken Arab’ın dahisi gülümsedi…
Sabahleyin Amr, ordusunun başında, alaycı ve düşmanın başına gelenlere güler gibi kişneyerek kahkaha atan kısrağının üstünde kaleye geidi.
Evet… O da sahibinin kurnazlıklarından çoğunu biliyordu…
Hicretin 43. yılında ölüm, Amr b. el-Âs’a valisi olduğu Mısır’da geldi…
Göç anlarında hayatını anlatmaya başladı:
– İlkin kafir idim. Rasülullah’a (s.a.v.) karşı en sert kişlerdendim. Eğer o gün ölseydim, Cehennemi boylardım.
Daha sonra Rasûlullah’a (s.a.v.) beyat ettim. İnsanlardan onun kadar sevdiğim ve gözümde onun kadar muhterem hiç kimse yoktu. Şayet benden onu tarif etmem istense bunu beceremezdim, çünkü saygımdan dolayı ona bakamıyordum… Şayet o gün ölseydim, mutlaka cennetlik olacağımı umardım…
Daha sonra başıma idarecilik ve lehime mi, aleyhime mi olduğunu bilemediğim birçok şey geldi…
Arkasından gözünü, yalvarırcasına merhametli ve yüce Rabbine yakarırcasına semaya kaldırdı ve şöyle dedi:
– Allah’ım! Tertemiz (suçsuz) değilim ki, özür dileyeyim. Aziz (güçlü) değilim ki, üstün geleyim.
Bana rahmetin (merhametin) yetişmezse mahvolurum.
Devamlı yalvarıp yakardı. Nihayet ruhu Allah’a yükseldi. Son sözü de: ‘La ilahe illallah’ oldu.Ampiri, İslam’ın yolunu tarif ettiği Mısır toprağının altında cesedi vardır.
Amr’ın öğretmek, hüküm vermek ve idare etmek üzere oturduğu yerdeki toplantı, tavanlarının altında hala devam ederken, Mısır’ın sağlam toprağının üstünde, içinde tek olan Allah’ın adının zikredildiği, duvarları arasında ve minberinin üstünden, Allah’ın sözlerinin ve İslam’ın prensiplerinin ilan edildiği, Mısır’ın ilk camisi -Amr camii- vardır.