Medine’de yaşayan yahûdî kabilelerinden biri. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mekke’den hicret ettiği yıllarda, Medîne-i münevverede Eshâb-ı kiramdan (aleyhimürrıdvân) başka; hıristiyanlar, yahûdîler ve puta tapan müşrikler de vardı. Yahûdîler; Jîenî Kaynuka, Benî Kureyzâ, Benî Nâdir olmak üzere üç kabîleden meydana geliyordu.
Bunlar, İslâm’a ve bilhassa sevgili Peygamberimize ziyadesiyle düşman idiler. Resûlullah efendimizin, peygamber olduğunu biliyorlar, fakat kendi kavimlerinden olmadığı için hasetliklerinden bir türlü îmân etmiyorlardı. Hattâ, Peygamber efendimizin doğumundan bu güne kadar hep O’na tuzak kurarak, mübarek vücûdunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Bir türlü, Allahü teâlânın, O’nu koruduğunu akıl edemiyor, zarar vermek için inatla fırsat kolluyorlardı.
Benî Kaynuka-Kaynukoğulları, çoğunlukla kuyumculuk ve ticâretle uğraşırlardı. Hicretin ikinci yılında idi. Bedr gazası yapılmış, Eshâb-ı kiram muzaffer olarak dönmüştü. Bir gün bir müslüman hanım, kuyumcuya gitmiş, bir ihtiyâcını alırken, dükkân sahibi ve yanındaki yahûdîler, kadınla alay etmişlerdi. Bunu gören sahabeden biri, derhal kılıcını çekip, o yahûdîlerden birini öldürünce, yahûdîler de toplanıp, onu şehîd etmişlerdi.
Hâdise Peygamber efendimize bildirilince, onları, Kaynukâ pazar yerinde toplayıp; “Ey yahûdî topluluğu! Siz, Allahü teâlânın Kureyş’e verdiği azâb gibi bir azaba yakalanmaktan korkunuz ve müslüman olunuz. Benim, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu iyi bilirsiniz. Bunu da, Allahü teâlânın size olan ahdini de kitabınızdan okumuş bulunuyorsunuz…” buyurdu.
Bu merhamete rağmen yaptıkları andlaşmayı bozan yahûdîler, Âlemlerin sultânına; “Ey Muhammed! Bedr gazasında, harb etmesini bilmeyen bir kavmi hezimete uğratman seni aldatmasın! Yemîn ederiz ki, biz cengâver kimseleriz! Sen, ancak bizimle çarpışmaya başladığın zaman, nasıl bahadırlar olduğumuzu anlarsın!…” diyerek meydan okudular. Peygamber efendimizle yaptıkları andlaşmayı bozarak, sözlerinde durmadıklarını açığa vurdular.
Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm vahiy getirdi ki, meâlen şöyle buyruluyordu: “(Ey Habîbim!) Eğer (Seninle) andlaşma yapan bir kavmin, bir hainliğinde (sözleşmeye aykırı hareket ettiğinde) endişeye düşersen, (savaş açmadan önce) hak ve adalet üzere ahidlerini reddettiğini doğruca kendilerine bildir. Çünkü, Allahü teâlâ hâinleri sevmez.” (Enfâl sûresi: 58) Başka bir âyet-i kerîmede de meâlen buyruldu ki: “Ey Resûlüm! O kâfir olan yahûdîlere de ki: “Siz muhakkak mağlûb olacaksınız ve toplanıp Cehennem’e sürükleneceksiniz. O Cehennem, ne kötü bir karargâhtır.” (Âl-i İmrân sûresi: 12)
Habîb-i ekrem efendimiz, derhâl, bir ordu kurup, Kaynukâ yahûdîlerinin bulunduğu kaleye yürüdüler. Beyaz sancağı, hazret-i Hamza taşıyordu. Medine’ye vekil olarak Ebû Lübâbe (radıyallahü anh) bırakılmıştı.
Mübarek ordu, Kaynukâ kalesini muhasara etti. “Biz ne cengâver bahadırlarız” diyen yahûdîler, değil karşı koymak, bir ok bile atmaya cesaret edemediler. Resûlullah efendimiz, giriş ve çıkışları kontrol altına aldı. Kimse dışarı çıkamadı. Bu hâl on beş gün devam etti.
Yahûdîler korkuya kapılıp, teslim oldular. Her birinin öldürülmeleri lâzım gelirken, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, merhamet buyurup, Kaynukâ yahûdîlerinin Şam’a gitmelerine izin verdiler. Böylece Medine topraklarından çıkardılar. Benî Kaynukâ yahûdîleri, kısa bir süre sonra gittikleri yerde helak oldular.