Peygamber efendimizin müezzini, büyük sahâbî. İlk müslüman olanlardandır. İsmi, Bilâl bin Rebâh Habeşî olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Habeşistanlı bir aileye mensubdur. Annesinin ismi, Hamâme’dir. Ailesi, Mekke-i mükerremede Benî Cumha kabîlesinin kölesi idi. Bilâl-i Habeşî, 581 senesinde Mekke’de doğdu. 641 (H. 20) senesinde Şam’da vefat etti. Kabri, Şam’da Bâbüssagîr’dedir.
Bilâl-i Habeşî ilk îmân edenlerden olup, müşriklere karşı müslüman olduğunu açıkça bildiren yedi Sahâbîden biridir. O zaman Arabistan’da korkunç bir cehalet devri yaşanıyordu. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezmek gibi zulüm ve ahlâksızlık nâmına ne varsa işleniyordu. Zorbalık, güçlülerin zayıflara karşı başvurduğu bir tahakküm vâsıtası olmuştu. Güçlülerin köle olarak kullandıkları nice zayıf ve garip kimselerden biri de Bilâl-i Habeşî hazretleri idi. Annesi de köle idi. Bilâl-i Habeşî’nin diğer kölelerden çok farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi.
Kölesi olduğu Ümeyye bin Halefin mallarını satmak üzere, onun temsilcisi olarak kervanlara katılır, bol kazanç getirirdi. Diğer bir vasfı da sesinin çok güzel olmasıydı. Sahibi Ümeyye bin Halef, sesinin çok güzel olması sebebiyle onu düğün ve şenliklere beraberinde götürürdü. Bundan dolayı şenlik ve şölenlerde aranan kimse olmuştu.
Ticâret için uzun yollar katederken, yorgunluktan ve sıcaktan yürüyemez hâle gelen kervan, onun nâmeleri ile canlanır, develer onun sesini işitince, coşup çatlarcasına yol alırdı. Ümeyye bin Halef, bütün vasıflarıyla Bilâl-i Habeşî’ye diğer kölelerden farklı muamele yapardı.
Bilâl-i Habeşî yine bir kervanla Ümeyye bin Halefin mallarını satmak üzere Şam’a gitmişti. Bu kervanda hazret-i Ebû Bekr de vardı. Bu ticâret seferi, hazret-i Ebû Bekr ile Bilâl-i Habeşî arasında dostluk kurulmasına sebeb oldu. Bu sırada Mekkelilerin tek geçim vâsıtası ticâret idi.
Diğer taraftan câhiliyye devrini yaşamakta olan Araplar, vahşette ve zulümde o derece ileri gitmişlerdi ki, küçük kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlar ve en ufak bir vicdan azabı çekmiyorlardı. Bir çok bâtıl inançlarının yanında kız çocuklarına sâhib olmayı da bir yüz karası sayıyorlardı. İnsanların böylesine bunaldığı ve çaresiz kaldığı bu sıralarda artık İslâm güneşinin doğup, âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman, hattâ sayılı günler kalmıştı. Bunun ilk işaretlerinden biri de, hazret-i Ebû Bekr’in hazret-i Bilâl-i Habeşî ile ticârete çıkışlarında belirmişti.
Hazret-i Ebû Bekr, Şam’da bulunduğu sırada gördüğü bir rüyasını tâbir ettirmek üzere bir rahibe gitti. Giderken yanında Bilâl-i Habeşî’yi de götürdü. Rahibin yanına vardıklarında hazret-i Ebû Bekr rüyasını anlattı. Râhib; “Rüyan sâdık bir rüyadır.
Bir peygamber gönderilecek, sen O’nun hayâtında yardımcısı, vefatından sonra da halîfesi olacaksın” dedi. Bilâl-i Habeşî, rahibin sözlerini ibret ve hayretle dinledikten sonra; “Putlar mı gönderecek?” diye sordu. Râhib; “Hayır, semâvâtı, arzı ve her şeyi yaratan Allah gönderecektir. O peygamber, eşi ve benzeri olmayan Allah’a ibâdet etmeyi ve putların kırılmasını emrede çek” dedi. Bilâl-i Habeşî derin derin düşündükten sonra; “Putların kırılacağı gün!” diye mırıldandı. Râhib; “Evet onların hepsini kıracak” dedi. Bu kervan Şam’dan Mekke-i mükerremeye döndüğünde, İslâm’ın nuru âlemi aydınlatmıştı.
Şam seferinden dönen kervanda bulunanlar evlerine gitmeden önce, hemen Kâbe-i muazzamanın etrafında bulunan putların yanına gittiler. Sağ salim ve bereketli kazançla döndüklerinden dolayı putlarına teşekkür ettiler. Bunların arasında Bilâl-i Habeşî de vardı.
Fakat Bilâl-i Habeşî, bu sefer her zaman kendisinde olan huzur ve huşu hâlinin olmadığını gördü. Kendisini toparlamak istedi ise de muvaffak olamadı. İrâdesi elinden gitmişti. Kendi kendine; “Neden bu putlara ibâdet ediyorum? Neden bu putlara bu kadar muhabbet ve bağlılık gösteriyorum? Bu putlarda bu güne kadar ne gibi bir büyüklük gördüm? Kuvvet ve kudretlerinden nelere şâhid oldum?” diye suâller sormaya başladı ve bir cevap bulamadı.
Daha sonra sahibi Ümeyye bin Halef’in yanına gitti. Ümeyye bin Halef ve orada bulunan misafir müşrikler, Resûl-i ekrem efendimizden kinle bahsediyorlardı. Çünkü onların gözündeki Abdullah’ın oğlu Muhammed, yeni bir din getirerek, senelerdir taptıkları putları inkâr ediyordu. Bilâl-i Habeşî, efendisinin Peygamber efendimizden böyle kinle bahsetmesine çok şaşırdı. Zîrâ O’nun emîn olduğunu, yüksek ahlâkını, vefasını, yüksek zekâsını, nezâketini yine efendisinden öğrenmişti. Bu karışık fikirlerle evine gitti.
Bilâl-i Habeşî, gece yarısından sonra kaldığı evin kapısının yavaş yavaş çalındığını ve bir sesin “Bilâl! Bilâl!” diye fısıldadığını duydu. “Gecenin bu saatinde bu ses nedir?” diye doğruldu. Yine; “Bilâl! Bilâl!” diyen sesi işitti. Karanlıkta ürpererek sesin geldiği yere yaklaştı. “Kimsin?” dedi. “Ben Ebû Bekr” diye cevâb alınca; “Bu saatte ne istiyorsun? Ne söyleyeceksen sabah söyleyemez miydin?” dedi. Hazret-i Ebû Bekr; “Hayır yâ Bilâl! Söyleyeceğimi, sahibinin yanında sana açamam” dedi.
Bilâl-i Habeşî; “Nedir o haber?” dedi. “Bu ümmetin Peygamberi sallallahü aleyhi ve sellem geldi” deyince, Bilâl-i Habeşî; “Bu ümmetin Peygamberi öyle mi!” diye tekrar etti. Hazret-i Ebû Bekr; “Evet yâ Bilâl” dedi. “Kimdir o?” deyince, hazret-i Ebû Bekr; “Muhammed bin Abdullah’dır” dedi. Bilâl-i Habeşî; “Nasıl bildin?” diye sordu. Hazret-i Ebû Bekr; “O, peygamber olduğunu söylüyor ve gizlice insanları Allahü teâlâya îmân etmeye çağırıyor. Ben kendisine; “Yâ Ebel Kasım, bir haber duydum” dedim, “Ne duydun” dedi.
Ben de; “İnsanları Allahü teâlâya îmân etmeye davet ettiğini ve O’nun Resûlü olduğunu söylediğini duydum” deyince; “Evet yâ Ebâ Bekr! Rabbim, hazret-i İbrahim’i insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdiği gibi, beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi” dedi. Ben de; “Sen yüksek bir ahlâka sahipsin yalan söylemezsin dedim.
Elini uzattı ben de elini tuttum, ona tâbi olup, müslüman oldum” deyince, Bilâl-i Habeşî; “Hemen mi kabul ettin? Yoksa senden bir menfaat mı bekliyor?” diye sordu. Hazret-i Ebû Bekr; “Hayır yâ Bilâl onun mala-mülke ihtiyâcı yok. O, Hadîce’nin (radıyallahü anhâ) ticâret kervanını yönetiyor ve kazancı yerinde” dedi. Bilâl-i Habeşî; “O, neye davet ediyor” deyince, hazret-i Ebû Bekr; “O, her şeyin yaratıcısı olan Allah’a ibâdet etmeye davet ediyor. O’nun davet ettiği dinde üstünlük; ancak îmân ve kulluk iledir” dedi. Bilâl-i Habeşî başını eğip, bir müddet sessizce bekledi. Sonra da hazret-i Ebû Bekr’in bildirdiği gibi kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu.
Ümeyye, on iki kölesinden en çok Bilâl’i sevdiği için, aynı zamanda puthâne bekçiliğini de ona vermişti. Bilâl-i Habeşî müslüman olunca, puthânedeki bütün putları secde vaziyetine getirdi.
Bu haber Ümeyye’ye ulaşınca, büyük bir dehşete kapılıp, yanına çağırttı ve; “Sen müslüman olmuşsun. Muhammed’in Rabbine secde ediyormuşsun, öyle mi?” diye sordu. Bilâl-i Habeşî de; “Evet! Büyük ve yüce olan Allahü teâlâya secde ederim” dedi. Ümeyye, hoşlanmadığı bu cevâbı alınca, derhal eziyet ve işkencelere başladı. Yoruluncaya kadar döverdi, öğle vakti güneş tam tepeye geldiğinde, onu soyar, sıcaktan kavrulmuş taşları çıplak vücûduna koyarak dağlardı. Ateş gibi yanan taşları üzerine yığdıktan sonra; “İslâm dîninden dön!… Lât ve Uzzâ putlarına îmân et” derdi.
Bilâl-i Habeşî’nin vücûdu sıcak kumlardan yanar, ağır taş altında nefesi kesilirdi. Görenler onun bu acıklı hâlinden ürperirlerdi. Fakat Bilâl-i Habeşî bütün ağır işkencelerin altında; “Allahü teâlâ birdir! Allahü teâlâ birdir!” diyerek, îmânındaki sebatını bildirirdi. Bütün bu işkencelerle hıncını alamayan Ümeyye; onu bîtâb, halsiz düşürdükten sonra da, boynuna bir ip takıp, çocukların eline verirdi. Çocuklara Mekke sokaklarında dolaştırır, müşrikler de alay ederlerdi.
Bilâl-i Habeşî garip ve kimsesiz olduğu için diğer müşriklerden de işkence görürdü. Ona ağır işkence yapanlardan biri de Ebû Cehl idi. Yazın en sıcak günlerinden birinde, çöl sanki alev alev yanıyordu. Açıkta bırakılan su, hemen eli yakacak kadar ısınıyordu. Herkesin serin gölge aradığı bir zaman, Ümeyye bin Halef, inançsızlığının verdiği öfke ve kinle, Bilâl-i Habeşî’yi tamamen soydu. Üzerinde bir don bıraktı ve bu haliyle alıp, çölün yanan kumların üzerine yatırdı. Bilâl-i Habeşî’nin kızgın kumlara yapışan teni yanıyor, verdiğnzdırap dayanılmaz bir hâl alıyordu.
Bununla kalmayan Ümeyye, çaresizlikten inleyen, göğsü îmân aşkıyla kalkıp inen Bilâl-i Habeşî’nin üzerine taşlar yığıyordu. Kinler bitmiyordu. Etraftan gelen müşrikler, ya dîninden dönersin yâhud da seni öldüreceğiz diyerek akla gelmedik işkencelere katılıyorlardı. Bütün bunlar olurken, büyük sahâbî Bilâl-i Habeşî’nin gözünde, Resûlullah’ın hayâli ile kalbindeki Allah sevgisi, tesellî kaynağı oluyordu.
Bunlar nasıl olsa bitecekti. Her zâlim yaptığının cezasını muhakkak çekecekti. Bilâl-i Habeşî bu tahammülü zor işkenceler altında; “Allah birdir, Allah birdir!” diyordu. Bu sırada sevgili Peygamberimiz oradan geçiyordu. Bilâl-i Habeşî’nin hâlini görerek üzüldü. “Allahü teâlânın ismini söylemek seni kurtarır” buyurdu. Mübarek hanelerine döndükten biraz sonra da, hazret-i Ebû Bekr yanına geldi.
Peygamberimiz, Bilâl-i Habeşî’nin çektiği işkenceyi hazret-i Ebû Bekr’e söyleyip; “Çok üzüldüm” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr hemen ona işkence yapılan yere gitti. Müşriklere; “Bilâl’e böyle yapmakla elinize ne geçer? Bunu bana satınız” dedi. “Dünyâ dolusu altın versen satmayız.
Fakat, senin kölen Âmir ile değişiriz” dediler. Hazret-i Ebû Bekr’in kölesi Âmir, onun ticâret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında şahsî malından başka, on bin altını vardı. Hazret-i Ebû Bekr’in önemli bir yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat, kâfir idi. İmân. etmiyordu. Ebû Bekr (radıyallahü anh); “Âmir’i bütün malı ve paraları ile, Bilâl için size verdim” buyurdu. Sonra Bilâl’in (radıyallahü anh) elinden tutup, sevgili Peygamberimizin huzuruna getirerek âzâd etti.
O sırada Cebrail aleyhisselâm gelip, “Velleyl” sûresinin on yedinci âyetini getirdi. Nazil olan bu âyet-i kerîmede Allahü teâlâ, hazret-i Ebû Bekr’in; Cehennem’den uzak olduğunu müjdeledi.
Bilâl-i Habeşî âzâd edildikten sonra, hicrete kadar Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Medîne-i münevvereye hicret edince, bir müddet Sa’d bin Hayseme’nin evinde misafir oldu. Mekke’den Medîne’ye hicret eden Eshâb-ı kiram ile Medîne’de bulunan Eshâb-ı kiram yâni Ensâr arasında kardeşlik kurulmuştu.
Mallarını, servetlerini paylaşmak ve her hususta yardımlaşmak üzere kurulan İslâm kardeşliğinde Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî’yi de, Ensârdan Ebû Rüveyha Abdullah bin Abdurrahmân ile kardeş yaptı. Bu kardeşlik, ömürleri boyunca büyük bir fedâkârlık ve sadâkatle devam etmiştir. Bilâl-i Habeşî’nin evlenmesi de hicretten sonra olmuştur.
Medîne-i münevvereye hicret edildikten bir müddet sonra Mescid-i Nebî yapıldı. Peygamber efendimiz, Eshâb-ı kirama beş vakit namazı cemâatle bu mescidde kıldırıyordu. Namaz vaktinin girdiği; “Es-Salât, es-Salât” diye bağırarak bildiriliyordu.
Daha sonra Peygamberimiz, Eshâb-ı kiramla istişare edip, namaz vaktinin bildirilmesi için bir alâmet tesbitini arzu buyurdular. Bir kısmı çan, kimisi boru çalalım, bazısı da ateş yakalım dedi. Peygamberimiz; çanın hıristiyanlara, borunun yahûdîlere, ateşin mecûsîlere mahsus olduğunu söyleyerek başka bir alâmet istedi. Bu sırada hazret-i Ömer ve Abdullah bin Zeyd namaza davetin nasıl yapılacağına dâir rüya gördüklerini söylediler. Her ikisi de rüyalarında ezanın okunuş şeklini işitmişlerdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî’yi çağırttı.
Ezanın kendisine öğretilmesini ve okumasını emretti. Şöylece Bilâl-i Habeşî güzel sesiyle beş vakit namaz için ezan okumaya başladı. İslâm’da ilk ezan okuyan odur. Bilâl-i Habeşî bir gün sabah namazı vaktinde Peygamberimizin kapısı önünde; “Es-salâtü hayrün minen-nevm” diye iki defa seslendi. Bunu Peygamber efendimiz beğenerek; “Bilâl bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle” buyurdular. Böylece sabah ezanında bu söz de söylenmeye başladı.
Bilâl-i Habeşî bütün gazalarda Peygamberimizin yanında bulundu. Mekke-i mükerremenin fethedildiği günde Resûl-i ekrem efendimiz, has müezzini Bilâl-i Habeşî’yi yanında bulundurdu. Mekke fethedilip, Kabe putlardan temizlenince, Peygamberimiz Bilâl-i Habeşî’ye, Kâbe-i Muazzamada ilk ezanı okuttu. Onun tatlı ve gür sesiyle tevhîd sedaları dalga dalga Mekke semâlarında yayıldı. Bunu işiten Eshâb-ı kiram artık küfrün ortadan kaldırıldığını, Hakk’ın gelip bâtılın silindiğini görerek sevinç gözyaşları döktüler.
Peygamberimizin vefatından sonra Bilâl-i Habeşî ayrılık acısırla tahammül edemiyerek, bir daha ezan okuyamadı. Resûlullah’a olan muhabbetiyle her gün yanıp tutuşuyor, gözyaşı döküyordu. Sonra da Medine’de kalmaya tahammül edemediği için Şam’a gitmeye karar verdi. Hazret-i Ebû Bekr’in huzuruna varıp; “Ey Resûlullah’ın halîfesi! Ben, Resûlullah’dan: “Mü’minin en faziletli ameli, Allah yolunda cihâd etmesidir” buyurduğunu duydum” dedi. Hazret-i Ebû Bekr; “Yâ Bilâl! Ne istiyorsun?” diye sorunca, o da; “Ölünceye kadar Allah yolunda cihâd etmek istiyorum” dedi. Bunun üzerine hazret-i Ebû Bekr; “Yâ Bilâl! Sen gidince bize kim müezzinlik edecek?” dedi. Bilâl-i Habeşî gözlerinden yaşlar akarak; “Resûlullah’dan sonra artık ben kimse için müezzinlik yapamam” cevâbını verdi.
Hazret-i Ebû Bekr; “Yâ Bilâl! Burada kal ve bize müezzinlik yap” dedi. Bunun üzerine Bilâl-i Habeşî; “Yâ Ebâ Bekr! Sen beni âzâd etmemişmiydin. Eğer kendin için âzâd ettiysen kalayım. Allahü teâlâ için âzâd ettiysen müsâade et gideyim” dedi. Hazret-i Ebû Bekr; “İstediğin yere gidebilirsin” diyerek müsâade etti. Böylece Şam’a gidip yerleşti. Hazret-i Ebû Bekr devrinde o bölgede yapılan gazalara katıldı. Hicretin on altıncı senesinde Ömer (radıyallahü anh) ordusuyla Şam’a geldiğinde, Bilâl-i Habeşî orduya katılıp Kudüs seferine katıldı.
Bilâl-i Habeşî, Şam’da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Peygamber efendimizi gördü. Peygamberimiz ona; “Beni ziyaret etmeyecek misin yâ Bilâl!” buyurdu. Bunun üzerine hemen Medîne yoluna düştü. Gelince doğruca Peygamberimizin kabr-i şerîfine gidip, Ravda-i mutahharaya yüzünü gözünü sürerek ziyaret etti. Resûlullah ile geçirdiği günleri hatırlayıp, hasret ve muhabbet gözyaşları dökerek uzun müddet ağladı. Bu sırada Peygamber efendimizin torunları Hasen ve Hüseyn (radıyallahü anhümâ), onu görüp boynuna sarıldılar ve bir ezan okuması için çok ısrar ettiler.
Bilâl-i Habeşî bu ısrara dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başladı. Peygamberimizin mescidinden Bilâl-i Habeşî’nin sesiyle yükselen ezanı duyan Eshâb-ı kiram, kadın-erkek, çoluk-çocuk, sokaklara döküldüler. Hepsi Resûlullah ile yaşadıkları seâdetli günleri, Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu ezan sedalarını hatırlayıp ağladılar. Fakat Bilâl-i Habeşî ezanda; “Eşhedû enne Muhammeden resûlullah” derken, Peygamber efendimizin mübarek ismi geçince, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ezanı tamamlamak için kendini zorladıysa da, gözyaşlarını tutamadı. Böylece ağlaya ağlaya ezanı bitirdi.
O gün Eshâb-ı kiram, sanki Resûlullah’ın bulunduğu günlerden bir gün yaşadı. Peygamberimize olan hasretleri ve derin muhabbetleriyle ağladılar, o günleri yâd ettiler. Bu ezan, Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezanı oldu. Bir kaç gün Medine’de kaldıktan sonra Şam’a döndü. Fakat yolda hastalanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastaltkla ömrünün son günlerini geçirdi ve vefat etti.
Vefat edeceği sırada büyük bir sevinç içinde; “Oh ne tatlı, artık Resûl aleyhisselâm ve arkadaşları ile buluşacağım” dedi.
O, îmânında gösterdiği sebat ve Resûlullah’ın hayâtında yanından ayrılmayıp hizmet etmesiyle, müezzini olmasıyla hep sevilip, rahmetle yâdedilmektedir. Hazret-i Ebû Bekr onu kölelikten âzâd ettiği için, hazret-i Ömer; “Seyyidimiz efendimiz Ebû Bekr, seyyidimiz Bilâl’i âzâd etti” buyurmuştur. Peygamberimiz; “Bilâl ne iyi kimsedir. O, müezzinlerin efendisidir.” ve “Bilâl, Habeşlilerden ilk müslümandır”, “Ey Bilâl, zengin olarak değil fakir olarak vefat et!” buyurdu.
Hazret-i Bilâl-i Habeşî bizzat Peygamberimizden işiterek hadîs-i şerîf rivayet etti. Rivayet ettiği bu hadîs-i şerîflerden kırk dördü Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve dört Sünen kitabında yer aldı. Eshâb-ı kiramdan; hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Ali, Abdullah ibni Mes’ûd, İbn-i Amr, Üsâme bin Zeyd, Ka’b bin Ucre, Câbir bin Abdullah, Berâ bin Azib (radıyallahü anhüm) ve diğer eshâb, ayrıca Tabiînin büyük hadîs âlimleri, Bilâl-i Habeşî’den hadîs-i şerîf rivayet ettiler.
Bilâl-i Habeşî’nin (radıyallahü anh) Peygamberimizden bizzat işiterek rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı şunlardır:
“Ezan ve gözümün nuru olan namaz ile bizi ferahlandır Yâ Bilâl!”
“Cennet’te Bilâl’i gördüm, ona Cennet’e ne ile girdini diye sordum. Sebebini bilemiyorum, ancak her abdest tâzeledikçe iki rekât namaz kılardım diye cevap verdi.”
“Gece kıyâmına (ibâdetine) devam edin; zîrâ bu, sizden önceki sâlihlerin ibâdetidir. Çünkü, gece ibâdeti, Allah’a yakınlık ve günâhlara keffâret olup, insanın bedenini hastalıklardan korur ve günahlardan uzaklaştırır.”
KÖTÜLÜK EDEN, CEZASINI BULUR
Bilâl-i Habeşi Peygamber efendimizin yaptığı bütün gazalara katılıp cihâd etti. Bedr gazasında, Kureyş’in ileri gelenleri muharebeye katıldıkları hâlde, Ümeyye bin Halef katılmak istemiyordu. Kureyş’in ileri gelenleri: “Ey Ümeyye! Sen herhalde kadınsın” deyince, Ümeyye istemiye istemiye muharebeye katıldı, iki taraf arasında muharebe başladı, islâm ordusu saflarından “Allah! Allah!” sedaları yükseliyordu. Bu sesleri duyan Ümeyye’nin kalbine büyük bir korku düştü. Daha dün işkence ve eziyet ederken kölesinin söylediği bu sözler, şimdi bir dînin, yeni bir ümmetin şiarı olmuştu.
Bir müddet sonra muharebe nihayete kadar yaklaşırken, Bilâl-i Habeşi onu gördü, işte küfrün başı Ümeyye bin Halef burada” diye bağırdı. Müslümanlardan bir cemâat Ümeyye’ye doğru yöneldiler. Onun ve beraberinde bulunan oğlunun etrafını sardılar. Bilâl-i Habeşi sür’atle koşarak Ümeyye’ye saldırdı ve bir kılıç darbesiyle başını vücûdundan ayırdı.