On iki imâmın altıncısı ve İslâm âlimlerinin büyüklerinden. Eshâb-ı kiramı görmekle şereflenen Tabiîn devrinin ve evliyanın yükseklerinden olup, silsile-i aliyye’nin dördüncüsüdür. Künyesi, Ebû Abdullah’dır. Tâhir, Fadıl gibi lakabları vardır. En meşhûru Sâdık’tır.
Babası Muhammed Bâkırr onun babası İmâm-ı Zeynerâbidîn, onun babası hazret-i Hüseyn ve onun babası da hazret-i Ali’dir. Annesi, Ümmü Ferve’dir. Annesinin babası Kasım, onun babası Muhammed ve onun babası da hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’dır. Annesinin annesi, Abdurrahmân bin Ebî Bekr’in kızı Esmâ’dır. 702 senesi Nisan ayının on dokuzunda Çarşamba günü Medîne-i münevverede doğdu. 765 (15 Receb Pazartesi H. 149) senesi Eylül ayının altısında Cum’a günü Mekke’de vefat etti. Kabri, Cennet-ül-Bakî’de olup, babası ve dedesi yanındadır.
Ca’fer-i Sâdık hazretleri, temiz ve yüksek bir nesebe (soya) sâhib olduğu gibi, güzel yüzlü ve tatlı dilliydi. Bedeni sanki nur saçıyordu. Yüzünün renginde beyaz ve kırmızı karışmış olup, tatlı bir çehresi vardı. Kısa ve şişman olmayıp, kuvvetli ve orta boylu idi. Saçı kumrala yakındı.
Dedesi Ali’ye (radıyallahü anh) çok benzerdi. Yedisi oğlan üçü kız on evlâdı vardı. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshâk, Muhammed, İsmail, Abdullah, Abbâs ve Ali’dir. Çocuklarının hepsi zamanın süsü, âlimi ve üstünlerinden olup, evliyanın rehberiydiler. Mûsâ Kâzım, on iki imâmın yedincisidir.
İmâm-ı Ca’fer, ilmi, babası Muhammed Bâkır’dan öğrendi. İlim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu. Bütün din bilgilerinde olduğu gibi, zamanının bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır.
Fizik ve kimya ilimlerinin konusunu teşkil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi, o kadar çoktu ki, bu hususlarda zamanında yaşayan herkese akıl, ilim hocalığı yapardı. Kimyanın babası sayılan Câbir de, Ca’fer-i Sâdık’ın talebesidir. İmâm-ı Ca’fer’in en meşhûr talebesi Hanefî mezhebinin kurucusu ve Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’tir.
İmâm-ı a’zam, Ca’fer-i Sâdık’ın derslerine ve sohbetlerine devam ederek, o gizli ve aşikâr marifet kaynağından ilim ve evliyalık yolunda çok istifâde etti.
İmâm-ı a’zam, onun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için; “O iki sene olmasaydı, Nu’mân helak olmuştu” buyurmuştur. İmâm-ı a’zam, bu sözü ile hocası Ca’fer-i Sadık hazretlerinin büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu dereceleri anlatmak istemiştir.
Bütün tasavvuf yolları, Ca’fer-i Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık, iki yoldan Resûlullah’a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, hazret-i Ali vâsıtası ile Resûlullah’a bağlıdır.
Bu yola vilâyet yolu denir. İkincisi, anasının babasının yolu olup, hazret-i Ebû Bekr vâsıtası ile Resûlullah’a bağlanmaktadır. Bu yola da Nübüvvet yolu denir. İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık hem ana tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk (radıyallahü anh) soyundan, hem de onun vâsıtası ile Resûlullah’tan feyz almış olduğu için; “Ebû Bekr-i Sıddîk, beni iki hayâta kavuşturmuştur” buyurdu. Ca’fer-i Sâdık hazretleri, Resûlullah’tan gelen peygamberlik (Nübüvvet) üstünlüklerine; hazret-i Ebû Bekr, Selmân-ı Fârisî ve Kasım bin Muhammed bin Ebû Bekr silsilesi ile kavuşmuştur.
Evliyâlık (velayet) üstünlüklerine de, hazret-i Ali, hazret-i Hasen ve Hüseyn, Zeynel’âbidîn ve babası Muhammed Bakır yolu ile ulaşmıştır. İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık’ta bulunan bu iki feyz ve marifet yolu, birbirleri ile karışmış değildir. Ca’fer-i Sâdık’tan, Ahrâriyye büyüklerine hazret-i Ebû Bekr yolu ile, öteki silsilelere ise, hazret-i Ali yolu ile feyz gelmektedir.
İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık’ın ilimde, marifette, zühd, takva, kanâat ve bütün güzel ahlâktaki üstünlüğü şöyle anlatılmaktadır:
“Ca’fer-i Sâdık; Muhammed aleyhisselâmın milletinin (dîninin) sultânı, peygamberlik kemâlâtının (üstünlüklerinin) burhanı (delîli, senedi), hakîkatların âlimi, evliyanın gönüllerinin meyvası, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem vârisi, ariflerin, Hak âşıklarının serveri (önderi) idi. Zevk, aşk sahiplerinin rehberiydi. Tefsîr ilminde eşi yoktu. Namazda kendinden geçip düştüğü olurdu.”
İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyzin çokluğu akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhûrdur. Sayılamayacak kadar hikmetli sözleri vardır.
Buyurdular ki: “Beş kimsenin sohbetinden, yâni beş kimse ile beraber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın! Çünkü ona dâima aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar.
İkincisi, cimriden sakın! Üçüncüsü, ahmaktan yâni aklı az olandan sakın! Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın! Çünkü işi bozulunca seni harcar. Beşincisi fâsıktan yâni günah işlemekten utanınayan kimseden sakın! Çünkü seni bir lokma ekmeğe satar.”
“Bir mü’min kardeşine ait hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa!”
“Bu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz: 1-Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak,
2-Misafire hizmet etmek,
3-Yüz tane hizmetçisi olsa, muhtaç olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek, 4-İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek.”
KUSURLARINI GÖR!
Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin, oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasihati pek meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki:
“Ey oğlum! Kendi rızkına razı ol! Kendi rızkına razı olan, kimseye muhtaç vlmaz. Gözü başkasının malında olan, fakîr olarak ölür. Allahü teâlânın. taksim ettiği rızka razı olmayan, O’nu kaza ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkini büyütmüş olur. Her zaman, kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.
Ey oğlum! İnsanlara kızmaktan çok sakın, yoksa sana da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktan uzak dur, sonra aşağılanırsın.
Ey oğlum! Lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişare eder (danışır, fikrini alır.)
Ey oğlum! Arkadaşlık yaptığın, ziyaretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sahibi olsun; kötü ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme ve görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar.
Ey oğlum! Allahü teâlânın kitabını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehy edici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol!-isteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır, insanların ayıplarını görme, İnsanların ayıplarını gören, onların hedefi olur.”