Anadolu kapılarını Türklere açan, bugünkü Türkiye’mizin ilk bânîsi mücâhid sultan Alp Arslan’ın babası. Selçuklu Devleti’nin kurucusu Muhamrned Tuğrul Bey’in ağabeyi olan Çağrı Bey, 990 (H. 380) senesinde doğdu. Künyesi, Ebû Süleyman’dır. O devirde Türkler, çocuklarına bir Peygamberin (aleyhisselâm) veya bir sahabenin (radıyallahü anhüm) ismini verirlerdi.
Buna istinaden Çağrı Bey’e de, Dâvûd aleyhisselâmın ismini vermişlerdi. Bir çok kaynaklarda ismi, sâdece Dâvûd olarak geçmektedir. Kardeşi Muhamrned Tuğrul Bey ile Selçuklu Devleti’ni kurduktan sonra, Horasan bölgesinin emirliğini yaptı. 1060 (H. 425) senesinde Serahs şehrinde vefat etti.
Selçuk Bey, Aral gölünün güney ve güney doğusunda yer alan, Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin arasında kalan meşhûr ilim ve irfan bölgesi Mâverâünnehr’de, Oğuz Türklerini etrafında toplamış, onların başına geçip müslüman olmakla şereflenmelerine vesîle olmuştu. Müslüman olan bu Türklerle, müslüman olmayanlar üzerine gazalar yapıp, Allahü teâlânın dînini yaydı.
Bu cihâdlarda oğlu Mikâil Bey şehîd oldu. Mikâil Bey’in vefatıyla oğulları Dâvûd Çağrı Bey ile Muhamrned Tuğrul Bey, dedeleri Selçuk Bey’in yanında yetiştiler. Selçuk Bey’in vefatı üzerine de amcaları İsrail Arslan Yabgu’nun emrine girdiler. Yaşadıkları Mâverâünnehr’e Karahanlıların hâkim olması, Selçuklu Türklerinin onlarla karşı karşıya kalmalarına sebeb oldu. Tuğrul Bey’i tutukladılar. Bir baskınla Çağrı Bey, Karahanlıları yenip kardeşini kurtardı. Tuğrul Bey, daha fazla zayiat vermemek için askeriyle çöle çekildi. Çağrı Bey’in de Anadolu üzerine gitmesine karar verildi.
Dâvûd Çağrı Bey: azimli, soğukkanlı, son derece cesur, ileri görüşlü, Türk târihinin yetiştirdiği büyük kahramanlardan olup, son derece âdil, dürüst bir insandı. Askerlik sahasında dahî bir komutan, müslüman Türkleri bir bayrak altında toplamak ve İslâmiyet’e hizmet etmek gayesiyle yanıp tutuşan merhametli bir kimseydi.
1016 senesinde, İslâmiyet’i yaymak, Allahü teâlânın mübarek ismini yüceltmek ve insanların Cehennem ateşinden kurtulmaları için, Mâverâünnehr’dep Bizans ülkelerine doğru cihâda çıktı. Horasan bölgesinde yaşayan Türkmenleri de toplamak suretiyle ilerledi. Irak-ı Acem bölgesinden geçip Bizans İmparatorluğuna bağlı Ermeni Vaspuragan ve Ani krallıkları ile Azerbaycan’da pek şiddetli muharebeler yaptı. Beş sene, Ermeni, hıristiyan, Gürcü ve Rumlarla mücâdele etti.
Müslüman olanları kardeş sayıp bağrına bastı, emân dileyene kılıç vurmadı. Pek büyük muvaffakiyetler kazandı. Onların, daha doğuya ve güneye doğru yayılarak müslümanları rahatsız etmesine engel oldu. Pek çok ganimetle Mâverâünnehr’e döndü. Bu seferlerinde Dâvûd Bey, Anadolu’nun müslüman Türklere güzel bir yurt olacağına kanâat getirmişti.
1025 senesinde Gazne hükümdarı Sultan Mahmûd, ordusu ile Türkistan ve Mâverâünnehr üzerine yürüyerek Selçukluların ve Türkmenlerin reisi olan Arslan Bey’i esir edip, Hindistan’da hapsettirdi. O zaman, Türkmenlerin bir kısmı Gaznelilerin tâbiiyyetine girdiler. Bir kısmı da Dâvûd Çağrı Bey ve Muhammed Tuğrul beylere tâbi oldular.
Böylece Dâvûd Bey, Tuğrul Bey ve amcaları Mûsâ Bey, Türkmenlerin emîri oldular. Bu üç lider, ülkelerini dokuz sene rahat ve huzur içinde idare ettiler. 1034’de Buhara ve Harezm emirlerinin baskı yapması sebebiyle, Mâverâünnehr’i terketmek mecburiyetinde kaldılar. Horasan’a gelen Dâvûd Çağrı Bey ile Tuğrul Bey, Gazne hükümdân Mes’ûd’un Horasan valisine müracaat ederek, sürüleri için Sultan’dan yaylak ve kışlak istediler. İstekleri kabul edilmedi.
Ayrıca o bölgeden uzaklaştırmak için üzerlerine büyük bir ordu gönderildi. Güçlü Gazne ordusunu Nesa yakınlarında karşılayan Dâvûd ve Tuğrul Beyler, uyguladıkları dahîce bir taktikle bozguna uğrattılar. 1035 senesindeki Selçuklu ordusunun bu muvaffakiyeti üzerine Gazne hükümdarı Mes’ûd, Dâvûd ve Tuğrul Bey ile müzâkerelere girişti. İsteklerini fazlasıyla verdiği gibi bâzı imtiyazlarda da bulundu. Ancak Oğuz boylarının, ülkesine saldırmasına mâni olmalarını şart koştu.
Bunu kabul etmeyen Selçuklu liderleri, yeniden ordu hazırlayıp, Gaznelilerle çarpıştılar. Sultan Mes’ûd’un ordusunu yenerek dağıttılar. Bu gazada Dâvûd Çağrı Bey, Gürcan valisini mağlûb ederek 1037’de Merv şehrini zaptetti. Burada “Melîk-ül-mülk” ünvanı ile hükümdarlığını îlân etti ve adına hutbe okuttu.
Dâvûd Çağrı Bey’in, sultanlığını îlân edip, adına hutbe okutması, Gazne Sultânı Mes’ûd’un tekrar büyük bir ordu kurup, Selçuklular üzerine yürümesine sebeb oldu. Subaşı kumandasındaki Gazne ordusunu, Serahs şehri yakınlarındaki Talhâb’da karşılayan Çağrı Bey, iki gün süren kanlı bir çarpışmadan sonra hezimete uğrattı. Bu zaferden sonra 1038’de Belh ve Herat şehirleri alındı, Horasan’ın kuzeyi tamâmiyle ele geçti.
Selçukluların gittikçe karşı konulmaz bir güç hâline geldiğini gören Sultan Mes’ûd, ordularıyla acele yürüyerek Gürcan’ı geri aldı. Belh şehrinden geçerek Karahanlı Börü Tiğin’i emri altına almak için Mâverâünnehr’e girdi. Ancak Dâvûd Çağrı Bey’in üzerine geldiğini haber alınca geri döndü. Tuğrul Bey de 1038 Ağustosunda Nişâpûr şehrini ele geçirip sultanlığını îlân etti.
1038 senesinde Sultan Mes’ûd, güçlü bir ordu hazırlayıp Selçukluların üzerine yürüdü. Çağrı Bey’le, Aliâbâd ovasında yaptığı muharebede nisbî bir başarı sağladı. Çağrı Bey, bu savaşta ordusunu fazla zayiat verdirmeden geri çekti. Muhammed Tuğrul Bey ve Mûsâ Bey’in yardıma yetişmesi üzerine, Sultan Mes’ûd anlaşmak zorunda kaldı.
1040 senesi Mayıs ayında Sultan Mes’ûd, bütün gücünü toplayarak Selçuklu topraklarının bir ucundan girip diğer ucundan çıkmak üzere harekete geçti. Dâvûd Çağrı Bey, kardeşi Tuğrul Bey’den ve amcası Mûsâ Bey’den yardım istedi. Onlar, böyle güçlü bir ordu ile başa çıkılamayacağını anlayıp, Anadolu’ya doğru gitmek lâzım geldiğini bildirdiler.
Dâvûd Bey’in büyük bir meydan muharebesinde ısrarlı olması karşısında, güçlerini birleştirerek Dandanakan sahrasında karşılaşmak üzere plân kurdular. Başkumandan Dâvûd Çağrı Bey, ordusunu Dandanakan’da Gazne ordusunun karşısında intizâma soktu. Kumandanlarına hareket tarzını yeniden hatırlattıktan sonra hücûm emrini verdi. Sayı ve silâhça Gazne ordusundan çok az olmalarına rağmen, üstün bir savaş taktiği ile iki günde koskoca Gazne ordusunu mağlûb ettiler.
Sultan Mes’ûd canını zor kurtardı. Muharebe meydanına getirdiği bütün hazîneleri Selçuklulara kaldı. Küçük bir ordu ile o dönemin en kuvvetli ordusunu yenen Dâvûd Çağrı Bey, bu zafer ile Selçuklu Devleti’nin temelini atmış oldu. Dünyâ makam ve mevkilerini gönlünden çıkaran Dâvûd Çağrı Bey, bir gurur ve kibire kapılma korkusundan, hükümdarlık hakkını kardeşi Muhammed Tuğrul Bey’e verdi. Kendisi ona bağlı bir komutan olarak vazife yapmaya devam etti.
Dandanakan meydan muharebesi, Türk târihinde; Malazgird zaferi ve İstanbul’un fethi gibi önemlidir. Asırlardır kapalı kıt’alarda dolaşan Oğuz Türkleri, Dandanakan zaferi ile açık denizlere inme imkânı bulmuşlardır. Böylece Selçuklu devleti kurulmuş, Türklerin düzenli bir şekilde yeni bir vatan tutmasına sebeb olunmuştu. Bu bakımdan, Dâvûd Çağrı Bey’in müslümanlığa yaptığı hizmet pek büyüktür.
Dandanakan zaferi ile, pek çok Türkmen beyi Selçuklulara katıldı. Selçuklu sultânı Muhammed Tuğrul Bey, Horasan bölgesinin idaresini ağabeyi Dâvûd Çağrı Bey’e verip, Gaznelilerin elinde bulunan topraklar üzerinde fütühata devam etmesini istedi. Amcası Mûsâ Bey’e’de Herat, Sistan bölgesinin feth edilmesi vazifesini verdi. Kendisi de ülkenin batı taraflarında faaliyet gösterecekti.
Bu plân gereğince hareket eden Dâvûd Çağrı Bey, Dandanakan savaşından önce Gaznelilerin aldığı Belh şehri üzerine yürüdü. Sultan Mes’ûd’un oğlu Mevdûd’un kumandasındaki kuvvetleri yenerek şehri ele geçirdi.
Belh’den sonra Gürcan, Badgis, Hutlan ve Tuhâristan bölgelerini hâkimiyeti altına alan Dâvûd Bey, Merv’i hükümet merkezi yaptı. Oğulları; Süleyman, Kara Arslan Kavurd, Muhammed Alb Arslan, Yâkûtî Osman, Arslan, Argun, İlyas ve Behram Şah ile Horasan’ı idare etmeye, düşmanlar tarafından yapılan saldırılara karşı göğüs germeye başladı. Oğulları arasından, Muhammed Alb Arslan’ı kendine veliahd seçti.
Çağrı Bey’in 1044’de hastalanmasını fırsat bilen Gazne sultânı Mevdûd, Belh ve Tuhâristan’ı geri almak üzere harekete geçti. Çağrı Bey, henüz çocuk yaşlarında bulunan veliahdı Muhammed Alb Arslan’ı, Sultan Mevdûd’un üzerine gönderdi. Alb Arslan, Selçuklu ordusunun başına geçip, Belh’e geldi. Müthiş bir meydan savaşı ile Gazne ordusunu bozguna uğrattı. Gaznelileri Belh ve Tuhâristan’dan çıkardı. Oğlunun bu başarısını işiten Dâvûd Çağrı Bey, sevincinden hasta yatağından kalkıp sıhhate kavuştu. Belh, Tuhâristan ve bâzı şehirlerin idaresini Alb Arslan’a verdi, öteki oğullarını da başka yerlerde vazifelendirdi.
Bu şekilde Horasan’ın yönetimini nizam altına alan Çağrı Bey, ellerinden çıkmış bulunun Harezm bölgesini yeniden itaati atına aldı. Kıpçak Türkleri ile birleşti. Bu arada Gazne sultânı Mevdûd, Harezm’i ele geçirmek için bâzı Türkistan beyleri ve şiî Büveyhoğulları ile ittifak kurdu. Bunu öğrenen Dâvûd Çağrı Bey, Büveyhoğulları üzerine yürüdü. Bunun üzerine Büveyhoğulları korkarak Gaznelilere olan ittifaklarından vazgeçtiler. Harezm’i almak için yürüyen Mevdûd’un ordusu, Çağrı Bey tarafından hezimete uğratıldı.
Bu arada Karahanlılar, durmadan büyüyen Selçukluları kendileri için büyük bir tehlike görerek, bir ordu ile üzerlerine yürüdüler. Çağrı Bey, oğlu Alb Arslan’ı Karahanlılarla çarpışmak üzere gönderdi. Geleceğin büyük sultânı, Karahanlı ordusunu bir daha Selçuklu topraklarına saldıramayacak şekilde mağlûb etti. Bu zafer neticesinde yapılan andlaşmada Karahanlılar, bundan böyle Selçuklu topraklarına hiç bir zaman hücûm etmeyeceklerine söz verdiler.
Dâvûd Çağrı Bey, Karahanlılarla yaptığı andlaşmadan sonra, Ehl-i sünnet düşmanı bozuk îtikâdlı Büveyhoğullarına karşı bir ordu hazırladı. Ordunun başına oğlu Kavurd Bey’i geçirerek, Eshâb-ı kiram düşmanı Büveyhîlerin üzerine gönderdi. Bu sırada Büveyhoğulları hükümdarı Ebû Kalicar ölmüştü (1048).
Kavurd Bey, ordusu ile, seneler süren uzun çarpışmalardan sonra, Kirman ve Sistan bölgesinde yaşayan bozuk îtikâdlıları temizledi. O bölgeleri hâkimiyetleri altına aldıktan sonra, Mûsâ Bey’in idaresine vererek babasının yanına döndü.
Gaznelilerle aradaki düşmanlık ve senelerdir sürüp giden harpler, 1059 senesinde Sultan İbrahim’in Gazne hükümdarı olması ile son buldu. Bu iki büyük Türk devletinin andlaşmaları sevinçle karşılandı. Hindikuş dağları iki devlet arasında sınır kabul edilerek, saldırmazlık kararı alındı. Bu andlaşma elli yıl yürürlükte kaldı.
Sultan Tuğrul Bey’e 1059 senesinde üvey kardeşi İbrahim Yinal isyan etmiş, saltanat dâvasına kalkmıştı. Tuğrul Bey, ağabeyi Dâvûd Çağrı Bey’den yardım istedi. O da oğulları Alb Arslan ve Kavurd beyleri yardıma gönderdi. Onlar yetişip, İbrahim Yinal’ı mağlûb ettiler, isyanı bastırdılar.
Bu, Dâvûd Bey’in, kardeşine son yardımı olmuştu. Bu hâdiseden sonra hastalanan Dâvûd Bey, yetmiş yaşında olduğu hâlde, nice islâm âlimleri ve velîlerinin yetiştiği Serahs şehrinde 1060 yılında hayâta gözlerini yumdu ve oraya defnedildi.
Dâvûd Bey, vefatından önce Türk milletine; İran ve yakın doğu ülkeleri gibi çok geniş bir bölgeyi emânet etmiş; ayrıca islâmiyet’i üç kıt’ada yayacak, müslüman Türkleri İ’lay-ı kelimetullah için cepheden cepheye koşturacak olan Muhammed Alb Arslan’ı bırakmıştı.
EBÛ SA’ÎD HAZRETLERİNİN NASÎHATI
Dâvûd ve Tuğrul beyler, âlim ve evliyaya çok hürmet eder, onların dualarını alarak işe başlarlardı. Yine bir gün Meşhed’e gidip zamanın büyük velîlerinden Ebû Sa’îd Ebil-Hayr hazretlerinin huzuruna vardılar, iki kardeş, bu büyük âlime selâm verip elini öptüler. Hizmetine amade olduklarını bildirip dua istediler. Ebû Sa’îd (rahmetullahi aleyh) bir müddet başını önüne eğip murakabe ettikten sonra: “Çağrı, sana Horasan sultanlığını; Tuğrul, sana da Irak sultanlığını verdim!… “buyurunca yanından sevinçle ayrıldılar. Allahü teâlânın izniyle o büyük velînin dualarının faydalarını bizat müşâhade eden Çağrı Bey, zaman zaman mektup yazarak Ebû Saîd’den (rahmetullahi aleyh) nasihat isterdi. Ebû Sa’îd (rahmetullahi aleyh) de ona mektupla cevap verirdi. Bir mektubunda Çağrı Bey’e şöyle nasihat buyurdu:
“Bismillahirrahmânirrahîm, Azîz ve celîl olan Allahü teâlâ, büyük kumandan muzaffer pâdişâh Çağrı bey’i kendi himâyesi altında bulundursun, nefsine ve mahlûklara bırakmasın! Hep razı olduğu, beğendiği şeyleri ihsan buyursun. Sonu pişmanlık ve perişanlık olan her şeyden, fadlı ve keremi ile muhafaza buyursun!
Kıymetli kumandan, muzaffer pâdişâh Çağrı Bey’in mektubu geldi, içindekileri okuduk. Murâdlarınız, maksadınız anlaşıldı. Arzettiğiniz özürler, makbûlümüzdür. Allahü teâlâ’nın da, özürlerini kabul buyurup, dünyâ ve âhırette musibetlere uğramaktan muhafaza buyurmasını ümîd ederiz. Dünyâ ve âhıret salâh ve seâdetine vesile olacak şeyleri yapmağa muvaffakiyet ihsan etsin.
Elhamdülillahi vahdehû la şerike lehû…”