Meşhûr tıb âlimi. İsmi, Dâvûd bin Ömer el-Antâkî’dir. Aslen Antakyalıdır. Doğum târihi belli değildir. 1599 (H. 1008) senesinde Mekke-i mükerremede vefat etti.
Dâvûd-ı Antâkî, tıb sahasındaki başarılarını gerçek bir ilim atmosferinde yetişmesine borçludur, özellikle babası onun ilim adamı olması için çok gayret sarfetti ve şefkatle üzerinde durdu, önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Mantık ve matematik ilmini ve Yunanca’yı öğrendi, islâm ve fen ilimlerinde de çalışarak yetişti. Antakya’dan Kâhire’ye gittiği zaman, bir çok ilimde söz sahibi idi. Burada çalışmalara başlıyarak, tabîb ve eczacıların üstadı oldu. Büyük şöhrete kavuştu. On altıncı asırda İslâm âleminde onun derecesine ulaşan bir tabîb ve eczacı görülmedi. Tıb konusundaki eserine benzer eser de yazılmadı. Kendinden önceki tıb ve eczacılık alanındaki âlimlerin çalışmalarına esaslı katkılarda bulundu.
Dâvûd-ı Antâkî, tıb ilmindeki başarıları sebebiyle “Hakîm, mahir, ferîd (biricik âlim) gibi ünvanları kazandı, ilmî çalışmalarında tıbbî konulara daha çok ağırlık verdi ve gerçek bir tıb otoritesi oldu. İnsanlara, hastalıkların tedâvî usûllerini nezâketle îzâh eder, sıhhati muhafaza metodlarını öğretir ve pratik esaslarını telkîn ederdi.
El-Antâkî, sâdece tıb ve eczacılık alanındaki çalışmalarla yetinmiyerek, kimya, astronomi, fıkıh ve diğer ilimlerde de ince bilgilerin sahibi olmak için çalıştı. O, ilimleri sınıflandırıyor, tasniflerini yapıyor, konularını ve ana mes’elelerini belirtiyordu, ömrünün son zamanlarında gözleri kör oldu.
Tıb ilmi hakkında şöyle demektedir: “Bu ilme son derece kıymet vermek ve saygı duymak, ehline karşı mütevâzî olmak gerekir. Yayılması için de çalışıp gayret göstermelidir. Fakat dikkat edilecek mühim bir husus vardır, o da bu ilmi, alçak, ahlâksız, sâdece kendi menfaatini düşünen rezil kimselere kaptırmamaktır. Gayretsiz, himmet ve idealsiz kimseleri bu ilimden uzak tutmalıdır. Eğer buna dikkat edilmezse, hem ahlâksızlık ve yolsuzluklara yol açılmış, hem de nice hastaların ölümüne sebeb olunmuş olur.”
Kendisinin tıb ilminde çok çalışmasının sebebini de şöyle anlatmaktadır: “Mısır’a yerleştiğim sıralarda büyük bir âlim tanımıştım. Fıkıh ilminde herkesin sığınağı idi. Bir hastalıktan dolayı, tedâvî için seviyesi düşük bir yahûdî tabibe giderdi. Bu durumu görünce çok üzüldüm. Bu mevzu benim için adetâ derin bir ızdırap ve azâb konusu oldu. Rahatım ve huzurum kaçmıştı. Tıb ilmini medreselerde yüksek seviyede okutulabilmesi için çok çalıştım. Büyük gayretlerim neticesinde tıb ilminde söz sahibi oldum.”
Dâvûd-ı Antâkî, Tezkiresi’nde eczacılık hakkında şöyle demektedir: “Asrımızdan önce yaşamış olan İslâm âlimleri, eczacılık ilminde de çok derinleşmişlerdi, ilâç yapılacak her türlü maddeyi tespit etmişler, bunların tıbbî faydalarını araştırıp bularak ilâç yapılış usûllerini de belirlemişlerdi. Öyle ki, onların eserlerinin gayet muntazam, sistemli olduğunu açıkça görüyoruz. Biz sonra gelenler, işte o irfan yıldızlarından istifâde etmeye çalışıyor ve o uçsuz ilim deryalarından bir kaç yudum almaya çalışıyoruz.” Eczacılık sahasında otlardan, hayvanlardan ve kimyevî maddelerin her çeşidinden istifâde ederek, bu alanda önemli tesbitlerde bulundu.
Dâvûd-ı Antâkî bir çok eser yazdı. Eserlerinden başlıcaları şunlardır:
1- Tezkiret-ül-Elbâb vel-câmia lil-ucûb-il-uccâb: Dâvûd-ı Antâkî, bu eserini bir giriş bölümü ile dört kısım ve netîce bölümü şeklinde hazırladı. Giriş bölümünde ilimlerin ve mevzularının tasnîfini yaptı. Birinci bölümde, tıbbın temel konularını; ikinci bölümde, eczacılık maddelerinin tesbîti ve îzâhı ile terkibini; üçüncü bölümde, belli başlı ilâçların hazırlanışını; dördüncü bölümde, hastalıkların tesbit ve teşhisi ile bunlara tatbik edilecek ilâçları ele aldı. Netîce bölümünde de tıb ilmiyle ilgili bâzı garip hâdiseler ile latîfe ve nükteler üzerinde durdu. Bu eserin bir nüshası, Irak Müzesi Kütüphânesi’nde mevcûd olup, 27233 numarada kayıtlıdır.
2- Risale fil-Fasdi vel-Hacâmat: Kan aldırmak ve hacamat yaptırmak yoluyla yapılan tedâvî usûllerine dâir bir eserdir. Irak müzesi Kütüphânesi’nde 326/6 numarada kayıtlıdır.
3- Nüzhet-ül-ezhân fî ıslâh-il-Ebdân: Bu eser bir giriş bölümü ile yedi kısım ve bir sonuç bölümünden meydana gelmektedir. Birinci bölümde, tabiî hâdiseler; ikinci bölümde, insan anatomisi; üçüncü bölümde, hastalıkların oluş sebepleri; dördüncü bölümde, insanın dış yapısının özellikleri; beşinci bölümde, sağlık konusunda tavsiyeler; altıncı bölümde, hastalıkların ayrıntıları; yedinci bölümde ise, bedenî hastalıkları anlatmaktadır. Eser otuz yedi varak olup, Irak Müzesi Kütüphanesi 21596/3 numarada kayıtlıdır.
4- En-Nüzhet-ül-mübehhece fi teşhîs-il-ezhân ve Ta’dîl-il-emzice: Eser, iç ve dış hastalıkların teşhis ve tedâvî usûlleriyle ilgili olup, ayrıca bütün bedeni ve bünyeyi saran hastalıklar ve tedavileri hakkında da bilgi verilmektedir. 305 sahife olan eser, yine Irak Müzesi Kütüphânesi’nde 3411 numarada kayıtlıdır.
El-Antâkî, geniş ilmine ve ömrü boyunca yılmadan yaptığı tetkiklere rağmen, Ehl-i sünnet olmıyan hurûfîlik fırkasından idi. Buna sebeb, İbn-i Sina’nın bozuk fikirlerinin etkisinde kalması idi. Ehl-i sünnet âlimleri, kendisini îtikâd yönüyle red, ilim yönüyle takdir etmişlerdir.