Sahâbî, Hz. Ali (ra) ile Muâviye (ra) arasındaki savaşta meşhur “hakem olayı”nda hakemlik yapan Ebû Musa el-Eş’ari, Yemenlidir. Asıl adı Abdullah’tır. Babası Kays, annesi Zabye binti Vehb’dir. Ailesi ile birlikte Rasûlullah (asv)’ı görmeden Yemen’deyken iman etmiştir. Memleketinde bulunduğu sırada Son Peygamber’in (a.s.m.) zuhur ettiğini ve Mekke’den Medine’ye hicret ettiğini işitince hiç tereddüt etmeden Müslüman oldu. Kur’an-i Kerim’i bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ögrenerek ezberleyen bir hâfiz. Uzun yillar idarecilik yapmasina ragmen dünya malina iltifat etmeyen bir zâhid vâli. “Çok kıllı” anlamına gelen “Eş‘ar” Ebû Mûsâ’nın büyük… dedesi Nebt b. Uded’in lakâbıdır. Bu lakâb ona, doğuştan vücudu çok kıllı olduğu için verilmiş, daha sonra onun neslinden meydana gelen bu kabileye “el-Eş‘ar” denmiştir. Hz. Ebû Mûsâ 63 yaşındayken Mekke’de vefat etti.
EBÛ MUSA EL-EŞ’ARİ
(Ne olursa olsun, ihlas…)
Emirulmü’minin Ömer b. el-Hattab kendisini vali olarak Basra’ya gönderdiğinde o, halkı toplayıp şu konuşmayı yapmıştı:
– Mü’minlerin Emiri Ömer, beni size, Rabbinizin kitabını, Peygamberinizin (s.a.v.) sünnetini öğretmek ve yollarınızı temizlemek üzere gönderdi!..
Halkı bir dehşet ve hayret kapladı. Çünkü onlar idarecinin halkı kültürlü hale getirmesi ve onlara dinlerini öğretmesinin nasıl bir görev olduğunu biliyorlardı. Yalnız, yolları temizleme görevi onlar için yeni bir şeydi, hatta enteresan ve tuhaf bir şeydi.
Hasan-ı Basri’nin, hakkında:
– Basra’ya hak için ondan daha iyi bir yolcu gelmedi dediği bu vali kimdi acaba?
işte o, Ebû Musa el-Eş’ari künyeli, Abdullah b. Kays’tı…
Mekke’de tevhidi anlatan, bilerek Allah’a davet eden ve güzel ahlakı emreden bir Peygamber’in (s.a.v.) çıktığını duyar duymaz oraya gitmek üzere memleketi Yemen’den ayrıldı…
Mekke’de Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna oturdu ve ondan hidayet ve kesin imanı aldı…
Kelime-i Tevhidi alarak memleketine döndü. Daha sonra, Hayber’in fethi bittikten hemen sonra Rasûlullah’a (s.a.v.) gitti.
Onun gelişiyle, Cafer b. Ebî Talib’le arkadaşlarının Habeşiştan’dan dönüşleri aynı vakte rastladı ve Peygamber (s.a.v.) de onlara katıldı…
Ebû Musa bu gelişinde yalnız gelmemiş, onunla birlikte, kendilerine İslam’ı telkin ettiği Yemen halkından elli küsur kişi ve onun Ebû Ruhm ve Ebû Burde isimli iki kardeşi de gelmişti…Peygamber (s.a.v.) bu heyete bir isim verdi…
Hepsini “Eş’ariler” diye isimlendirdi…
Peygamber (s.a.v.), onları en yufka yürekli insanlar diye niteledi…
Çoğunlukla onları ashabına en büyük misal olarak verir, onlardan şöyle söz ederdi:
– Eş’ariler’in bir savaşta erzakları tükenir veya ellerindeki yiyecekler azalırsa, onlar mevcut olanları bir torbaya toplar sonra onu eşit oiarak taksim ederler. Onlar bendendir… Ben de onlardanım!…
❖
O günden itibaren Ebû Musa, kendilerine Rasülullah’ın (s.a.v.) ashabı ve öğrencileri olmak, bütün çağ ve zamanlarda dünyaya İslam’ın taşıyıcıları olmak nasip olan müslüman ve mü’minler arasındaki devamlı yerini aldı…
❖
Ebû Musa, büyük vasıfların garip bir karışımıydı…
O, savaşmaya mecbur kalırsa cesur bir asker ve yürekli bir mücahiddi…
O, barışçıydı, iyiydi ve son derece sakindi!..
O, anlayışlıydı, sağlam kararlıydı, zekiydi, kapalı konuları doğru anlamada iyi idi, fetva ve hüküm vermede önde gelenlerdendi. Hatta şöyle denilmişti:
– Bu ümmetin kadılar (hakimleri) dörttür: Hz. Ömer, Ali, Ebû Musa ve Zeyd b. Sabit’tir.
Buna rağmen, temiz bir fıtrat sahibiydi ki, Allah rızası konusunda onu kim aldatırsa, onun için aldanırdı!..
Onun sorumluklarına bağlılığı büyüktü…
İnsanlara güveni çoktu…
Eğer hayatındaki bir olaydan bir parola seçmek istesek, mutlaka şu cümle olurdu:
“Ne olursa olsun, ihlas…”
Cihad yerlerinde el-Eş’ari, şerefli bir atılganlıkla sorumluluklarını yüklenirdi. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.) onun hakkında:
– Yiğitlerin efendisi Ebû Musa’dır, demiştir.
işte o bize, bir asker olarak hayatından bir tablo gösteriyor:- Rasûlullah’la (s.a.v.) birlikte bazı savaşlara gittik. O savaşlarda ayaklarımız parçalandı. Benim ayaklarım parçalandı, tırnaklarım düştü. Hatta ayaklarımızı bez parçalarıyla sarmıştık!..
O, iyi niyetliliği yüzünden savaş halindeki bir düşmana karşı hareket etmezdi…
O, böyle bir yerde işleri tam bir açıklıkla görür ve kesin bir şekilde karara bağlardı…
Müslümanlar İran’ı fethederlerken el-Eş’ari ordusunu, ona cizye vermek üzere anlaşma isteyen ve onun da bu anlaşmayı kabul ettiği İsfahan’da konaklatmıştı…
Ancak Isfahan halkı bu anlaşmasında samimi değildi… Onlar kalleşçe bir darbe için fırsat arıyorlardı.
Fakat, Ebû Musa’nın gereken yerlerde kaybolmayan ihtiyatı bunların durumunu ve geceleyin yapmak istediklerini araştırıyorlardı. Onlar darbeye niyetlenince komutan gafil avlanmadı. Bu arada onlara savaş ilan etti. Öğle olmadan büyük bir zafer kazandı.
❖
Müslümanların Acem imparatorluğuna karşı yaptıkları savaşta Ebû Musa el-Eş’ari’nin büyük bir kahramanlığı ve yüce bir cihadı vardı.
Özellikle, Hürmüzan’ın ordusuyla içine çekilip orada korkunç bir ordu topladığı Tüster savaşının kahramanı Ebû Musa’ydı.
Emirulmü’minin Hz. Ömer o gün başlarında Ammar b. Yasir, el-Bera b. Malik, Enes b. Malik, Meczeetü’l-Bekri ve Seleme b. Raca’nın bulunduğu büyük bir sayıdaki müslümanı ona takviye olarak göndermişti…
iki ordu karşılaştı…
Ebû Musa’nın komutasındaki müslüman ordusuyla Hürmüzün komutasındaki İran ordusu en şiddetli çarpışmalardan birindedir.
Acemler muhkem Tüster şehrinin içine çekildiler…
Müslümanlar orayı günlerce kuşattılar, nihayet Ebû Musa kafasını çalıştırıp bir hile buldu…
O, bir acem ajanıyla birlikte iki yüz yiğidi gönderdi. Ebû Musa onu, bu işi için seçtiği öncü birliğe şehrin kapısını açması için bir hile yapmaya teşvik etti…Kapılar açılır açılmaz ve öncü birliğin askerleri kaleye saldırır saldırmaz, Ebû Musa ordusuyla şiddetli bir şekilde düşmanın üzerine atıldı…
Birkaç saat içinde tehlikeli kaleyi ele geçirdi. Acemlerin komutanları teslim oldular. Ebû Musa, Emirul-mü’minin’in haklarındaki hükmünü vermesi için onları Medine’ye gönderdi…
❖
Bu becerikli asker, savaş alanından ayrılır ayrılmaz, kuş gibi sakin, çok ağlayan ve çok tövbe eden bir insan haline gelirdi!..
Dinleyeni titretip sarsan bir sesle Kur’an okurdu. Hatta Peygamber (s.a.v.) onun hakkında şöyle demişti:
– Ebû Musa’ya Al-i Davud’un mizmarlarından birisi verildi (güzel ses verildi).
Hz. Ömer (r.a.) onu görünce kendisine Allah’ın kitabından okuması için şöyle derdi:
– Bize Rabbimizin aşkını duyur, Ebû Musa.
Böylece O, ancak dinin karşısında duran ve Allah’ın nurunu söndürmek isteyen müşrik ordularına karşı durmak için bir savaşa katılıyordu.
iki müslüman arasında savaş çıktığında O, savaştan kaçar ve asla o savaşta rol almazdı.
Onun bu tutumu Hz. Ali’yle Hz. Muaviye arasınadki çekişme ve o gün ateşi müslümanlar arasında tutuşan savaşta açık olarak görülüyordu…
Belki söz bu noktada bizi hayatının en meşhur tutumlarından birine götürmektedir. Bu Hz. Ali’yle Hz. Muaviye arasındaki hakemlik konusundaki tutumdur.
Bu davranış çoğunlukla Ebû Musa’nın aldatılması çok kolay bir derecede aşırı iyi niyetliliğine delil ve şahit olarak alınmaktadır.
Ancak göreceğimiz gibi; onda da kötüye alet olma veya hata o-labileceği halde, bu davranış, bu yüce sahabinin yüceliğini, ruhunun yüceliğini Hakk’a ve insanlara inancının yüceliğini göstermektedir. Hakem meselesinde, Ebû Musa’nın görüşü şöyle özetlenebilir: O, müslümanların birbirlerini öldürdüklerini, her bir grubun bir idareciyi tuttuğunu, savaşanlar arasındaki durumun çok gerginleştiğini, bütün müslümanların sonunu uçurumun kenarına getiren halin düzeltilmesinin imkansız hale geldiğini görüyordu.Diyoruz ki: Onun görüşü, durumun bu derece kötüleştiğiydi. Bütün mesele, tutu ve davranışı tamamen değiştirmek ve işe yeniden başlamaktı.
O günkü iç savaş, idarecinin kim olacağı hakkında çekişen iki müslüman grup arasında sürüyordu, istedikleri halifeliği şura yoluyla seçmek üzere meselenin tümünün yeniden müslümanlara geçmesi şartıyla Hz. Ali ve Hz. Muaviye geçici bir süre için halifelikten vazgeçsinler diyordu.
Ebû Musa meseleyi böyle münakaşa etti ve çözümü bunda buldu.
Hz. Ali’nin halifeliğine hakiki bir beyat yapıldığı doğrudur.
Gayr-i meşru bir başkaldırmanın meşru hakkı düşürmede maksadına ulaşması gerekmez. Ancak Hz. Ali’yle Hz. Muaviye arasındaki yani İraklılarla Suriyeliler arasındaki işler -Ebû Musa’nın görüşüne göre- yeni bir düşünce ve çözüm gerektiren mesafeye ulaşmıştı… Muaviye’nin isyanı artık sadece bir isyan değildi.. Suriyelilerin başkaldırması artık sadece bir başkaldırma değildi… Bütün ihtilaf sadece görüş ve tercihteki ihtilaf değildi…
Aksine bütün bunlar iki taraftan binlerce kişinin öldüğü şiddetli iç savaşa dönüşmüştü… İslam’ı ve müslümanları çok kötü akıbetler tehdit etmeye devam ediyordu…
Çekişmenin ve harbin sebeplerini gidermek ve tarafları uzaklaştırmak, Ebû Musa’nın zihninde kurtuluş yolundaki başlangıç noktasını temsil etmişlerdi…
Hakem olayından önce, Hz. Ali, hakem olarak kendi tarafını, Abdullah b. Abbas veya arkadaşlarından birinin temsil etmesi görüşündeydi…
Fakat ordusu içindeki güçlü bir grup onu Ebû Musa’yı hakem yapmaya zorlamıştı…
Onların Ebû Musa’yı tercih etmelerinin sebepleri; Hz. Ali’yle Hz. Muaviye arasındaki çekişme başlamadan önce, onun asla kavgaya katılmaması, her iki tarafı anlaşmaya ve savaşı bırakmaya teşvik edip nihayet onlardan ümidi kesince bir kenara çekilmesiydi…
Ebû Musa’nın dindarlığı, samimiyeti ve doğruluğunda Hz. Ali’nin hiçbir şüphesi yoktu.. Fakat öbür tarafın niyetlerini anlıyor ve onların dalavere ve hileye başvurma derecelerini biliyordu. Ebû Musa anlayış ve bilgisine rağmen hile ve dalavereden hoşlanmıyor, insanlara zekasıyla değil, samimiyetiyle davranmayı seviyordu. Onun için Hz. Ali,Ebû Musa’nın diğerleri tarafından aldatılmasından, hakemliğin tek taraflı bir dalavereye dönüşmesinden ve işlerin iyice kötüye gitmesinden çekiniyordu…
❖
İki taraf arasında hakemlik başladı…
Ebû Musa el-Eş’ari, Hz. Ali’nin tarafını temsil ediyordu.
Amr b. el-Âs da Muaviye’nin tarafını temsil ediyordu.
Amr b. el-Âs’ın bayrağı, Hz. Muaviye lehine almada keskin zekasına ve hileciliğine güvendiği gerçekti.
Ebû Musa ile Amr biraraya geldiler. Ebû Musa şöyle bir teklifte bulundu. Her iki hakemin Abdullah b. Ömer’in adaylığında hatta onun müslümanların halifesi olarak ilanında anlaşmalarıydı. Çünkü Abdullah b. Ömer’i herkes sevip sayıyordu…
Amr b. el-As, Ebû Musa’nın bu eğilimden müthiş bir fırsat gördü ve bunu ganimet bildi…
Ebû Musa’nın teklifinden anlaşılıyordu ki, artık o temsil ettiği tarafa yani Hz. Ali’ye bağlı değildi…
Şu da anlaşılıyordu ki, Abdullah b. Ömer; teklif ettiğine göre O, Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabından başka kimseleri de halifeliğe getirmeye hazırdı…
Amr böylece, kurnazlıkla gayesine varacağı geniş bir açıklıkla karşılaştı. O, Muaviye’yi teklif etmeye başladı. Sonra kendi oğlu Abdullah İbn Arnr’ı teklif etti. Çünkü o, Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabı arasında büyük bir mevkiye sahipti.
Ebû Musa’nın zekası Amr’ın dehası karşısında kaybolmadı. Amr’ın aday gösterme prensibini konuşmanın ve hakemliğin temeli yaptığını görür görmez meseleyi daha sağlam bir yöne çevirdi. Amr’a halife seçmek bütün müslümanların hakkı olduğunu, Allah’ın aralarındaki işlerin müşavere ile olduğunu söylediğini ve seçme hakkının yalnız ve tamamen onlara bırakılması gerektiğini söyledi…
Amr’ın, bu yüce prensibi Muaviye’nin lehine nasıl istismar ettiğini göreceğiz…
Fakat ondan önce, buluşmalarının başlangıcında Ebû Musa’yla, Amr b. el-Âs arasında geçen tarihi konuşmanın metnine kulak verelim.
Bu konuşmayı Ebû Hanife ed-Dineveri’nın, EI-Ahbaru’t-tıval kitabından aktarıyoruz:Ebû Musa: Amr! Sen, ümmetin asayişini ve Allah’ın rızasını istiyor musun?
Amr: Bu da ne demek?..
Ebû Musa: Abdullah b. Ömer’i halife yaparız. Çünkü o, bu savaşın hiçbir meselesine kendisini sokmadı…
Amr: Muaviye’ye ne dersin?
Ebû Musa: Muaviye halife değildir ve ona hakkı da yoktur.
Amr: Sen Osman’ın mazlum ve günahsız olarak öldürüldüğünü bilmiyor musun?
Ebû Musa: Evet biliyorum.
Amr: Elbette sen, Muaviye’nin ve ailesinin Hz. Osman’ın kanının velisi olduğunu da biliyorsun. Eğer insanlar, bir önceliği olmadığı halde niçin halife yapıldı? derlerse, bunda senin için bir bahane vardır. Şöyle dersin: Onun Osman’ın velisi olduğunu gördüm. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanı-mışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım görmüştür” (İsra/33).
Bunun yanında o, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hanımı Ümmü Habibe’nin kardeşi ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabındandır…
Ebû Musa: Allah’tan kork ya Amr! Muavrye’nin birçok şerefini zikrettin, eğer hilafet şerefle elde edilseydi Ebrehe b. es-Sabah ona en layık kimse olurdu! Çünkü o, yeryüzünün doğusuna ve batısına hükmeden yemen kralları tübbaların oğullarından biridir. Sonra Ali b. Ebî Talib’in yanında Muaviye’nin şerefi nedir ki?
“Muaviye, Osman’ın velisidir” sözüne gelince, Osman’ın oğlu Amr, ondan daha layıktır…
Fakat benim fikrimi kabul edersen, Ömer b el-Hattab’ın oğlu Abdullah’ı halife yaparsak, Ömer b. el-Hattab’ın uygulamasını ve adını yaşatmış oluruz…
Amr: Faziletlerini, hicretteki ve müslümanlığındaki önceliğini bildiğin halde, seni oğlum Abdullah’ı kabul etmekten engelleyen nedir?
Ebû Musa: Oğlun dürüst bir kimsedir. Fakat sen onu bu savaşlara soktun. Gel, sen, bu halifeliği iyinin oğlu iyiye, yani Abdullah b. Ömer’e verelim.
Amr: Ebû Musa! Bu işe ancak, iki dişi olup da birisiyle yiyen, diğeriyle yediren kimse layıktır!Ebû Musa: Yazıklar olsun sana Amr! Müslümanlar birbirleriyle savaştıktan sonra durumu bize havale ettiler. Onları tekrar bir fitneye düşürmeyelim…
Amr: Görüşün nedir?
Ebû Musa: Ben düşünüyorum ki, Ali’yi ve Muaviye’yi halifelikten azledelim. Sonra meseleyi müslümanlar arasında bir şuraya havale edelim. Onlar kendileri için sevdiklerini seçerler.
Amr: Ben bu görüşü beğendim. Halkın selameti bu görüştedir.
Bu konuşma, hakem olayını ne zaman hatırlasak Ebû Musa’yı görmeye alışık olduğumuz tablonun yönünü tamamen değiştirir…
Ebû Musa olacaklardan tamamen habersizdi…
Hatta onun bu konuşmasındaki zekası, zeka ve kurnazlığıyla meşhur Amr b. el-Âs’ın zekasından daha kıvraktı…
Amr, Ebû Musa’ya, Kureyş içindeki soyluluğuyla Hz. Osman’ın kanının velisi olması deliliyle Muaviye’nin hilafetini Ebû Musa’ya yutturmak isteyince, Ebû Musa’nın kılıç gibi keskin ve parlak cevabı gel-di!..
Halifelik şerefle olsa, Ebrehe b. Sabah ona Muaviye’den daha layık olurdu.
Halifelik Osman’ın (r.a.) kanını velisi olmak ve hakkını savunmaklaysa, Osman’ın (r.a.) oğlu bu veliliğe Muaviye’den daha layıktı…
*
Bu konuşmadan sonra hakemlik meselesi Amr b. el-Âs’ın sorumluluklarını tek başına yüklendiği bir yola girdi…
Ebû Musa, işi, sözünü söylemek ve halifesini seçmek üzere millete havale etmekle kendini temize çıkarmıştı.
Amr bu görüşü uygun görmüş ve benimsemişti…
Ebû Musa’nın, İslam’ın ve müslümanları en kötü felaketle tehdit eden bir durumda Muaviye’ye güveni ne olursa olsun, Amr’ın dalavereye başvuracağı aklının ucundan bile geçmemişti…
Ebû Musa, üzerinde anlaştıkları şeyi bildirmek için Ibn Abbas ve diğer müslümanların yanına dönünce, Ibn Abbas, Amr’ın onu oyuna getirmesinden korkarak Ebû Musa’ya dikkatli olmasını söyledi:
– Aman Ebû Musa! Korkarım, Amr seni aldatmasın. Bir şeye karar verdiyseniz, önce o konuşsun, sonra da sen!Fakat Ebû Musa durumu, Amr’ı dalaveresinden daha büyük ve daha önemli görüyordu… Bu bakımdan, Amr’ın kararlaştıkları şeyi yerine getirmede herhangi bir şüpheye düşmedi…
Ertesi gün, Ebû Musa, Hz. Ali tarafını temsil etmek üzere biraraya geldiler…
Ebû Musa söze başlaması için Amr’ı davet etti… Amr kabul etmeyip şöyle dedi:
– Sen benden daha faziletliyken, benden daha önce hicret etmişken ve daha yaşlıyken asla senin önüne geçemem…
Ebû Musa ilerleyip her iki taraftan kalabalık bir insan topluluğunun karşısına geçti ve şöyle konuştu.
– Ey insanlar! Biz bu ümmetin işini düşünüp taşındık. En uygun olarak şundan başkasını göremedik. Biz Ali ve Muaviye’yi halifelikten azledeceğiz. Müslümanlar da kendilerine, uygun gördükleri birini halife seçecekler…
işte ben, Ali’yi ve Muaviye’yi azlettim.
Siz işinize bakın ve sevdiğiniz kimseyi kendinize halife seçin.
Ebû Musa’nın Ali’yi ve Muaviye’yi azlettiği gibi kararlaştırılan anlaşmayı yerine getirmek yani Muaviye’nin azlini ilan etmek için Amr b. el-As’ın sırası geldi…
– Ey müslümanlar! Ebû Musa’nın dediğini duydunuz. O Ali’yi azletti…
Ben de onun gibi Ali’yi azlettim ve Muaviye’yi makamında bıraktım. Çünkü o mü’minlerin emiri Osman’ın velisidir ve kanının talibidir. Muaviye onun makamına en layık kimsedir!
Ebû Musa olayın tesirine dayanamayıp kızgın ve sitemli sözlerle Amr’a çattı…
Yeniden uzlete çekildi ve hızlı adımlarla Mekke’ye ömrünün geri kalan günlerini orada geçirmek üzere Ka’be civarına gitti…
❖
Ebû Musa (r.a.) Hz. Peygamberin güvendiği ve sevdiği bir kimseydi, aynı şekilde onun halifelerinin ve ashabının da güvenip sevdiği bir kimseydi…
Rasûlullah (s.a.v.) sağlığında, onu Muaz b. Cebel’le birlikte Yemen’e tayin etmişti…Rasûlullah’ın (s.a.v.) vefatından sonra, İslam ordularının İran ve Bizans’a karşı giriştiği büyük cihadda sorumluluklarını yüklenmek için Medine’ye dönmüştü…
Hz. Ömer, halifeliği esnasında onu Basra’ya vali yapmıştı.
Hz. Osman da onu Kûfe’ye vali yapmıştı.
❖
Kur’an’ı ezbere bilen, hükümlerini iyi anlayan ve onunla amel eden kimselerdendi…
Kur’an’ı aydınlatan sözlerinden birisi şudur:
“Kur’an’a uyun…
Kur’an’ın size tabi olmasını arzu etmeyin…”
O, devamlı ibadet edenlerdendi…
Sıcağı nefesleri kesen kavurucu günlerde Ebû Musa’nın oruç tutmak için o günleri hasretle beklediğini ve şöyle dediğini görürdün:
– Belki sıcak günlerin susuzluğu, Kıyamet gününde bizim için kana kana içilen bir pınar olur.
❖
Ve ıslak bir günde onun eceli geldi…
Yüzüne Allah’ın rahmetinin ve onun güzel sevabını uman kimsenin parlaklığı geldi.
İnançlı hayatı boyunca devamlı tekrar edip durduğu kelimeler şimdi dilindeydi ve göç anında da tekrar edip duruyordu:
işte o kelimeler:
“Allah’ım! Sen selamsın…
Selam şendendir…”