EBÛ BEKR ENSÂRÎ
Irak velîlerinden ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Muhammed, babasınınki Abdülbâkî’dir. El-Ensârî, el-Ka’bî, el-Bağdâdî, el-Basrî, el-Bezzâz, el-Faradî nisbeleri vardır. 1050 (H.442) senesinde doğdu. Babası Ebû Tâhir Abdülbâkî de, Bağdât’ta yetişen âlimlerin büyüklerinden idi. Babası, Kâdı Ebû Yâlâ’nın ders ve sohbetlerinde yetişti.
Ebû Bekr Ensârî, Kur’ân-ı kerîmi yedi yaşında ezberledi. Ebû İshak Bermekî’nin derslerine devâm etti. Birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Ebü’l-Kâsım et-Tenûhî, İbn-i Şifâ’dan icâzet, diploma aldı. Ebû Bekr Ensârî; güzel sûretli, konuşması tatlı, edep timsâli, hâfızası kuvvetli, anlayışı yüksek, birçok ilimde söz sâhibi ve ferâiz ilminde yüksekti. Ömründen az bir zamânı bile boş yere harcamadı.
Bir hac mevsimi sonrası Mekke-i mükerremede kalan Ebû Bekr Ensârî, uzun süre aç kaldı. Açlığını giderecek bir şey de bulamadı. Nihâyet bir gün ibrişim bir kese görüp aldı. Doğruca kaldığı eve gidip o ibrişim keseyi açtı. İçinde pırıl pırıl, benzeri bulunmayan, inciden bir gerdanlık olduğunu gördü. Bir ara bir ses duyup dışarı çıktı. İhtiyar bir kişi bağırarak; “İçinde inci olan kaybolmuş keseyi bulup getirene, şu elbise ile beş yüz dinar vereceğim.” diyordu. Onun yanına giderek, kendisini tâkib etmesini söyledi ve onu kaldığı yere götürdü. O ihtiyar kaybolan kesenin ve içindekilerin vasıflarını söyleyince, keseyi çıkarıp teslîm etti. O da vâd ettiği elbiseyi ve beş yüz dinarı verdi. Ebû Bekr Ensârî onun verdiklerini almak istemedi ve; “Benim onu size geri vermem uygundur. Bunun için bir karşılık istemem.” dedi. O; “Mutlaka alman lâzım.” diyerek ne kadar ısrar ettiyse de kabûl etmedi. O ihtiyar, nihâyet yanından ayrılıp gitti.
Bir süre sonra Ebû Bekr Ensârî Mekke-i mükerremeden ayrıldı. Bir sâhilden gemiye bindi. Gemi yola çıktıktan bir zaman sonra fırtına çıktı ve dalgalar gemiyi parçaladı. Gemide bulunanların çoğu boğuldu. Malları telef oldu. Ebû Bekr Ensârî büyükçe bir tahta parçasına tutunup bir müddet denizde kaldı. Sonra bayıldı, ancak dalgalar onu bilmediği bir yere sürükleyip kıyıya attı. Kendine gelince, sonra orasının bir ada olduğunu öğrendi. Oradaki insanlar la tanıştı. Mescidlerinden birinde Kur’ân-ı kerîm okudu. Oranın halkının büyük bir kısmı onu dinlemek için mescide koştu. Ondan, kendilerine ve çocuklarına Kur’ân-ı kerîmi öğretmesini isteyince, dileklerini yerine getirdi. Daha sonra ona; “Aramızda yetim bir kızcağız var. Onunla evlenmenizi isteriz.” diyerek ısrar ettiler. O da ısrarlarına dayanamayarak evlendi. Akrabâları kızı, boynunda pırıl pırıl parlayan gerdanlık olduğu halde evine getirdiler. Bu gerdanlık, yolda bulduğu kesenin içindeki gerdanlığın aynısı idi. Ona dikkatle bakmaya başladı. Gerdanlığa dikkatle bakması, kızın akrabâlarının dikkatini çekti. Sebebini sorduklarında, onlara, Mekke-i mükerremede başından geçen gerdanlık hâdisesini anlattı. O zaman onlar, tehlîl ve tekbîr getirmeye başladılar. Onlara; “Siz niye böyle yapıyorsunuz?” diye sorduğunda; “Anlattığın hikâyedeki o gerdanlığın sâhibi olan ihtiyar, bu kızın babasıdır. O duâ eder ve senin için; “Ben, onun gibi müslüman görmedim. Ey Allah’ım! Onunla benim aramı birleştir. Kızımı da ona nikâh edeyim.” derdi. İşte şimdi o durum hâsıl oldu. Siz onun kızıyla evlendiniz.” dediler. Bu evlilikten iki çocuğu oldu. Daha sonra zevcesi vefât etti. Gerdanlık, çocuklarıyla ona kaldı. Sonra iki çocuğu da vefât edince, o gerdanlık ona intikâl edip elinde kaldı. O da onu sattı ve eline geçenleri Allah yoluna sarfetti.
Ebû Bekr el-Ensârî’nin söylediği bir şiirin tercümesi şöyledir: “Benim için bir ecel zamânı vardır. O zamâna muhakkak ulaşacağım. Ecel geldiğinde, onun keskin kılıcı ile ömrüm biter, dünyâ hayâtım son bulur. Et arayan aslanlar, yemek için üzerime gelseler, ecel vaktim gelmediği müddetçe bana zarar veremezler. Sözde, ben doğduğum zaman müneccimler, ömrümün elli iki sene olacağında söz birliği etmişler. Allahü teâlânın izniyle işte ben, doksan yaşımı geçmiş olduğum hâlde dimdik ayaktayım.”
Ebû Bekr el-Ensârî’nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Bir kimse kasdî olarak bana izâfeten yalan söylerse, Cehennem’deki yerine hazİrlansİn.”
Ebû Bekr el-Ensârî buyurdu ki: “Hocanın, talebeyi azarlamaması, talebenin de, hocasına çekinmeden sorması lâzımdır.”
Ebû Bekr el-Ensârî’nin yazmİŞ oldu?u eserlerden biri de, Şerh-i Euklides fî Usûl-il-Hendesi vel-Hisâb’dİr.
Ebû Bekr Ensârî doksan üç yaşında iken sıhhati yerinde vücûdu sapasağlam ve zinde idi. Uzaktan, çok küçük yazıları okurdu. 1141 (H.535) senesinde Kur’ân-ı kerîm okurken Bağdât’ta vefât etti. Câmi-i Mensûr’da cenâze namazı kılındı. Cenâzesi büyük bir kalabalık ile, Bâb-ı Harb Kabristanındaki babasının mezarının yanına defnedildi. Kabri Bişr-i Hafî hazretlerinin kabrine yakındır.
KAYNAKLAR
1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.192
2) Lisân-ül-Mîzân; c.5, s.241
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.4, s.108
4) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.10, s.123
5) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.138
6) El-A’lâm; c.6, s.183
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.99