HAMMÂD BİN MÜSLİM DEBBÂS
Bağdât’ta yetişen büyük velîlerden. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî’nin tasavvuf ilmini öğrendiği hocalarındandır. Aslen Şamlı olup, hayâtı Bağdât’ta geçti. Doğum târihi bilinmemektedir. 1131 (H.525) senesinde vefât etti. Kabri Şunûzî Kabristânındadır. Şam’da Bâb-ı Mûsul kabristânında olduğu söyleniyorsa da, doğrusu Bağdat’ta olduğudur.
Hammâd bin Müslim Debbâs, talebelerini en güzel terbiye ile yetiştiren âlimlerdendi. Keşf ve kerâmet sahibi evliyânın başta gelenlerindendir. Zamânında yaşayan evliyâ ve âlimler kendisine bağlıydılar. Abdülkâdir-i Geylânî, bu hocasını çok över, kerâmetlerini anlatırdı. Yine evliyânın büyüklerinden Tâc-ül-Ârifîn Ebü’l-Vefâ hazretleri Bağdat’a geldiğinde onun evinde kalır ve çok hürmet ederdi. Ebû Necîb Sühreverdî; “Hammâd bin Müslim, benim karşılaştığım Bağdât velîlerinin büyüklerinden idi. Onun büyüklüğünü, talebesi Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî’ye bakarak anlamak mümkündür. Abdülkâdir-i Geylânî, hocasının büyüklüğünü anlatan en büyük delildir.” buyurdu.
Hammâd hazretlerinin lakabı Debbâs (pekmez kaynatıcısı)tır. Pekmez kaynatırken yanına arı sinek hiç birisi gelip konmazdı. Çok kerâmetleri görüldü. Güzel halleri ve sözleri meşhurdur.
Hammâd bin Müslim hazretleri yapılması haram olan bir şeyle karşılaşsa veya başkaları tarafından yapılan bir haram işi görse, hatâyı kendisinde bulur, tövbe ve istigfâr ederdi. Bir gün yolda giderken, bir evden çalgı ve şarkı söyleyen bir kadının sesini işitti. Hemen tövbe ve istigfâr ederek evine gelip evdekilere, “Biz hangi günâhı işledik de, bugün yolda bir günah ile karşılaştım?” diye sordu. Âilesi de, “Akşam eve, içinde canlı resmi olan bir tabak hediye getirmişlerdi.” dedi. Tabağı getirip kırdıktan sonra; “Bir daha böyle bir şey kabûl etmeyiniz.” buyurdu.
Hammâd bin Müslim’in tasavvufa âit pek kıymetli sözleri vardır. Buyurdu ki:
“Allahü teâlâya kavuşmanın en yakın yolu, O’nun sevgisidir. İnsan, İslâmiyetin emirlerini yapıp huzûr ve sükûna kavuşmadıkça hakîkî Allah sevgisini tadamaz.”
“Fenâ makâmına kavuşmayı dileyen, yâni Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisinin yok olmasını isteyen, O’ndan gelen her şeye, dert ve belâlara râzı olmalıdır.”
El-Keymanî el-Bezzâz ve Ebü’l-Hasan Ali şöyle nakletmektedirler:
Hammâd bin Müslim hazretlerinin vefâtından bir süre sonra şeyhimiz Abdülkâdir, yanında birçok âlimler olduğu halde Şunûzî kabristanını ziyâret etti. Şeyh Hammâd bin Müslim’in kabrinde arkasındaki cemâatle birlikte bir hayli durdu. Ayrılıp giderken güldü, neşeliydi. Sebebini soranlara şu cevâbı verdi:
1106 yılı Şâban ayının ortasında bir Cumâ günü Şeyh Hammâd’ın talebeleri ile birlikte Cumâ namazınıResafe’de kılmak maksadıyla Bağdât’tan çıktık. Şeyh de berâberimizdeydi. Nehrin kenarına geldiğimizde Şeyh beni tuttuğu gibi nehrin içerisine fırlatıp attı. Hemen Cumâ guslüne niyet ettim. Üzerimde yünden bir cübbe elimde de başka bir cübbe vardı. Beni bırakıp gittiler. Sudan çıktım, cübbeyi sıktım ve onları tâkib ettim. Haddinden fazla üşümüştüm. Yanımdaki insanlardan bâzıları beni ısıtmak istedilerse de Şeyh râzı olmadı, onları bu hareketten men etti ve; “Ben onu imtihân için yapıyorum. Çünkü o kımıldatılamayan bir dağ gibidir…” dedi.
Şimdi ise onu kabrinde, üzerinde cevher işlemeli nurdan bir elbise, başında yakuttan bir tâc, ellerinde altın bileziği, ayaklarında altından pabuç olduğu halde gördüm. Yalnız sağ eli yoktu, sebebini sordum. “Seni o elimle nehre atmıştım. O gün çok eziyet çektin değil mi?” diye sordu. “Evet.” dedim. “Şimdi Allahü teâlâya duâ et de o elimi bana geri versin.” buyurdu.
Bunun üzerine ellerimi semâya kaldırıp, Allahü teâlâya duâ etmeye başladım. Beş bine yakın velî de kabirlerinden kalkıp Şeyhin elinin geri verilmesi için benimle duâ etti. Nihâyet Allahü teâlâ duâlarımızı kabûl ederek, ona elini geri verdi. Şeyh ferahladı ve çok sevindi. Yüzümde gördüğünüz bu sevinç ve neşe alâmetlerinin sebebi işte budur.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
SÖZ DİNLEMEK
Ebû Necîb Sühreverdî anlattı: “Halîfe Müsterşid’in hizmetçilerinden birisi, Hammâd bin Müslim’i ziyâret etti. Hammâd bin Müslim o kimseye, “Sen, yüksek derecelere kavuşacak kâbiliyette bir kimsesin. Dünyâya gönül bağlama, âhirete yönel de, sonunda pişmân olmayasın.” buyurdu. Hizmetçi bu sözü kabûl etmedi. Çünkü kendisinin, halîfe Müsterşid’in yanında büyük bir yeri vardı. Başka bir gün, o hizmetçi Hammâd bin Müslim’i ziyâret etti. Hizmetçiye, aynı sözleri yine buyurdu. Hizmetçi, bu doğru sözü dinlemekten kaçınınca, “Allahü teâlâ, seni daha yüksek derecelere çıkarmak için, dilediğim şekilde hareketi bana bildirdi. Şâyet kabûl etmezsen, seni baras hastalığına uğratmakla emrolundum.” buyurdu.
Ebû Necîb der ki: Vallahi, Hammâd Debbâs’ın sözü daha tamam olmamıştı ki, hizmetçinin vücûdunu baras hastalığı kapladı. Hizmetçi kalktı, halîfenin huzûruna gitti. Halîfe doktorları çağırdı. Onu tedâvî için toplandılar. Fakat tedâvîsi mümkün olmadı. Halîfe, hizmetçinin saraydan çıkarılmasını emretti. Hizmetçi saraydan çıkarılınca, doğru Hammâd bin Müslim’e geldi. Ne emrederse yapacağını ve sâdık bir talebe olacağına söz verdi. Bunun üzerine hizmetçinin gömleğini çıkarttırıp, “Ey baras! Bu vücuttan çıkıp, dilediğin yere git!” buyurunca, hizmetçi bir ânda sıhhate kavuştu ve ölünceye kadar Hammâd bin Müslim’in talebesi olmakla şereflendi. Dünyâyı bırakıp, âhiretini kazandı.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.135
2) Kalâid-ül-Cevâhir; s.81
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.409
4) Sefînetü’l-Evliyâ; s.42
5) Nefehâtü’l-Üns; s.587
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.6, s.221