MESRÛK BİN EL-ECDÂ
Tâbiînden meşhûr fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi Mesrûk bin el-Ecdâ bin Mâlik el-Hemedânî el-Vedâî’ el-Kûfî olup, künyesi Ebû Âişe’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. Hazret-i Ali zamânında 683 (H.63)te şehîd oldu. Çok âbid (ibâdet eden) bir zât olup sika (güvenilir, sağlam) âlimlerdendir. Aslen Yemenlidir. Hazret-i Ebû Bekr zamânında Medîne-i münevvereye geldi. Daha sonra Kûfe’ye yerleşti. Kadisiye Savaşına katıldı ve bu savaşta yaralandı. Hissesine de bir câriye düştü. Geçimini Fırat Nehrinden su getirip satmakla temin ederdi. Hazret-i Ömer ile karşılaştığı zaman, Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Mesrûk bin el-Ecdâ.” diye cevap verdi. Hazret-i Ömer; “Ecdâ.” şeytandır. Sen Mesrûk bin Abdurrahmân’sın buyurdu. Bundan sonra bu isimle tanındı. Ecdâ lügatta, çekişip, kötü söz söyleyen mânâsına gelmektedir.
Mesrûk bin el-Ecdâ, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali, hazret-i Muâz ibni Cebel, İbn-i Mes’ûd, Mugire bin Şu’be, Zeyd bin Sâbit, İbn-i Ömer ve hazret-i Âişe, Ümmü Seleme, ve birçok Eshâbdan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Şa’bî, İbrâhim Nehâî, Ebû İshak Es-Sebîî’, Mekhûl eş-Şâmî ve birçok âlim Mesrûk bin el-Ecdâ’dan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. İlim öğrenmek için çok çalışırdı. İmâm-ı Şa’bî; “Ondan daha çok ilim öğrenmek isteyen bir kimse görmedim.” sözleriyle bunu anlatmak istemiştir. İbrâhim Nehâî; “Mesrûk, İbn-i Mes’ûd’un talebesiydi ve müslümanlara sünnet-i Resûlullah’ı öğretirdi.” buyurmuştur. Tâbiînin büyüklerinden İmâm-ı Şa’bî; “Mesrûk, fetvâyı Kâdi Şüreyh’ten, Şüreyh de kâdılığı (hâkimliği) ondan daha iyi bilirdi.” buyurmuştur. Abdullah ibni Mes’ûd’un talebeleri içinde en eski olanı ve hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali arkasında namaz kılanı Mesrûk’tur. İclî ise; “O, Tâbiînden Kûfeli sika bir râvidir. Abdulah bin Mes’ûd’ dan Kur’ân-ı kerîm tilâveti ve fıkıh öğrenirdi.” buyurmuştu. Rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfler sahîh olup, Kütüb-i Sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almıştır. İbn-i Hibbân, onun sika (güvenilir, sağlam) râvilerden olduğunu zikredip; “Mesrûk, Kûfe ehlinin en çok ibâdet edenlerindendi.” demiştir. Hanımı diyor ki: “Mesrûk bin el-Ecdâ o kadar uzun namaz kılardı ki, namazdan ayakları şişerdi. Allahü teâlâya yemin ederim ki, fırsat bulup onun arkasına oturduğum zaman hâline acır ve ağlardım.” diyerek onun hâlini anlatmaktadır. Ramazanda imâm olduğunda bir rekatta Ankebût sûresini baştan sona okurdu. Hacca gittiği zaman secdeden başka bir şey için başını yere koymamış, hiç uyumamış hep ibâdetle meşgûl olmuştur.
Buyurdu ki: “Mezarında, Allahü teâlânın azâbından emin, dünyâ sıkıntısından uzak ve rahat olan bir kimseye gıbta ettiğim kadar hiç kimseye gıbta etmem.”
Her yaptığı işi Allah rızâsı için yapar, hep âhireti düşünürdü. Bir gün bir zâtın işine yardım eti. O zât da ona bir hizmetçi hediye etti. Mesrûk bin el-Ecdâ buna üzüldü. Hizmetçiyi geri gönderdi ve işine yardım ettiğim zaman kalbindekini bilseydim, işine hiç bakmazdım. Artık bundan sonra işinde sana yardımcı olmam.” buyurdu.
Mesrûk bin el-Ecdâ arkadaşlık haklarına son derece riâyet eder ve verdiği sözü yerine getirmeye çok dikkat ederdi. Arkadaşı Hayseme’nin ağır borcunu ödemek için kendisi borç altına girmiş ve onun haberi olmadan borcunu ödemiştir. Kendisine; “Bir mü’mini öldüren için tövbe uygun mudur, kabûl edilir mi?” diye sorulunca; “Allahü teâlânın açtığı kapıyı ben kapatamam.” diye cevap verdi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
HAYIRLISI BUDUR
Mesrûk son derece tevekkül sâhibiydi. Tevekkül sâhibi olanları da severdi. İmâm-ı Gazâlî İhyâu Ulûmiddîn kitabında şöyle yazmaktadır: Mesrûk bin el-Ecdâ buyuruyor ki: “Çölde yaşayan bir bedevînin bir merkebi, bir köpeği, bir de horozu vardı. Horoz kendilerini sabah namazı için uyandırır, köpek bekçilik yapar, merkeb de su ve çadırlarını taşırdı. Fakat bu bedevi son derece tevekkül eden ve her şeyi hayra yoran bir kimseydi. Bir gün tilki horozunu çaldı. Âile fertleri buna üzüldü. Fakat bu zât; “Belki hakkımızda hayırlısı budur.” dedi. Bir müddet sonra kurt merkebini parçaladı. Yine çoluk çocuğu üzüldü. Adam; “Belki hayırlısı budur.” dedi. Bir müddet sonra köpek de öldü. Adam yine; “Belki hakkımızda hayırlısı budur.” dedi. Bir gün sabahleyin baktılar ki, etraflarındaki komşular eşkıyâlar tarafından esir alınıp götürülmüşler. Çünkü gece onların hayvanları gürültü yaparak yerlerini belli edince, eşkıyalar bunların yerlerini kolayca tesbit etmişler. Fakat bunların hayvanı olmadığı için, eşkıyalar karanlıkta bunları fark edemeyince bunlar kurtulmuştur. Demek ki bunların hakkında hayırlısı, adamın dediği gibi bunların alınması, ölmesi imiş. Allahü teâlânın gizli lütuflarını ve ihsânlarını bilen ve O’na tevekkül eden; O’nun işinden râzı olur.” buyurarak onun tevekkül ve rızâsından haber veriyor, delil gösteriyor.
KAYNAKLAR
1) İhyâu Ulûmiddîn; c.4, s.434
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.10, s.109
3) El-İsâbe; c.3, s.493
4) El-A’lâm; c.7, s.215
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c.6, s.76
6) Üsüd-ül-Gâbe; c.1, s.354
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.1, s.359