NÛREDDÎN EFENDİ
İstanbul’da yetişen evliyânın büyüklerinden. Seyyid Alâeddîn Efendinin torunudur. 1652 (H.1062) senesi İstanbul’da doğdu. 1747 (H.1160) senesinde İstanbul’da vefât etti. Sünbül Efendi dergâhının bahçesine defnedildi.
Nûreddîn Efendi altı yaşında iken babası vefât etti. Küçük yaşta yetim kalan Nûreddîn Efendi, zamânın büyük velîlerinden olan Şeyh İbrâhim Nakşî Sünbülî hazretlerinin terbiyesinde yetişti. Yirmi yedi yaşında hocasından aldığı maddî ve mânevî ilimleri tamamlayarak hilâfet makâmına yükseldi.Hocasının vefâtı üzerine Sünbül Efendi Dergâhının şeyhi oldu. Bu dergâhda altmış dokuz sene yedi ay insanlara doğru yolu gösterdi ve talebe yetiştirdi. Nûreddîn Efendi zâhiren ve bâtınen kemâl üzere bulunan mübârek bir zât idi. Herkesin hürmet ve îtibârını kazanmıştı. Nûrânî yüzlüydü. Halk ona çok hürmet gösterirdi.
Nûreddîn Cerrâhî hazretlerinin talebelerinden birisi, bir gün Sünbül Efendi dergâhına gelerek, Seyyid Nûreddîn Efendinin talebeleri arasına girmişti. Seyyid Nûreddîn Efendinin talebelerinin hâllerine imrenerek bakıyordu. Kendi kendine; “Keşke Seyyid Nûreddîn Efendinin talebesi olsaydım.” demişti. Bunun üzerine SeyyidNûreddîn Efendi yavaşca o talebenin yanına geldi ve; “Evlâdım! Hocanla ol, hocanla ol! O kemâl sâhibidir. Ondan yüz çevirme” buyurdu. Böylece, hem onun kalbinde bulunan düşünceyi Allahü teâlânın izni ile keşfetti, hem de o talebeye hakîkat dersi verdi.
Nûreddîn Efendi, 1739 senesinde Hamzeviyye tarîkatı büyüklerinden Hüseyin Dede ile berâber bulunarak, yedi sene inzivâ hayâtı yaşadı. Hüseyin Dede ile arasındaki muhabbet anlatılamaz dereceye ulaştı. Nûreddîn Efendi, talebeleri ile bir gün Allahü teâlâyı zikrederken, herkesi hislendiren derin bir; “Allah!” dedi sonra da vefât etti.Vefâtına zamânın pâdişâhı Birinci Sultan Mahmûd Hân ve bütün halk üzülerek göz yaşı döktüler. Cenâzesi, Fâtih Câmiine götürüldü. Cenâze namazını Şeyhülislâm Zeynelâbidîn Efendi kıldırdı.Cenâzesi çok kalabalık oldu. Nûreddîn Efendiyi kabre, Sadrâzam Mahmûd Paşa indirdi. Daha sonra mezârının üzerine bir türbe inşâ ettirildi.
KAYNAKLAR
1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.299
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.250
NÛREDDÎNZÂDE MUSLİHUDDÎN
Osmanlı âlimlerinden ve büyük velîlerden. İsmi; Muslihuddîn bin Nûreddîn’dir. Nûreddînzâde diye bilinir. 1502 (H.908) senesinde Filibe’ye bağlı Anbarlı köyünde doğdu. 1573 (H.981) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri, İstanbul’da Edirnekapı dışında,Sırt Tekkesi bahçesindedir.
Küçük yaşından îtibâren, zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleymân Hânın kadıaskerlerindenMîrim Kösesi diye meşhûr olan Muhammed Efendinin hizmet ve sohbetlerinde bulunup, ilmî yüksek derecelere kavuştu. Bu sırada dünyâdan ve dünyâ makamlarından yüz çevirip, tasavvuf ehlindenSofyalı Bâlî Efendinin dergâhına gidip, ona talebe oldu. Hizmetinde ve sohbetinde uzun müddet kalıp, feyz aldı. Tasavvufta yükselip, insanları Allahü teâlânın yüce dînine dâvet etmek ve Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem güzel ahlâkını öğretmekle meşgûl oldu. Allahü teâlâya muhabbetinden dolayı, dünyâya hiç önem vermez oldu. Onun bu durumunu anlayamayan bâzıları pâdişâha şikâyet ettiler. Pâdişâh meselenin tahkîk edilmesini emretti. Tahkîkat için İstanbul’a geldi. Tahkîkat sonunda berâat etti ve hakkındaki ithamlardan kurtuldu.
Nakledilir ki: Tahkîkatla ilgili haberin Filibe’ye ulaşmasından sonra gösterişi olmayan elbiseler giyerek İstanbul’a geldi. Zeyrek Câmii civârında bulunan hücrelerden birinde kalmak istediği zaman, câminin imâmı onu misâfirliğe kabûl etti. Onun gelişinin bir nîmet olduğunu, hayır ve berekete vesîle olacağını düşünerek ikrâmlarda bulundu. Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendi oradan ayrılmak isteyince, imâm onun ayrılmasına müsâade etmedi.NihâyetCumâ günü namaz kılındıktan sonra, alışıldığı üzere Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi câminin önünde bulunanlarla müsâfeha ettiği esnâda, Nûreddînzâde de yolun kenarında ve müslümanların arasındaydı. Ebüssü’ûd Efendi onunla da müsâfeha edince, yakınlık duyup tanışmak üzere fetvâ odasına dâvet etti. Fetvâ odasında başkaları da vardı. İlmî konuşmalar yapılıyordu. O sırada Ebüssü’ûd Efendinin tefsîrinden bir yer okunup müzâkere edildi. Müzâkere ve sohbet esnâsında Nûreddînzâde’ye konuşma sırası gelince, âyet-i kerîmedeki hakîkatleri ve incelikleri anlattı. Bunun üzerine Ebüssü’ûd Efendi kalkıp hürmet gösterdi. Kim olduğunu ve memleketini sordu. O da; “Nûreddînzâde dedikleri âsî ve günahkâr kimse bu fakîrdir” dedi.Ebüssü’ûd Efendi, sadrâzama haber gönderip; “Nûreddînzâde dedikleri muhterem kimse gelmiş, fetvâ makâmımızı teşrîf etti. Yüksek şânını ve irfânını gördüm. Bu kıymetli zât hakkında söylenilenler iftirâdır. Böyle bir kimsenin devlet merkezine gelmesi büyük şereftir” dedi. Bunun üzerine sadrâzam, Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendinin söylediklerine uyup, Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendi’ye ihtimâm ve iltifât gösterdi. Âilesini ve çocuklarını getirmek üzere memleketine gönderildi. Döndükten sonra Küçük Ayasofya Dergâhına yerleştirildi. Orada Allahü teâlânın dînini ve Peygamber efendimizin güzel ahlâkını insanlara anlatmakla vazifelendirildi. Vâz ve sohbetlerinin yanında, hadîs-i şerîf ve tefsîr okutmakla da meşgûl oldu. Onun sohbet ve ilim meclislerinde âlimler hazır bulunuyor ve istifâde ediyorlardı. Bir kısım âlimler ona talebe olup feyz aldılar. Vezîr-i âzam Sokullu Mehmed Paşa onun talebeleri arasındaydı. Osmanlı pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân da ona muhabbet edip, sohbet meclislerinde bulundu. Bâzan da saraya dâvet edip, sohbetleriyle şereflenirdi.
Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendi, zamanında yetişen âlimlerin en yükseklerinden, aşk ve muhabbet ateşi ziyâdesiyle fazla, Allahü teâlânın dînini insanlara anlatmakta son derece gayretli bir zât idi. Sahâbe-i kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiîn ve daha sonra gelen müfessirlerin Kur’ân-ı kerîmden anladıklarını bilen, bâtını (kalbi) ve zâhiri (dış görünüşü) temiz, âlim, fazîletli, kâmil bir yol göstericiydi. Vâz ve sohbetlerinde her ilimden nice konuları açıklar ve insanlara faydalı olurdu. Dergâhında ilmî müzâkereler yapılır, insanların ihtiyaçları giderilir, dînî ilimler öğretilirdi. Yiyip içmede ve giyinmede, gösterişten ve başkalarını külfete sokmakdan uzaktı. Fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine yardım etmeyi severdi. Birçok kıymetli eserleri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) Kur’ân-ı kerîmde, En’âm sûresi sonuna kadar olan kısmın tefsîri, 2) Şerh-un-Nüsûs li Sadreddîn Konevî, 3) Menâzil-üs-Sâirîn Tercümesi: Tasavvuf ve ahlâkî hikmetlerden bahseden bir eserdir. Evliyânın büyüklerinden Abdullah-i Ensârî Hîrevî’nin eseridir. Birçok kimseler şerh yazmıştır. 4) Risâle-i Mi’râc, 5) Risâle-i Vahdet-i Vücûd.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
ÜMİD BEKLER
Bir gece Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendi, fener hazırlatıp saraya gitti. Saraya varınca, kapıda bulunan görevliler içeri aldılar. Pâdişâha durumu arzedilince, kendisini kabûl etti. Pâdişâhla uzun müddet sohbet ettikten sonra şu rüyâsını anlattı: “Bu gece Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm. Emir buyurdu ki: “Süleymân’a bizden selâm söyle; İslâmın düşmanlarıyla farz olan cihâdı niçin terk etti? Benim şefâatimden ümit bekler ve rızâmı almak isterse, İslâm askerini hazır bulundurup, İslâm düşmanlarını ihtar etmekten uzak durmasın!” Bunun üzerine Pâdişâh yerinden saygı ile kalkıp, şevkle ve gözleri yaşararak nîmete şükür ettikten sonra; “Efendim, şimdi Peygamberlerin Sultânı bu tâkatsız ve güçsüz kölesine ismiyle zikr edip emir buyuruyorlar. Bu emre boyun eğmemiz gerekmez mi? Buna binlerce hamd olsun” deyip, gazâya gitmek üzere niyet etti. Ertesi gün Zigetvar seferine gitmek üzere hazırlıklar yapıldı. Ordu, İslâmın düşmanlarıyla cihâd etmek üzere yola çıktı.Kânûnî Sultan Süleymân bu sefere katılıp, orada vefât etti. Şehîd olmak sûretiyle Resûlullah efendimizin muhabbetine lâyık oldu. Kânûnî’nin Zigetvar seferine, Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendi de katılmıştı. Sultan Selîm’in İstanbul’da tahta çıkıp Belgrat’ta orduyu ve babası Kânûnî’nin cenâzesini karşılamasından sonra, cenâze, Muslihuddîn Efendi ve yanındaki dört yüz kişiye teslim edilip İstanbul’a gönderildi.
KAYNAKLAR
1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.212
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.171
3) Tezkire-i Halvetiyye, Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi Kısmı, No: 1372, vr. 17a
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.294