ALÂEDDÎN ARABÎ EFENDİ
Osmanlı Devleti şeyhülislâmlarından. Fıkıh, hadîs, tefsîr âlimi ve büyük velî. İsmi Ali, lakabı Alâeddîn’dir. Haleb’de doğduğundan, Arabî denilmiştir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1495 (H.901) senesinde İstanbul’da vefât etti.
Alâeddîn Efendi, ilk tahsîlini Haleb’de yaptı. Sonra Bursa’da Yıldırım Bâyezîd Medresesinde müderris olan Molla Gürânî hazretlerine talebe oldu. Yine âlimler arasında “ilim dağarcığı” nâmıyla şöhret bulan Hızır Çelebi’den dersler aldı. Bundan sonra Edirne Dârülhadîs müderrisi Fahreddîn-i Acemî’ye muid, asistan oldu. Bu sırada Şerh-i Akâid’e hâşiye yazdı. Daha sonra Bursa Kaplıca Medresesine müderris tâyin edildi.
Birgün Halvetî tarîkatinin ileri gelenlerinden Şeyh Alâeddîn, Molla Alâeddîn Arabî’nin evinin önünden geçip giderken durdu ve âni bir hareketle kapısını çaldı. Molla Alâeddîn çıkıp, Şeyh hazretlerini görünce, onu kitap mütâlaa ettiği odasına aldı. Bir müddet sessiz durdular. Ancak bu kısa müddet içerisinde Alâeddîn Arabî, dimağının feyz ve bereketle dolduğunu hissetti. Ömründe hiç duymadığı ilâhî lezzetin tadını hissetti. Derhâl medresede ders verme görevini bırakarak, Şeyh Alâeddîn Halvetî hazretlerine talebe oldu. Tasavvuf yolunda ilerledi. Çok yüksek makam ve derecelere kavuştu.
Bir müddet sonra Alâeddîn Halvetî hazretleri, Alâeddîn Arabî’ye icâzet, diploma verdi. Böylece, insanlara Allahü teâlânın dîninin emir ve yasaklarını öğretmeye memur etti. Alâeddîn Arabî hazretleri daha sonra şeyhiyle birlikte Manisa’ya geldi. O sırada Manisa’da Fâtih Sultan Mehmed’in oğlu Şehzâde Mustafa vâli idi. Alâeddîn Arabî hazretleri ile görüşünce kendisini çok sevdi ve ona bağlandı. Babası Fâtih Sultan Mehmed’e mektup yazarak, Alâeddîn Arabî hazretlerine Manisa Medresesinde müderrislik verilmesini istedi. Pâdişâhın kabûl etmesi üzerine Manisa Medresesinde dersler vererek pekçok talebe yetiştirdi. Herkes çözemediği mevzuları gelip kendisinden sorardı. Manisa’da ilim ehlinin başı oldu. Kerâmetleri ile halkın sevgilisi hâline geldi. Cömertliği ile fakir fukarânın sığınağı idi.
Alâeddîn Arabî Efendi Manisa’da iken, bir gün yaylaya çıkmıştı. Birisi ziyâretine geldi ve karşısında oturdu. Alâeddîn Efendi ondan rahatsız olup;
“Senden pis bir koku geliyor. Sebebini iyi düşün.” dedi. O da kalkıp, her yanını yokladı. Bir şey bulamayıp tekrar otururken, koynundan bir risâle (küçük kitapçık) düştü. Alâeddîn Efendi;
“O nedir?” diye sordu. Risâleyi alıp baktığında, içinde İslâm dînine aykırı sözler bulunduğunu gördü. Bunun üzerine;
“O pis kokular, bu sözlerin olduğu kitaptanmış.” buyurdu. O kişiden karşı çıkmak gibi bir hâl sezince;
“Eğer bunu yok etmezsen, zarara uğrayacağını haber veriyorum.” dedi. O sırada uzaktan yangın çıktığı görüldü. O kişi oraya bakınca;
“Eyvâh! Bu ateş benim evimde.” diyerek acele ve üzüntü ile evine koştu ve o risâleyi evini yakan ateş içine fırlatıp attı.
Aklî ve naklî ilimlerde üstün, tefsîr, hadîs ve fıkıhta mütehassıs olan Alâeddîn Arabî hazretleri hakkında talebeleri şu bilgiyi vermektedir.
“Uzun boylu, gür sakallı, heybet ve vakar sâhibi idi. Kışın soğuğundan etkilenmezdi. Kalbinin “Allah” dediğini duyardık. Öyle ki bâzan bu yürekten çıkan ses onu ders vermekten alıkordu. Ancak susunca derse kaldıkları yerden devâm ederdi. Her gece yüz rekat namaz kılar, hafif bir uyku aldıktan sonra teheccüd namazına kalkardı. Ardından sabaha kadar kitap mütâlaa ederdi.”
Alâeddîn Arabî hazretleri, Fâtih Sultan Mehmed’in son senelerinde günlük 80 akçe ile Sahn-ı Semân Medresesine müderris tâyin edildi. 1495 yılında Sultan İkinci Bâyezîd Han kendisini şeyhülislâmlık makâmına getirdi. Bir yıl kadar bu görevde kaldıktan sonra Nisan 1496’da vefât etti. Eyüp’te İdris Köşkü yolu üzerinde defnedildi.
Alâeddîn hazretlerinin çok çocuğu oldu. Vefâtında, çocuklarının ancak on beşi hayatta idi.
Oğullarından birisi nakletti ki:
“Alâeddîn hazretlerinin bir torunu hastalanıp yatağa düşmüştü. Bu sırada şeyh hazretleri çilehânede dünyâ nîmetlerinden kesilmiş bir hâlde yalnız Rabbini düşünüyor, O’nu tefekkür ediyordu. Hastanın babası çilehâne kapısını çalıp, çocuğun ölüme yaklaştığını haber verdi ve hastanın yanına gelmesi için pekçok yalvardı. Nihâyet, hücreden çıkarıp ölüm döşeğindeki hastanın yanına getirdi. Alâeddîn Efendi, ateşin tesiriyle rengi tamamen değişen hastanın yastığı dibinde bir süre oturup murâkabeye vardı. Sonra da şifâ âyetlerini okudu ve duâ etti. Duâsı kabûl oldu ve hasta o anda ayağa kalktı. Alâeddîn Efendi çocuğun eline yapışıp, evden dışarı çıkardı. Çocuk hiç hastalanmamış gibi yürüdü ve dedesinin ölümünden sonra uzun sene yaşadı.”
Alâeddîn Arabî hazretlerinin eserlerinden bâzıları şunlardır:1) Havâşin-Alel Mukaddimât-il-Erbe’a, 2) Ta’likâtün Alet-Tavdîh fî Usûl-il-Fıkh, 3) Hâşiye Alâ Şerhu Akâid-in-Nesefî lit-Teftâzânî.
KAYNAKLAR
1) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.7, s.149
2) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.171-176
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.5
4) Devhat-ül-Meşâyıh; s.12
5) İlmiye Sâlnâmesi; s. 330-340