Müzeyne kabilesine mensup Emevîler’in Basra kadılarından. İyas bin Muaviye el-Müzenî, Hicri 46. yılda Arabistan’da doğdu. Meşhûr bir hadîs âlimi. Dedesi sahâbî, babası tâbiîndendir. Basra’da yetişen İyâs babasının yanı sıra Enes b. Mâlik, Saîd b. Müseyyeb, Hasan-ı Basrî ve Muhammed b. Sîrîn gibi âlimlerden tefsir, fıkıh, hadis dersleri aldı. İyâs hazretleri, çok güzel konuşan, fesahat ve belagatta yüksek bir dereceye erişmiş, zekâ ve kavrayışı keskin bir zâttır. Hattâ onun zekâsı ve keskin kavrayışı, darb-ı mesel (atasözü) olmuştur.
iYAS B. MUAVİYE EL-MUZENİ
“Amr’ın atılganlığı, Hatim‘in cömertliği Ahnef’in yumuşaklığı, İlyas’ın zekası.
-Ebu Temman
Müminlerin emin Ömer b. Abdulaziz bu gecesini, gözlerini hiç yummadan, zihni meşgul ve uykusu Kaçmış olarak geçirdi.
Şam’ın bu soğuk gecesinde onu, insanlar arasında adalet terazisini tutacak, onlar arasında Allah’ın nazil ettiğiyle hükmedecek, hak konusunda hiçbir korku ve hevese kapılmayacak birisini Basra’ya’ kadı tayın etme meselesi meşgul ediyordu.
Bu ış için iki kişi bulmuştu. Onlar: Dinî bilgi, doğruda sebat, fikir açıklığı, kesin görüşlülük ve anlayış derinliğinde bırbırlenne eşittiler, adetâ atbaşı yarışıyorlardı…
Ne zaman birinde, onu diğerinde tercih ettirecek bir meziyet bulsa, öbüründe de bu meziyetin dengini buluyordu.
Sabah olunca o sırada Şam’da bulunan- Irak valisi Adıyy b. Ertât’ı çağınp ona şöyle dedi:
Adiyyl lyas S Muaviye et Müzenfyle ei-Kasım b Rabıa el-Harisı’yi btraraya getir, Basra kadılığı konusunda onlarla konuş ve birisini oraya tayın et, dedi
Adıyy: Baş üstüne, müminlerin amiri? dedi.
Adıyy b. Ertat, İyasla el – Kasim’i biraraya getirip şöyte konuştu:
‘‘Müminlerin emîri -Allah başımızda uzun süre bıraksın- bana, birinizi Basra kadılığına tayin etmemi emretti.
Siz ne düşünüyorsunuz?”
Her biri arkadaşı hakkında: “O, bu makama benden daha lâyıktır” dedi.
Yine birbirlerinin fazîlet, ilim ve fıkıhlarını anlatabildikleri kadar anlattılar.
Adiyy: “Bu meseleyi kesin bir neticeye bağlamadan buradan çıkamazsınız” dedi.
iyas ona şu cevabı verdi:
Vali! “Beni ve el-Kasim’i Irak’ın Fakîhleri Hasen el-Basrî1 ve Muhammed b. Sîrin’den sor. Onlar bizim aramızdaki farkı daha iyi bilirler.!
El-Kasim o ikisini ziyaret eder, onlarda onu ziyaret ederlerdi. Fakat Iyas’ı onlara bağlayan hiçbir bağ yoktu…
El-Kasim anladı ki iyas onu zor duruma düşürmek istiyordu.
Vali onlara sorarsa, onlar el-Kasim’i tavsiye edeceklerdi.
Hemen valiye dönüp şöyle dedi:
“Ey vali! Ne beni ne de onu hiç kimseye sorma. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki İyas, Allah’ın dini konusunda benden daha bilgilidir ve hâkimliği iyi bilir…
Eğer ben bu yeminimde yalancıysam, yalan uydurduğum halde beni kadılığa getirmen sana helâl olmaz…
Eğer doğruysam faziletliyi az faziletliye tercih etmen senin için caiz değildir…”
iyas valiye dönüp şu konuşmayı yaptı:
“Ey vali!
Sen bir adamı getirdin kadılık yapmaya davet ettin. Onu cehennemin kenarında durdurdun. O kendisini ondan Allah’tan hemen af dileyebileceği ve korktuğu şeyden kendini kurtarabileceği yalan bir yeminle kurtardı.”
Adiyy ona şu cevabı verdi: “Böyle bir anlayışa sahip olan kimse kadılığa uygun ve lâyıktır.”
Daha sonra onu Basra kadılığına tayin etti.
Zahid Halife Ömer b. Abdülaziz’in Basra’ya kadı olarak seçtiği bu zat kimdi, acaba?
Hatim et-Taî’nin cömertliğine dair darb-ı meseller olduğu gibi, onun da zekâ, anlayış ve sürat-i intikaline (çabuk anlamasına) dair darb-ı meseller vardır. Meselâ:
El-Ahnef İbn Kays’ın1 hilmi (yumuşaklığı)
Amr ibn Madîkerib’in atılganlığı gibi.
Hatta Ebu Temmam Ahmed b. el-Mutasım’ı medhederken şöyle demiştir:
“Amr’ın atılganlığı, Hatim’in cömertliği”.
Ahnef’in hilmi (yumuşaklığı), iyas’ın zekâsı.
Geliniz, bu zatın hayat hikâyesini başından alalım…
Bu zatın şahane hayat hikâyeleri arasında eşsiz ve enteresan bir hikâyesi vardır.
İyas b. Muaviye ibn Kurre el-Müzenî, hicretin 46. senesinde Necid’de yemâme bölgesinde doğdu.
Ailesiyle birlikte Basra’ya gitti, orada yetişti ve tahsilini orada yaptı…
Çocukluğunda Şam’a gider gelirdi. Sahâbe ve büyük tabiîlerden yetişebildiklerinden hadis aldı. Müzeyne kabilesine mensup çocukta, çocukluğundan itibaren asalet ve zekâ işaretleri belirdi.
Daha o küçük çocukken halk, onun haberlerini ve güzel sözlerini birbirlerine aktarırlardı…
Onun ehl-i zimmetten olan bir yahudinin dershanesinde aritmetik öğrendiği anlatılmaktadır. Yahudi arkadaşları öğretmenin etrafında toplanırlar, dinî meseleleri konuşmaya başlarlardı. O da bilmesinler diye onları dinlerdi.
Öğretmen iyas’ın arkadaşlarına:
“Şu müslümanlara hayret etmiyor musunuz? Çünkü onlar cennette yemek yiyeceklerini ve ihtiyaç için çıkmayacaklarını iddia ediyorlar” dedi.
lyas ona dönüp: “Hocam! Şu anda sözünü ettiğiniz konuda konuşmama izin verir misiniz?” dedi.
Öğretmen: “Evet, buyurun!” dedi.
Delikanlı sordu:
“Bu dünyada yenilen her şey tamamen dışkı olarak mı çıkar?”
Öğretmen: “Hayır” dedi.
Delikanlı sordu:
“Peki çıkmayan şey nereye gider?”
Öğretmen cevap verdi:
“Vücudun beslenmesine gider”.
Delikanlı sordu:
“Dünyada yediklerimizin bir kısmı beslenmeye gidiyorsa, cen-nettekilerin hepsini beslenmeye gitmesini nasıl inkâr ediyorsunuz?”
Öğretmen eliyle işaret ederek ona:
“Allah senin gibi delikanlıyı kahretsin” dedi.
Çocuğun yaşı yıl yıl ilerler, onunla birlikte, her yerde onun zekâsına dair haberler de ilerler.
Anlatılır ki: Henüz çocukken Şam’a gitmişti. Şam halkından bir ihtiyarla bir hak konusunda anlaşmazlığa düştü. Delille onu ikna etmekten ümidini kesince, onu kadının makamına davet etti.
Kadının huzurundayken, lyas hiddetlenip hasmına karşı sesini yükseltti…
Kadı ona: “Çocuk! Sesini alçalt. Hasmının yaşı ve mevkisi büyüktür” dedi.
lyas: “ Ama hak ondan daha büyüktür”, diye cevap verdi.
Kadı öfkelenip:
“Sus!..” dedi.
Delikanlı:
“Sustuğumda delilimi kim söyleyecek?” dedi.
Kadı daha çok kızdı ve şöyle söylendi.
“Kadılık makamına girdiğinden beri sadece batıl şeyler söylediğini görüyorum”.
iyas da: “Allah’tan başka ilâh yoktur. O tektir. Ortağı yoktur…” Bu hak mıdır yoksa batıl mıdır?
Kadı sakinleşip:
“Haktır… Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki o haktır…” dedi
Muzeyne’li delikanlı ilme sarıldı, şeyhlerde ona karşı saygı u-yandıran, güven veren ve yaşının küçüklüğüne rağmen onlara hocalık yapacak bir dereceye ulaşıncayaltkdar ilim tahsil etti.
Yıllardan birinde, halife olmadan önce Abdulmelik b. Mervan Basra’yı ziyaret etmişti. O gün henüz bıyıkları terlememiş taze bir delikanlı olan İyas’ı gördü. Ayrıca yeşil taylesanları1, içinde sakallı dört kurra (okuyucu) gördü. Onların önünde de İyas vardı…
Abdulmelik: “Bu sakallılara yazıklar olsun… Onların arasında, önlerine geçecek bir ihtiyar yok muydu da bu çocuğu öne geçirdiler?!” dedi.
İyas’a dönüp:
“Delikanlı kaç yaşındasın sen?” dedi.
İyas şöyle cevap verdi:
“Allah sizi başımızda uzun süre bıraksın, Resülüllah’ın (s.a.v.), içinde Ebu Bekr ve Ömer’in de bulunduğu bir orduya komutan yaptığında, Üsame b. Zeyd’in yaşı neyse ben de o yaştayım.”
Abdulmelik ona: “Öne geç delikanlı… Öne geç… Allah mübarek kılsın” dedi.
Senenin birinde, başlarında yüce sahabî Enes b. Malik el-Ensarî olduğu halde halk Ramazan hilâlini gözetlemeye çıkmıştı.
O sırada Enes yüz yaşına yaklaşmış bir ihtiyardı.
Halk gökyüzüne baktı ve hiçbir şey göremedi.
Fakat Enes b. Malik gökyüzüne dikkatle bakmaya başladı ve şöyle dedi:
“Ben hilâli gördüm… İşte…”
Eliyle de işaret etmeye başladı ama hiç kimse onu göremiyordu.
O sırada iyas Enes’e (r.a.) baktı. Bir de ne görsün alnındaki u-zun bir kıl kıvrılıp gözünün önünde durmuştu.
Edeple ondan izin isteyip elini kıla uzattı, onu eliyle düzelttikten sonra Enes’e şöyle dedi:
“Şimdi de hilâli görüyor musun ey Resülüllah’ın (s.a.v.) dostu?”
Enes baktı ve şöyle dedi:
“Hayır onu göremiyorum, hayır onu göremiyorum.”
iyas’ın zekâsına dair haberler her tarafa yayılmıştı. Ona her taraftan insanlar gelmeye, ilim ve dinde karşılaştıkları problemlerini ona arz etmeye başladılar.
Onların bir kısmı öğrenmek istiyor, bir kısmı da onu küçük düşürmek, batıl yoldan onunla mücadele etmek istiyordu…
Şu anlatılan bunlardan biridir. Yanına bir dühkan1 (ağa) geldi ve: “Ey Ebu Vaile! Müskir (sarhoşluk veren şey) hakkında ne diyorsun?” dedi.
¡yas: “Haramdır” dedi.
Dühkan: “Onun haram olmasının sebebi nedir. O, ateşte kaynamış meyve ve sudan başka bir şey değildir. Bunların hepsi mübah ve onda hiçbir şey yoktur.”.
iyas sordu: “Dühkan! Sözünü bitirdin mi yoksa daha söyleyeceğin var mı?”
Dühkan: ‘Tamam, bitirdim” dedi.
İyas: “Bir avuç su alıp onu sana vursam bir acı duyar mısın?”
Dühkan: “Hayır”.
İyas: “Bir avuç saman alsam onu sana vursam bir acı duyar mısın?”
Dühkan: “Hayır”.
İyas: ‘Toprağı alsam, üzerine saman atıp onların üzerine su döksem sonra onları karıştırsam ve meydana gelen çamuru güneşte kurutsam ve onu sana vursam bir acı duyar mısın?”
Dühkan: “Evet duyarım, belki de beni öldürürsün”.
İyas: “işte içki de böyledir. Onun parçaları birleşip mayalandığı zaman haramdır”.
Dühkan: Farsça bir kelim
iyas kadı olunca, onun aşırı zekâsını gösteren davranışlarını, kurnazlığını ve gerçekleri keşfetmedeki eşsiz gücünü gösteren davranışlar görüldü.
Bunlardan birisi şudur. İki adam ona birbirlerini şikâyet ettiler. Birisi, diğerine parasını emanet olarak verdiğini, isteyince de öbürünün inkar ettiğini iddia etti.
iyas, dava edilen adama verilen emanetin durumunu sordu. Adam onu inkar etti ve şöyle dedi: “Arkadaşım, varsa, delilini getirsin. Değilse, benim yemin etmem gerekir.”
İyas, adamın parayı, yemin ederek yiyeceğinden korkunca, e-manet olarak verene dönüp: “Malı ona nerede verdin?” dedi.
Adam: “Şöyle bir yerde” dedi.
İyas: “Orada ne vardı”dedi.
Adam: “Büyük bir ağaç vardı. Birlikte ağacın altında oturup gölgesinde yemek yedik…
Ayrılmaya niyet edince, ona parayı verdim” dedi.
İyas ona şöyle dedi:
“Ağacın bulunduğu yere git, belki oraya vardığında, paranı nereye koyduğunu ve ne yaptığını sana hatırlatır.
Sonra da gördüklerini bana bildirmek için yanıma geri gel”.
Adam o yere gitti. İyas, davalıya:
“Arkadaşın gelinceye kadar otur” dedi ve o da oturdu.
iyas oradaki diğer dâvacı ve davalılara dönüp onların davalarını incelemeye başladı. Bir taraftan da öbür dâvâlıyı gizli gizli gözetliyordu.
“Arkadaşın parayı sana verdiği yere ulaştı mı acaba?” dedi.
Adam boş bulunarak: “Hayır… Orası buraya uzaktır” dedi.
iyas ona: “Ey Allah’ın düşmanı! Parayı aldığın yeri bildiğin halde onu inkâr ediyorsun ha?!
Vallahi, sen hainsin, emanete hıyanet eden birisin” dedi.
Adam şaşkınlıktan donakaldı ve emanete hıyanetini ikrar etti. İyas arkadaşı gelinceye kadar onu bekletti ve ona aldığı emaneti geri vermesini emretti.
Bunlardan biri de şöyledir: İki kişi başa konulup omuzlara sarkıtılan iki kadife parçası yüzünden birbirlerini lyas’a dava etmişlerdi.
Kadife parçasının birinin rengi, yeşil, yeni ve kıymetliydi. Diğeri ise kırmızı renkli ve eskiydi.
Davacı şöyle dedi: “Yıkanmak için havuza indim yeşil kadifemi elbiselerimle havuzun kenarına koydum. Hasmım geldi ve kırmızı kadifesini benim kadifemin yanına koyup havuza indi. O benden önce havuzdan çıktı. Elbisesini giydi ve benim kadifemi aldı onu başına ve omuzlarına atıp çekip gitti.
Hemen arkasından ben çıktım. Peşine düştüm ve kadifemi ondan istedim. O, bunun kendisine ait olduğunu iddia etti”.
iyas davalıya:
“Sen ne diyorsun ya?!” dedi.
Davalı: “Bu benim kadifemdir ve elimdedir” dedi.
iyas davacıya: “Delilin var mı? Dedi.
Davacı: “Hayır” dedi.
İyas odacısına: “Bana bir tarak getir” dedi. Ona bir tarak getirildi.
iyas ikisinin saçlarını taradı. Birisinin başından kadifenin yününden saçılan kırmızı tüyler çıktı. Diğerinin başından yeşil tüyler çıktı. Kırmızı tüylerin sahibine kırmızı kadifenin verilmesini, yeşil tüylerin sahibine de yeşil kadifenin verilmesi hükmünü verdi.
Yine onun zekâ ve anlayışına dair verilen haberlerden biri de şudur:
Kûfe’de halka iyiliği, takvayı ve Allah’tan korkmayı gösteren bir adam vardı. Öyle ki ona övgüler arttı. Halktan bazıları onu mutemed yaptılar. Yolculuğa çıktıklarında paralarını ona teslim ediyorlar, ecellerinin yaklaştığını hissedince onu çocuklarına vasi tayin ediyorlardı.
Bir adam gelip ona parasını teslim etti. Adamın paraya ihtiyacı olunca, ondan istedi. O da inkâr etti.
Adam iyas’a gitti ve inkâr eden adamı ona şikâyet etti. İyas şikayetçiye sordu: “O adam, senin bana gelmek istediğini öğrendi mi?”
Hayır diye cevap verdi.
Sonra ona: “Şimdi git ve yarın yine bana gel…” dedi.
iyas güvenilen (mutemed) adama birisiyle, şu haberi gönderdi: “Yanımda bakıcıları olmayan bazı yetimlere ait birçok para birikti. O paraları sana emanet etmeyi ve seni onların vasisi tayin etmeyi düşündüm. Senin evin muhkem mi, vaktin bol mu?”
O da şu cevabı gönderdi: “Evet, Kadım!”
iyas: “Yarından sonra bana gel ve paralar için yer hazırla…
Beraberinde paraları taşıyacak hamallar da getir…” dedi.
Ertesi gün şikâyetçi adam geldi ve İyas ona şunu söyledi:
“Adamına git ve ondan paranı iste. Eğer paranı inkâr ederse, seni kadıya şikâyet edeceğim” de.
Adam ona gidip parasını istedi. O parasını vermeyip inkâr etti.
Şikâyetçi: “Öyleyse seni kadıya şikâyet edeceğim” dedi.
Bunu duyunca parasını verdi ve gönlünü yaptı.
Adam İyas’a dönüp:
“Adam bana hakkımı verdi. Allah senden razı olsun” dedi.
Mutemed kararlaştırılan vakitte hamallarla birlikte Iyas’a gitti. İyas onu azarlayarak suçunu yüzüne vurdu ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın düşmanı! Sen ne kötü kişisin ki dini dünyanın tuzağı yaptın…”
Ancak aşırı zekâsına, güçlü düşüncesine ve çabuk kavramasına rağmen İyas, bazen delîle delil ile karşılık verir, konuşma yollarını açar ve hasmını delille susturmak isterdi…
Kendisi hakkında şöyle anlatmıştır:
“Şimdiye kadar beni bir kişi hariç hiç kimse yenememiştir. Bu da şöyle o!du.: ‘Basra’da kadılık makamındaydım. içeriye bir adam girdi ve falanca bahçenin falanca kişinin mülkü olduğuna dair şahitlik yaptı ve o bahçeyi bana tarif etti.”
Onun şahitliğini sınamak istedim.
Ona şöyle sordum: “Bahçendeki ağaçların sayısı kaçtır?
Başını önüne eğip biraz düşündükten sonra başını kaldırdı ve şöyle sordu:
“Kadı efendimiz bu makamda ne kadar zamandan beri hüküm veriyor?”
“Şu kadar seneden beri” dedim.
“Bu makamının tavanındaki tahtaların sayısı ne kadardır?” dedi.
Tabiî bilemedim ve: “Haklısın” dedim.
Daha sonra şahitliğini uygun gördüm…
lyas Ibn Muaviye 76 yaşına ulaşınca, rüyasında kendini ve babasını iki ata binmiş olarak gördü. İkisi birlikte koştular, ne o babasını ne de babası onu geçebildi. Onun babası 76 yaşında ölmüştü.
Bir gece lyas yatağına çekildi ve ailesine şöyle dedi:
“Bu gecenin hangi gece olduğunu biliyor musunuz?”
Onlar: “Hayır” diye cevap verdiler.
O: “Bu gece babam ömrünü tamamlamıştı” dedi.
Sabah olunca onu ölü buldular.
Allah kadı iyas’a rahmet etsin. O, tarihin ender rastladığı ve yine anlayış, zekâ, hakkı arama ve onu elde etmede tarihin benzerini pek göremediği kimselerdendi.