Sad bin ubadenin hayatı Allah rızasını kazanmak için müthiş bir mücadele ile yaşıyor. Eshâb-ı kirâmın meşhur ensarın önde gelenlerindendi. Sa’d bin Ubâde, ikinci Akabe bîatinda Müslüman oldu. Künyesi Ebû Sabit ve Ebû Kays’dır. Lakabı Seyyid-ül-Hazrec’dir. Hazrec kabilesinin Sâide kolundandır. Hazrec kabilesinin kollarından Sâideoğulları’nın reisi olup yüzme ve iyi ok atma becerilerinin yanında okuma yazma bildiği için “kâmil” denilen kişilerdendi. Tam adı Ubâde bin Sâmit bin Kays bin Esrem bin Fihr bin Sa’lebe bin Ganem bin Sâlim bin Avf bin Amr bin Avf bin Hazrec’dir. 583 senesinde Medine’de doğup, 654 senesinde Filistin’de vefât etmiştir. Hicret’in 34. senesinde 72 yaşında Şam yakınlarındaki Ramla’da vefat eden Ubâde bin Sâmit oraya defnedildi. Arapçayı konuşma ve bütün inceliklerini bilme husûsunda şöhreti büyük olduğu için Sa’d bin Ubâde’ye Kâmil lakabı verilmiştir.
KAYS B. SA’D B. UBADE HAYATINDAN BİR KISSA
(İslam Olmasaydı O, Arapların En Kurnazı Olurdu.)
Yaşının küçüklüğüne rağmen, Ensar ona bir lider gibi davranırdı…
Onlar: “Paralarımızla Kays’a bir sakal alabilseydik, bunu mutlaka yapardık” derlerdi.
Çünkü o tüysüzdü. Onda, sadece, halkının örfüne göre, liderlik vasıflarından, erkeklerin yüzlerinde bulunması gereken sakal eksikti.
Halkının yüzünde, hakiki büyüklük ve üstün liderlik için dış görünüşü tamamlayan bir sakalın bulunması için, uğrunda para harcamaya razı oldukları bu delikanlı kimdi acaba?
Evet, bu delikanlı Kays b. Sa’d b. Ubâde’ydi…
O, Arap evlerinin en cömert ve en köklüsündendi. Öyle bir evdendi kî, Rasûlullah (s.a.v.) onun hakkında:
– “Cömertlik, bu ev halkının huyudur” demişti.
O kurnazlık, maharet ve zeka fışkıran bir kimseydi.
O kendisini haklı olarak şöyle tanıtmıştı:
– “Eğer İslam olmasaydı, Arapların gücünün yetmiyeceği hileleri yapardım!..”
Çünkü o keskin zekalı, çok kurnaz ve zihni açık birisiydi.
Sıffîn’de Hz. Muaviye’ye karşı Hz. Ali’nin yanında yer almıştı. O, tek başına oturdu ve bir veya bir günden az bir süre içinde Muaviye’yle taraftarlarının işini bitirebilecek hileyi tasarladı. Ancak onun yüzünden kafasının patladığı bu hileyi iyice düşündüğünde, o-nun kötü ve tehlikeli olduğunu gördü ve Allah Teala’nın şu sözünü hatırladı:“Oysa pis pis kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer.”
Hemen yaptığı şey hoşuna gitmeyip, Allah’tan af dileyerek yola koyuldu ve lisanı hal ile şöyle dedi:
“Vallahi, Muaviye’nin bizi yenmesi takdir edilse, o bizi asla zekasıyla yenemez, belki bizim takvamız sayesinde yenebilir!”
Hazrec kabilesine mensup bu Ensarlı, büyük bir liderin evindendi. O, faziletlere, büyükten büyüğe geçen bir miras olarak sahip olmuştu… İşte o ilerde kendisiyle karşılaşacağımız Hazrec’in lideri Sa’d b. Ubade’nin oğluydu…
Sa’d müslüman olduğunda oğlu Kays’ın elinden tutup Rasûlullah’a (s.a.v.) götürmüş ve ona şöyle demişti:
– “Bu senin hizmetindendir, ya Rasûlullah!”
Rasûlullah (s.a.v.) Kays’ta bütün üstünlük ve doğruluk vasıflarını görmüştü.
Bu sebeple onu kendisine yaklaştırmış ve Kays da daima bu makamın adamı olmuştu…
Rasûlullah’ın (s.a.v.) dostu Enes şöyle der:
– “Kays, Rasûlullah (s.a.v.) yanında, bir başkanın güvenlik görevlisi gibiydi.”
Kays, müslüman olmadan önce, halka zekasıyla davranırken, onun en küçük bir zeka oyununu hesaba katarlardı. Medine ve civarında, sadece onun kurnazlığı için binlerce hesap yapan kimseler vardı. Müslüman olduğunda, İslam ona, insanlara kurnazlık değil, samimiyetle davranmayı öğretti. O, İslam’ın itaatkar bir mensubu olmuştu. Bu bakımdan, kurnazlığını bir tarafa attı ve artık perişan eden oyunlarını yapmaz olmuştu. Her ne zaman zor bir durumla karşı karşıya gelse, zincire vurulmuş kurnazlığını özler ve darb-ı mesel haline gelen şu sözünü söylerdi:
– “Eğer İslam olmasaydı, Arapların gücünün yetmiyeceği hileleri yapardım!..”
Özellikleri arasında, cömertliğinden başka zekasına üstün gelen bir şey yoktu… Cömertlik Kays’ta, sonradan ortaya çıkan bir huy değildi. O, cömertlikte köklü bir evdendi. O günkü Arap cömertlerinin ve zenginlerinin âdetine göre Kays’ın ailesinin, evlerinin damına çıkıp gündüz misafirleri sofralarına çağıran veya geceleyin yol yürüyen yolcunun yolunu bulması için ateş yakan bir tellali vardı… Halk o gün lerde şöyle diyorlardı: “Kim yağ ve et seviyorsa, Duleym b. Harise’nin evine gelsin…”
Duleym Ibn Harise, Kays’ın ikinci dedesiydi…
Cömert Kays, bu köklü evde emzirilmişti…
Bir gün Hz. Ebû Bekir ve Ömer, Kays’ın cömertliği hakkında şöyle konuşmuşlardı:
– “Eğer bu genci cömertlikte serbest bıraksaydık, babasının malını tamamen dağıtırdı…”
Sa’d b. Ubade, onların oğlu Kays hakkında söylediklerini duyunca şöyle haykırdı:
– “Kim bana Ebû Kuhafe’nin oğlu Ebû Bekir ve Hattab’ın oğlu Ömer hakkında mazeret gösterir? Çünkü onlar oğlumu bana karşı cimrileştiriyorlar…”
Birgün o, yoksul kardeşlerinden birine büyük bir borç vermişti…
Borç için verilen vade dolunca, adam, Kays’a borcunu ödemeye gitti ama Kays, parayı kabul etmeyip şöyle dedi:
– “Biz verdiğimiz hiçbir şeyi geri almayız!..”
İnsan fıtratının gecikmeyen ve değişmeyen bir kaidesi vardır. Nerede cömertlik varsa orada cesaret de vardır…
Evet… Hakiki cömertlikle hakiki cesaret, biri diğerinden asla geri kalmayan ikiz kardeşlerdir. Şayet bir cömertlik görür, cesaret göremezsen, gördüğün şeyin cömertlik olmadığını anla… O sadece, kibir ve gösteriş görüntülerinden boş ve aldatıcı bir görüntüdür. Cömertlikle birlikte olmayan bir cesaret gördüğünde, bunu böylece bil ki, o bir cesaret değil, hiddet ve hafiflikle yapılan hareketlerden birisidir…
Kays b. Sa’d, sağ eliyle cömertlik dizginlerini tutar olduğunda aynı elle cesaret ve atılganlık dizginlerini de tutuyordu…
Sanki o şairin şu sözüyle kastettiği kimse gibiydi:
– “Ne zaman şeref için bir bayrak kaldırılsa,
Arabe onu sağ eliyle kapar.”
Rasûlullah (s.a.v.) sağken, onunla birlikte bulunduğu bütün o-laylarda göz kamaştırıcı bir cesarete sahipti.
Rasûlullah (s.a.v.) Refîk-i A’la’ya gittikten sonra yaptığı savaşlarda da göz kamaştırıcı cesareti devam etmiştir.
Kurnazlık yerine doğruluğa dayanan cesaret… Dalevarayı ve aldatmacayı değil, açıklık ve dobra dobra olmayı esas edinen cesaret, sahibine ağır gelen zorluk ve meşakkatlar yüklüyordu.
Böylece, Kays, kurnazlık ve daleveraya olan gücünü geriye a-tıp, bunun kendisine getirdiği zorluk ve sorumluluklara sevinerek cesaretin bu tarzını yüklenmişti…
Gerçek cesaret, sahibinin tek başına inanmasından meydana gelir…
Bir istek veya arzunun meydana getirdiği bu inancı ancak nefsine karşı doğru olmak ve Hakk’a karşı samimî olmak meydana getirir.
Böylece Hz. Ali’yle, Hz. Muaviye arasında ihtilaf çıktığında, Kays’ın nefsiyle başbaşa kaldığını ve taşıdığı inançla Hakk’ı aradığını görüyoruz. Nihayet o, Hakk’ı Hz. Ali’nin yanında görünce, güçlü ve kahraman bir şekilde Hz. Ali’nin yanıda yer almıştı.
Sıffîn, Cemel ve Nehrevan savaşlarında Kays, ya zafer ya ölüm diyen kahramanlardan birisiydi…
Şöyle haykırarak Ensar’ın sancağını taşıyordu:
“Bu, Cebrail’in bize yardım ederken, Peygamber’le birlikte etrafını çevirdiğimiz sancaktır”. “Ensar’ın kendisine sırdaş ve özel cemaat olduğu kimsenin yanında onlardan başkasının olmaması önemli değildir.”
❖
İmam Hz. Ali onu Mısır’a vali olarak tayin etmişti…
Hz. Muaviye’nin gözü devamlı Mısır’da idi. O, Mısır’ı beklenen tacındaki çok değerli bir inci gibi görüyordu.
Bu yüzden Kays’ın Mısır valisi olduğunu görür görmez deliye döndü ve kendisi Hz. Ali’ye karşı kesin bir zafer kazansa bile, Kays’ın ebediyete kadar kendisiyle Mısır arasında bir engel olacağından korktu.
Bu arada Kays zekasını meşru bir şekilde kullanmak için güzel bir fırsat buldu ve anladı ki: Hz. Muaviye onu kendi tarafına çekmede başarısızlığa uğradıktan sonra, Hz. Ali’ye kin tutturmak ve ona olan sevgisini zayıflatmak için kendisine bu oyunu oynamıştı… Öyleyse, Hz. Muaviye’nin kurnazlığına en iyi cevap Hz. Ali’ye sevgisini ve Hz. Ali’nin temsil ettiği ve aynı zamanda Kays b. Sa’d b. Ubade için doğru ve sağlam inancın sebebi olan Hakk’a sevgisini artırmaktı.
Böylece hiçbir dakika, Hz. Ali’nin kendisini Mısır valiliğinden inanç ve dini için kullandığı vasıtalardı. Onun Mısır’a emirliği. Hakka hizmet için bir vasıta ise, savaş alanında Hz. Ali’nin yanındaki duru* mu, önemi pek de küçümsenmeyen başka bir vasıtaydı.
❖
Hz. Ali şehid olup, Hz. Haşan a beyat edildikten sonra. Kavs ın cesareti sadakat ve akıllılığın zirvesine ulaşır.
Kays, Hz. Haşan (r.a.) halifeliğin meşru varisi olduğuna inanıp, ona beyat etmiş ve tehlikelere aldırmaksızın onun yanında yer almış ti…
Hz. Muaviye onları kılıç çekmeye zorlayınca, Kays harekete geçip, Hz. Ali’ye matemlerinden dolayı başlarını tıraş ettiren kimselerden beş binini savaşa sevkeder.
Hz. Haşan ise müslümanların büyümekte olan yaralarını salmayı tercih eder ve bu mahvedici savaş için bir sınır koyar. Hr. Muaviye’yle görüşür, sonra ona beyat eder…
Bu arada Kays dikkatini yeniden meseleye çevirir ve görür ki, Hz. Hasan’ın tutumu ne kadar doğru olursa olsun, Kays’m askeıieri son kararı vermede şûrâ hakkına sahiptiler.
Böylece Kays onları toplar ve şu konuşmayı yapar:
– “Eğer isterseniz bizim en hızlımız ölünceye kadar şirinle vuru* şurum. Eğer isterseniz sizin için bir eman alırım…”
Askerler ikinci şıkkı seçtiler. Kays da kaderinin kendisini düşmanlarının en cesur ve en tehlikelisinden kurtardığını görünce içine sevinç dolan Hz. Muaviye’den onlar için eman aldı…
İslam’ın kurnazlığını eğittiği, kurnaz dahi, hicretin 59. yılında Medine-i Münevvere’de vefat etti…
Rasûlullah (s.a.v.):
“Kurnazlık ve hile ateştedir dediğini duymasaydım. bu ümmetin en kurnazı olurdum” diyen adam vefat etmişti..,
O, hayatta doğru, açık, cömert ve cesur bir adamın hatırasını bırakarak barış içinde vefat etmişti…
Evet, geride, İslam için verdiği bütün söz ve teminatlarına güvenilen bir kimsenin hatırasını bırakarak vefat etmişti…