MUHAMMED B. VASİ EL-EZDİ KUTEYBE B. MÜSLİM EL-BAHILI’YLE
“Muhammed b. Vasi el-Ezdi’nin parmağım bin delikanlını taşıdığı meşhur bir kılıçtan daha çok severim.”
-Kuteybe b. Müslım-
Şimdi hicretin 87. senesindeyiz.
İşte müslümanların övünç vesilesi fetihler yapan komutan Kuteybe b. Müslim, kalabalık ordusuyla Merv şehrinden Buhara bölgesine gitmektedir.
O, Maveraünnehr3 şehirlerinden geriye kalanları fethetmeye, Çin’in etrafında savaşmaya ve oraların halkını cizyeye bağlamaya karar vermişti.
Fakat Kuteybe b. Müslim Seyhun nehrini geçer geçmez Buhara halkı bunu haber aldı ve her yerde savaş borularını çalmaya başladılar.
Etraflarındaki Türk, Çin ve başka milletleri savaşa çağırmaya başladılar.
Müslümanların üzerine her renk, ırk, dil ve dinde asker toplulukları akın etti. Onlar malzeme ve sayı bakımından müslüman ordusunun kat kat üstündeydiler.
Hemen müslümanlara yolların ağızlarını ve geçitleri kapattılar.Hatta Kuteybe Ibn Müslim onların durumlarını araştırmak ve haber elde etmek için küçük birliklerinden birini gizlice onların arasına göndermeye muvaffak olamadı…
Aynı şekilde görevlendirdiği casuslarından birisi de onların arasına sızamamıştı.
Kuteybe Ibn Müslim ordusunu Beylend1 şehrinin yakınlarında konaklattı.
Yerinde çivili gibi kaldı. Ne ileri gidebiliyor ne de geri.
Düşman, her gün güneşin doğuşuyla birlikte önce kuvvetlerinden birisini Kuteybe’yle savaşa gönderiyordu. Bütün gününü onunla uğraşmakla geçirtiyordu.
Karanlık olunca da sağlam ve emin barınaklarına dönüyorlardı.
Durum peşpeşe iki ay böyle devam etti.
Kuteybe ise bu durumdan dolayı şaşkınlık içindeydi.
Geri mi çekilecek, ileri mi atılacak ne yapacağını bilmiyordu.
Kuteybe ve askerleriyle ilgili haberleri hemen her taraftaki müslümanların kulaklarına ulaştı.
Halk yenilmeyen büyük ordu ve büyük komutan için korku duymağa başladı.
Büyük şehirlerdeki valilere Maveraunnehr’in şehirlerinde bekleyen müslüman askerleri için namazdan sonra dua edilmesi istekleri geldi.
Müslümanların mescidlerinden dua sesleri yükselmeye başladı…
Minareler Allah’a yalvarma sesleriyle inliyordu.
İmamlar her namazda Allah’tan yardım diliyorlardı.
Birçok kimse güçlü orduya yardıma koşmuştu.
Bunların başında yüce tabiî Muhammed b. Vasî’ el-Ezdî geliyordu.
Kuteybe b. Müslim el-Bahilî’nin Acemlerden tecrübeli, bilgili ve kurnaz bir casusu vardı.
Onun adı Teyzer’di.Düşmanlar onu kendilerine çekmek istemişler ve ona pek ço! para vermişlerdi…
Ondan, kurnazlığını ve zekâsını müslüman güçlerini zayıflatmada ve onları savaş yapmadan ülkeyi terketmelerini sağlamasını istediler.
Teyzer, Kuteybe b. Müslim el-Bahilfnin yanına geldi. Orada büyük komutanlar ve askerlerin ileri gelenleri vardı. Kuteybe’nin yanındaki yerini aldı. Sonra onun kulağına eğilip şöyle fısıldadı:
“Ey emir! İstersen toplantıyı dağıt…
Kuteybe orada oturanlara işaret etti.
Zırar b. el-Husayn hariç herkes oradan ayrıldı. Kuteybe Zırar’ın kalmasını istemişti.
Teyzer hemen Kuteybe’ye dönüp şöyle dedi:
“Ey emîr! Sana verilecek haberlerim var…”
Kuteybe, merakla: “Çabuk söyle” dedi.
Teyzer: “Şam’daki müminlerin emîri, Haccac b. Yusuf es-Sekafîyi vazifesinden uzaklaştırdı.
Ona tabi olan komutanları da uzaklaştırdı.
Onlardan birisi de sensin…
Ordulara yeni komutanlar tayin etti ve onları vazifelerine gönderdi…
Halefin (senin yerine geçen) sabah akşam gelmek üzeredir.
Benim fikrim senin ordunla bu diyardan çekip gitmen, durumunu savaş alanından uzakta düşünmen için Merv’e dönmendir.”
Teyzer sözünü bitirir bitirmez Kuteybe b. Müslim kölesi “Siyah”ı çağırdı.
Siyah yanına gelince ona:
“Siyah! Bu hainin boynunu vur…” dedi.
Siyah, Teyzer’in boynunu vurup geldiği yerden geri döndü.
Bu arada Kuteybe, Zırar b. el-Husayn’a dönüp:
“Bu dünyada, bu haberi benimle senden başka duyan hiç kimse
yok”Yüce Allah’a yemin ederim ki, bu savaş sona ermeden önce bu mesele birisinden duyulursa seni de bu hainin yanına gönderirim.
Eğer yaşamak istiyorsan diline sahip ol.
Bil ki bu söz askerin gücünü zayıflatır…
Biz de kötü bir yenilgiye uğrarız.”
Daha sonra halka müsaade edildi ve onun huzuruna girdiler.
İçeri girenler Teyzer’i kanlar içinde yere serilmiş bir halde görünce hayret içinde ses ve solukları kesildi, ayakta donup kaldılar…
Kuteybe onlara: “Hain ve sahtekâr bir adamın öldürülmesi sizi niye korkutuyor?!” dedi.
Onlar: “Biz onun müslümanların iyiliğine çalıştığını zannediyorduk” dediler.
O: “Aksine onları aldatıyordu. Böylece Allah onu yaptığı suçtan dolayı cezalandırdı” dedi ve yüksek sesle şunu ilâve etti.
“Şimdi düşmanınızla savaşa gidin.
Daha önce düşmanlarınıza karşı göstermediğiniz bir cesaret gösterin.”
Askerler komutanları Kuteybe b. Müslim’in emrini yerine getirip düşmanla karşılaşmak için engelleri aştılar…
İki ordu saf düzenine geçti. Müslümanlar düşmanlarının ve savaş malzemelerinin çokluğunu, korkunç durumlarını görüp Kuteybe b. Müslim askerlerine etki eden şeyi hissedince, birlikler arasında dolaşmaya, onların azim ve kararlarını coşturmaya başladı.
Daha sonra etrafındakilere dönüp:
“Muhammed b. Vasi’ el-Ezdî nerede” dedi.
Onlar şu cevabı verdiler. “Ey emîr! O sağ cenahtadır”
“Ne yapıyor ya?” dedi.
Onlar: “Mızrağına dayanmış ve gözünü semaya dikmiş bir halde parmağıyla gökyüzüne doğru bazı işaretler yapıyor.
Ey emîr! Onu, senin yanına gelmesi için çağıralım mı?” dediler.
“Hayır, bırakın onu” dedi.
Arkasında da şunu ilave etti:
“Vallahi, bu parmağı bin delikanlının taşıdığı bin meşhur kılıçtan daha çok severim.Bırakın onu dua etsin.
Biz onu ancak duası kabul edilen birisi olarak biliyoruz.”
Müslüman ve düşman orduları tazılar gibi hızla birbirlerinin üzerine yürüdüler…
İki topluluk denizin coşkun dalgaları gibi birbirleriyle karşılaştılar.
Allah müslümanların kalplerine sekîneti (iç huzurunu) indirdi ve katından bir ruhla onlara yardım etti.
Gün boyu durmadan düşmanlarıyla vuruştular, gece olunca, Allah müşriklerin ayaklarını sarstı ve kalplerine korku verdi.
Onlar müslümanlara sırtlarını döndüler. Mücahidler kimini öldürmek, kimini esir etmek ve kimisini de kovalamak için onların sırtlarına bindiler.
Bu durumda Kuteybe’ye barış ve fidye teklif ettiler.
Ve aralarında anlaşma yaptılar.
Düşman esirlerinin arasında, çok zararlı, milletini müslümanlara karşı kışkırtmada çok etkili pis bir adam vardı.
Kuteybe b. Müslim’e şöyle dedi:
“Ey komutanl Ben fidye karşılığında canımı kurtarmak istiyorum.”
Ona sordular: “Peki ne kadar veriyorsun?!”
“Değeri bir milyon olan beşbin çin ipeği…” diye cevap verdi.
Kuteybe askerlerinin ileri gelenlerine dönüp: “Ne diyorsunuz” dedi.
Onlar: “Bizim fikrimiz şu: Bu mal müslümanların alacağı ganimetleri arttırır…
Biz bu zaferi kazandıktan sonra artık bu adamın ve benzerlerinin zararından korkmayız” dediler.
Kuteybe, Muhammed b. Vasi’ el-Ezdî’ye dönüp şöyle dedi:
“Sen ne diyorsun ya Ebu Abdillah?”
O: “Ey komutan! Müslümanlar, diyarlarından ganîmet toplamak ve mallan yığmak için çıkmadılar. Onlar ancak Allah rızası için, onun dînini yeryüzüne yaymak ve düşmanlarına üstün gelmek için çıktılar…” dedi.Kuteybe: “Allah senden razı olsun.
Vallahi, canını kurtarmak için dünya malını harcasa bile bugünden sonra müslüman bir kadını korkutmasına müsaade etmem” dedi.
Daha sonra onun öldürülmesini emretti.
Muhammed b. Vasi el-Ezdî’nin Emevîlerin komutanlarıyla münasebeti sadece Yezîd b. el-Mühelleb ve Kuteybe b. Müslim’le kalmadı, diğer vali ve komutanlarına da uzandı.
Kendileriyle ilgi kurduğu kimselerin en ünlülerinden biri Bilâl b. Ebî Bürde’ydi.
Bu valiye karşı onun nesilden nesile aktarılan meşhur davranışları ve haberleri vardır…
Bunlardan birisi şöyledir: Bir gün o, yünden kaba bir cübbe giyinmiş bir halde Bilâl’ın huzuruna girmişti. Bilâl ona: “Ey Ebu Abdillah! Seni bu kaba elbiseyi giymeye sevkeden nedir?” dedi.
Şeyh ona aldırmayıp cevap vermedi.
Bilâl ona: “Senin neyin var da bana cevap vermiyorsun? Ebu Abdillah!” dedi.
Şöyle cevap verdi:
“Zahidlikten dolayı, demek istemiyorum çünkü nefsimi tezkiye etmem gerekir…
Fakirlikten dolayı demek istemiyorum çünkü Rabbime şikâyet etmiş olurum…
Ben ne onu kastediyorum ne de bunu…”
Ona: “Bir ihtiyacın var mı? Onu yerine getireyim Ebu Abdillah!” dedi.
“Benim insanlardan isteyecek bir ihtiyacım yok…
Ancak sana müslüman bir kardeşin ihtiyacı için geldim…
Eğer Allah o ihtiyacı yerine getirmeye izin verirse onu sen yerine getirirsin ve övgüye lâyık olursun.
Eğer onu yerine getirmeye izin vermezse, sen yerine getiremezsin ve bu konuda mazur olursun?” diye cevap verdi.
O da: “Allah’ın izniyle biz onu yerine getireceğiz” dedi.
Daha sonra ona dönüp:
“Kaza ve kader hakkında ne diyorsun Ebu Abdillah!” dedi.
Şu cevabı verdi:”Ey emîr! Azîz ve Celîl olan Allah kıyamet gününde, kullarına kaza ve kader hakkında soru sormaz…
Ancak onlara amellerini sorar.”
Bunun üzerine vali ondan utanıp susmayı tercih etti.
Yanında otururken öğle yemeği vakti geldi. Vali onu sofrasına davet etti, fakat o bu daveti kabul etmedi.
Vali ısrar etti ama o birçok mazeret ileri sürdü. Vali öfkelenip:
“Zannediyorum ki sen bizim yemeğimizden yemek istemiyorsun Ebu Abdillah!” dedi.
Ona şöyle cevap verdi: “Ey emîr! Böyle söyleme!
Vallahi, sizin -emirlerin- iyileriniz bizim en yakın akrabalarımızdan daha iyidir.”
Muhammed b. Vasi’ el-Ezdî birçok defa hakimlik makamına geçmeye davet edildi ama o bunu şiddetle reddetti.
Bu kabul etmeyiş sebebiyle kendini bazı sıkıntılara soktu:
Bu şöyle olmuştur: Basra’nın polis müdürü Muhammed b. el-Münzir onu yanına gelmesi için çağırmış ve şöyle demiştir:
“Irak emîri benden seni hakimliğe tayin etmemi istedi.”
O da şu cevabı vermişti: “Beni bundan affedin, Allah da sizi affetsin.”
Ondan iki üç defa bunu istemiş, o da kabul etmemekte ısrar etmişti…
Ona: “Vallahi, ya hakimliğe geçeceksin, ya da sana üç yüz sopa vurduracağım ve seni rezil edeceğim” dedi.
Ona şu cevabı verdi:
“Eğer yaparsan, sen buna yetkilisin…
Dünyada rezil olmak ahirette rezil olmaktan daha iyidir.”
Bunun üzerine ondan utandı ve onu güzelce geri gönderdi.
Muhammed b. Vasi’in Basra camiindeki oturduğu yer ilim talipleri, hikmet ve öğüt isteyenler için bir kaynaktı…
Tarih ve siyer kitapları bu oturumların haberleriyle doludur.
İşte bunlardan biri:
Birisi ona: “Ey Ebu Abdillah! Bana nasihatte bulun” dedi.O da: “Sana, dünya ve ahirette hükümdar olmanı tavsiye ederim” dedi.
Nasihat isteyen şaşırdı ve:
“Ebu Abdillah! Bu benim için nasıl mümkün olur?!” dedi.
O şu cevabı verdi: “Dünya malından uzak dur, insanların ellerinde olanlara ihtiyaç duymamakla burada (dünyada) hükümdar olursun… Allah’ın katındaki güzel sevabı kazanmakla da orda (ahirette) hükümdar olursun…”
Bir başkası ona şöyle dedi:
“Ebu Abdillah! Ben seni Allah için seviyorum.”
Ona da şu cevabı verdi:
“Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sever.”
Sonra da şöyle söyleyerek geri döndü:
Allah’ım! Sen beni sevmediğin halde, senin için sevilmekten sana sığınırım.”
Ne zaman insanların kendisini, ibadetini ve takvasını övdüklerini duysa onlara şöyle derdi:
“Eğer günahların yayılan bir kokusu olsaydı sizden hiçbiriniz bana yaklaşamazdı.”
Öğrencilerini devamlı Azîz ve Celîl olan Allah’ın Kitab’ına sarılmaya ve onun sahasında yaşamaya teşvik eder ve şöyle derdi:
“Kur’an müminin bahçesidir…
Onun neresinde konaklarsa bir bahçeye inmiş demektir.”
Yine onlara az yemek yemelerini tavsiye ederdi.
Kimin yemeği az olursa o anlar ve anlatır…
Temiz ve ince olur…
Yemeğin çokluğu kişiyi istediği birçok şeyden alıkoyar.
Muhammed b. Vasi’, takva ve zühdün büyük bir derecesine u-laşmıştı.
Bunlardan birisi de şöyledir:
O, bir eşeğini satmak için gittiği pazarda görülmüştü. Birisi ona sordu:
“Ey şeyh! Onu bana uygun görmez misin?”Şu cevabı verdi: “Eğer onu kendime uygun görseydim, satmazdım.”
Muhammed b. Vasi’ bütün hayatını günahlarının korkusuyla… ve Rabbine karşı gelmek endişesiyle geçirmiştir…
Ona:
“Ebu Abdillah! Nasıl sabahladın” diye sorulduğunda:
“Ecelime yakın…
Emelimden uzak…
Amelim kötü olarak sabahladım” diye cevap verirdi.
Kendisine soru soranların yüz ifadelerinde dehşet edilecek birşey gördüğü zaman şöyle derdi:
“Her gün ahirete doğru ilerleyen bir insan hakkında zannınız nedir?!”
Muhammed b. Vasi’ el-Ezdî ölüm yatağına düştüğünde müslümanlar onu ziyarete koştular öyle ki tıka basa doldu.
Gelenlerin kimisi içerde, kimisi ayakta, kimisi de oturuyordu…
Koluna dayanarak arkadaşlarından birine doğru eğilip:
“Söyle, yarın biz kıyamet gününde başlarımızdan ve ayaklarımızdan çekildiğimizde bunların bize ne yararları olur.
Ben ateşe atıldığımda bana ne faydaları olur?”
Daha sonra Rabbine yönelip şöyle demeye başladı:
“Allah’ım! Her kötü duruşumdan…
Her kötü oturuşumdan…
Her kötü girişimden…
Her kötü çıkışımdan…
Her kötü amelimden…
Her kötü sözümden dolayı senden af dilerim.
Allah’ım! Bütün bunlardan dolayı senden mağfiret dilerim. Beni onlardan dolayı affet…
Onlardan dolayı sana tövbe ediyorum. Tövbemi kabul et.
Hesaba çekilmeden önce sana selâm ediyorum.”Daha sonra ruhunu teslim etti…
Yüz Binlerce Türk’ü sebepsizce öldüren Şerefsizin Tekidir