RACA B. HAYVE
“Kinde’de üç kişi var ki Allah, onlar sebebiyle rahmet indirir ve onlar sebebiyle düşmanları mağlup eder… Bunlardan birisi Raca İbn Hayve’dir.”
-Mesleme b. Abdülmehk-
Tabiîler devrinde, zamanındakilerin eşini, benzerini tanımadıkları, görmedikleri üç kişi vardı.
Sanki onlar bir buluşma yerinde buluşmuşlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmişler, hayır ve iyilik üzere sözleşmişlerdi.
Onlar hayatlarını takva ve ilme vakfetmişlerdi.
Canlarını Allah’ın Resûlü’nün, müminlerin avam ve havassına hizmete adamışlardı. Bunlar:
Irak’ta Muhammed b. Şîrîn,
Hicaz’da el-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir,
Şam’da Raca b. Hayve’ydi.
Geliniz, bu mübarek anları, hayırlı ve salihlerin üçüncüsü Raca Ibn Hayve’yle birlikte geçirelim.
Raca Ibn Hayve, Filistin topraklarındaki Bisan’da doğmuştu…
Onun doğumu Hz. Osman b. Affan’ın halifeliğinin sonlarında veya buna yakındı…
O Arap kabilelerinden Kinde’ye mensuptu.Buna rağmen Raca’nın vatanı Filistin, aslı Arap, kabilesi Kin-de’ydi.
Kindeli genç küçük yaşından itibaren Allah’a itaat içinde büyümüştü. Allah onu sevmiş ve yaratıklarına sevdirmişti.
O küçüklüğünden itibaren ilim tahsiline yönelmişti.
İlim onun kalbini taze, yumuşak ve boş bulmuş, oraya girme imkânı bulup yerleşmişti.
En büyük merakı Allah’ın Kitabı’ndan ve Resûlüllah’ın (s.a.v.) hadisinden doya doya almaktı.
Fikri Kur’an’ın nuruyla aydınlandı…
Görüşü peygamberin getirdikleriyle nurlandı…
Göğsü, öğüt ve hikmetle doldu… Kime hikmet verilirse ona bir çok iyilik verilmiş olurdu…
Ona, Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu’d-Derda, Ebu Umame, Ubade b. es-Samit, Muaviye b. Ebî Sufyan,. Abdullah b. Amr b. el-As, en-Nuvas b. Seman gibi yüce sahabilerin büyük bir grubundan hadis almak nasip oldu.
Onlar, onun için hidayet lâmbaları ve irfan meşaleleriydi.
Şanslı delikanlı hayatı boyunca devamlı sarıldığı ve tekrar ettiği şu cümleleri kendine düstur edinmişti:
İmanın süslediği Islâm ne güzeldir…
Takvanın süslediği iman ne güzeldir…
İlmin süslediği takva ne güzeldir…
Amelin süslediği ilim ne güzeldir…
Yumuşaklığın süslediği amel ne güzeldir…
Raca b. Hayve, Abdülmelik b. Mervan başta, sonuncusu da Ömer b. Abdülaziz olmak üzere birçok Emevi halifesine vezir oldu.
Fakat Süleyman b. Abdülmelik ve Ömer b. Abdülmelik’le olan ilgisi onlardan önceki halifelerle olan ilgisine üstün geldi.
Onu, Emevî halifelerinin kalplerine, görüşündeki sağlamlık…
Konuşmasındaki doğruluk…
Niyetindeki samimiyet…İşleri halletmedeki hikmeti yaklaştırmıştı…
Sonra bunların hepsine, başkalarının başına üşüştüğü dünya malından uzak durmayı taç yaptı.
Onun Emevî halifeleriyle ilgi kurması, Allah’ın onlara en büyük rahmeti ve onlara en cömert ikramıydı.
Raca onları hayra davet etmiş ve onlara hayrın yollarını göstermişti…
Onları kötülükten men etmiş ve onun kapılarını kapatmıştı…
Onlara hakkı göstermiş ve onlar için hakka uymanın güzel bir şey olduğunu açıklamıştı.
Onlara bâtılı tarif etmiş ve onu yapmanın kötülük olduğunu bildirmişti…
Allah için, Resûlü için, müslümanların ileri gelenleri ve avamı i-çin nasihatta bulunmuştu.
Raca’nın, halifelerle bir arada bulunma konusundaki usulünü aydınlatan ve onların yanındaki görevini tarif eden bir hikayesi vardı. Bu hikâyeyi bizzat kendisi anlatmaktadır:
“Süleyman b. Abdulmelik’le1 birlikte halkın arasındaydık. Ansızın kalabalığın ortasında bize doğru gelen bir adam gördüm.
O adamın yüzü güzel ve saygı uyandıran bir tavrı vardı.
Adam safları yarmaya devam etti. Ben adamın halifeyi kastettiğinden şüphe etmiyordum. Nihayet gelip yanında durdu ve beni selâmladıktan sonra, halifeyi göstererek:
“Ya Raca!
Sen bu adam sebebiyle bir imtihandan geçirildin.
Ona yakın olmakta birçok iyilik veya birçok kötülük vardır.
Sen, ona olan yakınlığını kendin için, onun için ve halk için iyilik haline getir…
Ey Raca! Bil ki, kimin hükümdarın yanında bir itibarı varsa ve o da derdini hükümdara ulaştıramayan zayıf bir kimsenin derdini ona ulaştırırsa, Allah’la buluşma gününde Allah onu karşılar ve onun hesabını kolaylaştırır…Şunu da hatırla ki, kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını yerine getirirse Allah da onun ihtiyacını yerine getirir.
Ey Raca! Bil ki, Allah katında en sevimli amel, müslüman bir kimsenin kalbine sevinci sokmaktır.”
Ben bu sözlerini düşünüp daha çok söylemesini beklerken, halife seslendi:
“Raca b. Hayve nerede?”
Ona doğru yöneldim ve şöyle dedim:
“Buradayım müminlerin emîri!”
Halife bana bir şey sordu, onun cevabını bitirir bitirmez, o adama döndüm ama bulamadım…
Aradım, taradım, ne yazık halkın arasında onun izine rastlayamadım…”
Raca Ibn Hayve’nin Emevî halifelerine karşı birçok doğru tavırları vardı. Tarih onları parlak sayfalarında saklamakta ve onlar nesilden nesile aktarılmaktadır.
İşte bunlardan biri: Bir gün o, Abdülmelik Ibn Mervan’ın yanındaydı. Halifeye, Emevîlere karşı kötü düşünceler besleyen bir adamdan söz edildi ve ona şöyle denildi…
O Ibnu’z-Zübeyr’i1 tutuyor, ona yardım ediyor. Koğucu onun halifeyi kızdıracak hareketlerini ve sözlerini saydı.
Halife:
“Vallahi, Allah bana imkân verirse, ona şöyle şöyle yapacağım…
Kılıcı mutlaka boynuna vuracağım” dedi.
Uzun zaman geçmedi, Allah halifeye fırsat verdi ve o adam karşısına getirildi…
Adamı görünce öfkeden yerinde duramaz oldu ve daha önceki sözünü hemen yerine getirmek istedi…
Raca b. Hayve kalkıp yanına gitti ve ona şöyle dedi:
“Ey müminlerin emîri!
Allah Taâla sana istediğin gücü verdi. Sen de Allah için, onun istediği affı ver…”
Bunun üzerine sakinleşip öfkesi gitti…Adamı affedip serbest bıraktı ve ona iyilikte bulundu…
91 senesinde el-Velîd b. Abdülmelik, Raca b. Hayve’yle birlikte hacca gitti.
Medine’ye varınca Ömer b. Abdülaziz de yanlarında olduğu halde Hz. Peygamber’in mescidini ziyaret ettiler.
Halife tek başına ve uzun uzun Peygamber Mescidi’ni seyretmek istedi.
Çünkü eninin ve boyunun yüz arşın olması için onu genişletmeye karar vermişti.
Halifenin inceleme yapabilmesi için halk mescidden çıkarıldı.
Orada sadece Saîd b. ei-Müseyyeb kalmıştı, çünkü muhafızlar onu çıkarmaya cesaret edemediler.
O sırada Medine valisi olan Ömer b. Abdülaziz ona birisini gönderip şunları söylettirdi:
“Halkın çıktığı gibi sende mescidden çıksaydın.”
Saîd şöyle cevap verdi:
“Ben mescidden ancak, her gün oradan ayrılmaya alışık olduğum vakitte ayrılırım.”
Ona şöyle denildi:
“Kalksaydın da müminlerin emirine hoş geldin deseydin.”
O şöyle cevap verdi:
“Ben buraya ancak alemlerin Rabbi için ayağa kalkmaya geldim.”
Ömer b. Abdülaziz gönderdiği adamıyla Said b. el-Müseyyeb arasında geçenleri öğrenince halifeyi Saîd’in bulunduğu yerden uzak tutmaya başladı…
Raca b. Hayve halifenin aşırı sertliğini bildiği için onu sözleriyle oyalamağa başladı.
El-Velîd onlara şöyle dedi:
“Bu şeyh kimdir?
Saîd b. el-Müseyyeb değil mi?”
Onlar: “Saîd Ibnu’l-Müseyyeb’tir” dediler.
Onun dindarlığını, ilmini, faziletini ve birçok özelliğini anlatmaya başladılar.Daha sonra şöyle söylediler:
“Eğer o, müminlerin emirinin yerini bilseydi, kalkıp yanına gelir, ona hoş geldin derdi; fakat gözleri iyi görmemektedir.”
El-Velîd şöyle dedi:
“Ben onun durumunu sizin anlattığınız kadar biliyorum…
Asıl bizim gelip ona hal hatır sormamız gerekir.”
Daha sonra mescidin içinde dolaştıktan sonra ona gidip yanında durdu ve selâm verdi:
“Şeyh nasıldır?” dedi.
Saîd yerinden kalkmadan:
“Allah’ın nimeti içindedir, Hamd ve şükür onadır.
Müminlerin emiri nasıldır, onu sevdiği ve ondan hoşnut olduğu için Allah onu muvaffak kılsın…”
El-Velîd şöyle diyerek ayrıldı:
“Bu insanların arta kalanıdır…
Bu, bu ümmetin selefinin (öncekilerinin) arta kalanıdır…”
Halifelik Süleyman b. Abdülmelik’e geçince, Raca b. Hayve’nin öncekilerin yanındaki önemli rolünü geçen bir rolü oldu.
Süleyman ona çok güvenir, büyük ve küçük bütün işlerinde o-nun görüşünü almaya çok önem verirdi…
Raca b. Hayve’nin Süleyman b. Abdülmelik’e karşı da birçok enteresan davranışı vardı.
Ancak bunların en önemlisi, Islâm ve müslümanlar için çok ö-nemli olan veliahdlık meselesindeki tutumu ve Ömer b. Abdülaziz’e beyatta ona uymasıdır.
Raca b. Hayve şöyle anlatır:
“99 senesi Safer ayının ilk cumasında, müminlerin emiri Süleyman b. Abdülmelik’le birlikte Dabık’taydık.
Kardeşi Mesleme b. Abdülmelik komutasında ve onunla birlikte oğlu Davud ve ailesinden birçok kişinin bulunduğu kalabalık bir orduyu Kostantıniyye’ye (İstanbul) göndermişti.Kostantıniyye’yi fethedinceye veya ölünceye kadar Mercidabıktan ayrılmamaya yemin etmişti.
Cuma namazı vakti yaklaşınca halife abdest aldı, yeşil bir cübbe giydi, başına da yeşil bir sarık sardı.
Kendini beğenip gençliğiyle böbürlenen bir kimse gibi aynaya baktı…
Yaşı kırk civarındaydı…
Daha sonra müslümanlara Cuma namazını kıldırmaya çıktı. Mescidden ancak hummaya (sıtmaya) tutulmuş olarak döndü.
Hastalığı gün gün ağırlaşmaya başladı.
Benden devamlı yanında bulunmamı istemişti…
Bir gün yanına girdiğimde onu mektup yazarken gördüm.
Müminlerin emiri! “Ne yapıyor?” dedim.
Şöyle cevap verdi: “Halifeliği oğlum Eyyub’a bıraktığımı bildiren bir vasiyet yazıyorum.”
Ben de şöyle dedim: “Ey müminlerin emiri!
Halife’nin halka iyi bir insanı halife olarak bırakması onu kabrinde koruyan ve Rabbinin katındaki sözünü temize çıkaran şeylerdendir.
Oğlun Eyyub daha ergenlik çağına girmemiş bir çocuktur. Hem sen onun iyisini kötüsünden ayırt etmiş değilsin.”
Biraz durakladıktan sonra şöyle dedi: “Bu ona yazdığım bir mektuptur…
Ben Allah’tan o konuda hayır dilemek istiyordum.
Ona karar vermiş değilim…”
Daha sonra mektubu yırttı…
Bundan sonra bir veya iki gün bekledi ve beni çağırıp:
“Ey Ebu’l-Mikdam (Raca)! Oğlum Davud hakkında ne düşünüyorsun?” dedi.
Ben de:
“O şu anda burada değil, müslüman ordularıyla birlikte Kostantıniyye’dedir…
Şu anda onun ölü veya diri olduğunu bilmiyorsun” dedim.
O da şunu sordu: “Öyleyse kimi düşünüyorsun Raca?”
Ben de: “Karar sana ait, müminlerin emiri!” dedim.Söylediği kimseler hakkında görüşümü belirtmek istiyordum ki birer birer onları reddedeyim ve nihayet Ömer b. Abdülaziz’i kabul ettireyim.
“Peki, Ömer b. Abdülaziz’i nasıl görüyorsun?” dedi.
Ben de: “Vallahi, ben onu sadece, faziletli, olgun, akıllı ve dinine bağlı birisi olarak görüyorum” dedim.
O: “Doğrusun…
Gerçekten o öyledir…
Fakat ben onu halife yapar, Abdülmelik’in çocuklarını1 ihmal edersem mutlaka bir fitne çıkar ve ona asla vazife yaptırtmazlar” dedi.
“Onlardan birini Ömer b. Abdülaziz’le birlikte zikret ve onu Ö-mer’den sonra vazifelendir” dedim.
Buna şöyle cevap verdi: “Doğrusun, bu onları yatıştırır ve onları razı eder…”
Daha sonra mektubu aldı ve eliyle şöyle yazdı:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Bu, Allah’ın kulu, müminlerin emiri Süleyman b. Abdülmelik’in Ömer b. Abdülaziz’e mektubudur.
Benden sonra halifeliğe onu tayin ettim. Ondan sonra da Yezîd b. Abdülmelik’i tayin ettim.
Onu dinleyiniz ve ona itaat ediniz. Allah’tan korkunuz. Anlaşmazlığa düşmeyin ki sizin kötülüğünüzü isteyenlere fırsat doğmasın…”
Daha sonra mektubu mühürleyip bana verdi.
Polis müdürü Ka’b b. Hamiz’e birini gönderdi ve ona şunları söyledi:
“Sülâlemi çağır, toplansınlar…
Onlara, Raca b. Hayve’nin elinde olan mektubun benim mektubum olduğunu bildir… Onlara, mektubun içinde adı geçen kimselere beyat etmelerini emret.”
Raca anlatır:
“Onlar toplanınca şöyle konuştum:
“Bu müminlerin emirinin mektubudur, o mektup da kendisinden sonraki halifeyi vasiyet etmiştir. Tayin ettiği kimseler için sizden beyat almamı bana emretti.”Onlar şöyle dediler:
“Müminlerin emirinin emrini duyduk ve ondan sonra halifeye itaat ettik.”
Onlar, müminlerin emirinin yanına girip halini hatırını sormak i-çin izin istediler.
Ben de: ‘Tamam” dedim.
Yanına gelenlere şöyle dedi:
“Raca b. Hayve’nin elinde olan bu mektup, bana aittir. Onda benden sonra halifenin kim olacağına dair vasiyetim vardır. Tayin ettiğimiz kimseye itaat ediniz. Bu mektupta adını verdiğim kimseye beyat ediniz.”
Onlar birer birer biat etmeye başladılar…
Daha sonra içindekileri benden ve müminlerin emirinden başka hiç kimse bilmediği halde, mühürlü olan mektubu çıkardım.
Halk dağılınca Ömer b. Abdülaziz bana gelip şöyle dedi:
“Ey Ebu’l-Mikdam!
Müminlerin emiri bana karşı hüsnü zannı olan bir kimsedir. O, değerli iyiliğinden ve temiz sevgisinden bana çok şey veriyordu.
Ben bu meselede bana bir görev vermiş olmasından korkuyorum. Hürmet ve sevgimle senden, müminlerin emirinin mektubundan benimle ilgili bir şey varsa bana bildirmeni istiyorum ki fırsat elden gitmeden o konuda affedilmemi dileyeyim.”
Ona şu cevabı verdim:
“Hayır, Vallahi sorduğun konuda bir harf bile söyleyemem…”
Öfkeli bir halde yanımdan ayrıldı.
Arkasından çok geçmedi, Hişam b. Abdülmelik gelip şöyle dedi:
“Ey Ebu’l-Mikdam! Aramızda eski bir dostluk var. Bana müminlerin emiri’nin mektubundan yazılı olanları söyle.
Hilâfeti bana verdiyse susarım…
Şayet benden başkasına verdiyse konuşurum.
Kendisine bu iş (halifelik) verilmeyen kimse benim gibi değildir.
Senin adını asla söylemeyeceğim söz veriyorum.”
Ona da şu cevabı verdim:
“Hayır vallahi, müminlerin emirinin sır olarak verdiği şeylerin bir harfini bile söyleyemem.”O da el çırpa çırpa ve şöyle diyerek çekip gitti:
“Bana verilmezse bu iş kime verilecek ya?!
Vallahi, ben Abdülmelik’in çocuklarının gözü (en üstünü) yüm…”
Daha sonra Süleyman b. Abdülmelik’in yanına girdim. Baktım ki ölmek üzeredir, ölüm baygınlığı tutunca, onu kıbleye doğru çevirmeye başladım. Hıçkırarak şöyle diyordu:
“Vakit henüz gelmedi, Raca!”
İki defa kıbleye çevirdim. Üçüncüde:
“Raca! Şimdi… Bir şey yapmak istiyorsan onu yapabilirsin…”
“Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Resûlüllah” dedi.
Onu kıbleye doğru çevirdim. Az sonra ruhunu teslim etti.
Hemen gözlerini kapatıp üzerine yeşil bir kadife örttüm, kapıyı kapattım ve dışarı çıktım.
Hanımı bana onu sormak ve benden ona bakmamı istemek ü-zere birisini gönderdi.
Kapıyı aralayıp gönderdiği kişiye:
“Bak ona. Uzun bir uykusuzluktan sonra şimdi uyudu. Onu rahatsız etmeyin” dedim.
O dönüp hanımına durumu haber verdi. Hanımı bunu kabul e-dip uyumakta olduğuna inandı.
Sonra kapıyı iyice kapattım.
Kendisine güvendiğim bir muhafızı oraya oturttum ve ona ben dönünceye kadar yerinden ayrılmamasını, kim olursa olsun halifenin yanına kimseyi sokmamasını söyledim…
Oradan ayrıldım. Karşılaştığım kimseler sordular:
“Müminler’in emiri nasıl?” Ben de:
“Hasta olduğundan beri şu anki halinden rahat ve sakin bir hali olmadı” dedim.
“Oh, elhamdülillah” dediler.
Daha sonra polis müdürü Ka’b b. Hamiz’e haber gönderdim. O, müminlerin emirinin bütün ailesini ve sülâlesini Dabık camiinde topladı.
Ben: “Müminlerin emirinin mektubunda adı geçen kişiye beyat ediniz” dedim.
“Bir defa beyat ettik, bir daha mı edeceğiz” dediler.“Bu, müminlerin emirinin emridir… Onun emrettiği şeye…
Bu mühürlü mektupta adını söylediği kimseye beyat ediniz.”
Birer birer beyat ettiler. Meseleyi sağlamlaştırdığımı görünce şöyle dedim:
“Halife ölmüştür. Inna lillahi ve inna ileyhi raciun (Biz Allah’a aidiz ve biz ona döneceğiz).”1 Onlara mektubu okudum. Ömer b. Abdü-laziz’in adına gelince Hişam b. Abdülmelik haykırdı:
“Ona asla beyat etmeyiz…” Ben de şöyle dedim:
“O halde -vallahi- boynunu vururum.., Kalk, beyat et…”
Ayaklarını sürüyerek kalktı… Ömer’in yanına varınca şöyle dedi:
“inna lillahi ve inna ileyhi raciun.” (Bu cümleyi halifeliğin kendisine ve kardeşlerine değil de, Ömer’e gitmesinden dolayı söylüyordu.)
Ömer de şöyle cevap verdi:
“inna lillahi ve inna ileyhi raciun” (O da istemediği halde halifeliğin kendisine geçmesinden dolayı böyle söylüyordu.)
Bu beyat, Allah’ın İslâm’ın gençliğini yenilediği, dinin ışığını yükselttiği bir beyat oldu.”
Müslümanların halifesi Süleyman b. Abdülmelik’e ne mutlu…
O, Allah’ın kendisine verdiği emaneti, salih bir kişiye teslim etmekle vazifesini en güzel şekilde yerine getirmiştir. Doğruluğun veziri Raca İbn Hayve’ye tebrikler…
O da Allah için, Resûlü için ve müslümanların imamları (idarecileri) için nasihat etmiştir. Allah iyi ve hayırlı ahbaplara mükafat ve ecir versin. O ahbapların görüşleri ışığında şanslı idareciler doğruyu bulurlar.