SA’D B. MU’AZ
(Seni tebrik ederim, E bû Anır!) O, ömrünün otuz birinci yılında müslüman,
Otuz yedinci yılında şehid olmuştu. Sa’d b. Muaz (r.a.) İslam’a girdiği günle vefat ettiği gün arasında Allah ve Resülünün hizmetinde şahane günler geçirmişti…
Bakın!..
Güzel yüzlü, uzun boylu, iri gövdeli ve akıllı bu kişiyi görüyor musunuz?
işte o…
O, Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’den tevhidi ve İslam’ı müjdelesin diye Medine’ye gönderdiği Mus’ab b. Umeyr’i görmek için Esad b. Zürare’nin evine koşa koşa geliyor…
Evet… O, dinini beraberinde götürsün ve Medine’yi kendi diniyle başbaşa bıraksın diye bu yabancıyı Medine sınırlarının dışına kovmak için oraya gidiyor!..
Fakat teyzesinin oğlunun ve Es’ad b. Zürare’nin evindeki Mus’ab’ın toplantısına yaklaşır yaklaşmaz, gönlü, üzerine saadet rüzgarları gibi esen tatlı esintilerle ferahlar.
Orada oturanların yanlarına varıp Mus’ab’ın sözlerini dinlemek için aralarındaki yerini alır almaz, Allah’ın hidayeti, onun içini ve ruhunu aydınlatmış olur…
Kaderin ansızın gelen şaşırtıcı olaylarından birinde Ensar’ın lideri mızrağını fırlatıp Rasûlullah’a (s.a.v.) beyat etmek için sağ elini uzatıyordu. Sa’d b. Muaz’ın müslüman olmasıyla Medine’de yeni bir güneş doğuyor, Muhammed’le (s.a.v.) birlikte âlemlerin Rabbi Allah’a teslim olan birçok kalp onun yörüngesinde dönüyordu!..
Sa’d müslüman olmuş, kahramanlık ve büyüklükle müslümanlığının sorumluklarını da yüklenmişti…
Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Medine’ye hicret ettiğinde Abduleşhel oğullarının Sa’d’ın kabile evleri kapılarını muhacirlere açmış, bütün malları hesap sorulmaksızın ve başa kakılmaksızın onların emirlerine geçmişti!..
Ve Bedir savaşı gelir…
Rasûlullah (s.a.v.) durumu kendileriyle görüşmek için muhacir ve Ensar’a mensup sahabîlerini toplar:
Mübarek yüzünü Ensar tarafına çevirir ve şöyle buyurur:
– “Bana tavsiyede bulunun, Ensar!”
Sa’d b. Muaz bayrak gibi ayağa kalkarak şöyle der:
– “Ya Resûlellah!
Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik. Bize getirdiğin Kur’an’ın hakk olduğuna şahadet ettik.
Bu konuda senin sözlerini dinlemeye ve sana itaat etmeye söz verdik.
Ya Resûlellah! Nasıl istersen o şekilde hareket et, biz seninle birlikteyiz…
Seni hakk peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, biz de beraber dalarız. Bizden (Ensar’dan) bir kişi bile geride kalmaz. Biz yarın düşmanımıza bizimle beraber karşı gitmeni de kötü görmeyiz…
Biz savaşta sebat etmesini, düşmanla karşılaştığımızda sadakat göstermesini biliriz…
Umulur ki Allah Teala sana, bizim elimizden senin gözünü aydın edecek şeyleri gösterecektir.
Bunun için Allah’ın bereketine güvenerek bizimle birlikte düşman üzerine yürüyün…”
Sa’d’ın sözleri, müjde hilalleri gibi doğdu. Rasûlullah’ın (s.a.v.) yüzü neş’e, mutluluk ve memnuniyetten parladı. Bunun üzerine müslümanlara şöyle dedi:
– “Öyleyse yürüyün. Size müjdelerim ki, Allah Teala bana, bu iki taifeden birini vaadetti… Vallahi… Şimdi, ben o Kureyş kavminin savaş meydanında yıkılacakları yerleri görür gibiyim…”
Uhud savaşında, müşrik ordusunun ani saldırısıyla müslümanlar dağıldığında, gözler Sa’d b. Muaz’ın bulunduğu yerden ayrılmıyordu…
Ayaklarını kendisine layık bir kahramanlıkla Rasülullah’ı (s.a.v.) savunmak için onun yanındaki bir yere çivilemişti…
Sa’d’ın mertliğinin ve kahramanlığının göz kamaştırıcı ve şerefli bir şekilde tecelli etmesi için Hendek savaşı oldu…
işte bu Hendek savaşı, müslümanların hak ve adalet tanımayan düşmanlarından gördükleri acı komplolara dair açık bir delildir.
Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Medine’de Rablerine ibadet ve ona itaati tavsiye ederek ve Kureyş’in oraya bir daha saldırmıyacağını ve savaş açmıyacağını umarak barış içinde yaşarlarken yahudi liderlerinden bir grup, Kureyş’i Rasûlullah’a (s.a.v.) karşı kışkırtmak, eğer müslümanlarla savaşa çıkarlarsa, Kureyşlilerin yanında yer alacaklarına dair onlara söz vermek üzere gizlice Mekke’ye giderler…
Müşriklerle fiilen anlaşıp birlikte savaş planını hazırladılar…
Medine’ye dönerken yolda, Arap kabilelerinin en büyüklerinden birisi olan Gatafan’ı da kışkırtıp ileri gelenleriyle, Kureyş ordusuna katılmak üzere anlaştılar…
Savaş planı hazırlanıp görevler dağıtıldı… Kureyş ve Gatafan büyük ve güçlü bir orduyla Medine’ye saldıracaktı…
Yahudiler ise öbür ordunun ansızın saldırdığı sırada Medine ve etrafına zarar verme görevini yerine getirecekti…
Peygamber (s.a.v.) bu pis tertibi öğrenince hazırlık yapmaya başladı. Saldırganlara engel olmak için Medine’nin etrafına bir hendek kazılmasını emretti. Sa’d b. Muâz’la Sa’d b. Ubade’yi, muhtemel savaştaki gerçek durumlarını anlamak için Benî Kureyza yahudilerinin lideri Ka’b b. Esed’e gönderdi. Çünkü Rasûlullah’la (s.a.v.) Benî Kureyza yahudileri arasında bazı anlaşmalar vardı…
Rasûlullah’ın (s.a.v.) elçileri Benî Kureyza’nın lideriyle görüştüklerinde onlara şöyle denildi:
– “Muhammed’le (s.a.v.) bizim aramızda ne söz, ne de anlaşma
var!..”
Medine halkının böyle şiddetli bir savaş ve korkunç bir kuşatmaya maruz kalması Rasûlullah’ın (s.a.v.) zoruna gitti ve Gatafan’ı Kureyş’ten ayırmayı düşündü. Böylece saldıraya geçecek olan ordunun güç ve sayısının yarısı eksilecekti. Bizzat kendisi, bu savaştan ellerini çekmesi konusunda Gatafan’ın ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. Bunun karşılığı olarak, onlara Medine hurmalarının üçte biri verilecekti. Gatafanlılar razı oldular. Anlaşmanın sadece geçerli bir vesikaya kaydedilmesi kalmıştı…
Çalışmaların bu safhasında Rasûlullah (s.a.v.) beklemeye başladı. Çünkü bu meselede tek başına hareket etmeye hakkı olmadığı kanaatindeydi. Görüş alış-verişinde bulunmak için ashabını (R. Anhüm) çağırdı…
Rasûlullah (s.a.v.) Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade’nin görüşlerine özel bir ilgi gösterirdi. Çünkü onlar, Medine’nin ileri gelen kimsele-rindendi. Onlar bu meseleyi tartışmada ve takınılacak tavrı seçmede ilk hak sahipleriydi…
Rasûlullah (s.a.v.) kendisiyle Gatafan ileri gelenleri arasında cereyan eden konuşmaları onlara anlattı. Buna, Medine ve halkını böyle bir tehlikeli saldırı ve korkunç bir kuşatmadan uzak tutmak arzusuyla başvurduğu söyledi…
Sa’dların ikisi de Rasûlullah’a (s.a.v.) şu soru ile yöneldiler:
– “Ya Resûlellah!..
Bu senin seçtiğin bir görüş mü, yoksa Allah’ın sana emrettiği bir vahiy midir?”
Rasûlullah (s.a.v.) cevap verdi:
– “Bu, benim sizin için seçtiğim bir görüştür. Vallahi, ben bunu sadece, Arapların size bir tek yaydan attıklarını ve sizi her taraftan sardıklarını gördüğüm için yapıyorum. Onların size karşı olan üstünlüklerini herhangi bir şekilde kırmak istedim…”
Sa’d b. Muaz, erkek ve mü’minler olarak kaderin kendilerini böyle bir imtihanla karşı karşıya getirdiğini anladı…
Bu arada şöyle dedi:
– “Ya Rasûlullah!.. Biz ve onlar putlara tapan müşriklerdik. Allah’a tapmaz ve onu tanımazdık. Onlar Medine’mizden bir hurmayı, ikram edildiğinde veya satın olmak suretiyle yemeyi arzu ederlerdi…
Allah bize İslam’ı ikram edip bizi seninle ve onunla aziz kılınca mı mallarımızı onlara vereceğiz?
Vallahi, bizim buna hiç ihtiyacımız yok…
Vallahi, biz onlara ancak kılıçları veririz. Sonunda Allah bizimle onların arasında hükmünü verir…”
Hemen, Rasülullah (s.a.v.) görüşünden vazgeçti ve Gatafan’ın ileri gelenlerine ashabının anlaşma metnini reddettiklerini ve kendisinin, ashabının görüşlerini kabul ettiğini bildirdi…
Birkaç gün sonra Medine korkunç bir kuşatmaya şahit oldu…
Gerçekten korkunç bir kuşatmaydı. Çünkü şehri korusun diye etrafına kazılan hendek böyle bir kuşatmayı gerektiriyordu.
Müslümanlar savaş elbiselerini giydiler.
Sa’d Ibn Muaz kılıcını ve mızrağını aldı ve şu şiiri söyleyerek
çıktı:
Ey deve! Biraz bekle, savaş çıkacak,
Ecel yaklaştığında ölüm ne güzeldir!..
Saldırılardan birinde Sa’d’ın koluna müşriklerden birinin attığı zararlı bir ok isabet etti…
Damarından kan fışkırmaya başladı. Kanının durdurulması için geçici olarak, acil bir tedavi uygulandı. Rasülullah (s.a.v.) onun mescide götürülmesini ve hastalığı sırasında devamlı ona yakın olması için, orada kendisi için bir çadır kurulmasını emretti…
Müslümanlar büyük kahramanlarını Rasûlullah’ın (s.a.v.) mescidindeki yerine götürdüler…
Sa’d gözlerini semaya dikip şöyle dedi:
– “Ya Rabbi! Eğer Kureyş’le yapılan savaşjn birazını bıraktıy-san, beni de ona bırak. Çünkü hiçbir kavimle savaşmayı, senin peygamberine eziyet eden, onu yalanlayan ve onu yurdundan çıkaran kavimle savaşmak kadar sevmem…
Eğer bizimle onlar arasında bir savaş takdir ettiysen, o gün bana isabet eden şeyi şehit olmaya götüren bir sebep yap…
Benî Kureyza’dan gözlerim aydın oluncaya kadar beni öldürme!..”
Bravo sana, ey Sa’d b. Muaz!
Böyle bir sözü, böyle bir durumda senden başka kim söyleyebilir ki?
Allah onun duasını kabul etmişti…
Ona isabet eden şey, şehitliğe giden yolda bulunmasıydı. Çünkü bir ay sonra yaraları yüzünden Rabbine kavuşacaktı…
Fakat, Benî Kureyza’dan içi rahatlayıncaya kadar da ölmemişti.
Çünkü Kureyş, Medine’yi ele geçirmekten ümidini kesip askerler arasında korku başlayınca, eşya ve silahlarını aldılar ve yenik bir halde Mekke’ye döndüler…
Rasülullah (s.a.v.) anladı ki diledikleri zaman Medine’ye karşı ihanetlerini sürdüren Beni Kureyza yahudilerini serbest bırakmak, artık karşısında müsamahaya hakkının olmadığı bir durumdu…
Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.), Beni Kureyza’nın üzerine yürünmesini emretti…
Onları on beş gün kuşattılar…
Beni Kureyza, müslümanlardan kendileri için bir kurtuluş yolu bulamayınca teslim olup kendileri hakkında Sa’d b. Muaz’ın hüküm vermesi ricasıyla Rasûlullah’a (s.a.v.) geldiler… Çünkü Sa’d cahiliyye devrinde, onların müttefiki idi…
Peygamber (s.a.v.), ashabından bazılarını Sa’d İbn Muaz’ı daha önce mescidde tedavi edilmekte olduğu yerden getiren kimselere gönderdi…
Sa’d bir hayvanın üzerinde geldi. Çünkü güçsüz ve hastaydı.
Rasülullah (s.a.v.) ona şöyle dedi:
– “Sa’d! Beni Kureyza hakkında hükmünü ver…”
Sa’d, sonuncusu Hendek savaşı olan ve neredeyse Medine’yi halkıyla birlikte mahvedecek ihanet teşebbüslerini tekrar hatırlamaya başladı… Sa’d şöyle dedi:
– “Ben onların savaşa katılanlarının öldürülmesi…
Kadın ve çocukların esir edilmesi mallarının taksim edilmesi görüşündeyim…”
Böylece Sa’d, Beni Kureyza’dan içi rahatlayıncaya kadar ölmemişti… Sa’d’ın yarası her gün, hatta her saat tehlikeli bir hal alıyordu…
Bir gün Rasülullah (s.a.v.) onu ziyarete gitti ve onu son anlarını yaşarken buldu. Başını alıp göğsüne koydu ve Allah’a şöyle dua etti:
– “Allah’ım! Sa’d senin yolunda cihad etti. Senin Resulünü tasdik etti ve onun istediği şeyle hüküm verdi. Onun ruhunu, bir ruhu kabul ettiğinin en hayırlısıyla kabul et.”
Peygamber’in (s.a.v.) sözleri veda etmekte olan ruhun üzerine bir serinlik ve esenlik olarak boşandı. Gayret edip Rasûlullah’ın (s.a.v.) yüzünün hayatta gördüklerinin sonuncusu olması için gözlerini açtı ve şöyle dedi:
– “Es-selamü aleyke ya Resülellah!..
Şehadet ederim ki sen, Allah’ın elçisisin.”
Peygamber (s.a.v.) hemen Sa’d’ın yüzüne eğildi ve:
– “Seni tebrik ederim, Ebû Amr” dedi.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatır:
– “Ben Sa’d’ın kabrini kazanlardandım.
Her bir toprak tabakasına ulaştığımızda, misk kokusu duyardık. Nihayet cesedin konulacağı yere vardık…”
Müslümanların Sa’d’ı kaybetmeleri büyük bir bela idi…
Ama peygamberlerinin şu sözünü duyduklarında tesellileri büyük idi:
– “Sa’d b. Muaz’ın ölümünden dolayı Rahman’ın arşı sarsıldı…”