Hazrec kabilesinin kollarından Sâideoğulları’nın reisi olup yüzme ve iyi ok atma becerilerinin yanında okuma yazma bildiği için “kâmil” denilen kişilerdendi. Eshâb-ı kirâm’ın meşhûrlarından. Hz. Sa’d (r.a.), Medineli Müslümanlardandır. Künyesi Ebû Sâbit ve Ebû Kays’tır. Lakabı Seyyid-ül-Hazrec’tir. Babası Ubâde, kabilesinin reîsi idi. Annesi Umre binti Mes’ûd, sahâbiyedir. Uhud Savaşı’ndan itibaren Peygamberimizle (a.s.m.) birlikte bütün savaşlara katıldı ve Evs kabilesinin sancaktarlığını yaptı. 635 (H.14) senesinde Şam tarafında Harran’da vefât etti. Gûta kasabasında defnedildi.
SA’D B. UBADE R.A
(Ensar’ın sancağının taşıyıcısı)
Sa’d b. Muaz zikredilsin de onunla birlikte Sa’d b. Ubade zikredilmesin, bu olamaz…
Onlar Medine halkının liderleriydi…
Sa’d b. Muaz, Evs’in,
Sa’d b. Ubade ise Hazrec’in lideriydi.
Her ikisi de erkenden müslüman olmuşlar, Akabe beyatına katılmışlar, itaatkar, inançlı ve ihlaslı birer asker olarak Rasûlullah’la (s.a.v.) birlikte yaşamışlardı…
Belki Sa’d b. Ubade, bütün Ensar arasında, Kureyş’in Mekke’de müslümanlara reva gördüğü işkenceden payını alan tek kişiydi!..
Kureyş’in Mekke’de oturanlara işkence etmesi tabiî idi…
Fakat Medine’den bir adamın, sadece bir adam değil, büyük bir liderin böyle bir işkenceye maruz kalması, sadece İbn Ubade’ye hastı.
Bunun sebebi şöyledir: Akabe bieyatı gizlice yapılıp Ensar yolculuğa hazır hale geldikten sonra Kureyş, Ensar’ınbeyatını ve Rasûlullah’la (s.a.v.) onunla ve onun arkasından şirk ve karanlığın güçlerine karşı durdukları Medine’ye hicret konusunda anlaştıklarını öğrendi…
Kureyş deliye döndü ve yolda gitmekte olan kafileyi kovalamaya başladı. Nihayet kafiledekilerden Sa’d b. Ubade’ye yetişti. Müşrikler onu yakaladılar. Ellerini hayvanının yularıyla boynuna bağlayıp Mekke’ye götürdüler. Orada, onu dövmek ve istedikleri işkenceyi yapmak için etrafında toplandılar…
Kureyş’ten sığınma hakkı isteyip sığınanları uzun zaman koruyan, yaptıkları ticarete karışmayan ve onlardan birisi Medine’ye gittiğı’nde ağırlayan, Medine’nin en ileri gelen zatlarından birisi olan Sa’d b. Ubade’ye böyle mi davranılacaktı?
Onun ellerini bağlayıp dövenler kendisini ve kavmi arasındaki yerini bilselerdi, acaba onu serbest bırakırlar mıydı?..
Onlar müslüman olan Mekke ileri gelenlerine de işkence etmişler miydi?..
O günlerde Kureyş delirmişti. Cahiliyye döneminin bütün imtiyazlarının, hakkın balyozları altında ezilmeye hazırlandığını görüp kin ve intikamlarını kusmaktan başka bir çare tanımıyorlardı…
Müşrikler -anlattığımız gibi- sopa ve zulümle Sa’d b. Ubade’nin başına üşüşmüşlerdi…
Hikayenin geri kalanını bırakalım da Sa’d anlatsın:
– “… Vallahi artık ellerine düşmüştüm. Çünkü Kureyşli bir grup tepeme dikilmişti. Aralarında temiz yüzlü, beyaz ve uzun boylu bir adam vardı.
Kendi kendime: Eğer bunlardan birinde hayır varsa bunda vardır, dedim…
O adam yanıma gelince elini kaldırıp bana bir tokat patlattı…
Yine kendi kendime; tamam vallahi bundan başka hiçbirinde hayır yok, dedim!..
Aralarında çekiştirirlerken, onlardan birisi beni evine götürdü ve şöyle dedi: ‘Vah sana! Daha önce, Kureyş’tan himaye ettiğin birisi yok mu?’
Ben de: ‘Var, Cübeyr b. Mut’im’in gönderdiği tacirleri himaye e-diyordum ve onları memleketimde onlara zulmetmek isteyen kimselerden koruyordum. El-Haris b. Harb b. Ümeyye’yi de ben himaye ediyordum’ dedim.
O adam: ‘O iki kişinin adını bir daha söyle ve onlara yaptığın himayeyi anlat, dedi’. Anlattım.
Adam o iki zatın yanına gidip onlara: ‘Kendilerinin adlarını söyleyen ve aralarındaki himayeden bahseden Hazredi birisinin Mekke’de dövülmekte olduğunu söyledi…’
O iki zat ona adımı sordular. O da Sa’d b. Ubade, dedi.
Onlar: ‘Vallahi, doğru dediler ve gelip onların elinden kurtardılar’.
Sa’d, daha işin başlangıcında karşılaştığı bu zulümden sonra Mekke’den ayrıldı. Böylece Kureyş’in savunmasız, iyiliğe, hakka ve
barışa davet eden bir topluluğa karşı ne kadar acımasız olduğunu da öğrenmiş oldu…
Bu zulüm onun azmini biledi ve kendini Rasûlullah’a (s.a.v.) ashaba ve İslam’a yardıma adamaya karar verdi…
Rasûlullah (s.a.v.), Medine’ye hicret eder. Ondan önce ashabı hicret eder…
Sa’d mallarını muhacirlerin hizmetine verdi…
Sa’d doğuştan ve irsi olarak cömertti…
O, cahiliyyedeki cömertliğinin ünü bütün ünlerden yaygın olan Ibn Ubade, Ibn Duleym ve Ibn Harise’ydi…
Sa’d’ın İslam’daki cömertliği onun güçlü ve sağlam imanının delillerinden birisiydi…
Raviler onun bu cömertliği hakkında şöyle demişlerdir:
– “Sa’d’ın tabağı Peygamber’in (s.a.v.) bütün odalarında dolaşıyordu…”
Yine şöyle demişlerdir:
– “Ensar’dan bazıları bir, iki veya üç muhacirle evlerine giderlerdi.
Sa’d Ibn Ubade ise sekiz kişiyle giderdi!..”
İşte bunun için, Sa’d, Rabbinden daima iyiliğini ve rızkını artırmasını isterdi…
O şöyle derdi:
– “Allah’ım az bana layık değildir ve ben de ona layık değilim!..”
İşte bu yüzden O, Rasûlullah’ın (s.a.v.) kendisine yaptığı şu duaya layıktı:
– “Allah’ım! Salavatını ve rahmetini Sa’d b. Ubade’nin ailesi ü-zerine kıl…”
Sa’d İslam’ın hizmetine sadece servetini değil, gücünü ve maharetini de vermişti.
O çok iyi ok atardı. Rasûlullah’la (s.a.v.) birlikte çıktıkları savaşlarda onun tam bir fedaisiydi…
Ibn Abbas (r.a.) şöyle der:
– “Rasûlullah’ın (s.a.v.) bütün savaşlarında iki sancağı vardı.
Muhacirlerin sancağı Ali b. EbîTalib’teydi…
Ensar’ın sancağı da, Sa’d b. Ubade’deydi.”
Katılığın bu güçlü şahsın karakteri olduğu görülür.
O, Hakk’ta katıydı…
Kendisi için hakk gördüğü şeyde sebat etmede katıydı…
Yapılması gereken bir şeyin açıkça ilan edilmesine inandığında dalkavukluğu, yapmaya karar verdiğinde de kimseye hoş görünmeyi bilmezdi…
işte bu katılık veya aşırılık, Ensar’ın büyük liderini, lehine olanlardan ziyade, aleyhine olan davranışlara sevketmiştir…
Mekke’nin fethi günü Rasülullah (s.a.v.) onu, müslüman ordusundan bir birliğe komutan yapmıştı…
O, mukaddes beldenin kapılarını görür görmez şöyle haykırdı:
– “Bugün kahramanlık günüdür…
Bugün haram helal kılınır…”
Ömer ibn el-Hattab onun sözlerini duyunca hemen Rasûlullah’a (s.a.v.) koştu ve şöyle dedi:
– “Ya Resülellah!
Sa’d İbn Ubade’nin söylediğini dinle…
Kureyş içinde onun bir taşkınlık yapmasından emin değiliz…”
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali’ye ona yetişip elinden sancağı almasını ve onun yerine komutan olmasını emretti…
Sa’d, Mekke’nin, muzaffer İslam ordusuna teslim olup boyun eğdiğini görünce mü’minlerin ve birgün kendisinin üzerine yağdırdığı bütün işkence çeşitlerini hatırladı.
Bütün günahları ‘la ilahe illallah’ demek olan zayıf kimselere karşı Mekke halkının açtığı savaşları hatırlayınca katılığı onu, Kureyş’in başına gelen sevinmeye ve büyük fetih gününde onları tehdide sevketmişti…
Bu katılık veya başka bir deyişle Sa’d’ın karakterinin bir parçasını meydana getiren bu aşırılık onu Sakife1 günündeki bilinen yerinde durdurmuştur…
Peygamber’in (s.a.v.) vefatından hemen sonra, Rasûlullah’ın (s.a.v.) halifesinin Ensar’dan olmasını söyleyerek Beni Said’e Sakife’sinde Ensar’dan bir grup onun etrafında toplandı…
Rasûlullah’ın (s.a.v.) halifesi olmak, ona sahip olanlar için dünyada ve ahirette bir şerefti…
Bu bakımdan Ensar’dan olan bu grup, onu elde etmek istemişti…
Fakat, Rasûlullah (s.a.v.) hastalığı esnasında Hz. Ebû Bekir’in arkasında namaz kılmıştı. Sahabe Rasûlullah’ın (s.a.v.) başka olaylarla da teyid etmiş olduğu Ebû Bekir’i imam yapma olayından, halifenin “mağaradayken ikinin İkincisi” olan Ebû Bekir olduğunu anlamıştı…
Diyoruz ki: Onlar, Ebû Bekir’in halifeliğe başkasından daha layık olduğunu anlamışlardı.
Böylece Ömer b. el-Hattab (r.a.) bu görüşteydi ve onu savundu, işte bu görüş Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabından bir çoğunu red ve inkar makamında olan bu tavrı takınmaya sevketmişti.
Ancak Sa’d b. Ubade bu tutumuyla samimi bir şekilde karakter ve ahlakı yansıtıyordu…
O -anlattığımız gibi- kanaatinde sebat etmede çok katı, açık olmada çok inatçıydı…
Huneyn savaşından az önce Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzurundaki tutumu onun bu huyuna delalet etmektedir…
Müslümanlar bu savaşı muzaffer olarak bitirdiklerinde, Rasûlullah (s.a.v.) savaş ganimetlerini müslümanlara taksim etmeye başladı. O gün, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenlere özel bir ilgi gösterdi. Çünkü onlar kısa süre önce İslam’a girmiş olan eşraftı. Rasûlullah (s.a.v.), gösterdiği bu ilgiyle, savaşa katılanlardan ihtiyaç sahibi olanlara verdiği gibi, onların da kalplerini kazanmayı düşünmüştü.
Sakife: Arapça’da ‘sofa, gölgelik’ anlamlarına gelir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra halifenin kimden olacağı konusunda görüşmelerin yapıldığı yer. Bu olaya “Sakife Günü” denilmiştir. (Çeviren)
Ama sağlam müslümanları müslümanlıklarına havale edip onlara bu savaşta elde edilen ganimetlerden hiçbir şey vermemişti.
Rasûlullah’ın (s.a.v.) verdiği hediye -sadece hediye- herkesin çok arzu ettiği bir şerefti…
Savaş ganimetleri müslümanların geçimlerinin ona dayandığı önemli bir geliri teşkil ediyordu…
Böyle olunca, Ensar devamlı şunu soruyordu: Rasûlullah (s.a.v.) haraç ve ganimet paylarını onlara niçin vermemişti?
Ensar’ın şairi Hassan b. Sabit şu şiiri söylemiştir:
“Resûl’e git ve onu insanlar sayıldığı zaman, mü’minler için güvenilenlerin en hayırlısı de.
Uzakta olduğu halde, bir kavmin önüne geçirilip, niye Süleym tercih ediliyor? Onlar barındırdılar ve yardım ettiler. Savaş ateşi tutuşmuşken hidayet dinine yardım ettikleri için Allah onları Ensar diye adlandırdı…
Onlar Allah yolunda koştular, felaket ve musibetlere göğüs gerdiler. Yüz çevirmediler ve bıkıp usanmadılar.”
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve Ensar’ın şairi olan Hassan bu beyitlerde Ensar’ın çektiği sıkıntıyı ifade etmiştir. Halbuki Peygamber (s.a.v.), sahabeden bazılarına vereceğini vermiş, onlara hiçbir şey vermemişti…
Ensar’ın lideri, Sa’d b. Ubade kabilesinin bu meseleyi aralarında konuştuğunu görüp duydu ve bu durum onu memnun etmedi. Bu o-nun kapalı olmayan ve açık karakterini yansıtıyordu. Hemen Rasûluliah’a (s.a.v.) gidip şöyle dedi:
– “Ya Resülellah;
Ensar, ganimet mallarının bu şekilde dağıtılmasından dolayı size karşı gönüllerinde teessür duymuşlardır.
Sen kendi kavmine dağıttın, Arap kabilelerine bol bol verdin de, Ensar’a hiçbir şey vermedin…”
Böylece, herşeyi açık bu adam, kendi gönlünden geçen ve Ensar’ın içinden geçen her şeyi anlattı… Hz. Peygamber’e durum hakkında güvenli bir tablo verdi…
Rasûlullah (s.a.v.) ona sordu:
– “Ey Sa’d! Sen de bu fikirde misin?”
Sa’d aynı açıklıkla:
– “Ben de kavmimin bir ferdi olmaktan başka bir şey değilim.”Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona:
– “Öyleyse haydi kavmini benim için topla” dedi.
Hikayeyi sonuna kadar takip etmemiz lazım. Çünkü onun dayanılmaz bir dehşeti vardır!
Sa’d kavmi Ensar’ı topladı:
Rasülullah (s.a.v.) onlara gelip üzgün yüzlerini süzdü, anlayış ve takdirle parlayan bir gülümseme attı…
Daha sonra şöyle konuştu:
– “Ey Ensar topluluğu!
Sizden bana gelen dedikodu ve bana karşı gönlünüzde duyduğunuz teessür nedir?
Siz dalalet içindeyken ben size gelmiş değil miyim ve benim vasıtamla Allah’ın hidayeti erişmiş değli midir?
Siz fakirken, benim hicretimle Allah sizi zenginleştirmedi mi?
Siz birbirinize düşmanken benim gelmemle Allah kalplerinizi birleştirmedi mi?”
Onlar şöyle cevap verdiler:
– “Evet, Allah ve Resülü’nün üzerimizdeki lütfü daha büyüktür.”
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
– “Cevap vermiyor musunuz, ey Ensar topluluğu?”
Onlar:
– “Ya Resûlüllah! (s.a.v.) Sana nasıl cevap verelim, minnet ve şükran Allah’a ve elçisine aittir” dediler.
Rasülullah (s.a.v.) şöyle dedi:
– “Siz benim sorularıma şöyle cevap verseydiniz daha doğru söylemiş ve tarafımdan daha çok tasdik edilirdiniz!
Sen yalanlanmış olarak aramıza geldin de biz sana inandık.
Sen terkedilmiş, yalnız bırakılmış olarak bize geldin de biz sana yardım ettik.
Koğulmuş olarak geldin de, seni biz evimize aldık.
Ey Ensar topluluğu! Bazılarının kalplerini ısındırmakla müslüman olmaları için verdiğim ve sizin müslümanlığınızın sağlamlığına güvenerek size vermediğim önemsiz dünya malından dolayı canınız mı sıkıldı?Ey Ensar topluluğu! İnsanlar aldıkları koyun ve develeri götürürlerken, siz de Rasûlullah’la (s.a.v.) yurdunuza dönmek istemez misiniz? Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki, eğer hicret fazileti olmasaydı, mutlaka ben Ensar’dan birisi olmak isterdim.
Halk bir vadiye yönelse, hiç şüphesiz ben de Ensar vadisine yönelirdim.
Allah’ım! Sen Ensar’a, Ensar’ın çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına rahmet et!”
Bunun üzerine Ensar sakalları ıslanıncaya kadar hüngür hüngür ağladı…
Yüce Resûlün sözleri onların gönüllerine selamet, ruhlarına zenginlik ve afiyet doldurdu.
Hepsi birden, Sa’d b. Ubade de onlarla birlikte:
– “Biz kısmet ve pay olarak Allah’ın Resûlü’ne razı olduk” diye haykırdılar…
Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk günlerinde Sa’d, Emirülmü’minin’e gitti ve aynı aşırı açıklığıyla ona şöyle dedi:
– “Arkadaşım Ebû Bekir bizim yanımızda senden daha sevimliydi.. Vallahi, senin himayene girmek istemiyordum!..”
Hz. Ömer ona sakin bir şekilde şu cevabı verdi:
– “Komşusunun himayesini istemeyen kimse, ondan uzaklaşmıştır…” Sa’d tekrar şöyle cevap verdi:
– “Ben senden daha iyi olanın himayesine sığınıyorum!..”
Sa’d (r.a.) Emirülmü’minin Hz. Ömer’e söylediği bu sözleriyle hakaret etmek veya hoşnutsuzluğu ifade etmek istemiyordu.
Kısmet ve pay olarak Rasülullah’a (s.a.v.) razı olan kimse, uzun zaman Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sevgi ve takdirini gören Ömer gibi bir adamın halifeliğini reddedemezdi…
Sa’d, Kur’an’ın kendilerini “Araİarında merhametlidirler” diye nitelendirdiği sahabilerden birisi olarak, bazen kendisiyle Emirülmü’minin arasında istemediği ve razı olmadığı bir ihtilafı doğuracak hal ve şartları beklememek istemişti…
Devesini Suriye’ye doğru sürdü…
Oraya ulaşıp Huran bölgesinde konakladığında eceli hemen onu çağırdı ve o Rahim olan Rabbinin himayesinjJiayuştu…