Medineli meşhur yedi tâbiîn fakihinden biri. Said bin el-Müseyyeb, Medine’de yaşamış, hadis, tefsir ve fıkıh alanında tabiin’in önde gelen müçtehidlerinden biridir. İsmi, Saîd bin Müseyyib’dir. Annesi, Ümm-i Saîd binti Hakîm bin Ümeyye bin Hârise bin Evkas es-Sülemî’dir. Babası ve dedesi sahâbî idiler. Hz. Ömer’in hilâfetinin ikinci yılında dünyâya geldi. Çocuk denecek yaştan îtibâren bir tek hadîs bulabilmek için günlerce, gecelerce seyahatler yapmıştır. Tâbiînin reisi idi. Hadis rivâyeti, zühd, ibâdet ve takvayı nefsinde toplamıştı. Aynı zamanda rüya tâbirini de çok iyi biliyordu. Künyesi Ebû Muhammed Medenî’dir. Kureyş kabilesinin Mahzum kolundan olduğu için, el-Kuraşî ve el-Mahzumî de denilmektedir.
SAID B. EL -MÜSEYYEB
“Saîd b. el-Müseyyeb sahâbe daha hayattayken fetva veriyordu.”
-Tarihçiler-
Müminlerin emîri Abdülmelik b. Mervan Allah’ın evini haccetmeye ve iki Harem-i şerifin İkincisini ziyaret etmeye karar verdi.
Zilkade ayı gelince, büyük halife yolculuk için develerini hazırlatıp beraberinde, Emevîlerin şerefli efendileri, büyük devlet adamlarından bir kısmı ve bazı çocukları olduğu halde Hicaz toprağına doğru yürüdü…
Kafile Şam’dan Medîne-i Münevvereye kadar ne çok yavaş ne de çok hızlı olmadan yoluna devam etti…
Onlar konakladıkları her yerde çadırlar kurup yaygılar açıyorlar, dinî bilgilerini artırmak, kalplerine ve ruhlarına hikmet ve güzel öğüdü doldurmak için ilim meclisleri düzenliyorlardı.
Halife Medîne-i Münevvere’ye varınca Harem-T Şerif’e gidip o-ranın sakini Muhammed’e (s.a.v.) salât ve selâm getirdi.
Ravza-i mutahhara’da namaz kılma saadetine erdi.
Orada daha önce benzerini tatmadığı huzur saadetini ve ruh selâmetini tattı.
Daha önce imkân bulup kalamadığı Medine’de ikamet süresini uzatmaya karar verdi.
Medîne-i Münevvere’de kalmayı tercih edişinin başlıca sebebi Peygamber mescidini şenlendiren ilim halkaları, gökyüzünde yıldızların parladığı gibi büyük tabiilerden olan eşsiz alimlerin orada parla-masıydı.
İşte bu Urve b. ez-Zübeyr’in1 halkası…
İşte bu Saîd b. el-Müseyyeb’in halkası…
İşte ordaki de Abdullah b. Utbe’nin halkası…
Bir gün Halife, normal olarak her zaman kalkmadığı bir vakitte öğle uykusundan kalkıp odacısına.
“Meysere!” diye seslendi.
Odacısı: “Buyur, müminlerin emîri!” dedi.
Halife. “Peygamber mescidine git ve bize hadis anlatması için alimlerden birini çağır” dedi.
Meysere Mescid-i Nebevî’ye gitti. Oraya göz attı, ama ortasında yaşı altmıştan fazla bir şeyhin oturduğu halkadan başka bir halka göremedi.
O şeyhte alimlerin sadeliği vardı…
Onun üzerinde alimlerin heybet ve vakarı vardı…
Halkaya yakın bir yerde durup parmağıyla şeyhe işaret etti.
Ama şeyh ona dönüp bakmadı ve hiç aldırmadı.
Meysere ona yaklaşıp: “Sana işaret ettiğimi görmedin mi?” dedi.
Şeyh: “Bana mı?” dedi.
Meysere. “Evet” dedi.
Şeyh: “Ne istiyorsun?” dedi.
Meysere: “Müminlerin emîri uykudan kalktı ve şöyle dedi: Mescide git, bak eğer bana hadis anlatacak kişilerden birini görürsen onu bana getir” dedi.
Şeyh ona şu cevabı verdi. “Ben onun hadis anlatıcılarından değilim.”
Meysere de şöyle söyledi: “Fakat o kendisine hadis anlatacak birisini istiyor.”
Şeyh şu cevabı verdi: “Birisinden bir şey isteyen kimse, o kimsenin ayağına gelir…
Eğer istiyorsa mescidin halkasında onun için yer var.Hadis almaya gidilir fakat hadis ona gelmez…”
Odacı geldiği yoldan dönüp halifeye şöyle dedi: “Mescidde bir şeyhten başka hiç kimseyi görmedim. Ona işaret ettim. Fakat yerinden kalkmadı. Ona yaklaştım ve şöyle dedim: Müminlerin emîri şu anda uykudan uyandı ve bana: bak, mescidde bana hadis anlatacak kişilerden birini görürsen onu bana çağır.”
Bana sakince şöyle dedi: “Ben onun hadis anlatıcılarından değilim.
Eğer hadis istiyorsa mescidin halkasında onun için yer var…” .
Abdülmelik b. Mervan derin derin soludu…
Süratle ayağa kalktı ve şöyle diyerek eve doğru yöneldi:
“İşte bu Saîd b. el-Müseyyeb…
Keşke sen ona gitmeseydin ve onunla konuşmasaydın”
Toplantı yerinden ayrılıp evin içine girdiğinde Abdülmelik’in o-ğullarından en küçüğü ağabeylerinden birine şöyle dedi:
“Dünya, müminlerin emîrine boyun eğmiş ve Bizans hükümdarları huzurunda eğilmişken, onun huzuruna gelmeyen ve büyüklenen bu adam kim acaba?
Ağabey şöyle cevap verdi: “O, müminlerin emîrinin onun kızını kardeşi, el-Velîd’e istediği ve onun da kızını vermeye razı olmadığı kimsedir.”
Küçük kardeş şöyle dedi. “O, kızını el-Velîd b. Abdülmelik’e vermeye razı olmadı ha?
Kızı için, müminlerin emîrinin veliahdından ve ondan sonraki müslümanların halifesinden daha üstün bir koca mı istiyordu acaba?”
Ağabey sustu ve ona hiçbir şey söylemedi…
Küçük kardeş şunları söyledi: “Kızını müminlerin emîrinin veliahdına kıyamadıysa, ona uygun birisini bulabildi mi yoksa bazı insanların yaptığı gibi evlenmesine engel olup evde kalmış kız mı yaptı…”
Ağabeyi ona şu cevabı verdi. “Gerçekten onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum…”
Yanlarında oturan Medînelilerden biri onlara dönüp şöyle söyledi;
“Müminlerin emîri bana izin verirse onunla ilgili herşeyi ona anlatırım.
O, Ebu Vedaa denilen bir gençle evlendi.Bizim bitişik komşumuzdu.
Ebu Vedaa’nın o kızla evlenmesine dair bizzat kendisinin anlattığı orijinal bir .vkâyesi vardır.”
İki kardeş ona: “Haydi anlat” dediler.
Adam: “Ebu Vedaa bana şöyle anlattı:
İlim tahsil etmek için -bildiğin gibi- Resûlullah’ın (s.a.v.) mescidinde, Saîd b. el-Müseyyeb’in halkasına devam ediyordum…
Birkaç gün şeyhin halkasında bulunmadım. Beni arayıp sordu ve benim hasta olduğumu veya başıma bir şey geldiğini zannetti…
Etrafındaki kimselere beni sordu, fakat onların hiçbirinden benimle ilgili bir haber elde edemedi.
Birkaç gün sonra ona döndüğümde bana hoşgeldin deyip halimi hatırımı sordu. “Nerdeydin, Ebu Vedaa?” dedi.
Ben de şöyle dedim. “Karım öldü, onunla meşgul oldum.”
O: “Ebu Vedaa! Bize haber verseydin de sana yardım etseydik, seninle birlikte cenazesinde bulunsaydık ve yapacağın işlerde sana yardım etseydik…” dedi.
Ben: “Allah senden razı olsun” dedim.
Kalkıp gitmek isteğimde, orada olanların hepsi ayrılıncaya kadar kalmamı istedi ve bana şöyle dedi:
“Kendine yeni bir hanım almayı düşünmedin mi? Ebu Vedaa!”
Ben: “Allah sana merhamet etsin…
Ben yetim olarak büyümüş ve yoksul yaşayan bir gençken kızını bana kim verir ki…
Benim iki veya üç dirhemden başka param yok” dedim.
O: “Ben kızımı sana veririm” dedi.
Dilim tutuldu ve: “Sen mi?!…
Durumumu öğrendikten sonra kızını bana verir misin?!” dedim.
O: “Evet..
Dînini ve ahlâkını beğendiğimiz birisi bize gelirse ona veririz.
Sen bizim yanımızda dîni ve ahlâkı beğenilen birisisin…”
Daha sonra bizim yakınımızdaki kimselere dönüp onlara seslendi…
Onlar yanına gelince Allah’a hamdedip peygamberi Muham-med’e (s.a.v.) salât getirdi.Kızını bana nikâhladı…
Mehrini iki dirhem takdir etti.
Şaşkınlıktan ve sevinçten ne diyeceğimi bilemez bir halde kalktım.
Evime gittim. O gün oruçluydum. Orucumu unuttum. Şöyle demeye başladım:
“Vah sana Ebu Vedaa!
Sen kendine ne yaptın?!
Kimden borç para isteyeceksin?!”
Akşam ezanı okununcaya kadar bu halde kaldım…
Namazı kıldım. Orucumu açmak için oturdum. İftar yemeğim ekmek ve yağdı…
Bir veya iki lokma alır almaz kapının çalındığını duydum.
“Kim o?” dedim.
“Saîd…” diye cevap verdi.
Vallahi, ismi Sâid olan tanıdığım herkes hatırıma geldi de sadece Saîdb. el-Müseyyeb gelmedi…
Çünkü o kırk yıldan beri sadece eviyle mescid arasında görülmüştü…
Kapıyı açtım. Bir de ne göreyim Saîd b. el-Müseyyeb karşımda…
Zannettim ki, o kızını bana vermekten caydı…
Ona: “Ebu Muhammed!
Bana haber gönderseydin, ben gelirdim” dedim.
O: “Hayır, bugün benim sana gelmem daha uygundur…” dedi.
Ben: “Öyleyse evime buyur” dedim.
O: “Hayır, ben sadece bir mesele için geldim” dedi.
Ben: “Nedir o mesele?” dedim.
O: “Kızım, bu sabahtan itibaren Allah’ın dinine göre senin karın
oldu.
Biliyorum ki, evinde yalnızlığını giderecek hiç kimse yoktur. Karınla senin ayrı ayrı yerlerde gecelemenizi istemedim ve onu sana getirdim” dedi.
Ben: “Yazıklar olsun bana… Onu sen mi getirdin?” dedim.
O: “Evef dedi.Baktım ki kızı da oradadır.
O kızına dönüp: “Kızım! Allah’ın ismi ve bereketiyle kocanın e-vine gir…” dedi.
Kızı adım atmak istediğinde utancından elbisesine bastı ve neredeyse yere düşecekti.
Bense ne diyeceğimi bilmez ve şaşkın bir halde onun karşısında durdum…
Daha sonra içinde ekmek ve yağ bulunan tepsiden ileriye geçirdim. Tepsiyi göremesin diye onu lâmbanın ışığından uzaklaştırdım.
Sonra dama çıktım. Komşuları çağırdım. Yanıma geldiler ve:
“Neyin var?” dediler.
Şöyle cevap verdim:
“Bugün mecidde, Saîd b. el-Müseyyeb kızını bana nikahladı…
Ansızın onu bana getirmiş…
Gelin de, evden uzakta olan annemi çağırıncaya kadar onu yalnız bırakmayın…”
Yaşlı bir kadın şöyle dedi: “Vay, sen ne dediğini biliyor musun?!
Saîd b. el-Müseyyeb kızını sana mı verdi…
Onu eve bizzat kendisi mi getirdi?!
O kızını el-Velîd b. Abdülmelik’e bile kıyamamıştı!!”
Ben: “Evet…
İşte o, evde yanımda. Haydi çabuk olun, ona bakın” dedim.
Komşular söylediğime pek inanmıya inanmıya eve geldiler, ona hoş geldin dediler ve onu yalnız bırakmadılar.”
Az sonra annem geldi. Onu görünce bana şöyle dedi:
“Durumunu düzeltinceye kadar onu bana bırakmazsan yüzüne bir daha bakmam.
Daha sonra onu sana hediye ederim.”
“Ne istersen onu yap…” dedim.
Annem üç gün onunla birlikte kaldı. Daha sonra onu bana getirdi.
Bir de ne göreyim. O Medine kadınlarının en güzeli..
İnsanların Allah’ın Kitabı’m en iyi ezberleyeni…
Resûlullah’ın (s.a.v.) hadislerini en iyi bileniydi…Onunla birkaç gün kaldım. Bu süre içinde bizi, ne babası ne de ailesinden biri ziyaret etti.
Daha sonra mescidde şeyhin halkasına geldim. Ona selâm verdim. Selâmımı aldı. Fakat benimle konuşmadı.
Toplantı dağılıp benden başka kimse kalmayınca:
“Ebu Vedaa! Hanımını nasıl buldun?” dedi.
Şöyle cevap verdim: “O dostun istediği ve düşmanın istemediği şekildedir.”
“Allah’a hamdolsun” dedi.
Eve döndüğümde, onun, geçimimizi sağlamak üzere bize bol miktarda para gönderdiğini gördüm.
Abdülmelik’in oğlu: “Bu adamın durumu tuhaf…” dedi.
Medineli bir başkası ona: ‘Tuhaflık bunun neresinde ey emîr!
O dünyasını ahireti için vasıta yapan kimsedir…
O kendisi ve ailesi için bakiyi fani karşılığında satın aldı…
Vallahi, o kızını müminlerin emîrinin oğluna kıyamadı…
Ona denk birisini bulamadı ve onun için dünya fitnesinden korktu…”
Arkadaşlarından birisi ona şunu sordu: “Müminlerin emîrinin dünürlüğünü kabul etmeyip kızını müslüman halktan birisiyle mi evlendiriyorsun?!”
Şöyle cevap verdi: “Kızım bana emanettir. Yaptıklarımda onun iyiliğini aradım.”
Ona: “Nasıl?” diye soruldu.
Buna da şöyle cevap verdi:
“Eğer o, Emevîlerin saraylarına gidip… lüks elbise ve eşyalar arasında salınırsa… huzurunda hizmetçi ve cariyeler durursa…
Bundan sonra kendisini halifenin hanımı olarak görürse, onun hakkında ne düşünürsünüz?
O gün onun dini nerede olur?”
Şamlı birisi şöyle dedi: “Sizin şeyhinizin insanlar arasında eşsiz bir tip olduğu görülüyor.”
Medineli ona şu cevabı verdi: “Vallahi, kesinlikle haksız değilsin…O gündüzleri oruç tutar…
Geceleri namaz kılar…
Kırk civarında haccı vardır…
Kırk yıldan beri Peygamber mescidinde ilk tekbiri kaçırmamıştır…”
Bu süre içinde namazda birinci safa dikkat etmek için birisinin ensesine baktığı bilinmemektedir, yani daima birinci saftadır.
Kureyş kadınlarından dilediğiyle evlenmek elinde olduğu halde o, Resûlullah’ın (s.a.v.) yanındaki derecesinden…
Resülullah’ın (s.a.v.) hadisini rivayetteki gücünden…
Resûlullah’tan (s.a.v.) hadîs almaya aşırı istekli olmasından dolayı… Ebu Hureyre’nın kızını diğer kadınlara tercih etti…
O, çocukluğundan İtibaren kendini ilme vermiş… Hz. Peygam-ber’in (s.a.v.) hanımlarının yanlarına girmiş ve onlardan istifade etmişti…
Zeyd b. Sabit1, Abdullah b. Abbas2 ve Abdullah b. Ömer’e3 talebe olmuştur…
Hz. Osman, Ali, Suheyb4 ve başka sahabilerden hadis dinlemiş,
Onların ahlâkıyla ahlâklanmıştı…
Devamlı tekrar ettiği bir sözü vardı ki sanki onu kendine parola yapmıştı:
O da şu sözdü: “Kullar, nefislerini Allah’a itaat gibi başka bir şeyle yüceltmezler, ona itaatsizlik gibi başka birşeyle de nefislerini küçültmezler.”51 Zeyd b. Sabit: Hayatı bu eserde vardır.
2 Hayatı bu eserde vardır.
3 Abdullah b. Ömer: Ömer b. el-Hattab’ın oğludur. Hayatı bu eserde vardır.
4 Hayatı bu eserde vardır.
5 Saîd b. el-Müseyyeb hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:
1. Tabakatu Ibn Sa’d V/119
2. Tarîhu’l-Buharî.
3. El-Maarif, s. 437.
4. Hıyletu’l-evliya, 11/161.
5. Tehzîbu’l-esma ve’l-luğat, I. Kısım, I. Cüz, s. 219.
6. Ibn Hallikan, Vefeyatu’l-a’yan, II/375.
7. Tezkiratu’l-huffaz, 1/51.
8. El-lber, 1/110.
9. En-Nücumu’z-Zahira, I/228.
10. Şezeratu’z-zaheb, 1/102.