İLMİYLE AMEL EDEN ALİM SALİM B. ABDİLLAH B. ÖMER
“Salim, güvenilen, çok hadis rivayet eden, raviler arasında büyük bit mevkiye sahip muttaki bit zattı.” -İbn Sad-
İşte şimdi Ömeru’l-Faruk’un halifelik devrindeyiz…
işte burası da Resûlüllah’ın (s.a.v.) şehri “Medine”, orası, müslümanların İran hükümdarlarının sonuncusu Yezdücerd’in eşyaları olarak elde ettiği harp ganimetleriyle dolup taşmaktadır…
Ganimetler arasında, Kisraların mücevherlerle işlenmiş taçları, incilerle süslenmiş kemerleri, daha önce hiçbir gözün ilişmediği yakut ve mercanlarla süslü kılıçları vardı…
Bu korkunç ve muazzam hâzinenin yanında, Medine’nin daha kalabalığını ve daha değerlisini görmediği büyük bir iranlı esir topluluğu vardı.
Çünkü onların arasında Yezdücerd’in üç kızı da vardı…
Hz. Ali (r.a.) büyük bir fiyatla onları satışa arzetti. Onları, müslüman gençlerinin en gözdelerinden bir gruba gösterdi.
Onlardan biri Resûlüllah’ın (s.a.v.) torunu el-Hasen b. Ali’yi seçti…
O kadından Zeynulabidîn oldu…
İkincisi, Muhammed b. Ebî Bekr’i (r.a.) seçti…
Ondan da Medine’nin yedi fakîhinden birisi olan el-Kasım oldu..Üçüncüsü, müslümanların halîfesi Ömer’in oğlu Abdullah’ı seçti…
Ondan da Faruk’un torunu ve ona en çok benzeyen insan Salim doğmuştu…
Gelin, Salim b. Abdillah b. Ömer b. el-Hattab’ın parlak ve göz a-lıcı tablolarını görelim…
Salim b. Abdillah Resûlüilah’ın (s.a.v.) hicret yurdu olan Medi-ne-i Münevvere’de doğdu.
Medine’nin peygamberlik kokularıyla burcu burcu kokan ve vahyin nuruyla parlayan havasında büyüdü…
Abid, zahid, sıcak günlerde oruç tutan ve seherlerde namaz kılan babasının kucağında yetişti…
Ömer’in ahlâkıyla ahlâklandı…
Babası ondaki takva ve doğruluk belirtilerini, davranışındaki İslâm ve Kur’an ahlâkını diğer kardeşlerindekilerin üstünde görmüştü.
Bu yüzden onu kalbinin en ince noktalarına kadar işleyen bir sevgiyle sevmişti. Bu konuda onu tenkid edenlere şu cevabı vermişti:
“Salim yüzünden beni tenkid ediyorlar. Ben de onları tenkid ediyorum. Çünkü Salim benim gözümün bebeğidir.”
Salim, babasının öğrendiği hadisleri öğrenmek, Allah’ın dinini ve Allah’ın kitab’ını anlamak üzere babasına yönelmiş daha sonra da kendini Harem-i Şerîf’e atmıştı.
Resûlüllah’ın (s.a.v.) mescidi devamlı büyük sahabîlerden meydana gelen kalabalık bir toplulukla dolup taşıyordu.
Delikanlı mescidin köşelerinden birine yerleştiğinde, karşısında, kendisinde peygamberlik nurundan bir nur bulunan bir yıldız ve peygamber kokularından olan bir koku buldu.
Ona nerede göz atsa veya kulak verse, onda iyiyi görür ve ondan iyi olanı duyardı.
Bu sebeple ona, başlarında Ebu Eyyub el-Ensârî, Ebu Hureyre, Ebu Rafii, Ebu Lubabe ve Zeyd b. el-Hattab olmak üzere birçok sahabîden hadis almak nasip olmuştu.
İşte o, babası Abdullah b. Ömer’den başka bunlardan da hadis almıştı.
Çok geçmedi o, müslümanların büyük ve ünlü isimlerinden biri, tabiîn’in efendilerinden büyük bir efendi, dinleri konusunda müslümanların kendilerine başvurdukları, onlardan Rabblerinin dinlerini alan, din ve dünya meselelerinde kendilerine müracaat ettikleri, Medine fakihlerinden biri oldu.
Valiler kadılarına, karşılaştıkları davalarda onlara başvurmalarını emrederlerdi.
Kadılara bir mesele geldiğinde hepsi biraraya gelirler, onu incelerler daha sonra ancak onların görüşleriyle hüküm verirlerdi.
Valilerin en şanslısı, kendisinden en iyi söz edileni, insanların kalplerini en iyi kazananı ve halifelerin yanında en güvenilir olanı, Salim İbn Abdillah’ın tavsiye ve görüşüne sarılan kimseydi.
Onun durumuna muhalif olanlara ise Medine dar gelmiş ve orada valiliğe dayanamaz hale gelmişlerdi.
Bunlardan birisi şöyle olmuştur: Abdurrahman b. ez-Zahhak, Yezîd b. Abdilmelik’in halifeliği zamanında Medine’ye vali olmuştu.
Fatıma Bintü’l-Hüseyn dul kalmış, artık kendini çocuklarını yetiştirmeye vermişti.
Ibnu’z-Zahhak gelip onu kendine istedi.
Fatıma şöyle cevap verdi: “Vallahi, ben evlenmek istemiyorum. Benim çocuklarım var. Ben kendimi onlara adadım.”
O, Fatıma’ya ısrar ediyordu. Fatıma da, kötülük yapmasından korktuğu için sert davranmadan ondan özür diliyordu.
Fatıma’nın kendisine karşı direnmediğini görünce ona şöyle dedi:
“Vallahi, eğer benim eşim olmaya razı olmazsan, oğullarından en büyüğünü alır, şarap içtiği iddiasıyla onu sopalatırım.”
Fatıma durumu Salim b. Abdillah’a danıştı. Salim Fatıma’ya; valiyi, halifeye şikayet eden, kendisinin Resûlüllah’a (s.a.v.) ve Al-i Beyt’e yakınlığını ve akrabalığını hatırlatan bir mektup yazmasını tavsiye etti.
Fatıma mektubu yazdı ve bir adamıyla onu Şam’a gönderdi.
Fatıma’nın adamı mektubu götürdüğü sırada, halifenin, Medine’deki maliye memuru İbn Hürmüz’e hesapları görüşmek üzere kendisine gelme emri geldi.
İbn Hürmüz, üzerinde hakkı olan arkadaşlarıyla vedalaşmaya başladı. Vedalaşmak üzere Fatıma Bintu’l-Hüseyin’e gitti ve ona şöyle dedi:
“Ben Şam’a gidiyorum. Bir ihtiyacın var mı?”
Fatıma: “Evet…
İbnu’z-Zahhak’tan gördüğüm muamele ve bana yaptıklarını, onun Medine alimlerine, özellikle Salim Abdillah’a hürmet etmediğini müminlerin emîrine haber verirsin” dedi.
Ibn Hürmüz, onun ziyaret etmesini istemedi, çünkü Fatıma’nın İbnu’z-Zahhak hakkında şikâyetini halîfeye kendisi götürmek istiyordu.
İbn Hürmüz Şam’a, Fatıma Bintü’l-Hüseyn’in mektubunu götüren elçinin ulaştığı gün ulaştı.
ibn Hürmüz halifenin huzuruna girince ondan Medine’nin durumunu ve Salim Abdillah’la onun fakîh arkadaşlarını sordu. Ona şöyle dedi:
“Bu arada bilinmesi gerekli önemli bir durum veya zikre değer bir mesele var mı?”
İbn Hürmüz, Fatıma Bintü’l-Hüseyn’in başından geçenler hakkında ona hiçbir şey söylemedi.
Valinin Salim ibn Abdillah’a karşı tutumu hakkında da hiçbir şeyden bahsetmedi.
Ona hesapları arzetmek üzere yanında otururken, içeriye hacip (odacı) girdi ve şöyle dedi:
“Allah halifeyi iyilikte devam ettirsin.
Kapıda Fatıma Bintu’l-Hüseyn’in elçisi var.”
Bunun üzerine ibn Hürmüz’ün yüzü değişti ve: “Allah halifeyi başımızdan uzun zaman eksik etmesin.
Fatıma Bintü’l-Hüseyn bana, sana verilmek üzere bir mektup verdi” dedi ve meseleyi halifeye anlattı…
Halife onun sözlerini duyar duymaz oturduğu divandan kalkıp:
“Kahrolasıca…
Ben sana Medine’yle ilgili meseleler hakkında sormadım mı?!
Sende böyle bir haber varken benden bunu saklıyor musun?!”
Ibn’u Hürmüz unuttuğunu söyleyerek ondan özür diledi. Daha sonra elçiye izin verilip içeriye alındı. Mektubu ondan aldı. Açıp okumaya başladı. Adeta gözlerinden kıvılcımlar saçılıyordu. E-lindeki sopayla yere vururken bir taraftan da şöyle diyordu:
“İbnu’z-Zahhak Resûlüllah’ın (s.a.v.) ailesine karşı böyle cüret mi gösterdi. Aralarındaki Salim b. Abdillah’ın tavsiyesine kulak asmadı ha!
Ben Şam’da minderimin üzerindeyken, o da Medine’de işkence görürken bana onun sesini işittirecek birisi yok mu?”
Ona şöyle denildi: “Evet var, müminlerin emîri!
Medine için ancak Abdulvahid b. Bişr en-Nazrî vardır.
Onu Medine’ye vali yap… O, şu anda Taif’tedir.”
Halife: “Evet… Vallahi evet… O oraya aittir” dedi.
Daha sonra bir kağıt getirtti ve kendi eliyle şöyle yazdı:
“Müminlerin emîri Yezîd b. Abdilmelik’ten Abdulvahid b. Bişr en-Nazrfye.
Es-Selamu aleyke…
Seni Medine’ye vali tayin ettim. Bu mektubum sana geldiğinde oraya git. İbnu’z-Zahhak’ı valilikten uzaklaştır. Ona kırk bin dinarlık bir tazminat ödet ve sesini Medine’den duyuncaya kadar ona işkence et.”
Postacı mektubu aldı. Hızla Medine yolunu takip ederek Taif’e doğru yürüdü.
Medine’ye ulaşınca vali İbnu’z-Zahhak’ın yanına girmedi. Ona selâm vermedi. Valinin kendisine karşı kötülük yapacağı hissine kapıldı.
Vali ona haber gönderip evine çağırdı. Ona geliş sebebini sordu. Postacı hiçbir şey söylemedi. Vali minderin ucunu kaldırıp:
“Bak” dedi… Baktı ki içi dinarlarla dolu bir kese.
“Bu bin dinar…’’ dedi.
“Sana söz veriyorum, eğer bana maksadını söylersen, sana e-limde olanları veririm ve bu meseleyi gizlerim…”
O da meseleyi ona anlattı. Parayı ona verip şöyle dedi:
“Ben Şam’a varıncaya kadar üç gün burada oyalan, sonra gitmen gereken yere git…” İbnu’z-Zahhak hayvanına binip hemen Medine’den ayrıldı ve hızla Şam’a doğru yürüdü.
Oraya varınca, halifenin güzel ahlâklı ve iyiliksever ve yardım etmeyi çok seven bir zat olan kardeşi Mesleme b. Abdilmelik’in huzuruna girdi.
Mesleme’ye şöyle dedi:
“Ey emir! Senin himayeni istiyorum.”
Mesleme: “Hayrola… Neyin var?” dedi.
İbnu’z-Zahhak: “Müminlerin emîri yaptığım bir hatadan dolayı bana kızgındır.”
Mesleme, sabahleyin Yezîd’e gidip şöyle dedi: “Benim müminlerin emîriyle bir işim var.”
Yezîd de şöyle dedi: “Senin her ihtiyacın İbnu’z-Zahhak hakkında olmadığı sürece yerine getirilmiş demektir.”
Mesleme de: ‘‘Vallahi, ben sana sadece onun için geldim…” dedi.
Yezîd: “Vallahi, onu asla affetmem…” dedi.
Mesleme: “Peki, günahı nedir?” dedi.
Yezîd: “O Fatıma Bintu’l-Hüseyin’e talip olup tehdit etti ve korkuttu…
Fatıma’nın meselesinde Salim b. Abdillah’ın tavsiyesine kulak asmadı. Bu yüzden bütün Medine şairleri onu hicvetmeye, bütün salih ve alimleri onu ayıplamaya başladılar…” dedi.
Mesleme: “Ey müminlerin emîri! Seni, aranızdaki meselede kendi haline bırakıyorum.”
Yezîd: “Yeni valinin onun hakkındaki emrimi yerine getirmesi ve onu öbür valilere ibret yapması için Medine’ye dönmesini emret…” dedi.
Medine halkı yeni valilerine çok sevindiler. Halife’nin, İbnu’z-Zahhak hakkındaki emrini yerine getirmede ihtiyatlı davranması onları memnun etti.
Onun hayır yolunda gittiğini ve onlarla ilgili bir meseleyi ancak el-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekr ve Salim b. Abdillah b. Ömer’le istişare ettikten sonra sonuca bağladığını görünce ona olan sevgileri daha da arttı. Müslümanların halifesi Yezîd b. Abdilmelik ne büyüktür…
Böyle bir örnek ortaya koyan ve böyle zatları çıkaran büyük İslâm ne yücedir.
Yüce tabiî Salim b. Abdillah b. Ömer b. el-Hattab’ia tekrar karşılaşmak üzere.