ZEYNULÂBİDÎN ALİ B. EL-HUSEYN B. ALİ
“Ali b. el-Hüseyn’den daha faziletli hiçbir Kureyşli görmedim.”
-Ez-Zuhrî-
Bu parlak yılda Klsra defterlerinin sonuncusu dürülmüştü.
Iran hükümdarlarının sonuncusu Yezdücerd ölmüş…
Komutanları, muhafızları ve ailesi müslümanların eline esîr düşmüş… ve ganimetler Medine-i Münevvere’ye götürülmüştü.
Bu büyük zaferin esirleri, pek çok ve kıymetliydi. Medine sayı bakımından o kadar fazlasına ve o kadar itibarlısına şahit olmamıştı.
Esirler arasında Yezdücerd’in üç kızı da vardı.
Halk esirlere koşup kısa bir süre içinde onları satın aldı, paralarını da hâzineye ödediler. Sadece Kisra Yezdücerd’in çok güzel kızla-m rı kalmıştı…
Onlar satışa arzedildiklerinde içine düştükleri zilletten dolayı gözlerini indirip yere bakmaya, duydukları üzüntüden dolayı gözleri yaş akıtmaya başlamıştı…
Ali b. Ebî Talib (Kerremallahu vecheh) onlara acıdı ve içinden, bunlar kendilerine iyi davranacak kimselere satılsalar diye geçirdi.
Bunda bir tuhaflık yoktu. Çünkü Resülüllah (s.a.v.) şöyle buyuruyordu:
“Zelîl (düşmüş) bir milletin azizine acıyınız”Hükümdarların kızlarına başkalarına davranıldığı gibi davranılmaz…” dedi.
Ömer: “Doğrusun, fakat nasıl?” dedi.
Ali: “Onlara pahalı bir fiyat biçilir. Sonra onlara, bu parayı verebilecek kimselerden dilediklerini seçme hürriyeti verilir” dedi.
Böylece Ömer rahat bir nefes aldı ve Ali’ni dediğini uyguladı.
Kızlardan birisi, Abdullah b. Ömer b. el-Hattab’ı seçti.
İkincisi, Muhammed b. Ebî Bekir es-Sıddîk’i seçti.
“Şahizinan” adındaki üçüncü kız da Resûlüllah’ın (s.a.v.) torunu eî-Hüseyin b. Ali’yi seçmişti.
Şahizinan iyi bir müslüman oldu…
Islâm dinine girmekle kölelikten kurtuldu. Daha önce cariyeyken hanım haline gelmiş ve hürriyetine kavuşmuştu.
Daha sonra o putçu geçmişiyle olan bütün bağlarını koparmayı düşünmüş ve “Kadınların melikesi (kraliçesi)” anlamına gelen “Şahizinan” adını bırakıp “Gazale” adını almıştı.
Gazale, kocaların en hayırlısına ve kral kızlarına en lâyık olanıyla mesud bir hayata kavuşmuştu.
Kocasının arzuları arasında sadece bir erkek çocuğa sahip olmak vardı.
Allah’ın lutfuyla o Hüseyin’e güzel yüzlü, nur topu gibi bir erkek çocuk vermişti… Dedesi Ali b. Ebî Talib’in adına teberrüken ona Ali adını koymuştu.
Ancak Gazale’nin sevinci birkaç dakikadan fazla sürmemişti…
Çünkü hemen yakalandığj lohusalık hummasının arkasından Rabbinin çağrısına evet demişti. Yavrusunu seyretmek için bile ona bir fırsat tanınmamıştı.
Gazale’nin cariyesi küçük çocuğun bakımını üzerine aldı. Onu, annenin çocuğuna duyduğu sevginin üstünde bir sevgiyle sevdi…
Annenin biricik yavrusunu gözetmesinden daha çok gözetti.
O, başka bir annesi olduğunu bilmeden büyüyüp gitti…
Ali b. Hüseyn, temyiz yaşına ulaşır ulaşmaz arzu ve özlemle ilim taleb etmeye koştu…
Onun ilk okulu evi idi. O, ne yüce evdi.Onun ilk öğretmeni, babası Hüseyin b. Ali idi.
O ne büyük öğretmendi.
Onun ikinci okulu en büyük Peygamber’in mescidiydi.
O sırada Peygamber’in mescidi, Resûlüllah’ın (s.a.v.) ashabından hayatta kalanlar ve büyük tabiîlerin birinci tabakasıyla dolup taşıyordu.
Onlar sahabe çocuğu olan bu tomurcuk çiçeklere kalplerini açıyorlar ve onlara Azîz ve Celîl olan Allah’ın kitabını okutuyorlar ve öğretiyorlardı…
Onlara Resûlüllah’ın (s.a.v.) hadislerini rivayet ediyorlar ve onların manâ ve maksatları konusunda bilgi veriyorlardı.
Onlara Peygamber’in (s.a.v.) hayatını ve yaptığı savaşları anlatıyorlardı….
Onlara Arap şiirini öğretiyorlar, onun güzel olanlarına dikkatlerini çekiyorlardı…
Onların taze kalplerini, Allah sevgisi, korkusu ve takvasıyla dolduruyorlardı…
İşte bunlar ilmiyle amel eden alimler ve kendileri doğru yolu bulmuş yol göstericilerdi.
Ancak Ali b. Hüseyin’in gönlü Azîz ve Celîl olan Allah’ın Kita-bı’na tutulduğu gibi, hiçbir şeye tutulmadı…
Duyguları onun söz vermesinden ve tehdidinden dolayı sarsıldığı gibi, hiçbir şeyden dolayı sarsılmadı…
Cennetin adı geçen bir ayet okuduğunda kalbi ona olan özleminden dolayı uçardı…
Cehennemin adı geçen bir âyet duyduğu zaman sanki cehennemin alevi içindeymiş gibi derin ve sıcak bir nefes verirdi…
❖
Ali Ibnu’l-Hüseyn gençliğini ve ilmini tamamlar tamamlamaz Medîne, Haşim oğullarının ibadet ve takvada en derin, fazîlet ahlâkta en büyük, iyilik ve ihsanda en cömert, ilim ve marifette en geniş gençlerinden birini elde etmiş oldu…
İbadet ve takvada öyle bir dereceye ulaşmış ki, abdestle namaz arasında, duyduğu histen dolayı bütün vücudunu bir titreme alırdı.
Bu konuda kendisiyle konuşulduğu zaman:“Yazıklar olsun size!
Sanki siz kimin için kalkıp namaz kıldığımı bilmiyorsunuz.
Kime yakarmak istediğimi bilmiyorsunuz…”
Haşim oğullarına mensup genci, ibadet ve takvadaki üstünlüğü sebebiyle halk “Zeynulâbidin-Âbidlerin süsü” diye çağırmaya başladı. Öyle ki hakiki ismini unuttular veya unutacak dereceye geldiler ve lâkabını gerçek ismine tercih ettiler.
Secdelerini uzatıp kendini ona verdiği için, Medine halkı ona “Seccad”1 demiştir.
İçinin ve kalbinin temizliği sebebiyle onu “Zekî”2 diye nitelemişlerdir.
Zeynulâbidîn, ibadetin özünün dua olduğuna inanırdı…
Onun en çok hoşuna giden dua Ka’be’nin örtüsüne sarılarak yapılan duaydı.
Çoğunlukla Beyt-i Atik’e sarılıp şöyle dua ederdi:
“Allah’ım! Bana rahmetinden tattıracağın kadar tattırdın.
Bana lütfundan vereceğin kadar verdin ve ben sana korkmadan, güvenerek dua eder, yine korkmadan dost bilerek senden ister oldum…
Allah’ım! Senden, rahmetine ihtiyacı çok fazla, hakkını edaya gücü çok az kimse olarak istiyorum.
Benden kendisini senden başkasının kurtaramayacağı, batmış ve kimsesizin duasını kabul et. Ey cömertlerin en cömerdi!.”
Bir defasında Tavus b. Keysan onu, Beyt-i Atik’in gölgesinde, felâkete uğrayan kimse gibi kendini yerden yere atarken, hasta kimse gibi ağlarken ve çaresiz kalanın dua ettiği gibi dua ederken gördü.
Tavus onun, ağlamasını kesmesini ve duasını bitirmesini beklemeye başladı. Ağlamasını kesip duasını bitirdikten sonra ona doğru ilerleyip şöyle dedi:
“Ey Resülüllah’ın (s.a.v.) torunu! Seni o halde gördüm. Halbuki senin, kendini korkudan emin kılacağını zannettiğim üç faziletin var.”
Zeynulâbidîn sordu: ‘Tavus! Peki nedir bunlar?”
1 Seccad: Çok secde eden, secdesini uzatıp ona dalan anlamına gelmektedir.2 Zeki: Temiz ve günahlardan arınmış anlamına gelmektedir.
Tavus şöyle cevap verdi: “Bunlardan, birisi; senin Resûlüllah’ın (s.a.v.) torunu olmandır.
İkincisi: Dedenin sana şefaatidir.
Üçüncüsü: Allah’ın rahmetidir…”
Zeynulabidîn şu cevabı verdi: ‘Tavus! Resûlüllah’ın (s.a.v.) soyundan olmam, Azîz ve Celîl olan Allah’ın şu sözünü duyduktan sonra beni emin kılmaz.
“Sûr’a üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez.” (El-Müminun, 101).
“Dedemin bana şefaatına gelince, Allah’ın şu sözü ne yücedir…”
“Onlar Allah’ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler.” (El-Enbiya, 28).
Allah Teâlâ’nın rahmetine gelince, o şöyle buyurmaktadır.
“Doğrusu, Allah’ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.” (El-A’raf,56).
Takva, Zeynulabidin’e Allah’ın verdiği haslet, fazilet, asalet ve hilmi yağdırabildiği kadar yağdırdı…
Tarih kitapları onun şahane haberleriyle süslenmiş, sayfaları onun asîl davranışlarıyla parlamıştır.
Bunlardan birini el-Hasen Ibnu’l-Hasen anlatmaktadır:
“Benimle amcamın oğlu Zeynulabidîn arasında bir anlaşmazlık oldu. Arkadaşlarıyla birlikte mesciddeyken onun yanına gittim.
Ona söylemedik hiçbir şey bırakmadım. O ise susuyor, konuşmuyordu…
Daha sonra yanından ayrıldım…
Gece olunca birisi kapıyı çalıyordu. Kim olduğunu öğrenmek i-çin kalkıp kapıya gittim.
Gördüm ki; kapıyı çalan Zeynulabidîn’di… Bana yaptıklarımın karşılığını vermek için geldiğinden hiç şüphem yoktu…
Fakat şöyle dedi: “Kardeşim! Bana söylediklerin doğruysa Allah beni affetsin.
Şayet doğru değilse, Allah seni affetsin…”
Daha sonra bana selâm verip gitti…
Ona yetişip şöyle dedim. “Vallahi, senin istemediğin birşeye dönmüş olmayayım.”Nazik bir şekilde bana: “Sen bana söylediklerinde haklısın ya…”
Medine’lilerden birisi şöyle anlatır:
“Zeynulabidin mescidden çıkıyordu. Onun peşine düştüm. Ona sövüp saymaya başladım. Bunu neden yaptığımı da bilmiyordum. Beni yakalamak için halk bana doğru koşmaya başladı.
Eğer beni yakalasalardı ancak linç edildikten sonra kurtulabilirdim.
O halka dönüp: “Adamı bırakın” dedi.
Halk beni yakalamaktan vazgeçti.
Benim korku ve telâşımı görünce, güzel yüzüyle bana doğru gelip beni sakinleştirmeye başladı. Daha sonra:
“Bana bildiğin şeyler sebebiyle sövdün. Bizim, senin bilmediğin halimiz daha büyüktür.”
Daha sonra şunu ilâve etti:
“Senin, yardımda bulunabileceğimiz bir ihtiyacın var mı?”
Ondan utanıp hiçbirşey demedim…
Utandığımı görünce, üzerindeki kisasını (elbisesini) benim üstüme attı ve bana bir dirhem verilmesini emretti.
Artık onu her gördüğümde, senin Resûlüllah’ın (s.a.v.) torunlarından olduğuna şehadet ediyorum demeye başladım.”
Mevlâlarından (azatlı kölelerinden) birisi şöyle anlatır:
“Ali b. Hüseyin’in kölesi idim. Bir ihtiyacı için beni göndermişti. Ihmâlkârlık yapıp geç kalmıştım. Yanına geldiğimde, beni kırbaçla dövdü…
Bunun üzerine ağladım. Ona olan öfkem artmıştı. Çünkü o, şimdiye kadar hiç kimseyi kırbaçlamamıştı. Ona şöyle dedim:
“Allah’tan kork, Allah’tan kork, ey Ali b. Hüseyin!
İşini yapmam için beni görevlendiriyorsun ve ben onu yerine getiriyorum, ama sen beni dövüyorsun?!”
Bunun üzerine ağladı ve şöyle dedi: “Resülüllâh’ın (s.a.v.) mescidine git ve orada iki rekat namaz kıl sonrâ da: /
“Allah’ım! Ali b. el-Hüseyn’e mağfiret et, d4 j.
Eğer gidip dediğimi yaparsan Allah rızası için hürsün.”
Mescide gittim, namaz kıldım ve dua ettim ve artık onun evine hür olarak döndüm…”Azîz ve Celîl olan Allah Zeynulabidîn’e bol lûtufta bulunmuş ona bol bol rızık vermiştir.
Zeynulabidîn’in kazançlı bir ticareti ve verimli bir ziraati vardı…
Köleleri onun namına ticaret ve ziraat yaparlardı.
Ziraat ve ticareti ona bol hayır ve bol kazanç getiriyordu…
Ancak zenginlik ve nimet Zeynulabidîn’i azdırmamıştı…
Ancak o dünya malını ahireti kazanmak için bir araç yapmıştı.
Onun zenginliği salih kula uygun ne iyi zenginlikti.
İyi amel olarak o, gizli sadakayı1 ne kadar çok severdi…
Karanlık olunca un çuvallarını zayıf sırtına alır, insanlar uyurken gece karanlığında o çuvallarla birlikte çıkardı.
Onları, dilencilik yapmayan, ihtiyaç sahiplerine bağışlamak için Medine mahallelerinde dolaştırırdı…
Medine halkından birçok kimse bol bol yedikleri erzaklarının nereden geldiğini bilmeden yaşıyorlardı.
Ali b. el-Hüseyn ölünce, bunların kendilerine gelen erzağı kesildi. Böylece bunun kaynağını öğrenmiş oldular.
Zeynulabidîn teneşire konulunca, yıkayacak olanlar baktılar. Sırtında bazı morluklar gördüler.
“Bunlar ne?” dediler.
Onlara şöyle cevap verildi: “Bunlar, Medine’de yüz eve götürdüğü un çuvalları yüzündendir. Onlar Zeynulabidîn’in ölümüyle kendilerine hayır yapan kimseyi kaybetmişlerdir.”
Ali b. el-Hüseyn’in köle azat etmekle ilgili haberlerini seyyahlar doğu ve batıya, her tarafa yaymışlardı…
Çünkü onun yaptığı bu iş, hayallerin üstüne çıkmış, bilenlerin bilgisini aşmıştı.
Köle iyi davrandığında mükâfat olarak onu azad ederdi…
Kötülük yapıp tövbe ettiğinde, tövbesinin karşılığı olarak köleyi azad ederdi…
Öyle ki, onun bir köle azad ettiğini, köle ve cariyelerinden hiçbirini bir yıldan fazla kullanmadığını rivayet etmişlerdir.1 Gizli sadaka: Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği sadakadır.Onun köle azad etmesi daha çok Ramazan bayramı gecesine rastlıyordu. Bu mübarek gecede köleleri hürriyetine kavuşturuyordu.
Onlardan kıbleye yönelip şöyle demelerini istiyordu:
“Allah’ım! El-Hüseyn b. Ali’yi bağışla.”
Daha sonra onlara, bayramlarını iki bayram, sevinçlerini iki sevinç haline getiren ikramlarda bulunurdu…
Ali b. el-Hüseyn, insanların kalbinde, çağında hiçbir insanın ulaşamadığı bir mevki elde etti…
İnsanlar onu içten bir sevgiyle sevmişler, ona büyük ve derin bir arzu duymuşlardır…
Onun eve girip çıktığını, mescide gittiğini görmek veya onun kokusunu duymak saadetine nail olmak için onu gözetlerlerdi…
Anlatılır ki Hişam b. Abdilmelik hac için Mekke’ye gelmişti. O sırada veliahd idi.
Tavaf etmek ve Hacer-i Esved’e istilam (dokunmak) etmek üzere geldi…
Hişam’ın etrafındaki askerler halkı ona yaklaştırmıyorlar ve ona yol açıyorlardı…
Fakat halktan birisi onlara iltifat etmeyip yoldan çekilmedi.
Çünkü Beyt (Ka’be), Allah’ın eviydi…
Bütün insanlar da onun kullarıydı…
Onlar bu durumdayken, uzaktan gelen lâ ilahe illallah ve Allahu ekber sesleri duyuldu.
Duyanlar ona doğru baktı.
Bir de ne görsünler, orada etrafı insanlarla sarılmış, güzel görünüşlü, zayıf vücutlu ve parlak yüzlü bir adam vardı.
Onun üzerinde heybet ve vakar vardı.
O, izar ve ridasıyla1 yürümekteydi…
Alnında secde eseri görülmekteydi…
İnsan toplulukları ona yol açıyorlar ve onun için saf saf diziliyorlardı.1 (zar: Belden aşağı giyilen peştamal gibi bir giysi.
Rida: Aba veya cübbe gibi üstten giyilen giysi. (Çeviren.)İnsanlar, onu özlem ve sevgi bakışlarıyla karşılıyorlardı. Nihayet o Hacer-i Esved’e vardı ve onu istilâm etti.
Bu arada, Hişam b. Abdilmelik’in maiyetinden birisi Hişam’a dönüp şöyle dedi:
“Halkın bütün bu ikram ve saygıyı gösterdiği şahıs kimdir?”
Hişam: “Onu tanımıyorum” diye cevap verdi.
Orada olan el-Ferazdak1 şöyle dedi:
Eğer Hişam onu tanımıyorsa, ben onu tanıyorum… Ve bütün dünya onu tanıyor…
Bu, Ali b. el-Hüseyn’dir. Allah ondan, babasından ve dedesinden razı olsun.”
El-Ferazdak daha sonra şu şiiri söyledi:
“Bu, Mekke vadisinin, ayağının yere basışını tanıdığı zattır. Bunu Beyt (Ka’be) de tanır, Hill de2 Harem’de.
Bu bütün kulların en hayırlısı olan (Muhammed)’in torunudur. Bu, günahlardan korunan, içi dışı tertemiz, milletin efendisidir.
Eğer bilmiyorsan, bil ki bu, Fatıma’nın torunudur. Allah’ın peygamberleri bunun ceddiyle sona erdirilmiştir.
Senin “Bu kimmiş?” sözün, ona asla zarar verici değildir. Senin tanımadığın zatı Araplar da tanır, acemler de (Arap olmayanlar da).
Her iki eli de, umuma isabet eden, cömertlik yağmurlarıdır. Daima bu ellerin rahmetleri istenir, hiçbir zaman kendilerine yokluk gelmez.
Yumuşak huyludur, öfkeleneceğinden endişe edilmez.
İki şey onu süsler: “Yaratılış (vücut) ve huy güzelliği.”
Şehadet getirmesinden başka hiçbir yerde “Yok” dememiştir. Şehadet getirmede olmasaydı onun “Yok’”u “evef’e dönerdi.
Bütün halka ihsanını dağıtmıştır. Bu sayede onların üzerinden karanlıklar, açlık ve yoksulluk kalkmıştır.
Kureyş, kendisini gördüğünde sözcüsü derki: “Bütün iyilik ve şeref bunun iyiliklerinin başladığı yerde sona erer.”1 El-Ferazdak: Emevîler devri birinci tabaka şairlerinden biri,Hill: Kâbe civarında Haremin dışında kalan ve Harem’de işlenmesi haram olanişlerin yapılması helâl ve serbest olan kısım. (Çeviren).Hayası yüzünden gözlerini kaldırıp bakmaz. Heybetinden (huzurunda) gözler öne dikilir. Ancak tebessüm ettiği zaman kendisiyle konuşulabilir.
Onun elinde iyilik bastonu vardır. Ondan ne güzel kokular saçılır. O zeki ve beceriklidir. Onun evvelinde yücelik vardır.
Onun kökü Resûlüllah’ın (s.a.v.) soyundandır. Onun tabiatı ahlâkı ve seciyyesi ne kadar temizdir.”Allah, Resûlüllah’ın (s.a.v.) torunundan razı olsun ve onu razıetsin…O, gizlide ve açıkta Allah’tan korkan kimseye ait eşsiz bir tab-loydu…Allah’ın cezasından korktuğu ve sevabını arzu ettiği için hastalanan bir zattı.1
Zeynulabîdin hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:
1. Tabakatu b. Sa’d, V/211.
2. Tarîhu’l-Buharî, VI/266.
3. El-Ma’arif, s. 214.
4. El-Ma’rifetu ve’t-tarih, I/360-544.
5. El-Cerhu ve’t-ta’dil, İli. Cild, I. kısım, s. 178.
6. Eş-Şirazî, Tabakatu’l-fukaha, s. 63.
7. Tarîhu Ibn Asakir, Xll/515.
8. El-Esma ve’l-luğat, I. cildin I. kısmı, s. 343.
9. Vefayatu’l-a’yan, III/266.
10. Tarihu’l-lslâm, IV/34.11. El-lber, 1/111.
12. El-Bidaye ve’n-nihaye, IX/103.
13. En-Nücumu’z-zahire, I/229.