ALLAHI BİLENE NE GİZLİ Kİ!…
Bu cihan bahçesinden nice zühre yüzlü güzeller, nice mâna kahramanlan, nice sevdâlı âşıklar gelip geçti…kutlu çeşmesinden su içenler, mecnun misâli çölleri düşenler de vardı… Hakkın has kullarından İbrahim el-Havvas bir gün Likâm dağına çıkmıştı… Orada gör-düzerini şöyle hikâye ediyorlar: — Orada bir nar gördüm, canım çekti, bir tane aldım. Ne ki, ağıza alınmıyacak kadar ekşi ve acı idi. Yoluma devam ettim…
O da ne?…
Bir tarafa atılmış bir adam ki, yüzü sineklerin cirit oynadığı bir meydanı andırıyordu… Yüzünde iğne ucu kadar boş yer yoktu. Sineğin biri iniyor, biri kalkıyordu… Kendisine sokulup selâm verdim:
— Esselâmü aleyküm, ey kişi!…
Başını hafifçe kaldırıp mukabele etti:
— Ve Aleykümüsselâm, ey İbrahim!…
Hayretle sordum:
— Beni nereden tanıdın?
— Allah”ı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz!…
— Ey er!… Görüyorum ki, Allah ile berabersin. Rab-bine duâ etsen de, seni bu sineklerin ezasından korusa…
— Ey İbrahim!… Sen neler söylüyorsun? Sen de Allah ile berabersin, duâ etsen de seni bu nar arzusundan korusa, zira insan, nar sokmasının elemini kıyamette duyar, sineklerin sokma acısını ise yalnız dünyada hisseder… Allah”ı bildinse niçin hâlâ nar sevdasındasın?
Onlar, o mânâ büyükleri bu kadarcık bir şeyi bile Hak ile kendi aralarında perde olarak görüyorlardı… Ya bizim hâlimiz nice olur? Biz dünyanın kara derelerine akıp duruyoruz…