Bağdat’a giden kervana, eğitim görmek üzere, küçük Abdülkadir de dahil oluyor. Yolda, ıssız bir yere vardıklarında silâhlı bir eşkiya çetesi, kervanın önünü kesiyor. Yolcuları tek tek soyuyorlar. Yükte hafif, pahada kıymetli ne varsa hepsini alıyorlar. Toplanan para ve mallar eşkıyabaşmın önünde yığılıyor. Üstü başı aranmayan sadece Abdülkadir kalıyor. Nihâyet eşkıyabaşı ona yaklaşıyor:
“Hey çocuk,” diyor, “senin üzerinde de bir şeyler var mı?”
Küçük Abdülkadir tereddüt etmeden:
“Var, hem de kırk dinarım var. Okurken harçlık olsun diye verdiler” diyor.
Eşkıyabaşı:
“Nerede? diye soruyor.
Abdülkadir:
“Koltuğumun altında, kaftanıma dikili” diyor.
Kaftanım sökerek paralan çıkanyorlar. Eşkıyabaşı hayretle tekrar soruyor:
“Biz seni aramamıştık. Paran da gizli yerdeymiş. Niçin bize paran olduğunu haber verdin?”
Abdülkadir gülümseyerek cevap veriyor:
“Siz sorduğunuz için söyledim. Sonra annem bana her iş ve sözde doğru olmamı, yalan söylemememi sıkı sıkı tenbih etmişti. Yalan söyleyip ona ihanet edemezdim!”
Çetebaşınm birden gözleri karanyor, dizlerinin bağı çözülüyor. Sonra da yandaşlanna dönüyor:“Bu çocuk, annesine olan ahdine bu kadar bağlı ve ona hıyanet etmezken, bizler bunca yıldır Allah ahdine hıyanet etmekteyiz. İşte şu anda bu çocuk benim kurtarıcım oluyor. Herkesin eşyasını sahiplerine verin. Ben bütün yaptıklarımdan Allah’a tevbe ediyorum!..”
Bu çocuk, sonradan bütün İslâm dünyasında tanınacak olan Abdülkadir Geylânî (k.a.) Hazretleridir. Bu şâkîbaşı da yine himmetiyle bütün İslâm âlemine feyiz saçan, nice zavallıların müslüman olmasına ve kendisinden himmet alarak erenlerden olmasına vesîle olan Fuzayl ibn Iyaz (k.s.) Hazretleridir.