Vaktiyle îsrailoğullarında bir râhip vardı… Güzellik, cemâl, edâ hep onda cem edilmişti… Sanatı da sepet Örmekti… Eli ile sele sepet örer, onu satar, geçimini bu yolla temin ederdi…
Bir gün yine sele satmak için çıkmıştı. Yolu Padişahın kapısı önünden geçmedeydi… Tam oradan geçiyordu ki, cariyelerden biri onu gördü ve derhal hanımına haber uçurdu:
— Ey sahibem!… Şu yoldan biri geçiyor ki, bugüne dek ondan daha güzelini görmedim. Sele sepetle geziyor…
Hanım emir verdi:
— Git onu hemen konağa al!…
Cariye kanatlı kuşlar gibi uçarak gitti =
— Ey seleci, dedi, bahtın açıldı. Sultanımızın hanımı senden sele almak istiyor!… Haydi gel!
Rahip cariyenin ardısıra konak kapısından içeri süzüldü. Hanım onun yüzündeki aydınlığı ve güzelliği görünce hayran oldu:
— Sen, dedi, o sele sepeti at… Şu elbiseleri giy… Şu güzel kokulan sürün… Artık seni böyle sele sepet satmaya muhtaç bırakmıyacağız!…
Kadın, o temiz adama haram olan bir fiili teklif ediyordu… Temiz ruhlu adam sanki arslan elindeki tavşana dönüvermişti. Çırpına çırpına haykırıyordu:
— Ben, senin istediğin yola aslâ düjecek değilim.
Kadın fena halde öfkelendi
— Eğer istemezsen buradan çıkamazsın!…
Adam:
— Ben, dedi, Allah”tan korkarım!..
Ahlâksız kadın hiçbir şey duymak istemiyordu. He-oıen emir verdi:
MUSTAFA NECATİ BURSALI
— Kapıları kilitleyiniz!…
Adamın üzerine kapılar kapanıvermişti… Fena bir tuzağa düşmüş bulunuyordu…
Ya bu zindan derdini çekecek, ya da kadının arzu, sunu yerine getirecekti… Her iki şey de işine gelmiyordu… Sordu:
— Ey Hatun!. Sizin bu köşkünüzün üstünde başka bir yer var mı?
— Var elbet!…
— O halde beni o kata çıkarınız!…
— Pekâlâ!…
Adamı köşkün damına çıkardılar… Yüksek bir yerdi. Buradan ancak kanatlı kuşlar uçarak kurtulabilirdi… Yoksa sonunda helâk olmak vardı. Artık her şeyi göze almıştı. Kendi nefsine hitap etti:
— Ey nefsim!… Nice yıldır Rabbmın rızâsını taleb edersin. Gece gündüz onun nzâsı için çalıştın… Şimdi öyle bir gece geldi ki, bütün yaptıklarını bir anda mahvedecek…
Ey Nefsim!. Vallâhi, bu gecenin hiyaneti sana gelirse, yapmış olduklarının hepsini hiç eder. Ve sen pek kara bir yüzle Allah’ın huzuruna çıkarsın!…
Bundan sonrasını Allahın Resülü şöyle anlattılar:
— O âbid kişi kendisini köşkün damından «y»ğı atmaya hazırlanıyordu. (Kendini helâk edecek, fakat Rab-bine isyan etmiyecekti)…
Yüce ve Kerim olan Allah Cibril-i Emln”e ferman etti:
— Ey Cibril!…
Cebrail (Aleyhisselâm) i
— Ey Rabbim, dedi, emret!…
Aziz ve CelÜ olan Allah buyurdu ki:
— Kulum, dargınlığımdan, bana isyandan kaçmak için kendini aşağı atmak istiyor… Koş, kanatlarınla ontf karşıla ki, ona bir fenalık isabet etmesin!…
Göklerin sultan meleği ânında oraya yetişti ve kanatlarını açtı. Şefkatli bir anne gibi onu yere indirdi…
O da bir nefes durmaksızın hemen zevcesinin yanına koştu. Ne var ki, elinde sele sepeti yoktu. Güneş de batmış bulunuyordu…
Kapıyı yumrukladı:
— Güm, güm, gümmm!…
İçeriden zevcesi seslendi:
— Kim o?
— Benim!… Çabuk aç!…
Kapı açüdı ve girip derin bir nefes aldı… Kadın dehşet dolu gözlerle ona bakıyordu:
— Hani, dedi, sattığın sepetlerin parası nerede?
Âbid boynunu büküp dedi ki:
— Onlar para etmedi!…
— Her gün para ediyordu da, bugün niçin etmesin?
— Bugünkü alıcı câna düşman biriydi…
— Peki bu gece ne yeriz?
— Sabrederiz. Sabır da aslında pek güzel bir gıdadır!…
— Sen hemen tandm yak!…
— Boş tandırın yanması ne ifâde eder ki?
— Komşularımız tandırın yanmadığını görünce bizimle meşgul olur. Böyle bir şeyin olmasmı hoş görmeyiz!…
Kadıncağız ahlaya pohlaya gitti, tandın yakıp geldi. Az sonra da kapılan vuruldu -.
— Tık, tık, tık!…
Seslendiler:
— Kim o?
Kapıdaki cevap verdi:
— Ateşin var mı? Ateş almaya gelmiştim!… Gerçekten gelen komşulardan bir kadındı… Ona kapıyı açıp içeri aldılar ve dediler:
— Tandırımız yanıyor, git istediğin kadar ateş a,
Kadın vanp tandırdan ateşi aldı, çıkarken de ş^”
dedi:
— Oturup kocanla muhabbet ettiğini görüyorum ama ekmeğin tandırda, nerede ise yanacak…
Halbuki tandırda ne ekmek, ne de başka bir şey var. | dı. Kadın kalkıp ocağın başına koştu…
O da ne?
Tandır ağzına kadar ekmek doluydu… Hem de bugüne kadar böylesini görmediği bir ekmek…
Elini uzatıp o misk gibi kokan ekmekleri aldı, kabına koydu, efendisinin huzuruna getirdi ve dedi:
— Ey şeker huylu adauı!… Rabbımn sana böyle bir ikramda bulunması, onun katında sevgili ve makbul biri olduğunu gösterir… Allah”a duâ et de, kalan ömrümüzü bollük ve refah içinde geçirmemiz için bize ihsanda bulunsun!…
Âbid derin gözlerini zevcesinin gözlerine dikip baktı:
— Ey kadın, bu hâle sabret!…
Ne var ki. kadıncağız sabır ipine tutunacak biri de-ğildi. ‘
— Sen, diyordu, Rabbma duâ. et… Onun fazlından dile!… ,,
Âbid için artık yapacak bir başka şey yoktu. Kalktı, namaz kıldı, iman levhası alnını topraklara sürdü ve Rabbi Kerimine yalvardı:
— Ey M&büd-i Kerimim!. Zevcem bana istetiyor. Kalan ömrü için ona bolluk ihsan eyle… Sen her şeye kadirsin, benim içimi de dışımı da hakkiyle biliyorsun…
Âbid daha başım secdeden kaldırmadan aniden tavan açıldı ve oradan bir el uzandı… Avucunda bir yakut vardı ki, güneş gibi evin içini parlatıyordu… I
Kadın ise o anda derin bir uykunun kollarında idi. Âbid, ayağı ile ona dokundu: Jj
_ Ey Hatun, dedi, kalk, Rabbin seni zengin kıldı. Dilediğin kadarını al… İşte bahtına bir güneş doğdu ki, kimseler böylesini görmüş değil!…
Kaduı usul usul gözlerini açtı .-
— Ey iyi er. dedi, ne acele ediyorsun? Beni bunun için mi uyandırdın?
Âbid cevap verdi:
— Evet, bunun için!… Gözünü aç da tavana bak…
Kadın gözlerini tavana dikti ve şöyle dedi:
— Şu anda ben bir rüya görüyordum. Kürsülere bakıyordum. Sıra sıra altınlar dizili idi… Yakutlarla süslü kürsüler vardı… Ama onda bir açık yer gördüm ve dedim:
— Bu kürsü kimin?
Cevap verdüer:
— Senin efendine ait!…
— Peki bu açıklık nedir?
— Bu açıklık, zevcenden yaptığın talep üzerine oldu … Ben, senin köşkünde gedik açacak bir şeyi istemem… Bunun için Rabbine dua et…
Âbid yine duâ etti…
Ve birden o el gözden kayboldu… (“)
Bu hâdisede Allah korkusunun, nefse hakimiyetin, sabruı ve Hakka ilticanın pırıltılarını görüyoruz… Demek ki ihlas ile yapılan hiçbir şey zayi olmaz…