Bir bahçıvan bahçesine üç hırsızın girdiğini gördü. Bunlardan biri, halka fetva veren bir fakih, İkincisi Peygamber soyundan geldiğini söyleyen bir şerif, üçüncüsü ise bir şeyhe yıllarca dervişlik etmiş bir sofi idi.
Bahçıvan düşündü. Şimdi bunlan yakalamak istese üçüyle birden başa çıkamazdı. Birlikte kuvvet vardı. En iyisi bu üçlü topluluğu dağıtmak; onları teker teker cezalandırmak gerekiyordu. Dostça yanlarına yaklaştı. Bahçesine hoş geldiklerini söyledi. Sonra da sofiye:
“Şuracıkta bir evim var. Zahmet olmazsa git de bir kilim getiriver. Şu ağacın altına serelim ve üzerine oturalım,” diye ricada bulundu. Sofi gidince fakihle şerife döndü:
“Yâhû, ikiniz de şerefli insanlarsınız. Birinizin fetvasıyla yolumuzu, hareketlerimizi tayin ederiz. Diğerinizle iftihar ederiz. Bu pis boğaz hasis sofî de kim oluyor ki sizin gibi ulu kişilerle düşüp kalkıyor. Gelince onu defedelim, nereye giderse gitsin. Siz de benim bahçemde en aziz misafirlerim olarak yer içersiniz.” Bu teklif her ikisinin de hoşuna gitti. Sofî gelince bir bahane bularak onu başlarından savdılar. “Git, seni istemiyoruz,” dediler. Bahçıvan, sofî uzaklaşınca ardından koştu, yakaladı:
“Seni köpek! Hangi cüretle bağıma girdin? Sana bu yolu hangi şeyh gösterdi?” diyerek adamakıllı dövdü. Bahçıvan vurdukça sofî haykırıyordu.
“Vur, hakkın var, durmadan vur! Benim nöbetim geçti. Sıra ötekilerde…” Bahçıvan tekrar bahçesine döndü. Şerif’e:
“Aziz dostum! Acıkmışsmızdır. Bi zahmet bizim eve gidiver. Hizmetçiye söyle. Yufka ekmeği ile birlikte kızarttığı kazı versin. Getir de üçümüz şuracıkta karnımızı doyuralım.”
Şerifin ağzı sulandı. Hemen evin yolunu tuttu. Bu sırada bahçıvan fakihe: “Yahu bu şerif dediğimiz adam mânâsız bir iddiada bulunuyor, kendisini Hazreti Ali’nin soyundan sanıyor. Anasının ne iş ettiğini kim bilir? Sen akıllı, bilgin, güngörmüş adamsın. Nasıl oluyor da buna inanıyor, yanında gezdiriyorsun?” dedi.
Fakihin kalbine bir kurt düşmüştü. Şerif gelir gelmez çıkıştı:
“Ey yalancı! Bu bağa seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamber’den mi miras kaldı? Arslan yavrusu arslana benzer. Sen söyle bakalım, hangi halinde Peygamber’e benziyorsun?” ve daha pek çok acı sözler söyleyerek şerifi bağdan kovdu.
Bahçıvanın istediği olmuştu. Fakih tek başına kalınca, sopayı eline aldı:
“Ey fakih! Ne fakihi, sefih ve ahlâksız herif! Senin fetvan bağa bahçeye destursuz girmek midir? Bunu hangi hukuk kitabında, hangi kanunda okudun?”
Söyledikçe vuruyor, vurdukça söylüyordu. Zavallı fakih, tepesine sopalar indikçe “Vur, fırsat elinde. Dostlarından ayrılanın hakkı ancak sopadır. Vur…”