NASILSIN EY HÎŞAM?
Hişam b. Abdülmelik hac maksadiyle Mekke’ye gitmişti… Kabe”de etrafını saranlara dedi ki:
— Bana sahabilerden bir zat getirin!…
Dediler ki:
— Ey Mü”minler Emîriî… Artık hayatta sahabilerden kimse kalmadı.
Emir verdi:
— O halde Tabiin”den birini bulup getirin!…
Bunun üzerine derhal harekete geçtiler ve Mekke”de
bulunan Tavus”u huzura getirdiler…
O irfan nuruna sahip din büyüğü halifenin huzuruna girdi. Ne var ki, ayakkabılarını Hişam”m odasında serili olan kilimin kenarına koydu ve:
— Ey Mü”minler Emiri, sana selâm!…
Diyecek yerde, doğrudan doğruya herkese yaptığı gibi:
— Ey Hişam, dedi, Allah”ın selâmı üzerine olsun!… Hâsılı Halifenin künyesini söylemedi ve karşısına geçip oturdu, gözlerini de Hişam”m gözlerine dikip sordu:
— Nasılsın, ey Hişam?
Hişam, hayretinden dondu… Kendisine bir adamın bu türlü davranacağını hayâl bile edemiyordu… Bu söz ve hareketlerden öyle bir öfkeye kapıldı ki, Tavus”u öldürmeyi bile akimdan geçirmeye başladı… _
Ne var ki, buna imkân bulamazdı. Çünkü burası -lah ve Resulünün haremiydi… Halife dahi olsa bura«|,
kimse kan dökemezdi…
Hişam, içinde kaynayan öfkesini bastırdıktan sonra:
— Ey Tavus, dedi, hele söyle; neden böyle yaptın? Seni bu türlü harekete sevk eden nedir?
Tavus hiçbir şey olmamış gibi sordu:
— Hayrola, ne yaptım ki?
Hişam”m sabır küpü büsbütün parçalanıverdi. Ve öfke ile haykırdı:
— Daha ne yapacaktın, ayakkabılarım oturduğum kilimin altına koydun, elimi öpmedin. Emirü”l – Mü”minin diye bana selâm vermedin… Künyemi de okumadın…
Ben müsaade etmeden hemen yambaşımda oturdun ve bayağı bir adam gibi «Nasılsın?» diye sordun, daha ne yapacaktın? Bu hatalann hangisi bağışlanır?…
Tavus tath tatlı gülümsedi… Pırıl pırıl yanan gözlerini Hişam’a dikip baktı, baktı da dedi ki =
— Ey Hişam!… Ayakkabılarımı senin oturduğun kilimin kenarına çıkarmamın suç olduğunu bilmiyordum. Çünkü günde beş def”a Rabbimin beytinde ve onun huzurunda kilimlerinin kenarında ayakkabılarımı çıkarırım. O Yüce Yaratıcı, O Azîm kudret sahibi Allah bir kere olsun bana kızmadı ve tekdirde dahi bulunmadı…
Elini öpmediğime gelince, Allah”ın arslam ve Allah Resulünün Halifesi Hazret-i Ali (Kerremallahü Veçhe)” nin:
— «Kimseye kimsenin elini öpmek helâl olmaz; ancak kişi şehvetle ailesini, şefkatle çocuğunu öpebilir.» dediğini işittim de, ondan elini öpmedim…
Sana «Emirü”l – Mü”minin* demediğime gelince, halkın çoğu senden memnun değil ve senin idârerii istemiyor. Sana yalan söylemekten hoşlanmadım da, onun içi11 söylemedim…
Künyeni okumadığıma gelince; Aziz ve Çelil olan Allah Peygamberlerine doğrudan doğruya: Yâ Mûsa, Yâ Isâ, diye seslendi ve sevgili Peygamberlerinin künyesini anmadı… Yalnız düşmanlarının künyesini okuyarak Ebu heb, dedi. Ben de onun için senin künyeni okumadım. *
Tam karşında oturmama gelince, o da şunun içindir.* Haz-ret-i Ali (Radıyallahü Anh) “in «Cehennemlik bir kimseye bakmak istersen, etrafındakiler ayakta durup hizmetinde âmâde oldukları halde, kendisi oturan bir kimseye bak.» dediğini işittim ve bu sebeple karşında oturdum…
Bütün bu açıklamalardan sonra Hişam bin Abdülme-lik”in yüzü aydınlandı ve gönlü hazla doldu:
— Ey din yolunda kendisine uyulan imam, dedi, bana öğüt ver!…
Tavus Hazretleri tek tek ve tane tane konuştu:
— Hazret-i Ali (Radıyallahü Anh) “in şöyle buyurduğunu işittim: «Cehennemde dağlar gibi büyük yılanlar, katırlar gibi akrebler vardır. Bunlar, halkı arasında adâ-let etmeyen hükümdarları zehirleyip duracaklardır.»
Hişam”ın artık ne sabn, ne de takati kalmışdı… Bu sözler ciğerine kurşun gibi işledi ve Hişam hâline yanıp durdu:
— Vah bana ki, büyük bir yükün altma girdim!…