Bundan birkaç asır önce hayırsever bir zat İstanbul’da bir çeşme yaptırıp, halkın istifadesine açmış. Ama bu çeşmeyi diğer hayır işi çeşmelerden ayıran garip bir özellik varmış. Kitabesinde gayet okunaklı bir yazı ile: “BU ÇEŞMEDEN MÜSLÜMANLAR SU İÇMESİN!..” ibâresi okunuyormuş.
Çeşmenin hizmete açılması ile beraber hayret, merak, kızgınlık duygulan da halk arasında yayılmağa başlamış. Dedikodular almış yürümüş.
“Böyle de hayır işi mi olurmuş! Müslümanlar niye bu çeşmeden su içmeye-ceklermiş?.. Herifin gayesi neymiş?..” Bunlar gibi bir sürü soru ortalıkta dolaşı-yormuş.
Nihayet durum saraya kadar aksetmiş. Zamanın pâdişâhı çeşme sahibine hem kızmış, hem de niçin böyle yazdırdı diye merak etmiş. “Çabuk o kişiyi huzuruma getirin” diye emir buyurmuş.
Çeşmeyi yaptıran adamcağızı hemen yakalamışlar ve huzur-ı hümâyuna çıkarmışlar. Pâdişâh sormuş:
“Sen deli misin ki, çeşmeye böyle bir kitâb koydun? Gâyen nedir, anlat bakayım.”
Hayrat sahibi kemâl-i ihtiram ve istirham ile:
“Pâdişânım, bunun sebebini hemen şimdi arzedemem. Kulunuzu üç gün müddetle bostancıbaşı (emniyet müdürü) tayin buyurursanız, üçüncü günün sonunda arz ederim. Başkaca imkânı yok söyleyemem” demiş.
Pâdişâh adamın cesaretine ve dayatmasına kızmış, fakat bu garip hale eklenen garip teklifin sonunu merak etmiş ve “olur” seni üç gün müddetle bostancı-başı nasbettim (tayin ettim) fermanını buyurmuş.
Yeni bostancıbaşı ilk gün İstanbul’daki musevi cemaatinin ruhani lideri olan hahambaşıyı sudan bir bahane ile tevkif ettirmiş, zindana attırmış.
Bu haber yahudiler arasmda yıldırım gibi yayılmış. Hemen tezgâhlarım, dükkânlarını kapatmışlar, binlerce toplanıp sarayın önündeki meydanlığa koşmuşlar, saçlarım, başlarım yolup ağlıyor, feryad ediyorlarmış. “Pâdişâhımız, âdil sultânımız, hahambaşımızın suçu yoktur. İnayet buyurup serbest bırakınız” diye çırpınıyorlarmış.
Adâlet timsali pâdişâh sarayın önündeki bu feryatları duymuş, şamatadan kulakları rahatsız olmuş: “Çıfıt kullarım ne isterler böyle?..” demiş. Kalabalıktan bir heyet seçmişler, huzura almışlar. Yahudi heyeti saçak ve etek öpüp, ha-hambaşılannm başına gelenleri anlatmışlar. Padişah da onu serbest bıraktırmış. Yeni bostancıbaşıya da hayli söylenmiş. Fakat üç gün için söz verdiğinden, onu azletmemiş.
Bostancıbaşı ikinci gün de rahat durmamış. Aklına esmiş, bu sefer de hris-tiyanların patrikini yakalatıp hapse attırmış. Ama haberi duyan hristiyanlar hemen sokaklara düşüp feryad ve figâna başlamışlar, saçlannı, başlarını yolup, “ah patriğimiz, vah patriğimiz!..” diye ortalığı velveleye vermişler.
Padişah bunlan da duymuş, görmüş ve patriği serbest bıraktırıp, çeşme sahibi bostancıbaşıyı da adamakıllı azarlamış: “Herif eğer sana üç gün için söz vermeseydim bu abuk sabuk icraatın karşısında boynunu cellâda vurdururdum ha!..” diye gürlemiş. Bostancıbaşı: “Aman sultanım bir gün kaldı. Müsâde buyurunuz…” deyip onu yatıştırmış.
Üçüncü gün bizim bostancıbaşı işi daha ileriye götürmüş, zaptiyeleri yollayıp Bâb-ı Meşîhatte oturan Şeyhu’l-îslâm’ı tevkif ettirmiş ve o sakallı muhterem din büyüğünü Yedikule zindanına attırmış.
Fakat müslüman halk arasında hiçbir kıpırdanma olmamış. Esnaf ticâretine, talebe dersine, memur işine bakmış. Değil toplanıp ortalığı velveleye vermek, en ufak bir inilti, en küçük bir yardım teşebbüsü bile olmamış.
Tabii ki padişahın da Şeyhu’l-İslâm’ın tevkifinden haberi yokmuş. Ama bir konuda onunla istişare icap etmiş: “Bana müftü hazretlerini çağırın…” demiş. Cevap vermişler:
“Müftü Efendi hapistedir. Bostancıbaşı onu Yedikule’ye attı” demişler.
Padişah fena halde hiddetlenmiş, küplere binmiş, “Tez şu bostancıbaşı olacak herifi çağırın…” demiş. Hemen getirmişler.
“Be herif nedir bu ettiğin işler?..” diye bağırmış. Bizim çeşmeci, padişahın ayaklarına kapamp, hiddetini yatıştırmış: “Üçüncü günün bitmesine az kaldı, kerem ediniz sultânım… Akşama her şeyi anlatacağım…” demiş ve padişahı yine ikna edip, çarşı ve pazara sivil memurlar saldırtıp müslüman halk arasında, Şey-hu’l İslâm’ın tevkifinin doğurduğu tepkileri tesbit ettirmiş.
Halk genellikle şöyle konuşuyormuş:
“Müftü Efendi zaten ileri gidiyordu. Başına bir iş geleceği belliydi…”
“Kim ona hapse gir dedi?”
“Girmeseydi efendim!..”
“Biz onun yüzünden başımızı belâya sokamayız. Ne hali varsa görsün…”
Sivil istihbarat memurları Padişaha rapor verip, halkın bu konuştuklarım bir bir anlatmışlar ve demişler ki: “Şeyhu’l-İslâm’ın sebepsiz tevkifi dolayısıyla hiçbir infial yoktur ve herhangi bir protesto veya kurtarma teşebbüsü de beklenemez. Müslim tebaanız işiyle gücüyle uğraşıyor ve kemâl-i itaat içindedir…”
Bunun üzerine acayip çeşmenin sahibi ve geçici bostancıbaşı. Pâdişahtan izin alıp demiş ki:“Sultânım! Din adamları tevkif edilen yahudi ve nasara tayfasının, kendi din büyüklerine ne kadar bağlı olduklarını müşâhede buyurdunuz… Müslümanların aynı mevzudaki ilgisizliklerini de bugün gördünüz. İşte bundan dolayıdır ki, yaptırdığım çeşmenin üzerine: “BU ÇEŞMEDEN MÜSLÜMAN’LAR SU İÇEMEZ!” diye yazdırmıştım. Sebebini böylece arzederim…” demiş.
Bunun üzerine Padişah da adama hak vermiş..