SEN HAK ÜZERESİN
Cihan denilen bu toprak nicelerine ebediyetin ufkunu açmış, nicelerine de kan denizi kesilmiştir. Nice zâlimler burada tacıyla tahtıyla yere geçmiş, nice mazlumlar da Rahmana yürümüşlerdir…
Şimdi anlatacağımız hikâye de ibretler ve hikmetlerle dolu bir hâdiseden kaynaklanıyor… İman ile küfrün, Hak ile bâtılın, mazlum ile zâlimin kıyâmete kadar sürecek dâvâlanndan biri…
Her Musa’nın bir Firavun”u olduğu gibi, her mü”mi-nin de yolunu kesen bir zındık dâima bulunur…
„Sahabilerden Suheyb (Radıyallahü Anh)’den. Nebiy-yi Muhterem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular :
— Sizden evvelkiler içinde bir Melik ve onun bir kâhini vardı. Bu kâhin ihtiyarlayınca (bir gün Padişahın huzuruna geldi) :
— (Ey Melik), dedi, ben ihtiyarladım, bana bir uşak gönder ki ona kâhinlik nedir öğreteyim!…
Padişah da bir genci gönderdi…
(Genç yola koyuldu.) Bunun yolu üzerinde bir râhip vardı. Delikanlı, (ona uğradı), bunun huzurunda oturdu ve sözlerini dinledi, hoşuna gitti…
Sonra kâhine her gittiğinde rahibe uğrar, nında oturur, sözlerini dinler, içi dışı ışıklarla doWa” Rahibin söyledikleri başka, kâhinin öğrettikleri bir kaydı… Kâhinin yanma geldiğinde kâhin kızar:
— Yine derdi geç kaldın!…
Ve delikanlıyı döverdi…
(Artık delikanlının canı iyice yanmıştı. Bir gün bu hâli Râhibe haber verdi:
— O kâhin beni dövüp durmada!… Buna bir çâre yok mu?)
Rahib şöyle dedi:
— Kâhinden korktuğunda: Evde alıkoydular; âilen-den korktuğunda da: Kâhin alıkoydu, de…
Durum böyle devam edip giderken, delikanlı günün birinde insanların yolunu kesen büyük bir canavara rastladı. (Akıl kuşu kanat çırpıp duruyordu) *
— Ben, dedi, Kâhinin mi, yoksa rahibin mi efdal (ve Hak üzere) olduğunu işte bugün öğreneceğim!…
Eline bir taş aldı ve dedi:
— Ey Allah”ım!… Eğer râhibin işlerini, kâhinin İŞİ* rinden fazla seviyorsan (bu) hayvanı öldür ki, insanlar geçsin…
Ve taşı canavarın üzerine fırlattı, (bir darbede) öldürdü. Halk da yollarına devam etti… Sonra delikanlı rahibin yanma geldi:
— (Ey iyi adam, dedi, öyle bir iş yaptım ki, Allah canavarı öldürdü!)
Râhibiin yüzünde görülmemiş bir ışık pırıldadı):
-YavrucuSum dedi bugün sen benden efdalsinl… (Râhıbın bu sozune delıkanh da hayret etmişti. Rahib sözlerine şöyle devam etti) :
_goTiin şâmn, gördüğüm dereceye ermiş, sen muhakkak yakında bir belâya uğrayacaksın… Eğer başına belâ gelirse, benim bulunduğum yeri (kimseye) söyleme (çünkü ben ihtiyarım, bundan sonra eza ve cefaya takat getiremem)…
Delikanlı, körleri ve (abraşları) ala getirenleri kurtarır, insanların diğer hastalıklarım da tedâvl ederdi… (Kısa zamanda nâmı her tarafta duyuldu.) Padişahın meclis arkadaşlarından o günlerde kör olan birisi (delikanlının n&mını) duydu-, birçok hediye ile onun yanma gitti ve:
— (Ey Delikanlı), dedi, eğer beni hastalığımdan iyi eder (gözlerimi nuruna kavuşturursan) bu hediyeleri sana veririm!…
— Ben kimseye şifâ veremem, ancak Allahü Teâlâ şifâ verir. Allah”a iman edersen ben de Allah”a duâ ederim, O da sana şifâ, verir!…
Bunun üzerine bu (pâdişâhın) adamı, Allah”a fmıun etti. Aziz ve Çelil olan Allah da ona şifâ verdi…
(Körlük illetinden kurtulan) bu adam derhal pâdişâhın yanma geldi ve evvelce oturduğu gibi onunla oturdu…
Melik (hayretli bakışlarım ona dikip) sordu:
— Gözünü sana kim iâde etti?
O cevap verdi:
— Rabbim iâde etti!…
(Pâdişâhın kaşlan çatıldı ve öfke ile haykırdı):
— Senin benden başka Rabbin mi var? (Sen neler %lüyorsun?)
(Adam korkusuzca karşılık verdi):
— Benim de Rabbim ve Senin de Rabbin Allah”dırl… s y melik, sen kendinde bir kudret mi var zannediyor-
Artık bu câhilce yolu bırak da Rabbini tanı!…)
(Zünüvâ denilen bu hükümdar gerçekten Rabbini tanımaya cakmıydı
mıydı? Hayır.! O bir alevli ateşti ki, kendisiyle be-r halkım da yakmak istiyordu)…
Derhal o adamı yakaladı ve durmadan ona işkence etti:
— Söyle! Senin Rabbin ben değil miyim?
O gözü açılan mü”min her seferinde avaz avaz bağırıyordu :
— Ey Zünüva!… Kendine yazık ediyorsun!… Bu şeytanca işleri bırak da Allahın birliğini tasdik et… Allah birdir, mülkünde ortak yoktur!…
Hükümdar bu sözleri duydukça işkenceyi daha da arünyordu… Artık onun ezasına dayanacak güç kalmamıştı…
Nihayet bu adam, delikanlılım yerini söyledi… (Hükümdarın adamlan varıp delikanlıyı yakaladılar.) Delikanlı sürüklene sürüklene getirildi… Hükümdar ona:
— Oğlum, dedi, demek senin sihrin körleri alatenlile-ri iyi edecek dereceye geldi; şu ve şu işleri yapıyorsun?…
Delikanlı (başım bir arslan gibi dik tutarak) :
— Ben, dedi, kimseye şifâ veremem; ancak Allahü Teâlâ verir!…
(Hükümdar fena halde öfkelendi:
— Yalan söylüyorsun!…
— Hayır, şifâ veren Allah”dır!…)
Bunun üzerine hükümdar onu tuttu ve devamlı sû-rette işkence etti. (Bu ardı arkası kesilmeyen işkence delikanlının da canına tak demişti.) Nihayet rahibin yerini söyledi… Hemen râhib (yakalanıp huzura) getirildi…
(İhtiyar râhib başına gelenleri anlamakta gecikmedi.) Ona:
— Dininden dön, denildi!…
(İhtiyar râhib bunca sene Rabbine kulluk etmiş, & nül aynasını iman nuru ile cilâlamıştı. Öyle hemen dini0′ den dönecek kimse de değildi… . .
— Ben, diyordu, nuru bırakır da zulmete gelir miyim
Hükümdar fena öfkelenmişti, kafesini parçalayan
navarlar gibi kükredi:
__ Demek bütün bu fitneler senin başının altından çı-I. ? önce senin işini bitirelim!… f9 Cellâtlarına derhal şu emri verdi:
__ Bunu testere ile ikiye biçin!…)
Testere Rahibin başının tam orta yerine konarak onu bir kütük gibi ikiye ayırıverdiler… Zavallı masum ihtiyarın her parçası bir yana düştü…
İhtiyar râhib şehid olunca, bu defa kanlı hükümdar f gözlerini vezire dikti ve dedi:
— Dininden dön, benim Tanrı olduğumu tasdik et!…
Ne var ki, vezir de dininden dönecek biri değildi. Gencin elinde zuhur eden harikûlâde kerâmeti görmüştü. Allah ona gözlerini yeniden iâde etmişti… Şimdi nasü olur daEabbine isyan ederdi…
— Ey hükümar, dedi, ihtiyar şehid oldu, sen de zâlimlerden oldun!… Beni de öldürürsen ben de Allah yolunda şehid olurum, senin küfrün ve zulmün bir kat daha artar ve onun cezasını cehennemde çekersin!… Gel şeytana uyma da insan ol, Müslüman ol da bu kan vadisinden kurtul!… Bak biz kurtulduk, hidâyete erdik, sen de kurtul, selâmete er!…
Hükümdar hiç de selâmet isteyen, Hak canibine dönen biri olmak istemiyordu…
Belli ki gözlerini kan, yüreğini irin bürümüştü… Korkunç zulmüne yeniden başladı. Onun da tepesine testere koyarak onu ikiye ayırdı ve her parçası bir yana düştü…
Böylece vezir de şehid olmuştu…
Sıra şimdi o gence gelmişti. Delikanlı getirildi ve ona da aynı teklif yapüdı:
— Dininden dön!…
Ne var ki, delikanlı da aynı dâvanın yolcusu idi…
— Ey pâdişâh, dedi, senin bana gücün yetmez, çünkü ben ne ihtiyar râhibim, ne de vezir!… Rabbim izin verinceye kadar sen bana bir zarar eriştiremezsin!…
Hükümdarın gözlerinden alevler fışkırdı, deliye dönmüş, hırsından yerinde duramaz olmuştu:
— Şimdi görürsün!…
Diye haykırdı… Aynı zamanda da cellatlara emir verdi:
— Şunu ikiye biçin!…
O da ne?
Cellatların elleri havada odun gibi donup kalıverdi… Herkesin hayretli bakışları altında bu akıllan oynatan işler oluyordu… 7Aiim hükümdar hâlâ inanmak istemi, yordu:
— Sen, diyordu, büyü yaptın?
Delikanlı nur gündüzü yüzünü yükseklere kaldırıp dedi ki:
— Hayır!… Ben büyücü falân değilim. Bu Allah”ın kudretidir. Ama sen inanmak istemiyorsun!…
— Peki, sen bu donan elleri eski hâline getirebilir misin?
— Allah getirir, benim insan olarak bir kudretim yok!… Bismillâhirrahmanirrahim!…
Delikanlı Besmele çekip elini o donmuş ellere uzatıverdi. Derhal cellâtların havada donup kalan elleri eski hâline geldi…
Bütün bunlar zâlim hükümdarın gözleri önünde oluyordu. Ama iman etmek, zulmetten nura ermek kolay değildi ki… Yine kötü kötü konuşmaya başladı:
— Bir sihirbaz aynı şeyi iki defa yapamaz, biçin şu adamı!…
Ne var ki, cellâtların elleri yine kalkar Vaiinma» felç oluverdi. Delikanlı:
— Görüyorsun ki, dedi, büyü değil… İnat etme de Rabbini tanı!…
Hükümdar tekrar rica etti:
— Aynı şeyi yine yap!…
Delikanlı Allahın ismini anarak yine felç olan elleri eski h&line getirdi ve dedi:
— Ey insanlar!… Zünüvâ sahtekârın biridir, sizin gibi bir insandır. Bir sinek kanadı İnle yaratacak kudrette değildir… Putlara ve buna inanmayınız. Sizi ve bütün âlemleri yaratan Rabbinize kulluk ediniz!… Bu adamın heykellerini yıkınız, Tek ve Ulu olan Allah a bağlanınız!…
Taş kafalı hükümdar yine hakikati görmek istemiyordu… Derhal adamlarına şu emri verdi;
— Bunu filân dağa götürünüz ve oraya çıkarınız, dağın tepesine vardığınızda dininden dönerse ne âlâ, dönmezse onu dağın yüksek tepesinden aşağı atınız!…
Delikanlıyı zincire vurup dağın tepesine çıkardılar. Akıllarınca ondan kurtulacaklardı… Delikanlı gönlünü Rabbine yaprak yaprak açıp duâ etti:
— Allah”ım!… Bunların hakkından gel!…
Hemen o an dag müthiş bir gürültüyle sarsıldı, onlar da yuvarlandılar. Delikanlı yürüyerek padişahın yanma geldi… Hükümdar hiç beklemediği bir anda onu karşısında görünce şaşırdı ve dedi:
— Sen helâk olmadın mı? Arkadaşların ne oldu?
İsmi Abdullah olan delikanlılım nur dudakları bir yay
gibi gerildi ve dedi:
— Senin bana gücün yetmez demedim mi? Allah beni onlardan kurtardı… Allah bana izin verinceye kadar ben bu vazifeyi yapacağım, sen beni öldüremiyeceksin!…
Hükümdar yine de aklını başına almıyordu. Tekrar adamlarına emir verdi:
— Bunun elini ayağım zincirle bağlayın ve bir gemiye koyup denizin ortasma götürün; dininden dönerse ne âlâ-, dönmezse denize, azgın suların koynuna atın!…
Hemen delikanlıyı gemiye götürdüler, delikanlı yine Rabbine iltica etti:
— Allah”ım!… Bunların hakkından gel, bunlan benden defet!…
Daha o duâsını bitirmemişti ki, müthiş bir fırtına g*. miyi altüst edip devirdi, içindeki adamlar da boğuldu…
Allah’ın aziz kıldığı delikanlı yine dönüp geldi. Zâten Allahın aziz kıldığım kim zelil edebilirdi ki…
Hükümdar bu defa da onu karşısında görünce iyice korktu:
— Sen, dedi, yine mi ölmedin? Arkadaşların ne yaptı?
Abdullah tatlı bir gülüşle cevap verdi
— Beni, Allahü Teâlâ onlardan kurtardı, onlan da helâk etti. Gel inadı bırak, âcizliğini bil de Rabbına iman et…
Hükümdar yine kurnazlık yolunu tuttu, kin diyarından din diyarına gelmek istemiyordu:
— Ey delikanlı, dedi, önce senin kim olduğunu bileyim; insan mısın, cin misin? Eğer insan isen senin de ölmen lâzım… Bana bunun nasıl gerçekleşeceğini gösterirsen ben de o zaman iman ederim!…
— Sözünde sâdık mısın?
— Evet, söz veriyorum!…
— O halde ben de bunu sana göstereceğim!…
— Nasıl?
— Benim emredeceğim işi yapmadıkça sen beni öldü-remezsin!…
— Nedir o iş?
— Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de hurma kütüğüne bağla. Ben orda sana nasü öldürüleceğimi göstereceğim!…
Hükümdar derhal sokak sokak dellallar bağırttı ve halkı bü* meydanda topladı…
Yığın yığın insan meydanları doldurmuş bulunuyordu… Herkesin gözü hurma kütüğünde bağlı olan delikanlının üzerine dikilmişti… Delikanlı bir ışık âbidesi gib> dimdik duruyordu:
— Ey hükümdar, dedi, şimdi bütün okçular bana nişan alıp ok atsınlar!…
En seçkin okçular meydana yürüdü. Ok atmakta mahir olanlar yaylarını gerip Abdullah’ı nişan aldılar…
Delikanlının üzerine yağmur gibi ok yağıyordu… Ye menliler kadın – erkek dehşetli nazarlarla bu manzaraya bakıyorlardı… Ne var ki, o kadar oktan hiç biri ona isabet etmiyordu…
Delikanlının gür sesi yine meydanlarda yankılar yaptı:
— Ey nâs!… Kâfirin okunun bana dokunmadığım gördünüz. Ama ben melek değilim!… Hâşâ İlâh da değilim, sizin gibi bir insanım!… Her insan doğar, yaşar ve ölür!… Şimdi nasıl ölümü tadacağımı size gösteriyorum. Yalnız ey hükümdar, bu halkın önünde bir kere daha söz ver. Benim ölümümü gördüğün vakit Allah”a ve onun Peygamberine iman edecek misin?
Hükümdar bütün halkın huzurunda söz verdi:
— Allah’a ve O”nun Peygamberine iman edeceğim! Sizler de şahid olunuz!…
Delikanlı tekrar hükümdara hitap etti:
— Ey hükümdar! Şimdi yanıma gel, benim tirkeşim-den bir ok al, onu yayın tam ortasına yerleştir. Sonra, Bismillâhirrahmânirrahim de ve oku at!. Eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!…
Hükümdar.-
— Hayır, dedi, henüz ben senin Rabbine inanmıyorum!…
Bu defa delikanlı ona şöyle emir verdi:
— Delikanlının Rabbi olan Allahın adı ile!…
De ve oku at… Murâdına nâil olacaksın!…
Hükümdar sevinçle çağladı:
— işte bunu derim!…
Şimdi bütün halk nefes almaktan bile korkarak manzaraya bakıyordu. Çünkü daha evvel bu delikanlıya yüz-lerce okun isabet etmediğini görmüşlerdi…
Zünüva denilen kâfir hükümdar küt küt yürüyerek delikanlının yanma vardı. Tirkeşinden bir ok aldı, oku ya-
tam ortasına koydu ve:
— Bismillâhi Rabbil ğulâm = Delikanlının Rabbi^ Allah”ın adı ile…
Dedi ve oku attı. Ok havada vızıldayarak uçtu ve lilomlınm şakağına saplandı.
Abdullah mübârek eliyle oku çıkardı, elini kanav yarasının üzerine koydu ve şehid oldu…
Bu müthiş manzarayı gören halk meydan haykırmaya başladı:
— Âmennâ birabbi hâzel ğulam, Âmenna birabbi hâ-zel ğulam = Bu delikanlımn Rabbine iman ediyoruz-, bu delikanlının Rabbine iman ediyoruz!…
Hükümdar halkın önünde söz vermişti. Şimdi ne yapacağım bilemez bir haldeydi… Ne var ki, dalkavuklar hemen işe al attılar:
— Ey Melik, dediler, korktuğun şeyi gördün mü? Vallahi korktuğun başına geldi; bütün halk bu delikanlının Rabbine îman etti… Bu işin çâresine bakmazsan tâcından ve tahtından olursun!…
İnsanın canında körlük olunca artık bir şey görmez olur. Hükümdar da hakikati göremiyordu ve canavarları bile rikkate getirecek korkunç emrini verdi:
— Meydanlara ve sokak başlarına hendekler kazın, içini de zeytin kütükleriyle doldurup sonra ateşleyin… Ne kadar iman eden mü”min varsa yakalayıp getirin ve bu ateşe atın!…
Zâlim adamın dedikleri aynen yerine getirildi… Meydanlar ve sokak başlan ateş şimşeklerine dönüvermişti-Kendisi de tahtım meydanın karşısında bir yere kurdu. • Şimdi yakalanıp getirilen iman ehline soruyordu:
— Ben kimim?
Onlar da korkusuzca haykırıyordu:
_Sen âciz bir insansın!… Aynı zamanda zâlimsin…
Biz aslâ seni tasdik edici değiliz. Biz ancak âlemlerin Rab-bi olan Allah”a İman edicileriz!…
Canavar ruhlu hükümdar derhal emir veriyordu:
— Atın bunları ateşe!…
Ve o masum mû”minler kızıl alevlerin içine bir bir atılıyordu. O gün iman ehlinin hepsi ateş çukurlanna atılıp şehid edildi. Fakat hiç kimse bir nefes olsun İmanından dönmedi… Kıpkızü alevlerin kucağına atıldıkları halde durmadan haykırıyorlardı:
— Delikanlının Rabbi olan Allah”a iman ettik!…
Nihayet kucağında on günlük bebekle bir hanımı tutup çılgın ateşin yanma getirdiler. Tıpkı öteki mü”minlere olduğu gibi hükümdar bu genç hanıma da sordu:
— Söyle bakalım ben kimim? Ben senin Rabbin değil miyim?
Gönlü îman nuru ile fokurdayan mu mine hanım bir kaplan gibi başını dik tutarak haykırdı:
— Benim Rabbim Allah”tır. Sen ancak bizim gibi bir insansın ve bu yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceksin!…
Hükümdar kötü kötü soludu :
— Ey kadın!… Kendine yazık etme, beni tasdik et de seni affedeyim. Bak kucağında küçücük yavrun da var. Ona bâri acı!…
— Hayır!… Seni tasdik edersem Allah”ın cehenneminde ebedi olarak yanarım!… Senin bana vereceğin bu azab ise gelip geçicidir… Ben aslâ dinimden dönmem!…
— Sen bilirsin!… O halde önce senin yavrunu ateşe atalım!…
— Yok. yok!… önce beni atınız!… Anayım ben, yavrumun yandığını görmiyeyim!…
— Ey kadın!… Bunu görmek istemiyorsan beni tasdik edeceksin!… Yoksa gözlerinin önünde yavrunu bu ate?e atacağım!…
Mü’mine kadının merhamet dolu yüreği yavrusu için
kuşlar gibi çırpınıyordu… Bir an için tereddüt etti ve içinden şöyle geçirdi:
— Acaba ben dilimle Zünüvaa”yı tasdik etsem, kalbimle de Rabbime bağlansam mes”ul olur muyum?
O ân bir mûcize zuhur etti, bir haftalık kundak çocuğu dile geldi ve:
— Olursun, ey anne, dedi… Korkma, bu adamın ateşi hepimiz için cennettir… Allah”a imanda s&bit kal!… Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. Yerlerin ve göklerin sâhibi O”dur…
O minicik mâsum yavru sözlerini şöyle noktaladı:
— Ey anneciğim, dişini sık, sabret; zira sen Hak üzeresin!… (‘)
Sabi çocuğundan bu sözleri duyan mü’min anne artık cellatların yardımı olmaksızın kendisini ateşe bırakıverdi… Yavrusu ile birlikte kızıl alevlerin dalgalan arasında şehid oldu…
İşte ikinci bir mûcize de bundan sonra zuhur etti… Bir fırtına çıktı, çukurlarda kaynayan alev; dalgalarını zâlim hükümdar ve adamlarının üzerine çevirdi…
Zünüvâ denilen kâfir hükümdar sakalından tutuştu, bir anda bağıra bağıra cehennem çukuruna yuvarlanıverdi… Arkasından sarayları, tacı, tahtı yanıp kül oldu.-
Evet, hiç bir zâlim cezasız kalmaz… Kerim kitabın Yüce Allah buyuruyor ki =
– Gerçekten Rabbinin (Zalimleri Azabla) Yakalayıvermesi çok şiddetlidir.
Kur’anı Mübinde bu hadise Ashabı Uhud olarak zikredilir ve Şöyle beyan buyurulur
— «(Eski devirlerde mü”minlere çeşitli eziyetler yapan ve) Ashab-ı Uhdud (diye adlanan kavim lânetlendiği
gibi, Mekke müşrikleri de) lanetlenmiştir… İşkenceleri (Uhdûd’un), alevli ateştendi.
O vakit, (o zalim kâfirler) ateşin etrafında oturmuş, tular; Ve mü”minlere yaptıklarına, (onları yakmalarına) şahid bulunuyorlardı…
Mü”minlere kızdıkları da, ancak Aziz, Hamıd olan Allah”a iman etmeleri idi…
O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü O”nundur? ve Allah her şeye şahiddir.
Muhakkak ki, mü*min erkeklerle mü”min kadınlara eziyet edenler, sonra da tevbe etmiyenler (var ya), işte onlara cehennem azabı var ve onlara yangın azabı var…» P)
Şimdi hâdisenin bundan sonrasını şöyle noktalayalım :
Bu Hak dâvetçisi mü”minlerin ateşe atıldığı yer Yemen topraklan idi. Yemen ise Hazret-i Ömer”in hilâfeti zamanında tamamen İslâm hâkimiyetine girmişti…
Şanlı sahabîlerden Muâz İbn-i Cebel (Radıyallahü Anh), Nebiler Sultanı tarafından Yemen’e gönderilmişti… O Kur’ân-ı Kerîmi en iyi bilen bir insandı… Peygam-ber-i Zîşanın mübarek ağzından da bu Ashab-ı Uhdûd”un menakıbını dinlemişti… Merak etti, aradan iki asra yakın bir zaman geçmiş bulunuyordu… İhtiyarlara, yaşlılara sorup durdu. Bu hâdiseyi duyanınız, bileniniz var mı… Tahmini olarak Abdullah nerede şehid edildi?… Diye araştırıyordu…
Tabii ki, sahabilerin kerameti de var… Hak dâvetçisi Abdullah’ın bağlanıp da ok ile şehid edildiği o ağacı buldular… Sonra Hazret-i Muâz ağacın dibini kazdırdı…
O da ne?
Kâfir ve zalim hükümdarın oku ile şehid edilen deli’ kanimin cesedi târ-ü taze duruyordu… Aradan iki asır
(2) El Bürûc: 4″den 10. âyete kadar..
Riv&yete göre: Cenâb-ı Hak ateşe atılacak müzminleri, atılmazdan evvel ruhlarını almak suretiyle selâmete erdirmiş, o ateş
ise etrafındaki kâfirleri sanp hepsini yakmıştır… «Celâleyn»
İğnesine rağmen sanki bugün konulmuş gibiydi. Eli de Sasının üstündeydi…
Hazret-i Muâz (Radıyallahü Anh) elini tutup geri çekli yaradan derhal kan boşalmaya başladı… Yâni tıpkı bir ¿¡fi insan gibiydi… Yüce Rabbi onun cesedini toprağa yedinnemişti ve ona bizim anlayamayacağımız bir hayatı ihsan buyurmuştu… Zaten Allah yolunda öldürülenlere ölüler demek de doğru değildi. Çünkü onlar diri idi…
Muâz (Radıyallahü Anh), Müslümanların Halifesi Hazret-i Ömer’e bir mektup yazdı:
— Ey Mü”minler Emîri, dedi, ben Abdullah’ın cesedini buldum. Ne yapalım bunu?
Hak ve Adâlet Güneşi Hazret-i Ömer (Radıyallahü Anh) ‘den şu cevap geldi:
— Onu olduğu yere defnet, fakat onun için bir mezar yapma, yerini de belirsiz hale getir…
İslâm devletinin en büyük başı ve Allah Resulünün Halifesi Hazret-i Ömer bunu şunun için istemişti:
a) Şehidlenn yeri Allah”ın katindadır.
b) Yemen yeni şirkten kurtulmuştu. Abdullah”ın kabri yapılır, ihya edilirse onun kabrini ziyaretgâh yaparlar ve daha ileri giderek putlaş tararlardı. Putçuluktan yeni kurtulan bir kavme ikinci bir put icat etmeye lüzum yoktur…
Allah ve tman uğrunda çok çileler çekilmiştir. İşte bu mübârek insan da dâvâsından bir nefes dönmeyerek çilelere katlanmış, hattâ ölümü de bu yüzden olmuştur… Kendisiyle beraber binlerce Yemenli de ateşe atılmak suretiyle şehid edilmiştir… Zafere erenler yine iman ehlidir. Çünkü dünya fani, âhiret bâkidir… Onlar da b&ki olanı tercih etmişlerdir…
Evet:
Bu kıssa Müslim’de yer alır. Biz diğer rivayetleri de birleştirerek tamamım vermeye (alıştık… M.N. Bursah.
Olmaz bir damla huzur, küfür, kin diyarında Ebedi saadetler ancak din diyarında!