İBLİSİN OYNADIĞI OYUN
Biliyorsunuz ki, şeytan Âdem oğlunun ezeli düşmanıdır. O, öyle bir alevli ateştir ki, kendisiyle beraber Müslümanları da yakmak ister. Bunun bir misâlini şu hâdisede göreceğiz:
— Beni İsrail arasında biri vardı… Gönül aynası parlaktı, kalbi de tamâmiyle irfan nuruyla doluydu… İbâ-dethanesinde ibâdet eder, Rabbinin mânevi huzurunda başı kesik mumlar gibi gece gündüz dururdu…
İsmi, Âbid Bersisa idi…
Duâ ettiğinde hâceti yerine gelirdi. İnsanlar hastalarını ona getirir, o da onlara duâ eder, dertliler Allah’ın izniyle şifâ bulurdu….
Böyle bir şerefin de sâhibi idi…
Bir gün, aşağılık îblis, avânesini başına topladı ve dedi:
— Ey hilebazlık ta ödül kapan dostlarım!… İçinizden bu Âbid”i kim fitneye düşürebilir? O sizi artık âciz bıraktı. Ona hiçbir süâhınız, hiçbir fitneniz, hiçbir hileniz tesir etmiyor. Siz nasıl şeytanlarsınız?
Şeytanlardan biri alevli dudaklarım aralayıp:
— Ben, dedi, onu fitneye düşürebilirim!. Eğer ben onun başına bir belâ çemberi geçiremezsem senin yakının değilim!…
îblis”in gözleri yılan gözü gibi korkunç bir şekilde Parıldadı ve emir verdi:
— Peki, sen ona git, fakat eli boş dönme!…
öbür ifrit derhal yola revan oldu. Hem gidiyor, hem de plânlar kuruyordu… Derken lsrailoğullannın meliklerinden birinin köşküne girdi. Sultanın bir kızı vardı ki, talki zamanın en güzeliydi… Bir nefes gülse, yanağında
güller açılıyordu… İnci gibi dişlen, ağzının sadefieriy. di…
İfrit o km çarptı… Hem öyle bir çarpış ki, kızda ne akıl kaldı, ne fikir… Divânenin biri oluverdi…
Sultan baba, sultan ana ve bütün kardeşler çâresiz-lik içinde çırpınıyorlardı… Kime baş vursalar elleri boş dönüyordu…
Günün birinde o hilebaz ifrit insan suretinde sara, ya geldi. Hemen sultanın huzuruna çıktı:
— Ey Padişah, dedi, eğer o kızın iyileşmesini istiyorsanız, filân râhibe götürün… Ona okur, duâ eder, kız da şifâ bulur!…
Alıp götürdüler…
Râhib yine içeride ibâdetle meşguldu. Kapısının halkasını tutup çaldılar:
— Tak, tak, takki…
İçeriden R&hibin sesi duyuldu:
— Kim o? Ne istiyorsunuz?
Cevap verdiler;
— Sana sultanın kızını getirdik, ona duâ etmeni istiyoruz!…
Râhib kapıyı açıp onları içeri aldı, lcı*«. duâ etti. Allah”ın izniyle kızda delilikten eser kalmadı…
Dönüp geldiler… Ne var ki, bir zaman sonra kızın hastalığı yine âfet hâlini aldı…
O hilebaz iblis yine insan kıyafetinde oraya geldi:
— Eğer onun tamâmen iyileşmesini istiyorsanız, 1»’ rakın o râhibin yanında birkaç gün kalsın…
Yine yola revan olup km Râhibin yanma götürdüler:
— Ey iş bilen tabib, dediler, bu kızcağız senin y*’ nında bir raman kalsın… Sen ona duâ et, onun için selâ-met düet…
Râhib üık gözlerini onlara dikip:
— Olmaz, dedi, siz onu yine geri götürün!…
— Hayır, burada kalacak ve sen ona şifâ dileyeceksin!***
— Ben duâmı yaptım, Allah da şifâsını verdi. Artık onu götürün!…
— Sultanın emri böyle!… Kız burada kalacak!…
Râhib ne dese dinletemedi, çâresiz kızın yanında
; kalmasına müsâade etti:
— Madem sultan öyle diler, onun dediği olsun!…
Râhib ibâdete düşkün biriydi. Gündüzleri oruçla geçirir, geceleri de namaz kılardı… tşi gücü ibâdet, zikir, şükür ve Hakka kulluktu…
öyleydi de, îblis onun etrafında ateşten ağlar örüyordu… Yemeğe oturduğu bir demdi ki, ifrit kızın cinnetini tazeledi, her yanım açtı, ama râhib ondan yüz çe-j virdi…
Bu cinnet hâli böylece uzayıp gitti…
Bir gün geldi ki, Râhib gözlerini kaldırıp o müstesna güzelin yüzüne nazar küdı… Benzeri görülmemiş bir yüz… Âdeta Ülker yıldızı gibi pınldıyordu…
O kadar felâket bir güzeldi ki, râhibin aklı da idrâki de donuverdi. Ve birden her şeyi unuttu; şeytanın kurduğu ateşten ağa kendini kaptınverdi…
Şeytanın yüreğine üfürdüğü zehirli nefes onu sarhoş etmişti, kıyın namusuna el uzattı…
Az sonra İfrit sınta sırıta ona geldi -.
— Ey Râhib, dedi, sen o kızın namus perdesini yırttın. Bu yaptığın işten ötürü sultanın cezasından kurtu-
I lanuyacaksın…
Râhibin yüreğine yaman bir korku salmıştı. Râhib | titrek dudaklarla sordu:
— Şimdi ne yapmalıyım?
İfrit şöyle dedi:
— Onu öldür, ibâdethanende bir yere göm!…
— Gelip sorduklarında ne derim?
— Eceli ile öldü, dersin. Herkes sana inanır. Çûnk* sen sadık bir kimsesin!…
R&hib artık akıldan da el yumuştu, dinden de… Öyle bir sırtlan kesilmişti ki, sırtlan bile onun yanında masum kalır…
Derhal kızın üzerine yürüdü…
Bir darbede kafasını gövdesinden ayırdı… Bir nefeste kara toprağın bağrına gömdü…
Bir gün sultanın adamlan geldiler ve dediler:
— Kızımız ne oldu?
R&hib, Şeytanın öğrettiği şekilde cevap verdi:
— Eçeli geldi, öldü!
Onun bu sözüne inandılar ve geldikleri gibi geri döndüler…
İfrit yine sahneye çıktı ve Sultanın kulağına fısıldadı:
— Ey Melik!. Râhib kızma tecavüz etti, duyulacağından korkunca da canına kıydı, kesip gömdü…
Sultan öfkesinden deliye dönmüştü. Hemen ferman etti:
— Atlanm ve askerlerim hazırlansın!…
Şimdi sultan ve adamları atlar üzerinde rüzgâr gibi gidiyorlardı. Bir nefeste yollan aştılar ve Râhibin kapısına dayandılar:
— Aç!…
R&hib derisi ürpere ürpere kapıyı açtı… Gürül gürül içeri doldular. Kızın mezarını bulup açtılar ve öldürülmüş olduğunu gördüler…
Sultanın sesi kulaklarda yankılar yaptı:
— Yakalayın şu h&ini!…
RAhibi hemen yakaladılar, sürükleye sürükleye idam yerine götürdüler…
Boynuna yağlı ip geçeceği bir anda yine o iblis gö” ründü:
— Ey câhil, dedi, sana bu yapılanları ben yaptım. Onu başkasının öldürdüğünü söyler seni kurtarırım. Onlar Benim bu sözüme inanırlar. Fakat bir şartım var!…
Râhib sordu:
— Nedir, o şartın?
Kâfirler kâfiri îblis şöyle dedi:
— Allah”ı bırakıp bana secde etmen!…
— Boynumda ölüm halkası ile sana nasıl secde edeyim?
— Başınla bana imalı secde et, ben ona da râzı olurum!…
Tâlihsiz adam onu da yaptı. Yâni başı ile şeytana secde etti. Şeytan zevkinden zıplayarak şöyle diyordu:
— Ben senden uzağım!…
Şeytanın düşmanlığı öyle bir âfettir ki, tufanlar onun yanında hiç kalır…
Yüce ve Kerîm olan Allah şanlı kitabında bunu şöyle beyân buyurur .-
«Çünkü (şeytan) insana “Küfr et” der de o küfr edince “Ben hakıykaten senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah”dan korkarım'” der.» (‘)
Vehb b. Münebbih (Radıyallahü Anh) “den:
— Aziz ve Çelil olan Allah İblise emretti: Resûlüme git. sana soracaklarının hepsine dosdoğru cevap vereceğini söyle!…
Lânetli şeytan bunun üzerine Kâinatın Efendisine geldi. Elinde ucu demirli bir bastonu vardı, kendisi de ihtiyar sure tindeydi…
(!) Haşr: 16. Ebu”l-Leys Semerkandi, İhyâ, 3.
Âlemlere Rahmet olan Cenâb-ı Peygamber ona sor.
du:
— Sen kimsin?
İğrenç suratlı ihtiyar cevap verdi:
— İblisim!…
— Niçin geldin?
— Beni Rabbin gönderdi. Bana her ne soracak olursan doğruca cevap vermemi emir buyurdu…
Şeytanın hiçbir tarlaya iyilik tohumu ektiği görül-memiştir. Ne var ki, bu defa her soruya doğru cevap verecekti. Çünkü öyle emrolunmuştu…
Âlemlerin Efendisi:
— Ey mel”un, buyurdu, ümmetimden ne kadar düşmanın var?
Şeytan hiç çekinmeden bir bir saydı ve dedi:
— On beş tanedir!…
Allahın şerefli Peygamberi merak etmişti:
— Söyle, dedi, onlar kimlerdir?
îblis şöyle sıraladı:
— Birincisi sensin, ey Allahın Resulü!…
Âlemlerin ve âdemlerin yaradılışına sebep olan Ce-
nâb-ı Mustafa”ya karşı böyle diyebiliyordu… Evet, o lânetli âdemoğlunun ezeli düşmanı idi…
Yine sordular:
— Diğerleri kimlerdir?
Şöyle dedi:
— Âdil sultandır. Yâni adâletli devlet reisi. Müteva-zi zengin, doğru sözlü tüccar, Allah”dan çok korkan âli01, nasihat eden mü”min, merhametli kalbe sâhip Müslüman, tevbesinde sabit kalan tevbekâr, haramdan safr nan kimse, insanlara karşı güzel huylu mü”min, insan-lara faydalı olan mü”min, dâima Kur”ân okuyan ve onun* la amel eden hâfız, insanlar uykuda iken gece kalkıp r>*’ maz kılan kimse…
îşte ümmetin içinde benim düşmanlarım bunl®r’ dır!…
Varlığın sebebi olan Cenâb-ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekrar sordular:
— Ümmetim içinde arkadaşların, dostların, yârenlerin kimlerdir?
Şeytan şöyle dedi;
— On sınıf kimsedir, ey Allahın Resulü!…
— Peki kimdir onlar?
— Zâlim sultan, kibirli zengin, hâin tüccar, şarap içen ayyaş, şarkı söyliyen kadınlar, zina eden kimseler, yetim malı yiyenler, namazı terk eden veya namaza ağır davranan kimseler, zekâtı vermeyen veya zekâta mâni olan kimseler, bir de uzun emelli olanlardır…
İşte senin ümmetinden benim yârenlerim bu kimselerdir!…
Akıllı insan, düşmanın sözünden bile ibret alandır. Şeytan baştan ayağa alevli bir düşmandır. Onun tuzağına düşmemek için Nebiler servetinin sünnetine sanlmak lâzımdır…
Ne desem bilmem ki?
Hayatın pınarından içmedesin her nefes,
Allah”a kul olmaya niçin etmezsin heves?…
Hazret-i Musa ilet
Bir gün Allahın şerefli Peygamberi Hazret*i Mûsa meclislerinden birinde oturuyordu. Birden iblis çıkageldi. Başmda renkli bir de kavuk vardı…
Mûsa (Aleyhisselâm) ‘in yanına varınca kavuğunu Çıkardı, sonra başına koydu, selâm verdi…
Mûsa (Aleyhisselâm), ışıklar dolu gözlerini ona dikip sordu:
— Ey yabancı, sen kimsin?
İblis in kalın dudakları aralandı :
— Ben, dedi, şeytanım!…
Hazret-i Mûsa hayret etmişti. Lânetli bir iblis”in ^ met diyannda işi ne idi. Sordu:
— Niçin geldin?
Cevap verdi:
— Yâ Mûsâ!. Senin Allah katındaki yüce şânım bili, yorum. Ornm için sana selâm vermeye geldim!…
— Başındaki bu kavuk nedir?
— Bununla Âdemoğiunun kalbini çalarım!…
— Bana öyle bir günah anlat ki. Ademoğlu onu işlediğinde sen ona galip gelmiş olasın!…
İblis şöyle anlattı:
— Âdemoğlu kendini beğendiği, amelini çok gördüğü, günahım unuttuğu zaman ona galip gelirim!…
Bu büyük ve ezeli düşmandan Allah”a sığınmak lâzımdır…