BENİM HAKKIMI ONDAN AL
Müslümanlığın ilk yılları…
Mekke müşriklerinin masum insanlara kan kusturduğu günler. O günlerden birinde bir bedevi satmak için develerini Mekke”ye getirdi…
Herkes bedevinin etrafında halka halka olmuştu. Develeri almak için âdeta yarış ediyorlardı. Ne var ki, kuduz kâfir Ebû Cehil ileri atıldı:
— Durun, dedi, bütün develeri ben alıyorum!…
En yüksek fiatı vererek develeri aldı… Bedevi sevincinden dolup taşıyordu… Bilmiyordu ki, bu büyük kâfirle başı belâya girecekti. Çünkü Ebû Cehil develerin bedelini vermeye niyetli değildi.,.
O gurur ve kibir heykeli bir adamdı… İnanıyordu ki, hiçbir kimse kendisini bu parayı ödemeye mecbur edemezdi…
Bedevi, ipler gibi kıvrım kıvrım eğilerek karşısına dikildi:
— Benim hakkımı ver!…
Ebû Cehil kötü kötü sınttı:
— Ne hakkından bahsediyorsun? Yürü, git!…
Adam boynunu büktü, garip, kimsesiz biriydi… Bu
alevli zalimle na^ıi boy ölçüşebilirdi ki… Garipliğini ve kimsesizliğini düşünerek, Allah Evi Kabe”nin yakınında bulunan K.ureyş’in toplantı yerme gitti. Gözleri bulut fp®1 yaş akıtıyordu:
— Ey Kerîm insanlar, dedi, bana yardım ediniz!…
Sordular:
_ Ey yabancı, ne istiyorsun?
Bedevi derdini dile getirdi:
— Ebu Cehil”den hakkımı alıvermek için bana kim yardım eder? Ben garip bir adamım… Gariplerin elinden tutmaz mısınız? O benim develerimi aldı, bedelini ödemedi… Burası ne acâip memleket?…
Kâfirler topluluğu kıkır kıkır gülüyordu… Alay olsun diye Kâinatın yaratılışına sebep olan Nebiler Nebisini işaret ederek dediler ki:
— Şurada oturan adamı görüyor musun?
— Evet!…
— Ona git!…
— Ne olacak?
— Ebû Cehil”den hakkını almak için ancak o yardım eder!…
Bedevi çâresizdi… Garipti, kimsesizdi. Bunca kurdun arasında bir kuzu nasü banmrdı ki…
îstemiye istemiye Nebiler Sultanına doğru yürüdü… Arkasından gökleri çınlatan kahkahalar duyuldu… Ku-reyş kâfirleri bugün eğlenceyi bulmuşlardı…
Bedevi, usul usul iki cihanın imdâdına yetişen Rahmet Peygambere sokuldu. Yanma gelir gelmez de, onun mübarek alrnnda pırıldayan nur gündüzünü gördü… Yüzünün güzelliği de canlar yakacak kadar müthişti. Henüz hiçbir kelime konuşmadan gönlüne damla damla huzur sağnaklan iniverdi. Sanki bir başka dünyalarda yaşıyordu, bir başka heyecan ruhunu kamçılıyordu…
Hürmet ve ihtiramların en güzeliyle ona hitap etti:
— Ey insanların en hayırlısı!… Ebu Cehil hakkımı vermedi. Ben garip bir kimseyim. Şu kavimden bu hususta bana yardım edecek birini sordum. Seni gösterdiler. Ben de sana geldim. Ondan hakkımı alıver, Allah sana rahmetini ihsan etsin!…
O deniz huylu tertemiz Peygamber her şeyi ^ Kâfirlerin bedevi ile alay ettiklerini de bildi… Ve kendisine sığman bu mazluma yardım için ayağa kalktı mübârek gözlerini ufuklara dikip derin derin baktı ve
— Sen gönlünü hoş tut, şimdi gider, hakkını alırımı Bedfevî. yuvadaki yavru güvercinler gibi sevinçle
çırpınıyor ve şöyle diyordu:
— Allah sana rahmetini ihsan etsin, sen ne kerim insansın!.-.
Müşrikler bu olup bitenlere hayretli gözlerle bakıyor-lardı. Nebiler Serverinin Ebû Cehü”e hesap sormaya gideceğine inanamıyorlardı… Ne var ki, büyük peygamber vb şanlı önder bedevinin önüne düşmüştü bile…
Şimdi yeni bir heyecan dalgası herkesi yumak yumak sarmıştı. Arkasından yine kıkır kıkır gülüyorlardı:
— O ölümle karşılaşmak için gidiyor!…
Kâinatın Efendisi Meke”nin kıvrım kıvrım uzayan tozlu yollarında heybetle ilerliyorlardı…
Kureyş kâfirleri içlerinden birine:
— Koş, dediler, onu takip et, bakalım ne yapacak? Kâfir adam uzaktan Nebiler Sultanını takibe başladı.
Az sonra Halikı Kerimin Aziz Peygamberi Ebû Cehil”i kapışma vardı ve kapıyı çaldı:
— Güm, güm, gümm!…
İçeriden kuduz kâfirin korkunç sesi aksetti:
— Kim o?
Rahmet Peygamber cevap verdi:
— Mazlumun hakkım zalimden almaya gelen biri!— Ebû Cehil fena öfkelenmişti. Avaz avaz bağırdı:
— Kim imiş o yiğit?
Nebiyyi Zîşan yine aynı heybetle cevap verdi =
— Allahın Resûlü Muhammedi… Dışarı çık!… Kuduz kâfir birden beynine yıldırımdan bir kamç*
inmiş gibi sarsıldı. O kadar dehşete kapıldı ki, yüzü sapsan kesildi, titreyerek kapıya araladı. Neredeyse korkunun şiddetinden bayılıverecekti. Kalın dudaklan nefretle aralandı:
_Muhammed, bu vakitte bana niçin geldi?…
Fakat dili düğüm düğüm bağlanmıştı, bir türlü konuşamıyor, ne istediklerini soramıyordu… Bu ansızın gelişten öyle dehşete kapılmıştı ki, bedevi bile onun hâline şaşmıştı. İçinden:
— Vay anan öle!… demedeydi…
Ebû Cehil taptığı putlar gibi hissiz ve hareketsizdi. Âdeta donmuş bulunuyordu…
Birden Allahın şerefli Elçisinin mübârek sesi bu sükûtu bozdu. Ona sert bir edâ ile hitap ettiler:
— Haydi, şu adamın hakkını ver!…
Kuduruk kâfirin kalın dudakları titreyerek açıldı:
— Durun, dedi, hemen getirip vereyim!…
Sonra içeri koştu, bedevinin hakkım yanına; alarak dışan çıktı, yine titreyen ellerle getirip uzattı:
— Al, işte hakkın!…
Kâinatın biricik yaradılış sebebi ve Allahın Sevgilisi, Rabbi Kerimi tarafından kendilerine yapılan bu apaçık yardımdan dolayı şükür ve senâ ederek oradan aynldı.
Bedevi, rüzgârların önünde titreyen ak çiçekli söğüt dalı gibi sevinç ve saâdetle çırpınıyordu:
— Ey yaradılmışlann en hayırlısı, Hak senden râzı olsun!…
Bedevi saf ve iyi yürekli bir adamdı… Kâinatın Fahrinden ayrılıp Kâbe’nin yolunu tuttu, Ebû Cehil’e karşı kendisine yardım eden bu büyük zâtı gösterenlere de teşekkür etmek istiyordu… Halbuki onlar sırf alay olsun diye böyle yapmışlardı…
Bedevi küt küt yürüyerek kâfirlerin meclisinin önüne vardı. Yüzünde görülmemiş bir ışık pırıldıyordu; gözlerini onlara dikip tane tane konuştu:
— Allah, Muhammed “e hayr ve mükâfatını versin, benim hakkımı o zalimden alıverdi…
Şimdi şaşma sırası kâfirlere gelmişti. Herkes yanın» dakine dönerek kıh kıh gülüyordu:
— Onun hakkını alıverdi hâ?
Bir kısmı da bedeviye inanmıyordu:
— Bu bedevi mutlaka yalan söylemiş olmalı!…
Ne var ki, bedevinin söylediği tamâmiyle doğru idi… Bir başka kâfirin öfke ile haykırdığı duyuldu;
— Sana yazıklar olsun, Ebû Cehil!… Eğer Bedevinin söylediği doğru ise, bu günden itibaren sana hiç kimse baş eğmiyecek… Keşki senin ölüm haberini alsaydık!…
Az sonra Nebiler Nebisini takip için gönderdikleri kâfirin tâ uzaklarda kendilerine doğru geldiğini gördüler… Adam, beynine kurşun yemiş gibi sürüne sürüne geliyordu… Bütün nazarlar ona dikildi:
— Söyle, dediler, neler gördün? Çabuk!…
Kâfir de pek üzüntülüydü. Yüzünün rengi solmuş, çenesi kiriş tutmaz olmuştu:
— Ben, diye söze başladı… Fakat ötekiler acele ediyordu :
— Anan öle, çabuk söyle!…
O yine:
— Ben, dedi, acaibler acaibi bir şey gördüm!…
Müşrikler hep bir ağızdan bağırdılar:
— Ne gördün be adam?
Kâfir şöyle anlattı:
— Vallahi, Muhammed gitti, Ebû CehiTin kapışım yumrukladı. O sırada Ebû Cehil ruhsuz bir ceset gibi dı-şan çıktı. Muhammed ona: Çabuk, dedi, bu adamın hakkını ver… O da.- Evet, dedi, hakkını vereyim, bekleyin-.. Hemen içeri girdi, biraz sonra elinde para ile geldi ve bedevinin hakkım verdi…
Kureyş kâfirleri yine hep bir ağızdan haykırdılar:
— Yuf olsun ona!… Ne yüreksiz herifmiş!…
Biraz sonra sokağın başında Ebû Cehil”in kendilerin® doğru gelmekte Olduğunu gördüler ve onu işaret ederek;
__ İşte, dediler, kahramanımız geliyor!…
Ebû Cehil kapkara suratla yanlarına geldi. Daha ne-feS almaya fırsat vermeden bağırdılar:
İT — Yazıklar olsun sana!. Ne oldu? Allah’a yemin ederiz ki, bu günkü yaptığından daha zelil ve alçaltıcı bir şey
görmedik!…
Ebû Cehilin gözleri yuvalarının içinde fır fır döndü. Neredeyse kavminin boğazına sarılacaktı… Avaz avaz bağırdı:
— Susun!…
Herkes sustu. O yine titrek ve hüzün dolu bir sesle onlara hitap etti:
— Asıl size yazıklar olsun!… Vallahi, Muhammed kapımı vurmuştu. Onun sesini işitir işitmez içim ürperdi ve korku üe doldu!…
— Ondan korktun hâ?
— Korkmamak elde mi?
— Biz seni yürekli biri bilirdik!…
— Eğer benim gördüğümü sizden biri görseydi, çoktan ölmüştü!…
— Ne gördün?
— Onun iki omuzu üstünde bir arslan gördüm ki, dişlerinin arasından alevler fışkırıyordu…
— Sonra ne oldu?
— Ne olacak, bedevinin hakkını getirip verdim!…
— Ya vermeseydin?
— Vallahi o arslan beni parçalamıştı!…
Bu hâdisede Allah Sevgilisinin hem bir mûcizesi, hem cesaret ve kahramanlığı, hem de gariplere karşı merhameti pınl damak tadır…