İYİLİK ZAYİ OLMAZ
Bu ibret verici hadiseyi Nebiler Serveri hikâye buyurmuşlar, ondan da îbn-i Ömer (Radıyallahü Anh) rivayet etmişlerdir.
Bir gün Allah”ın Şerefli Peygamberi sahabilerine şöyle anlattılar:
— Sizden evvel gelip geçen milletlerden üç kişi sefere çıktılar. Giderken yağmura tutularak dağda bir mağaraya girdiler. Ne var ki, az sonra büyücek bir taş düşüp mağaranın ağzını tamamiyle kapatıverdi… (İçerdekileri derin bir hayret ve dehşet dalgası sardı.) Birbirlerinin yüzüne bakıp dediler ki:
— Ey kader arkadaşlairmız!… Bizi bu mağaradan bir şey kurtaramaz. Ancak iyi ve salih bir amelimizi yâd ederek Allah’a duâ ve iltica edersek kurtuluruz…
Ne duruyoruz? Ömrümüzde işlediğimiz en iyi hayır işleri yâd ederek Rabbimize duâ edelim… Umulur ki, Yüce ve Kerim olan Allah bize bir çıkış yolu açar…
Bunlardan biri (Derhal ellerini açtı, gönlünün tâ derinliklerinden gelen bir hisle ve samimiyetle niyaza başladı) :
— Ey Allah”ım! (Ey her şeyi hakkiyle bilen ve her zerreye hükmünü yürüten Mâbud-i Kerimim!) Bilirsin ki, benim yaşlı ve ihtiyar anamla babam, bir de küçük kız
çocuğum vardı…
Ben her gün koyunlanmla kıra çıkar, onlan otlatır, sonra gelip sütlerini sağardım… Anne babama içirmeden de hiç kimseye vermezdim. Benim Âdetim böyleydi…
Yalnız bir gece bir iş sebebiyle geç kalmıştım. Geldiğimde anne ve babamı uyumuş buldum. (İki ihtiyar uyuyup kalmışlardı.) Teessürle baş uçlarında oturdum, belki uyanırlar da karınlarım doyururum diyordum. Uyandırmak da istemedim. Ayak ucunda da çocuğum durmadan ağlıyordu =
— (Sütümü ver, beni doyur, kamım aç!.)
Fakat ben bunlar içmeden çocuğa içirmeyi doğru bulmuyordum. îki elimde süt bardağı olduğu halde anne babamın uyanmasını sabaha kadar bekledim. Tâ ki, sabah olunca uyandılar ve sütlerini içtiler…
Ey Halikı Zişanım!. (Sen pek iyi bilirsin ki) ben ebeveynim üzerinde yalnız senin rızan için bu suretle titredim.
Ey Rabbim!.. Lütfen şu kayayı biraz arala da oradan gök yüzünü görelim Senin yardımınla bu felâketten kurtulalım!..
O duâsını bu şekilde bitirince, kaya bir parça açüdı. Bir diğeri gönlünü Rabbine yaprak yaprak açtı ve niyaza başladı:
— Ey Allahım!. (Sen yakinen bilirsin ki): Benim ve Camu} kir kızı vardı. O bana insanların en sevimlisi en Süzeli idi… (Ben onu harâretli bir surette sever-
dim…) Ona sâhip olmak İstedikçe benden kaçar, hiçbir şekilde bana yüz vermezdi…
Derdi ki:
— Ey delikanlı!. Benden sevgine karşı bir mukabele göremezsin, bana yüz dinar vermedikçe!..
Bunun üzerine ben işe koyuldum, nice zaman çalış, tim, nihayet bu parayı elde ettim. Tâ ki yıllardan bir kıtlık yılı erişti. Amcamın kızı bana geldi:
— Sen, dedi, benim ihtiyacımı görüver!..
Ben de onunla bir olmak ve emelime kavuşmak için yüz yirmi dinar verdim. O da va”dini tuttu. Artık ona sâhip olmamı engelleyecek bir mâni” de yoktu… Ne var ki, ben onun ismet ve iffet perdesini yırtmak isterken bana:
— Ey Allahın kulu, dedi, Allah”dan kork!.. Kudret-i Fâtıranın bu bekâret mührünü senin hiçbir sebeple açmam helâl etmem, yalnız hakk-ı nikâh ile helâl ederim!…
Ey Rabbi Kerîmim!… Artık ben de günahtan çekinerek ve kudret-i İlâhîden kokrarak insanların bana en sevimlisi olan kızcağızın yanından ayrıldım. Ve ona verdiğim altınları da bıraktım!…
Ey merhamet edenlerin, en merhametlisi olan Allah!.. Sen pek iyi bilirsin ki, ben bu günahtan yalnız Senin rızâ ve muhabbetim kazanmak için vaz geçtim… Lûtf u inayetinle içinde kapanıp kaldığımız şu kayadan bizi kurtar…
Kaya biraz daha açıldı. Ne var ki, yine içeriden çıkmak mümkün değildi…
Şimdi sıra üçüncü kişiye gelmişti. O da ellerini ulvilik âlemlerine kaldınp:
— Ey Allahım, dedi, sen her şeyi hakkiyle bilirsin ki, ben bir kere bir takım işçiler çalıştırdım. İçlerinden bir işçi müstesna olmak üzere bunların ücretlerini verdim… Fakat öbür işçi ücretim bırakıp gitti…
O gidince bunun bende kalan ücretini ticâretle nallandırdım. Hattâ bunun bu ücretinden hayli servet peydana geldi…
Bir zaman sonra bu işçi karşıma çıktı ve:
— Ey Allahın kulu, dedi, ücretimi bana öde!…
Tabii onun bir şeyden haberi yoktu. Bende kalan ücretinin çoğaldığım, bir çobanı, bir sürüsü olduğunu bilmiyordu… Ben ona sürüyü işaret ederek:
— Ey iyi adam, dedim, senin hakkın işte şuradadır. Haydi git, al!. Şu gördüğün sürü ve çoban şenindir!… Deve, sığır, koyun ve bunlara hizmet eden köle hep senin bende kalan ücretinden vücûd bulmuş bir servettir!…
O işçi ise bunlara inanmak istemiyor:
— Ey Allahın kulu, diyordu, benimle alay etme!…
— Hayır, seninle istihzâ etmiyorum, bu bir hakikattir!…
— Nasü olur?
— Oldu işte, malını al, götür!…
— Yâni bu sürü tamam iyi e benim mi?
— Evet!…
Ve o işçi gitti, bunları alıp götürdü. Bunlardan geriye hiçbir şey bırakmadı…
Ey Halikı Zişamm!… Elbet sen gizli, âşiklar her şeyi bilirsin! Benim niyetimi de biliyorsun. Ben bu malı bu işçiye ancak nzan için verdim. Lûtfunla bizi buradan ha-
et, bize bir çıkış yolu göster, bizi selâmet cûdisine erdir!… n
Bu duâ üzerine mağaranın ağzındaki kaya tamâmen *Çüdı. Bu üç arkadaş da mağaradan çıkıp yollarına de-v*û ettüer…
Vaktiyle yapmış oldukları iyilik burada onlan karşılamıştı. Allah için yapılan hiçbir şey zayi olmaz… Evet:
Allah’a dua et ki geniş zamanında sen, Sana imdat eylesin darlık ânuıda hemen!…