Acı haberleri vermenin de bir yolu var. İnsana doğrudan doğruya: “Annen öldü” denmez. “Evin yandı” denmez. Böyle acı haberler alıştıra alıştıra verilir.
Ne yazık ki bazıları en acı haberleri pat diye söyleyiverirler de insanın yüreğini hoplatırlar.
Vaktiyle bir gurbetçi vardı. Uzun süre gurbette kaldığından ailesini görmemişti. Düşünüp gezinirken memleketten yeni gelmiş Haşan isimli hemşehrisine rastladı. Gözleri sevinçten pınl pırıl parladı, boynuna sanldı:
“Ah Hasancığım, seni bana Allah gönderdi, merak içindeydim. Acaba bizimkileri gördün mü?
‘Tabii,” dedi Haşan.
Sevdiği bir köpeği vardı, bir de atı. Sormaya onlar-
dan başladı.
“Köpeğim nasıl?”
Anlayışsız hemşehrisi hiç tereddütsüz felâket haberini verdi:
“Köpeğin öldü dostum.”
“Nasıl, ne zaman?”
“Ölen atının kemiği gırtlağında kaldı da…”
“Sevgili atım da öldü demek, ne yapalım, zarar gelirse mala gelsin. Peki ama atım ne zaman öldü?”
Hiç umursamadan cevap verdi:
“Karnım cenazesini kaldırırlarken.”
Adamın gözleri yuvalarından uğradı, çığlık çığlığa bağırdı:
“Karım öldü ha, peki hangi hastalıktan?”
Haşan yine umursamaz bir tavırla bakınıyor, sanki çok normal şeylerden söz ediyordu.
“Hastalıktan değil, oğlunun acısına dayanamadı-ğmdan öldü dostum…”
Adam beyninden vurulmuşa dönmüştü, saçmı-ba-şını yoluyor, yine de iyi haber alabilmek ümidiyle durmadan soruyordu:
“Ya oğlum ne zaman, nasıl öldü?”
Haşan omuzlarım silkti, kısaca düşündükten sonra cevap verdi:
“Yanlış hatırlamıyorsam annenin ölümünden bir hafta sonraydı. Aldığı yaralardan dolayı öldü zavallı.”
“Vay başıma! Demek annemi de kaybettim.”
“Babanla birlikte yıkılan evinizin altında kaldı zavallılar.”
Adam acıdan yere yığıldı. Kıvranırken hemşehrisi oradan ayrılıp uzaklaştı. Bir yandan da başını iki yana sallayarak söyleniyordu:
“Bir gün nasılsa hepimiz ölecek değil miyiz, ne var bunda bu kadar üzülecek?”
Ne demiş bakalım atalarımız? “Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun.”