Vaktiyle yaşlı, tecrübeli, gün görmüş, devran sürmüş bir baba vardı.
Oğlu haylaz mı haylaz, yaramaz mı yaramazdı. Bu yüzden babasr sık sık yaramaz oğlunu karşısına alır:
– Oğlum, derdi. Bu gidişle sen adam olamazsın.
Aradan yıllar geçti…
Adamın oğlu okul üstüne okul bitirdi…
Nihayet mezun olup bir kazaya kaymakam gitti.
Yine yıllar geçti ve vali oldu.
Keyfi yerinde idi. Her fırsatta kendisine, “Adam olamazsın” diyen babasını, artık rahat rahat mahçup edebilirdi. Ona ne büyük bir adam olduğunu artık gösterebilirdi. Emrindeki memurlardan birini çağırdı. Babasının adını, adresini verdi.
– Derhal onu bana getir!., diye emretti. İhtiyar babası o sırada tarlasını sürmekle meşguldü. Bir hükümet memurunun kendisini aradığını bildirdiler. Zavallının korkudan yüreği ağzına geldi. Acaba niçin arıyorlardı. Bilmeden bir suç mu işlemişti?..
Selâm verdi elleri önünde, gözleri yerde:
– Ne kusur işledik Bey? dedi.
Memur sert bir sesle:
– Onun orasını Vali Bey bilir. Seni emrediyor. Düş bakalım önüme… diye cevap verdi.
İhtiyan alıp Vali Bey’in huzuruna çıkardı.
İhtiyar birden oğlunu karşısında görünce rahatladı.
– Sen miydin oğul, korkuttun beni…
Oğul gülüyor, bir yandan kahve, bir yandan sigara içiyordu.
– Evet baba, dedi. Hani çocukluğumda bana adam olamazsın derdin ya, ne kadar yanıldığını göstermek istedim. Bak işte, vali oldum.
İhtiyar köylü acı acı gülümsedi.
– Vali olamazsın demedim ki sana oğul, adam olamazsın dedim. Olamadığım da bir güzel gösterdin Adam olan, babaya, anaya karşı hürmette kusur et* mez. Bu ne biçim adamlık böyle?