SABIR KAHRAMANI HANIMEFENDİLERDEN BİR ÖRNEK
Allahu Teâlâ sabredenleri birçok sıfatlarla sıfatlandırmış ve Kuran-ı Kerim’in yetmiş yerinde sabrı zikretmiştir. Derece ve hayırların en çoğunu sabra izafe etmiş ve onları, sabrın meyvesi olarak göstermiştir.
Maneviyat büyükleri hayatı deniz yolculuğuna benzetiyorlar. Malum, denizde dalga eksik olmaz. Zaman zaman sakin suların üzrerinde fırtınalar da çıkabilir, gemimiz bir sağa bir sola sallanabilir.
Bu arada biz de tehlikeye maruz kalmış olabiliriz. Ama unutmayalım paniğe kapılmak mahzurlu, soğukkanlılığı yitirmek yanlış, tevekkül ve teslimiyeti kaybetmek hatalıdır. Biz imanlı kimseleriz, bütün bu zorluk ve fırtınalarda tevekkül ve teslimiyetimizi bozmayız. Büyüklerin hep böyle sıkıntılarla yüceldiklerini, sabır ve teslimiyetle zorluğu geçiştirdiklerini bilmeliyiz. İmanımızın böyle zamanlarda destek olacağını hatırlamalıyız. Allah yanında ne kadar mana büyüğü varsa hemen hepsine yakını ekonomik sıkıntılardan geçmiş, sabır ve teslimiyet örnekleri vermiş, böylesine derin tevekkülle yücelmiş, yükselmişlerdir.
Bugün sîzlere hayatın zorluk ve yokluklarını bütün derinliğiyle yaşamış bir büyük hanımefendiden söz edeceğim. Daha doğrusu kendisinin anlattığı bir hatırasını sunacağım. Bakalım tarihe isimlerini yazdırabilmiş büyüklerin hanımları, kızları da nasıl yokluk ve zorluklar yaşamış, nasıl sabır ve tahammül göstermişler bir görelim.
Hazret-i Esma, şöyle anlatır unutamadığı bir hatırasını:
“Ben Zübeyrle evlenmiştim, Zübeyr’in belli başlı bir varlığı yoktu. Biricik atı vardı. Ben, onun atının yularını tutar, tımarını yapardım. Bazen de tarla ve bağdan meyve, sebze ve hurma yükleyip eve çekerdim. Bütün bunlar benim işimdi.
Bir gün yine bahçeden hurma yüklemiş, eve getiriyordum. Komşumuz olan Yahudi’nin evi önünden geçtim. Meğer Yahudi komşumuz bir koyun kesmiş evde pişiriyormuş. Ben oradan geçerken öyle bir koku geldi ki, bütün benliğimle o kokuyu hissettim. O anda kızım Hatice’ye hamile idim. Düşünürken aklıma bir çare geldi, bir bahane bulup da içeri girersem bana
ikramda bulunurlar, dedim ve ateş istemek için içeriye girdim. Ancak, evin hanımından düşündüğüm anlayışı göremedim. Çıkıp giderken duyduğum koku daha da şiddetlendi. Hem gözümle görmüş, hem de daha yakından koklamıştım. Sanki gayri ihtiyari olarak geri döndüm, tekrar girdim, ikinci defa ateş istedim. Yine anlayış göremedim, çıkınca garip karşılayacaksınız, üçüncü defa dönüp ateş aldım ve yine bomboş döndüm.
Gelip evimin tenha köşesinde kimseye duyurmadan teskin oluncaya kadar ağladım; ama şikayetçi olmadım. Benim bu halim, Rabb’ime iltica gibi bir şey olmuş ki, hemen neticesini gördüm. Evin beyi eve gelince, hanımına, “Bu eve kimse geldi mi?” diye sormuş, hanımı da “Bir Arap kadını üç defa geldi, üçünde de ateş alıp götürdü,” demiş. Kocasının cevabı şu olmuş:
– Vallahi bu etten yemem. O kadına götürmedikten sonra!
Birden kapıdan seslenen oldu. Baktım ki, komşu kadın elinde bir kapla et getirmiş, rica ile vermek istiyor. Hemen aldım, evimin köşesine çekilip yedim. Hayatımda öyle tatlı bir yemek yediğimi hatırlamıyorum. Böyle günler yaşadık.”
Bu sabır ve tahammül kahramanı hanımefendinin kimliğini sakın unutmayasınız. Bakınız kimdir bu büyük sabır insanı.
Hazret-i Ebu Bekrin kızıdır. Resûlüllah’ın da baldızı, yani Aişe annemizin kız kardeşi. Aşere-i Mübeşşere’den Zübeyir bin Avvam’ın da hanımıdır. Ayrıca zalim Haccac’a karşı hayatını feda edecek derecede karşı koyan şehid Abdullah’ın da annesidir. Bunca yokluk, sıkıntı ve zorluklar onların tarihin şeref levhalarına geçmelerine mani olmamış, kıyamete kadar da dillere destan olmalarını önlememiştir.
Demek ki her şey maddede, lükste, dünyevi bollukta değildir, insan onlarsız da tarihin şeref levhalarına geçebilmektedir, işte sayısız örneklerinden sadece biri Hz. Esma (Allah ondan razı olsun.)
Allah (c.c.) sonunda Hz. Zübeyr’e hem de fazla zenginlik vermiştir.