Eskiden iki müslüman aralarında konuşurlarken biri:
“Bana Allah’ın rızasını kazanmış sabırlı bir tüccar gösterebilir misin?” demiş. Diğeri:
“Falanca kasap Allah’ın rızasını kazanmış sabırlı bir tüccardır. Hem bu sabrı yüzünden veli derecesine çıkmıştır.” diyerek kalkıp kasabın dükkânına gelmişler ve bir kilo et istemişler. Kasap eti kesip verdikten sonra:
“Bu et yağlıymış” diyerek geri iâde etmişler. Kasap da derhal başka yerden et kesip vermiş.
“Bu da çok yağsızmış,” diyerek yine iâde etmişler.
Bu defa bir başka yerden et kesen kasaba:
“Bu da iyi değil. Velhasıl bugün biz iyi et bulamayacağız!” diyerek dükkândan çıkarlarken, kasap:“Kusura bakmayın, istediğiniz evsafta bir et hatırlayamadım. Özür dilerim.” diyerek gönüllerini almış.
Bir kasaptan veli olmayacağını iddia eden arkadaşı bu sabır karşısında hayrete düşmüş.
Bu defa da birlikte bir manifatura dükkânına girmişler. Burasının sahibi de son derece dindar, hatta Allah’m veli kullarından bir zat imiş.
Ona:
“Şu kumaştan bir arşın kes bakalım” demişler.
Mağaza sahibi:
“Hayır” demiş. “Bizde öyle alış veriş yoktur. Evvelâ malı indireceğiz, bakacaksınız. Sonra da fıatını konuşacağız. Beğenirseniz ve fiatmda mutabık kalırsak keseceğiz. Yoksa burası kasap dükkânı değildir. Kestirip de beğenmedik diye çıkıp gidesiniz?”
Oradan ayrılmışlar. Yolda, bu iki dindar zattan hangisinin makamı daha yüksektir diye konuşurlarken karşılaştıkları bir başka şahıs:
“Manifaturacı daha sağlamdır. Çünkü o, İslâmiyet’i tam tutmuş. Ne senin ne de kendisinin zarar görmesine razı olmaz. Fakat kasap daima kendisinden fedakârlık etmektedir. Bu ise kolay değildir. Zamanla usanıp işi bozabilir. En iyisi ne müşteriyi kandırmak, ne de kendisini yıpratmaktır,” demiş.